Konu Başlığı: Asr- saadette mescidler Gönderen: Safiye Gül üzerinde 01 Ekim 2010, 17:20:21 ASR-I SAADETTE MESCİDLER / CAMİLER VE FONKSİYONLARI Dr. Ahmed Güner (Dokuz Eylül Üniversitesi, ilahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi, izmir) Ahmed Güner 1956 yılında Erzurum'un Tortum kazasında doğdu. İlk, orta ve yüksek tahsilini Erzurum'da tamamladı. 1981 yılında Erzurum Yüksek tslâm Enstitüsüne asistan olarak girdi. Bu okulun İlahiyat Fakültesine dönüştürülmesinden sonra görevine öğretim görevlisi oîarak devam etti. 1983'te Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesine tslâm Tarihi Öğretim Görevlisi olarak tayin edildi. 1986'da "Hz. Peygamber Devrinde Mescid-ler" konulu bir yüksek lisans tezi hazırladı. 1992'de de "B üvey kilerden Adudıı'd-Devle ve Dö-nemi" adlı çalışmasıyla doktor oldu. Halen Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesindeki görevine devam etmektedir. [1] Giriş 1. Kaynaklar Ve Araştırmalar Hz. Peygamber devrinde mescidler konulu araştırmamızın temel kaynaklan, Siyer, Megâzî, Tabakât, genel islâm Tarihi ve Hadis kitaplarıdır. Bu kaynakların ekserisi, konumuza ait bilgilere, dağınık, insicamsız bir şekilde ve çoğu kere, ikinci plândaki malumat arasında yer vermektedirler. ilk devir islâm Tarihi kaynaklan arasında, konumuzun bütünü üzerinde temel kabul edebileceğimiz belli bir eserden sözetmek mümkün olmamakla birlikte, Ibn Sa'd (230/844)'ın et-Tabakâiu'l-Kubrâ adlı eserinin gerek Hz, Peygamber devrine ait iki cildi ve gerekse, sahabi biyografilerine yerveren diğer ciltleri nisbeteu önemli bir yere sahiptir. Çalışmamızın bazı bölümlerinde, münhasıran tek bir kaynağa istinad ettiğimiz olmuştur. Özellikle Medine'deki kabile mes-cidleri konusunda, Ibn Şebbe (262/875)'nin Târîhu'l-Medine adlı eseri temel kaynak durumundadır. Bu müellif, Medine mescidleri hakkındaki rivayetleri bir başlık altında zikretmiştir. Aynı müellifin kitabında, Mescid-i Nebevi hakkında da bir bölüm bulunduğu muhtemel görülüyorsa da, ne yazık ki, zamanımıza ulaşmamıştır. Ibn Şebbe'nin rivayetlerini, bazen, başka kaynaklarla teyid ettiğimiz olmuştur. Ibn Ishâk (151/822)'m rivayetlerini borçlu olduğumuz ve Hz. Peygamber devri hakkında orjinal eser olma vasfını taşıyan Ibn Hişâm (218/822)'ın es-Sîre si, gerek bazı mescidlerin tesbitinde ve gerekse Mescid-i Nebevi ile ilgili hususlarda, önemli bilgilere yer vermektedir. Vakıdî (207/822)'nin el-MegazV&i, her ne kadar Hz. Peygamber devri gazve ve scriyyelerini muhtevi ise de, özellikle, Mescid-ı Nebevî'nin askerî fonksiyonları ve Mekke ve Medine dışındaki kabile mescidleri hakkında yer yer Ibn Sa'd ile uyuşan bilgiler ihtiva etmektedir. Diğer kaynakların yer vermediği bazı bilgilere bu müellifin eserinde rastladığımızı da kaydetmeliyiz. Belâzurî (279/892)'nin Ensâbu'l-Eşrâf ve Futûhu'l-Buldân\ ile Taberî (310/922)'nin Târîhu'l~Umem% anılanlardan sonra, konumuza ait haberlere en Çok yer veren kaynaklardır. Hadis kaynaklarından, bilhassa, Buhârî (256/870) ve Müslim (261/275)'in eserlerinden önemli ölçüde istifade ettik. Medine'de inşa edilen "Dokuz Mescid (el-Mesâcidu't-Tis'a)" hakkındaki rivayeti el-Merasil'inde zikreden Ebû Davud (275/888)'u burada anmak gerekir. Bekrî (487/1904) ve Yakut el-Hamevî (626/1229)'nin coğrafya kitapları ile îbn Abdi'1-Berr (4623/1071), tbnul-Esîr (630/1232) ve Ibn Hacer (852/1448)'in Tabakât'a dair eserleri zaman zaman başvurduğumuz kaynaklar olmuştur. ilk devir islâm Tarihi kaynaklarının bize vermiş oldukları bilgileri nasıl değerlendirdiklerim görmek, kısmen de zamanımıza ulaşmayan kaynaklardan yaptıkları farklı nakilleri tesbit etmek için, muahhar kaynaklara müracaat ettik. Muahhar eserler arasında, Semhûdî (911/1505)'nin Vefâu'l-Vefâ"sim, burada