๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Asrı Saadette İslam => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 02 Ekim 2010, 21:20:12



Konu Başlığı: Asr-ı saadette vergi
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 02 Ekim 2010, 21:20:12

ASR-I SAADETTE VERGİ


Prof. Dr. Mehmet Erkal
 



(Marmara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, istanbul)

Mehmet Erkal 1944 yılında Sakarya Taraklı'da doğdu. 1955 yılın­da İlkokulu burada bitirdikten sonra hıfzını ta­mamladı. 1966 yılında Î.H.L'den mezun olarak ay­nı yıl istanbul Y.İ.E'ye girdi. 1968'de Beyoğlu Müf­tülüğünde İmam Hatiplik görevi aldı. İslâm Ensti­tüsünü 1970 yılında bitirdi.1975 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesine bağlı olarak başladığı doktora çalışmasını 1981 yı­lında tamamlayarak 1982'de fakültemiz İslâm Hukuku Dalma Öğretim Görevlisi olarak atandı. 1983'de Yardımcı Doçent, 1984'de Doçent oldu. 1988'de atandığı İslâm Hukuku Anabilim Başkan­lığını 1991 yılma kadar sürdürdü. 1989'da kuru­lan fakültemize bağlı İlahiyat Meslek Yüksek Okulu Müdür Yardımcılığına atandı. Halen bu gö­revi sürdürmektedir."İbadet ve Müessese olarak Zekat" adlı bir kitabı ve çeşitli makale ve araştır­maları yayınlanmıştır. [1]

 

Giriş
 

İlk devir islâm fetihlerinin yayıldığı yerler, geniş ölçüde o zamanki dünyanın en büyük iki devleti; Bizans ve Sâsâ-nî Devletlerinin hakimiyeti altındaki topraklar idi. islâm fütuha­tının Arap Yarımadasının dışında yayılmaya başladığı yıllarda Mısır, Suriye Kuzey Afrika Bizans imparatorluğunun; Irak, Iran ve Horosan toprakları da Sâsânî imparatorluğunun hakimiyeti altında idi.

ilk islâm fütuhatı, o devirde dünyanın en büyük iki devletin­den Sâsânî (Iran) imparatorluğunu on sene zarfında tarih sahne­sinden silerek, sahip olduğu toprakları islâm Devleti sınırları içi­ne katmış, Bizans imparatorluğunu da en güzel ve en verimli eyâletlerinden mahrum ederek esas kurulduğu ülkeye çekilmeye mecbur etmiştir.

Bu sebeple, îslâm Vergi Hukukunun Asr-ı Saadet tatbikatını incelemeden önce, Bizans ve Sâsânî Devletlerinin vergi sistemle­rini ve fetih öncesi hükümrân oldukları ülkelerdeki tatbikatı ile Arap Yarımadasındaki Islâni öncesi vergi uygulamalarını gözden geçirmemiz gerekmektedir. [2]

 

I. Bizans Ve Bizans İdaresindeki Mısır Ve Suriye'de Vergi Sistemi:
 

Milâdın ilk iki yüzyılında Roma imparatorluğu, bütün Akde­niz havzasını kaplayan ülkelerde büyük Afrika sahrasında, îskoç-ya'dan Fırat ve Arabistan çöllerine kadar uzanan geniş bir sahada Hâkimiyetini sürdürdü.

Bu ihtişamlı devirlerinde hudutlarına yığdığı çok sayıdaki askeri kuvvetleriyle, yaptırdığı müdafaa teşkilâtı Roma impara­torluk sahasını barbar ismi verilen kavimlerin istilâlarına karşı korudu, fakat Romanın sarf etmek zorunda kaldığı büyük muka­vemet, kendisi için tüketici oldu.[3]

Mîlâdî 3. apır içinde, Batı Asya üzerindeki hâkimiyetini Sâsânî idaresi altında yeniden tesise teşebbüs eden îran, Roma İmparatorluğunun en zengin kısımlarını işgal ve tahrip etti.[4] İki devlet arasında umumiyetle orta doğu ve doğu bölgelerinde cere­yan eden harpler ve devamlı hareket halindeki ordular, küçük As­ya, Suriye ve Mısır'ı kargaşalık içinde bıraktığı gibi, Roma'ya da pahalıya mal oluyordu.