zikretmek gerekir. Müellif bu eserinde gerek Mescid-i Nebevi ve gerekse diğer mescidler hakkında, bazen bize kadar ulaşmayan kaynakları da kullanarak, farklı rivayetleri kaydetmiştir. Araştırmalar arasında, J. Pedersen'in islâm Ansiklopedisi için yazdığı "Mescid" maddesini kaydetmek gerekir. Ayrıca, M. Hamidullah'ın islâm Peygamber'i, Hz. Peygamberin Savaşları ve islâm Müesseselerine Giriş isimli kitaplarından faydalandık. [2] 2. İslâm'da Mescid Mescid, Kelime olarak, sucûd masdarından türemiştir. Sucûd, lugatta, alnı yere koymak, tevazu göstermek, eğilmek[3] ve dimdik durmak[4] gibi anlamlara gelmektedir. Bir mekan ismi olan ve "secde edilen yer" anlamına gelen[5] Mescid (çoğ.: Mesâcid") terim olarak, islâm'da ibâdet yeri, Mescid, Cami demektir.[6] islâm'ın temel ibadetlerinden biri olan namazın diğer rükünlerinin de bulunmasına rağmen, "Ibâdetgah" karşılığında "Sucûd" dan türeyen "Mescid" kelimesinin kullanılması, namazın hedeflediği kulluk, tazim ve hürmeti, "Sucûd"un en iyi bir şekilde, ifade etmesi sebebiyle olsa gerektir. Hz. Peygamber bir hadisinde "Kulun Allah'a en yakın olduğu an secde anıdır" demiştir.[7] Kur'ân'da "Mescid" kelimesi, müfred, cemi ve terkib halinde yirmi beş'den fazla yerde zikredilmektedir.[8] Bunların on beş'inde "Mescid-i HarânTdan bahsedilmiştir.[9] Kur'ân'da, Mescid-i Haram için ayrıca, dokuz yerde "Beyt11,[10] iki yerde "el-Beytul-Harâm"[11] iki yerde "el-Beytu'1-Atîk",[12] bir yerde el-Beytu'1-Muhar-rem",[13] iki yerde de "el-Ka'be"[14] tabirleri yeralmaktadır. Mescid-i Haram dışında, islâm öncesinde inşa olunan iki ma-bed daha Kur'ân'da zikredilmektedir ki; bunlardan biri "Mescid-i Aksa"[15] yani, Beytu'l-Makdis;[16] diğeri de Ashab-ı Kehf için inşa olunan bir türbe mesciddir.[17] "Allah bazı insanları bazısı ile defetmeseydi, içlerinde Allah'ın adı çok anılan manastırlar,kiliseler,havralar ve mescidler yıkılıp giderdi" ayetindeki[18] (; mescidler, umumi manada kullanılmıştır.[19] Tevbe suresinde, ileride ele alacağımız "Takva üzerine bina edilen mescid"[20] ve "Mescid-i Dırar"[21] zikredilmektedir. Zaccâc, Mescid kelimesinin, ibadet edilen her yer için kullanılabileceğini, söylemektedir.[22] Hz. Peygamber bir hadisinde hıris-tiyan azizlerinin kabirleri yanında inşa edilen manastırlar için mescid kelimesini kullanmıştır.[23] islâm ibâdetgah mefhumunda köklü bir değişiklik yaparak, ibadet etmek için belli bir mabedi zaruri kalmamıştır. Hz. Peygamber, bir hadisinde, Peygamberler arasında münhasıran kendisine verilen beş şeyden[24] biri olarak bunun üzerinde durmuş ye şöyle demiştir: "Benden Öncekiler ancak kiliselerinde ve havralarında, ibadet ediyorlardı. Yeryüzü benim için temiz ve mescid kılındı; bundan dolayı namaz vakti gelince, herkes bulunduğu yerde namaz kılsın" İslâm, bir prensip ve bir ruhsat olarak mümkün olan her yerde secde edilmesini kabul etmiş ise de, cemaatle kılınan namazı yalnız başına kılmandan daha değerli görmüştür.[25] Nitekim ibrahim tarafından inşa olunan ve dört bir yandan gelen insanların ziyaret ettiği Mescid-i Haram veya Kabe'ye, müslümanlar daha içindeki putlar çıkarılıp atılmadan önce bile tazim göstermişler, şanım yüce tutmuşlar ve burada cemaatle ibadet etmişlerdir.[26] Kabe'de topluca namaz kılmaları müşrikler tarafından engellendiği yıllarda, müslümanlar, muhtemelen mevcut şartlar içerisinde bir mescit bina etmek imkanını bulamamışlarsa da, Erkanım evini mescid ittihaz etmişlerdir.[27] Bu arada Ebu Bekr ve Ammâr'm, evlerinin yanında birer mescid inşa ettiklerini kaydetmeliyiz.[28] Müslümanlar, Mekke'den uzaklaştırılıp Mesciu'i Haram'da buluşmak ve ibadet etmekten mahrum bırakılınca, süratle onun yerini tutacak diğer bir yer bulmayı düşündüler ve buldular.[29] Zira Resûlullah, Medine'ye hicret yolunda iken, birkaç gün Küba'da kaldı ve burada Küba Mescidini inşa etti. Daha sonra da Medine'de Mescid-i Nebevi inşa edildi. Konumuzla ilgili iki terim daha vardır; Musalla ve Cami. Salat kökünden bir mekan ismi olan ve dilimize namazgah olarak çevirebileceğimiz "Musalla" kelimesi, Hz. Peygamber devrinde, Medine'de, Ramazan ve Kurban bayram namazlarının kılındığı yer içiin kullanılan bir ıstılahtır.[30] Hz. Peygamber Medine'ye yerleştikten sonra, ilk defa hicretin 2. yılı Şevval ayının ilk gününde Ramazan bayramı, aynı yılın Zilhicce ayının onuncu günü de Kurban bayram namazları Musallâ'da kılınmıştır.[31] Necâşî tarafından. Zubeyr b. el-Avvâm'a armağan edilen mızrak her bayram namazında, Musallâ'ya götürülerek, kıble istikametine dikilirdi.[32] Cami kelimesi ise, el-Mescidu'l-Câmi'nifı~kısaltılmış bir şekli olup, bir beldede, cuma namazının kılındığı büyük cami demektir.[33] Bu terim, Hz. Peygamber devrinde kullanılmayıp sonradan ortaya çıkmıştır. Medine'deki mahalle camilerinde, sadece vakit namazları kılındığı için cuma günleri Mescid-i Nebevi'de toplanılıyordu. Bu hususiyetiyle Mescid-i Nebevi ye de Mescid-i Cami veya kısaca cami denilebilir. [34] Birinci Bölüm MEKKE'DEKİ MESCİDLER Hz. Peygamber (s.a.v.)'in islâm öncesindeki ibadet hayatı hakkında, fazla bir bilgiye sahip değiliz. Bu hususta, Hz. Peygamberin, hemşehrileri gibi Kabe'yi tavaf ettiği, Ramazanlarda, Mekke yakınlarındaki Hıra mağarasına çekilerek, uzlet hayatı yaşadığı ve burada azığım gelip geçen kimselerle paylaştığı kaydedilmektedir.[35] İslâm'dan sonra namazla emrolundu. Namazın İslâm'da, Allah'a imandan sonra ilk emrolunan farz olduğu ve başlangıçta, Duhâ ve Asr olmak üzere, iki vakitte ikişer rekat olarak, kılındığı zikredilmektedir.[36] Hz. Peygamber'den sonra ilk namaz kılan şahıs eşi Hz. Hatice olmuştur. [37]İlk günlerde, Hz. Peygamber, namaz vakitleri geldiği zaman, Mekke'nin dağ aralıklarından birine giderek, orada namaz kılardı. Daha sonra, İslâm'ı kabul eden Hz. Ali kendisine arkadaş olmaya başladı.[38] Bir defasında Ebu Dubb adındaki bir dağ aralığında bulunduklarında Ebu Tâlib, Hz. Peygamber'e daha önce görmediği bu hareketlerin ne anlama geldiğini sormuştu.[39] Hz. Peygamberin üç yıl gizli davette bulunduğu kaydedilmektedir.[40] Bu zaman zarfinda O'na inanan müslümanlar da, Hz. Peygamber gibi gizlice dağ aralıklarına giderek namazlarını kılmışlardı.[41] Sonraki yıllarda Mekke'de müslümanlar, kendileri için hususi bir mescid inşa etmeyip durum ve şartlara uygun olarak, evlerinde, dağ aralıkları (şi'b)mda, ileride bilgi vereceğimiz Dâru'l-Erkâm ve Kabe'de namaz kılmışlardır. Belâzurî'nin şu ifadesi, muhtemelen, Mekkeliler'le ilişkilerin gerginleştiği bir zamana ait olsa gerektir. "Bir yıl boyunca müslü-manlığımızı gizlemeye çalıştık; namazlarımızı kapalı kapılar ardında, ıssız dağ aralarında kılabildik."[42] İbn Hişâm, Hz. Peygamber evinde namaz kılarken, Kur'ân okuyuşunu, Ebu Cehl, Ebu Sufyan, Ahnes b. Şerik'in gizlice dinlediğini kaydetmektedir.[43] 1. Mescid-İ Haram Mescid-i Haram veya Kabe hakkında, Kur'ân, yeryüzüne Allah adına inşa edilen ilk ev (mabed) ifadesini kullanmaktadır.[44] Ebu Zerr'in, "yeryüzünde vaz olunan ilk mescid hangisidir?" şeklindeki sorusuna, Hz. Peygamber, "Mescid-i Haram" cevabını vermiştir.[45] Ezrakî, Mescid-i Haram'm, ilk olarak, Hz. Adem tarafından inşa edildiğini, kaydetmekte[46] ve Hz. İbrahim'e gelinceye kadar geçen zaman içerisinde geçirdiği istihaleler hakkında bazı rivayetlere yer vermektedir.[47] Kur'ân'm açıkça belirttiğine göre, Kabe, Hz. İbrahim tarafından oğlu İsmail'in yardımıyla inşa olunmuştur. "İbrahim ve İsmail, Kabe'nin temellerini yükseltiyordu; "Rabbimiz yaptığımızı kabul buyur; şüphesiz sen hem işitir hem bilirsin" dediler."