Mağlubiyetle neticelenen savaşlar, iç isyan ve karşı isyan ha­reketlerini doğuruyor, müthiş harp masrafları karşısında mâlî durumu günden güne güçleşen devlet, fazla olarak istilâya uğra­yan topraklarının vergisini toplayamamak, doğu memleketleriyle olan ticaretinin durması yüzünden de ekonomik bunalıma hızla sürükleniyordu.[5]

Önceden gerek ganimet ve gerekse vergiler yoluyla Akdeniz Ülkelerinin altınlarının büyük bir kısmım elinde toplayan Roma, şimdi mağlubiyetle neticelenen harpler, kıymetli maden kaynak­larının kuruması yüzünden, bu altınları bir bir elinden çıkarıyor­du. Esasen doğu ülkelerinden kıymetli eşya ithali dolayısıyla açık veren dış ticaret dengesizliği sebebiyle tüccar, ticaret yapmak için gereken parayı bulamıyordu.[6]

Nihayet devlet ağır harcamaların altından kalkamayacak ha­le gelince, en tehlikeli bir tedbire, paranın ayarını bozarak açıkla­rını kapatma tedbirine başvurdu. Bu hal, bilinen iktisâdı kanun gereği, eşya ve hizmet fiyatlarım yükseltti.[7] Devlet Vergi tahsila­tını da bu çürük para üzerinden yapmaya mecbur olduğundan hazine gelirleri eski masrafları karşılayamaz oldu.[8]

Bu hal, önceleri nakîd para esası üzerine kurulmuş olan vergi sisteminde köklü değişiklikler yapılması ve vergilerin aynîyât ha­linde tahsilini zorunlu kıldı. Aynı sebeple devlet asker, memur ve işçilerin maaşlarını da aynîyât halinde ödemek zorunda kaldı. Bu suretle Ülke ekonomisinde para (nakid) ekonomisinden, tabiî yahut aynî ekonomiye geçiş şeklinde isimlenecek bir değişiklik ol­du.[9] Bu hal çeşitli devirlerde ıslah edilmek istendiyse de 4. asrın vergi sistemi 3. asrın izlerini taşıdı.

Devlet gelirleri, eski vergi sistemi yüzünden fakirleşen ve sa­yıları azalan mükelleflerden tahsil edildiğinden, giderleri karşıla-yamıyordu.[10] Bir vergi reformu zaruri idi. Bu reformu Diocletian (m.s.284-304) yaptı. Constantin (m.s.324-337) geliştirdi. Ancak yapılan bu reformlar geçici bir zaman için faydalı olmalarına rağ­men, çöküşün temel sebeblerini ortadan kaldıramadı.[11]

Üçüncü asırdan sonraki devirlerde Bizans Mali Sisteminin esas unsurları Diocletian ve Constantin'in vergi reformlarına isti-nad ettiği için bu reformlarla yeni bir şekil alan idâri taksimatı da özetlemeliyiz.

Dioclatian zamanında imparatorluk dört büyük Prefelik'ten ibaretti. Her prefeliğin başında bir "Prafecti Prastorio" bulunu­yordu. Bu prefelikler "Dioecesis" lere, her diocesis de eyaletlere bö­lünmüştü. Diocesisler Vicariusler'in idaresine verilmişti.[12]

Constantin'in reformunda da idâri teşkilat imparatorluğun prefeliklere, diocesislere ve eyaletlere bölünmesi esasına dayanı­yordu. Her prefeliğin başında bulunan en yüksek sivil memur olan Praetor prefekt'i, her çeşit vergilerin toplanması ve muhafazası ile görevli idi. Dioecesislerin reisleri bulunan vicariuslara ise, eya­letlerin sicil valilerine bağlı idi. Bunlar proconsul, corrector veya praeses gibi unvanlar taşıyorlardı.[13]

Dioclatian'in reformları ile askeri ve mülki idare birbirinden ayrılmış ve neticede kalabalık bir hükümet heyeti vücuda gelmiş­ti. Constantinus'dan itibaren ise, mülkî ve askerî kuvvet, yavaş yavaş aynı ellerde toplanmaya başladı. Bunun yanında kalabalık hükümet heyeti, bazı önemli değişikliklere uğramasına rağmen, Bizans devrine geçti ve İmparatorluğun son devrine kadar aynen kaldı.[14]

idarî bünye değişikliklere uğramasına ve Bizans Devrinde karışık bir sistem kâim olmasına [15]rağmen, Bizans idarî taksima­tı da esas unsurları Dioclatian ve Constantin'in reformlarına isti­nat eder.