[48] Ezrakî1 nn kaydettiğine göre, binanın duvarları yükseltilip Hz. İbrahim için yerden taş almak zorlaşmca, İsmail ona, merdiven vazifesi görmek üzere yüksekçe bir taş getirdi. Bundan sonra Hz. İbrahim, bu taşın üzerinde durarak inşaata devam etti. Hz. İbrahim bu taşın üzerine çakarak, binanın inşasını tamamladığı için ona "Hz. İbrahim'in üzerinde durduğu yer" manasında "Makam-ı ibrahim" adı verilmiştir.[49] Bakara suresinin yirmi beşinci ayeti "Ibrahimin makamını namaz yeri edinin" buna işaret etmektedir. Aynı kaynak, bugünkü Hacer-i Esved'in tavaf başlangıcını belirtmek amacıyla, Hz. İbrahim tarafından Kabe'nin bir köşesine yerleştirildiğini kaydetmektedir.[50] Bu şekilde, tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rüku ve secde edenler için bir hacc mahalli, bir mescid ve emin bir yer[51] olarak Kabe'yi inşa ettikten sonra, Hz. ibrahim insanları hacca davet etmiştir, "insanları hacca çağır, yürüyerek ve binekler üzerinde, uzak yollardan sana gelsinler, tâ ki menfaatlanna şahid olsunlar; Allah'ın onlara rızık olarak verdiği hayvanları belli günlerde kurban ederken, O'nun adını ansınlar; Siz de bunlardan yiyin, çaresiz kalmış yoksulu da doyurun, sonra kirlerini giderip temizlesinler, adaklarını yerine getirsinler, Kabe'yi tavaf etsinler."[52] İnşası ve inşa ediliş gayesi Kur'ân'da bu şekilde anlatılan Mescid-i Haram, Hz. Peygamber'e kadar geçen uzun devirler boyunca farklı şekil ve muhteva kazanmış ve içine çok sayıda put doldurulmak suretiyle bir panteon haline getirilmiştir. Ibn tshak'm zikrettiğine göre, Mekke'ye bir put getirerek, insanları buna tapmaya davet eden şahıs Amr b. Luhay'dır.[53] Buna rağmen, "Beyt'e tazim, tavaf, hacc, umre, Arafat ve Müzdelife'de vukuf, kurban kesmek" gibi, Hz. ibrahim ve Hz. ismail'den gelen bazı menasik ve usuller, bir kısım değişiklik ve ilavelerle birlikte, muhafaza olunmuştu.[54] Mescid-i Haram'm bu ananevi kudsiyetine bağlı kalan Hz. Peygamber ve Müslümanlar için, Mekke devrinde, esas mescid Mescid-i Haram olarak kaldı.[55] Şu kadar varki,Müslümanlar Kabe'de, Hz.Ömer'in islâm'ı kabulüne kadar topluca ve rahatsız edilmeden ibadet etme imkânı bulamadılar. Abdullah b. Mes'ud'dan gelen bir haberden Hz. Ömer'in ihtidasıyla Müslümanların güçlenerek Kabe'de topluca ibadet etmeye başladıkları anlaşılmaktadır.[56] Ibn Hacer'in verdiği bilgiye göre, Hz. Peygamber daha işin başlarında iken, etrafına topladığı sahabileriyle birlikte, bir gün Kabe avlusunda cemaatle namaz kıldı. Bu öylesine bir kargaşa yarattı ki, Haris b. Ebi Hâle Kureyşliler tarafından öldürüldü. Bu şahıs imanı dolayısıyle öldürülen ilk sahabi olmaktadır.[57] Durum, diğer Müslümanlar için belki böyle olmakla beraber, Hz. Peygamberin, Müşriklerden gelecek her türlü hakaret ve eziyeti göze alarak, Kabe'de ibadet etmeye gayret gösterdiği anlaşılmaktadır.[58] Kaynaklarda, Kabe civarında ibadet ederken kendisine yapılan eziyet ve hakaretlerden bahsedilmektedir. Özellikle Ebu Cehl, Hz. Peygamber'i Kabe'de ibadetten men etmiş, yasağını dinlemediği için bir defasında, namaz anında Hz. Peygamber'in boğazına sarılmıştır.[59] Başka bir defa da Hz. Peygamber, Mekke-liler'in ileri sürdükleri teklifleri kabul etmediği için, Ebu Cehl, sabahleyin Kabe'ye gelip secdeye vardığında, Hz. Peygamber'in kafasına bir taş atmağa yemin etmişti. Hz. Peygamber, her zaman ki gibi sabahleyin Mescid'e gelerek namaz kılmış, fakat Ebu Cehl, yeminini yerine getirmede başarılı olamamıştır.[60] Zaman zaman Hz. Peygamber, Ammâr, Suheyb, Habbab ve Bilâl gibi bazı zayıf sahabileri ile, Kabe'nin yanında oturup sohbet ettiği oluyordu. Bu durum, çok kere onların, Müşriklerin alaylı sözlerine muhatap olmalarına sebep oluyordu.[61] Hz. Peygamber, Kabe'nin Yemen köşesi ile Hacer-i Esved köşesi arasında, Kudüs istikâmetine doğru namaz kılıyordu.[62] Hz. Peygamber Kabe'de namaz kılmakla kalmamış, şartlar elverdiği zaman burada karşılaştığı, kimselere Kur'ân'dan ayetler okumak suretiyle tebliğ ve irşadlarda bulunmuştur. Ibn Hişam'm başka kaynaklar ile teyid edemediğimiz bir haberine göre, Hz. Peygamber Mekke'ye gelen bir grup Hıristiyanla Kâb'de görüşmüştü. Ibn îshâk'a göre Necranlı olan bu Hıristiyanlar Hz. Peygamber'in okuduğu Kur'ân'ı dinleyerek müslüman olmuşlardı.[63] Tufeyl b. Amr da Mekke'ye geldiği zaman Hz. Peygamber'in, Kabe'de okuduğu ayetlerden etkilenerek islâm'ı kabul etmiştir.[64] Yine Mekkeliler'in îsrâ dönüşünde Hz. Peygamberi, yaptığı seyahatle ilgili olarak Kabe'de soru yağmuruna tuttukları kaydedilir.[65] Mescid-i Haram aslî hüviyetine ancak hicretten sonra 9. yılda kavuşabilmiştir. Hicretin 8. yılında Mekke'nin fethi'ni müteakip Kabe'nin putlardan temizlenmesine ve içinde Hz. Peygamber'in namaz kılmasına rağmen,[66] Müşriklerin burada ibadet etmelerine ses çıkarılmamıştır.[67] Müşriklerin Kabe'ye yaklaşmaları, Hicretin 9. yılında Berae suresinde yer alan bir ayetle yasaklandı.[68] Hz. Peygamber, Hz. Ali'yi Mekke'ye göndererek bunu ilan ettirdi.[69] 2. Ammâr B. Yâsir'in Mescidi İslâm tarihinin ilk mescidi, Hicretten önce Ammâr b. Yâsir tarafından, evinin yanında inşa olunmuştur.[70] Ammar'm, evinin yanında bir mescid inşa etmesinin sebebi kaynaklarda yer almamaktadır. M. Hamidullah, Belâzurî'nin Ensâb'mda zikredilen bazı bilgilere dayanarak bir takım görüşler ileri sürer.[71] Ammar b. Yâsir aslen Mekke'li olmayıp, Yemen'den gelerek Mekke'ye yerleşen bir aileye mensuptur.[72] Baskı ve işkencelerini daha ziyade zayıf kimseler ve yabancılar üzerinde yoğunlaştıran Mekkeliler'in düşmanlıklarını, üzerinde hisseden kimselerden biri de Ammâr b.Yâsir idi. Mekkeli Müşrikler Ammar1 a o derece eziyet ve işkence ediyorlardı ki, Hz. Peygamber'e sövüp "Lât ve Uzza Muhammed'in dininden daha hayırlıdır." demedikçe onu bırakmıyorlardı. Hatta bir gün Müşriklerin işkencesi sonucu bu sözleri söylemek zorunda kalan Ammar, Hz. Peygamberin yanma gelerek, başına gelenleri anlatır. Hz. Peygamber, ona kalbi mutmain oldukça bu söylediklerinin hiçbir önemi olmadığını, aynı muamele ile karşılaştığında, yaptığını tekrarlamasını ifade eder.[73] "Şu halde görüyoruz ki, dış görünüşüne bakılacak olursa Ammar, b. Yâsir müslüman değildi. Artık Kabe'nin önünde Islâmî bir şekilde ibadet etmesi mümkün değildi. Aksi halde, Mekkeliler "Yalan söylüyorsun" diyerek onu işkence edebilirlerdi. îşte bunun için Ammar b. Yasirin Islâmî bir şekilde ibadetini yapması gayesiyle evinde bir mescid bina etmesi gayet tabii bir şey idi."[74] 3. Ebu Bekir'in Mescidi Hicretten Önce Mekke'de îslâm tarihinin ikinci mescidi, Ebu Bekir'in, evinin avlusunda inşa ettiği mesciddir.[75] Kureyş'in sop-larmdanbiri olan Teym'e mensubiyeti dolayısıyle kendisini koruyabilecek kabilesi olmasına rağmen, Ebu Bekir'in evinin avlusunda bir mescid bina etme sebebi hakkında, kaynaklar pek fazla bilgi ihtiva etmemekle birlikte bize bazı ipuçları vermektedirler. Bi'setin 5. yılında, Müşriklerin işkencelerinden kurtulmak maksadıyla, bazı müslümanların Habeşistan'a göç ettikleri bilinmektedir. Ebu Bekir de Müşrikler'in baskılarına maruz kalınca Hz. Peygamber'in iznini alarak, hicret etmeye karar verir.[76] îbn Hişam, Ebu Bekir'in hicret etmek istediği yeri belirtme-mekle beraber, Belâzurî, Ensâb'ında bu yerin Habeşistan olduğunu ve hicret teşebbüsünün bi'set'in 6. yılında Habeşistan'a ikinci hicret esnasında gerçekleştiğini "Habeşistan'a hicret edenler" kısmında zikretmektedir.[77] Ebu Bekir Mekke'den ayrılarak, bir veya iki günlük mesafedeki bir yere gelince, Kinâne kabilesinden ve Ehabiş'lerin başkanı Ibn Dugunne ile karşılaşır.