Bizans idaresindeki Mısır'da, islâm fetihlerine tesadüf eden yıllarda idarî mekanizma Junstinian (Ö.563) devrine dayanmak­tadır. Bu taksimata göre, ülke 5 eyâlete ayrılıyordu: Mısır, Libya, Thebaid, Augustamnica ve Arcadia. Her eyalet sivil ve askerî yet­kileri elinde tutan ve "Duka" diye isimlenen bir görevli tarafından yönetiliyordu. Eyaletler de Eparchy'lere taksim edilmiş olup her birinin başında "praeses" denilen sivil bir idareci vardı. Eparchy-ler de muhtelif kategorilere; pagarchy'lere, idarî mülkî teşkilatlı şehirlere ve muhtar bölgelere ayrılıyordu.[16]

Şehir aristokrasisi curiales yahut bouleutai adı verilen top­rak sahipleri, din adamları, bu aristokrat zümre tarafından seçi­len exactor (câbî) lerden müteşekkildi. Exactor, maliyeden ilk so­rumlu kişi idi.[17] Şehirlere bağlı karyeler de benzer idâri nizâma sahipti. Fakat daha küçük ölçüde idi ve yetkiler karye reisinin (protokometes) elinde toplanıyordu.[18]

Suriye de buna benzer taksimata tâbi tutulmuştu. Zira Bi­zans idaresi iki ülkede de benzer taksimatla vergi tahsilini kolay­laştırmayı hedef alıyordu.[19]

Her idare şeklinin nüvesini maliye idaresi teşkil eder. Zira ha­kim olunan ülkenin idaresinde hedef alman ilk gaye, vergilerin zamanında ve mümkün olduğu kadar çok tahsil edilmesidir, işte bu maksatla Diocletian, idarî reformu müteakip vergi reformuna girişmiştir.

Diocletian, önceleri fevkalade anlarda imparatorların özel emirleriyle (indictic) eyaletlerden toplanan tahsislere yeni bir şekil vererek muntazam ve resmi vergiler haline getirdi ve ona "annona" adını verdi.[20]

Daha sonra vergi takdiri için "capitatic" denilen bir sistem uygulandı, istihsal bölgeleri, "capitatio" adı verilen eşit birimlere ayrıldı. Vergi matrahları da "capita" adı verilen gruplar halinde toplandı, imparatorluğun bir nevi kadastrosu yapılarak, söz ko­nusu gruplardan kaç tane bulunduğu tesbit edildi. Bundan sonra önceden tesbit edilen toplam vergi, capita adedine bölünüp, her

eyalete, bölgeye.....capitaların sayısına göre tevzi edildi.

Bizans mali sistemi içinde Suriye'de de toprağın yüzölçümü itibari ile eşit olmayan, fakat yetiştirdiği ürünün değeri bakımın­dan müsavi olan birimlere ayrıldığı ve bu birimlerin "iugum" diye isimlendirildiği görülüyor.[21] Böylece bir çeşit muadelet oluşturu­luyor ve her iugum kıymet bakımından aynı değerde vergi ödüyor­du. Bu birimlerin tesbiti her idarî, mülkî teşkilatlı şehirlerle, onla­ra bağlı karye ve topraklarda kütüklere geçerek tescil ediliyor­du.[22]

 

A- Baş Vergisi (Tributum Capitis)
 

Roma imparatorluğunun ilk yüzyıllarında arazi vergisi ya­nında baş vergisi (tributum capitis) de tahsil edildiğinde tarihçiler ittifak halindedir. Ulpian'a göre bu vergi mükellefleri 14-65 yaş arasındaki erkeklerle, 12-65 yaş arasındaki kadınlar idi.[23] îsken-deriyede oturanlar, bütün Mısır'da ikamet eden Rumlar, asker ço­cukları, her mabetteki din adamları baş vergisinden mu1 af idi.[24] imparatorluğun ilk yüzyılında adam başı 16 dirhem olan bu vergi, ikinci yüzyılda 20 dirhem olmuştur.[25]

Mısır ve Suriye'de islâm fetihlerine yakın yıllarda baş vergisi­nin mevcud olup olmadığı münakaşa edilmiştir. Zira Bizans'ın son devirlerine ait malumat veren papirüslerde bu vergiden açık bir şekilde bahsedilmemektedir. Bazı müellifler baş vergisinin Konstantin tarafından ilga edildiğini ileri sürerken,[26] Ferdinand Lot [27]ve D.Dennett gibi yazarlar da bu verginin islâm idaresine kadar devam ettiğini iddia etmişlerdir.[28]

F.Lot görüşünü doğrulamak için baş vergisinin varlığına işa­ret eden, Bizans hasse kanunlarını delil olarak gösterir. Ancak gösterilen kanun metinlerindeki tarihler 4.asrı geçmemektedir.[29]

islâm fetihlerine yakın tarihlerde Mısır'da baş vergisinin var olduğunu savunan D. Dennett, geniş ölçüde F.Lot'a istinad eder. Eserinde onun ileri sürdüğü delilleri kaydettikten sonra bunlara ilaveten "50 kadar papirüs, ismi "andrismos" yahut "diagraphon" olan vergiye işaret etmektedir. Fetihten sonra da baş vergisi (ciz­ye), "diagrophon" adı altında tahsil edilmiştir. O halde Bizans baş vergisi, islâm idaresinden önce Mısır'da vardı ve aynı isimlerle islâm idaresinde de devam etti" der.[30]