[78] Ibn Duğunne, Ebu Bekir'den başından geçenleri öğrenince, böyle rahatsız edilmesini kabul etmeyerek, onu kendi himayesinde Mekke'ye dönmeye ikna eder ve himayesini Mekkeliler'in önünde ilan eder.[79] Öyle anlaşılıyor ki, Mekkeliler, Ibn Duğunne'nin himayesini, Ebu Bekir'in Kabe'ye değil de evinde ibadet etmesi şartıyla kabul etmişlerdir. Bu sebeple Ebu Bekir kendi evinin avlusunda bir mescid bina etme yolunu seçmiştir. Çünkü Ibn Hişam, Buharı ve Belâzurî ittifakla kaydetmektedirler ki, "ince ruhlu bir insan olan Ebu Bekir,inşa ettiği bu mescidde namaz kılarken ve Kur'ân okurken kendini tutamayarak ağlıyor ve kendisini dinlemeye gelen Müşrik kadınları, çocukları ve kölelerini etki altına alıyordu.[80] Bu durumda, Kureyş'in ileri gelenleri Ibn Dugunne'ye başvurarak, "Ey Ibn Dugunne bize eziyet vermek için mi bu adamı himayene aldın? O'nun öyle bir hali var ki, kadınlarımızın, çocuklarımızın ve emrimizdekilerin, inançlanndan şüphe etmelerinden korkarız. Git O'na söyle ne yapıyorsa evinde yapsın." dediler. Ibn Dugunne bunun üzerine Kureyşlilerin isteklerini Ebu Bekir'e bildirir ve aksi halde, himayesini kaldıracağını ifade eder.[81] Ebu Bekir'in buna vermiş olduğu cevap: "Himayen senin olsun, Allah'ın himayesi bana yeter." şeklinde olmuştur.[82] Ebu Bekir'in, bundan sonra, mescidinde ibadete devam edip edemediği hakkında kaynaklai'da herhangi bir bilgi bulunmamakla birlikte, Ibn Dugunne'nin, himayesinin devamı için ileri sürdüğü şartı reddetmesine bakılırsa, O'nun, her türlü tehlikeyi göze alarak, ibadetini burada sürdürdüğünü söymemek mümkündür. Bu mescidin şekli ve genişliği gibi ayrıntılar malum değildir. Belâzurî, Ebu Bekir, mescidinde namaz kılarken sokaktaki herkes tarafından görüldüğünü kaydetmektedir.[83] 4. Erkam'ın Evi (Darul-Erkânı) İslâm'ın başlangıcında, Mekkeliler ile ilişkiler iyice gergin bir hal alınca,[84] ilk Müsîümanlar'dan ve Kureyş'in Mahzûm sopuna mensup Erkânı b. Ebil-Erkâm, Safa tepesindeki evini, Hz. Peygamberin ikametine tahsis etmiştir.[85] Hz. Peygamber, bu evde kaldığı müddetçe, ahşabına namazları burada kıldırmış[86] insanları burada dine davet etmiş, kendisiyle görüşmek isteyenleri burada kabul etmiş ve islâm'ın esas ve prensiplerini burada öğretmiştir.[87] Kabe'nin çok yakınında bulunduğu için, Mekke'ye hac için gelen herkesin kolayca uğrayabileceği merkezî bir yerde bulunan bu ev[88] şüphesiz, Müslümanların topluca ibadet ettikleri bir ev-mescid, bir toplantı merkezi ve kaynaklarda zikredilen adıyla "Dâru'l-Islâm" idi.[89] Hz. Peygamber'in tebliğ ve irşad maksadıyla, bir merkez edindiği bu evde ilk Müslümanlardan bir çoğu islâm'ı kabul etmişlerdi.[90] Ammâr b. Yâsir ve Suheyb b. Sinan bunlardandır.[91] Ammar diyor ki: "Hz. Muhammed'i dinlemek amacıyla Darul-Erkâm'm kapısına vardığımda Suheyb'le karşılaştım; meğer o da aynı gaye ile oraya gelmiş; beraberce Resûlujlah'm huzuruna girdik; bize islâm'ı arzetti ve biz müslüman olduk; Sonra akşama kadar orada kaldık; ortalık kararınca gizlice oradan ayrıldık."[92] Bu evde islâm'ı kabul eden son şahıs Hz. Ömer'dir. Hz. Ömer islâm'ı kabul edince Müslümanlar buradan ayrılmışlar ve beraberce herkesin gözü Önünde, Kabe'yi tavaf edip orada namaz kılma imkânı bulmuşlardır.[93] Acaba Hz. Peygamber bi'setin kaçıncı senevSİnde, Erkâm'ın evini, daveti içinde merkez kabul etmiştir? Bu hususta kaynaklar kesin bir tarih vermemektedir. Eğer Hz. Peygamberin Daru'l-Erkâm'a çekilişinin sebebi, Müşriklerin Müslümanlara gösterdikleri eziyet ve zulümler ise, aleni davetten sonra, yani bi'set'in 4. yılından sonra, Hz. Peygamberin bu eve sığındığı kabul edilecektir. Zira Ibn Hişam'ın açıkça kaydettiğine göre, Hz. Peygamber üç yıl müddetle gizli davette bulunmuş, aleni davete geçince baskı ve eziyetle karşılaşmıştır.[94] Hamidullah, "Gitgide artan eziyetler ve işkenceler, Resûlullah'ın kendi evini terke zorladı ve Sahabi-ler'den Erkâm'ın evini tebliğ maksatlarında kullanmak üzere, kendine ikâmetgâh olarak seçti." demektedir.[95] Hz. Peygamber ve diğer Müslümanların bu evden ayrılış tarihine gelince, kaynaklar bu konuda da kesin bir bilgi vermezler. Fakat Ibn Sa'd, Hz. Ömer'in burada islâm'ı kabul eden son şahıs olduğunu, O'nun müslüman oluşuyla, Müslümanlar'ın Daru'l-Erkâm'dan çıktıklarını kaydeder.[96] îbn îshâk'a göre, Müslümanların Habeşistan'a hicretinden sonra Hz. Ömer'in ihtidası gerçekleşmiştir.[97] Bu takdirde Hz. Peygamberin, muhtemelen bi'set'in 6. yılı sonuna kadar bu evde tebliğ faaliyetlerine devam ettiğini söylemek mümkündür, islâm Ansiklopedisine Erkâm maddesini yazan Reckendorf, "Ömer'in ihtidasından sonra, Peygamber el-Erkâm'm evini bırakmıştır. Orada ne zaman ve ne kadar kaldığı katî olarak malum değildir. Fakat 615-617 seneleri arasında kalmış olması muhtemeldir." demektedir.[98] [1] Dr. Ahmed Güner, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/153-154. [2] Dr. Ahmed Güner, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/155-156. [3] Ezheri, Ebû Mansur Muhammed b. Ahmed, Tehzîbu'1-Luğa, thk. Abdusse-lam Muhammed Harun ve Arkadaşları, Kahire 1384/1969, Xr 569-72; Cevheri, İsmail b. Hammâd, es-Sıhah, Tacu'1-Luğa ve Sıhahu'l-Arabiyye, thk. Ahmed Abdulgafur, Attar, Beyrut 1399/1979, II, 483-84; îbn Menzur, Ebu'1-Fadl, Cemaluddin Muhammed el-Mısrî, Lisanu'1-Arab, Beyrut Tarihsiz, III, 204-06. [4] îbn Manzur, III, 204. [5] Ezherî, X, 570; Cevheri, II, 484; İbn Manzur, III, 204. [6] J. Pedersen, "Mescid", İslâm Ansiklopedisi, VIII, 1. [7] Nesâî, Ebu Abdurrahman b. Şuayb, es-Sunen, Mısır 1383/1964, II, 180. [8] Bakara, 2/114,144,149,150,187, 217; Mâide, 5/2; A'raf, 7/29, 31; Enfâl, 8/34; Tevbe, 9/7,17,18,19; Kehv, 18/21; Hacc, 22/25, 40; Feth, 48/25, 27; Cinn, 72/18. [9] Bakara, 2/125,127,158; Âl-i îmrân, 3/96, 97; Enfâl, 8/35; Hûd, 11/73; Hacc, 22/26; Kureyş, 106/3. [10] Bakara, 2/125,127,158; Âl-i îmrân, 3/96, 97; Enfâl, 8/35; Hûd, 11(73; Hacc, 22/26; Kureyş, 106/3. [11] Maide, 5/2, 97. [12] Hacc, 22/29, 33. [13] îbrâhîm, 14/37. [14] Mâide, 5/95,97. [15] îsrâ, 17/1. [16] Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerir, Camiu'l-Beyan an TeVîli'l-Kur'ân, Mısır 1388/1968, XV, 5. [17] Kehf, 18/21, Ayrıca Bkz.: Taberî, Cami, XV, 225; J. Pedersen, "Mescid", İslâm Ansiklopedisi, VIII, 1. [18] Hacc, 22/40. [19] J. Pedersen, Î.A., VIII, 1. [20] Tevbe, 9/108. [21] Tevbe, 9/107. [22] İbn Manzur, III, 204. [23] Müslim,Ebu'l-Husayn Müslim b. el-Haccac el-Kuşayrî en-Neysâburî es-Sahih, thk. Muhammed Fuad Abdulbaki, Mısır 1374/1955,1, 376. [24] Vakıdî, Muhammed b. Omar b. Vâkıd, el-Megazî, thk. Marsden Jones, Beyrut 1966, III, 1021-22; İbn Hişam, Ebu Muhammed Abdulmelik, es-Sîretu'n-Nebeviyye, thk, Mustafa es-Saka ve iki arkadaşı, Beyrut 1936, II, 332; Müslim, I, 371. [25] Müslim, I, 449. [26] İbn Hişam, I, 319-20; II, 20-21, 39; Belâzurî, Ahmcd b. Yahya, Ensâbu'l-Eşrâf, thk, Muhammed Hamidullah, Mısır, 1959, s. 112-13, 123, 125-26. [27] îbn Sa'd, Muhammed, ct-tabakâtu'l-Kubrâ, Beyrut 1377/1957, III, 242-43; Halebf, Alî b. Burhânuddîn, İnsanu'l-Uyûn fi Sîreti Emîni'l-Me'mun (Es-Siretu'1-Halebiyye), Mısır 1384/1964,1, 457 [28] İbn Hişâm, II, 13,143; İbn Sa'd, III, 250; Buharı, Muhammed b. İsmail, es-Sahih İstanbul 1979,1, 122; Belazurî, Ensab, s. 206. [29] Ahmed Çelebi, İslâm'da Eğ it im-Öğretim Tarihi, Çev. Ali Yardım, İstanbul 1976, s. 97. [30] İbn Sa'd, I, 248; Taberî, Tarihu'1-Umem ve'l Mulûk, thk. Muhammed Ebu'l-Fadl İbrahim, Beyrut 1380/1960, II, 381, 418; A.J. Wensinek, "Musalla", I. A., VIII, 673. [31] İbn Sa'd, I. 248-49; Taberî Tarih, II, 381,418; AJ. Wensinek, î. A. VIII, 673. [32] îbn Sa'd, I. 248-49;Taberi Tarih, II, 381, 418; A.J. Wen sinek, İ. A. VIII, 678. [33] "Cami", 20. [34] Dr. Ahmed Güner, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/156-159. [35] îbnHişâm, 1,252. [36] İbn Hişâm, I, 260; Belâzurî, Ensâb, 117; Taberî, Târih, II, 307. [37] İbn Hişâm, I, 261; Beîâzurî, Ensâb, 111. [38] İbn Hişâm, I, 263; Beiâzurî, Ensâb, 113. [39] Beiâzurî, Ensâb, 113. [40] îbn Hişâm, I, 280; Beiâzurî, Ensâb, 116. [41] İbn Hişâm, I, 281; Belâzurî, Ensâb, 117; Taberî, Târih, II, 317. [42] Belâzurî, Ensâb, 116. [43] İbn Hişâm, I, 337. Dr. Ahmed Güner, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/160-161. [44] Âl-iİmran, 3/96. [45] Müslim, I, 370. [46] Ezrakî, Ebu'l-Velid Muhammed, Kabe ve Mekke Tarihi, Çev. Y. Vehbi Yavuz, İstanbul 1980, s. 40-41. [47] Ezrakî, s. 41-48. [48] Bakara, 2/127. [49] Ezrakî, s.51. [50] Ezrakî, s.51. [51] Bakara, 2/125. [52] Hacc, 22/27-29. [53] İbn Hişâm, I, 79. [54] İbnHişâm, 1,80. [55] A.J. Pedersen, Mescid, Î.A., VIII, 1-2. [56] İbn Hişâm, I, 366. [57] İbn Hacer, Şihâbuddîn Ahmed b.AH el-Askalanî, el-İsâbe fi Temyîzi's-Sahâbe thk. Ali Muhammed el-Bicavî, Kahire 1970, I, 605; Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, Çev., Salih Tuğ, İstanbul 1980,1,104. [58] İbn Hişâm, I, 319-20; Belâzurî, Ensâb, 125-26. [59] Belâzurî, Ensâb, 126. [60] İbn Hişâm, I, 319-20. [61] Belâzurî, Ensâb, 157,197. [62] İbn Hişâm, I, 319. [63] İbn Hişâm, II, 32. [64] îbn Hişâm, II, 22-23. [65] İbn Hişâm, II, 39. [66] Vâkıdî, II, 831-34; İbn Hişâm, IV, 54-56. [67] Vâkıdî, III, 959. [68] Berâe, 9/28. [69] Vâkıdî, III, 1078; ibn Hişâm, IV, 190-91; îbn Sa'd, II, 168-69; Belâzurî, Ensâb, s. 383. Dr. Ahmed Güner, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/161-164. [70] İbn Hişâm, II, 143; İbn Sa'd, III, 250; Belâzurî, 162. [71] Hamidullah, îslâm Müesseselerine Giriş, Çev. İ. Süreyya Sırma, İstanbul, 1984, s. 59-61. [72] Belâzurî, Ensâb, s. 157; İbn Sa'd, III, 246. [73] îbn Sa'd, III, 249-50; Belâzurî, Ensâb, s.158-60. [74] Hamidullah, îslâm Müesseselerine Giriş, s. 60-61. Dr. Ahmed Güner, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/164-165. [75] İbn Hişâm, II, 13; Buharı, 1,122; Belâzurî, Ensâb, s. 206. [76] ibn Hişâm, II, 12. [77] Belâzurî, Ensâb, s. 205. [78] İbn Hişâm, II, 12; Belâzurî, Ensâb 'ında bu şahsın ismini îbn Dugîne Haris b. Yezid olarak kaydetmektedir. Bkz. Ensâb s. 205. [79] İbn Hişâm, II, 12-13; Belâzurî, Ensâb, s. 205-06. [80] İbn Hişâm, II, 13; Buharı, 1,122; Belâzurî, Ensâb, s. 206. [81] İbn Hişâm, II, 13; Belâzurî, Ensâb, s. 206. [82] İbn Hişâm, II, 13; Belâzurî, Ensâb, s. 206. [83] Belâzurî, Ensâb, s. 206. Dr. Ahmed Güner, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/165-166. [84] Halebî, I, 456. [85] îbn Sa'd, III, 242-43; İbn Abdi'1-Berr, Ebû Omar Yusuf b. Abdillah b. Mu-hammed, el-İstiâb fi Ma'rifeti'l-Ashâb, thk. Ali Muhamed el-Bicavî, Kahire Tarihsiz, 1,131; İbnu'1-Esîr, îzzuddîn Ebu'l-Hasan Ali b. Muhammed, Us-du'1-Gâbe fi Ma'rifeti's-Sahâbe, Kahire 1970,1,174; îbn Hacer, el-îsâbe, I, 43-44. [86] Halebî, I, 457. [87] îbn Sad, III, 242-43; îbn Abdi'1-Berr, 1,131. [88] T. W. Arnold, întişar-ı îslâm Tarihi, Çev. Hasan Gündüzler, Ankara 1982, s. 31. [89] îbn Sa'd, 11,243. [90] Ibn Sa'd, III, 242. [91] Belâzurî, Ensâb, s. 157. [92] Belâzurî, Ensâb, s. 157. [93] İbn Sa'd, III, 242. [94] İbn Hişâm, I, 280 ve müteakip sayfalar. [95] Hamidullah, 1,106-07. [96] Ibn Sa'd, III, 242. [97] İbn Hişâm, I, 366. [98] Reckendorf, "Erkâm", 1. A., IV, 316. Dr. Ahmed Güner, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/167-168. |