Fetihler esnasında Mısır'da baş vergisinin yürürlükte oldu­ğunu savunanların konu ile ilgili delillerini ele alan Fevzî Fehîm Câdullah, o devre ait kıptîce vesikaları da değerlendirerek, Papi­rüslerde görülen ve bir vergi ıstılahı olan "diagraphe" kelimesinin ne yunanca ve ne de kıptîce vesikalarda kesin bir şekilde Islâmî devre kadar ulaşmadığını, ayrıca Bizans diagraphesinin baş ver­gisini ifade ettiğinin de tesbit edilemediğini ileri sürer.[31]

islâm idaresi altındaki Mısır'da yunanca "diagraphon" yahut "andrismos", arapça "cizye 'alâ'r-re's" şeklinde papirüslerde geçen ıstılahlar, açıkça baş vergisini ifade etmektedir. O kadar ki yunanca "andrismos" istilam, özellikle erkeklei'den alınan baş vergisi (cizye) manasına kullanılmaktadır.[32]

islâm'ın ilk devirlerinde Mısır'da, yunanca resmi yazışma dili idi. Bu böyle olunca, müslümanlarm vergi tahsilinde yunanca ver­gi İstılahlarını kullanmaları tabiîdir. Yunanca vergi istilahlarının îslâmî devirde kullanılmış olması, baş vergisinin Bizans'ın son yıllarında mevcut olduğu sonucunu doğurmaz.

Bizans'ın son devirlerinde Mısır'da baş vergisinin yürürlükte olduğu görüşünü -daha kuvvetli delillerle isbat edilemedikçe- ka­bul etmek güçtür. Eğer baş vergisi fetih esnasında Mısır'da yoksa, o zaman müslümanlar adı geçen vergiyi Mısır'da ilk defa tatbikata koymuşlardır. Biz de bu son şıkkı tercihe daha layık buluyoruz. [33]

 

B- Muhtelif Vergiler
 

Roma ve Bizans imparatorlukları devirlerinde arazi ve baş vergilerinden başka pekçok vergiler daha vardı.

imparator Konstantin, masrafların karşılanması maksadıy­la koyduğu ve sonraları Costantinapolis'te oturanlara da tevcih ettiği bir vergi ile, aynı zamanda senato üyelerini ve kasaba halkı­nı da vergilendirmiş oldu.[34]

Adı geçen imparator tarafından tüccar sınıfına konan bir ver­gi daha vardı ve "auriustratis collatio" diye isimlendirilirdi. Bu vergi 5 yılda bir tahsil edilirdi.[35]

Bunların yanında çeşitli nisbetlerde tahsil edilen bina, hay­van, sanat ve ticaret erbabından alman vergiler, gümrük, tereke ve tescil vergileri gibi çok çeşitli vergiler de vardı.[36]

Ayrıca devlet görevlilerini ağırlamak, ücretsiz amele ve me­mur çalıştırmak gibi hizmet şeklindeki mükellefiyetlerle beraber, devlet zaman zaman zaruri masraflarını fevkalade tekâlif adı al­tında müsadere ve angaryalara baş vurarak temine çalışıyordu.[37]

 

C- Vergi Tarh Ve Tahsili
 

Roma ve Bizans imparatorları kanunların koyucusu idi. Mut­lak yetki sahibi olan imparator, mali yönetimde de tek söz sahibi idi.[38]

Her sene imparator -istişare ile- gelecek seneki giderleri tes-bit eder ve buna göre o sene için konacak vergileri tayin ederdi. Ta­yin edilen toplam vergi prefekt'liklere ve idarî teşkilat hiyerarşisi içinde karyeye kadar her idarî, mülkî bölümün ödeyeceği vergiler tesbit edilecek şekilde taksim edilirdi.[39] Bizans idaresi içinde özel bir yeri olan Mısır'ın senelik vergi takdirini bizzat imparatorun yaptığı söylenir.[40]

Bizans idaresinde Mısır'da tesbit edilen toptan verginin tevzî'i şöyle olmaktaydı: Her yılın Temmuz ve Ağustos aylarında Bizans'ın doğu bölgeleri umumi valisi (prafeeti praetorio) Mı­sır'dan tahsil edilecek vergilerin miktarını belirtir bir emirname (delegatio) çıkararak, onun her eparchy'nin preases'ine gönderir­di. Bu emirnamede aynı zamanda mahalli idarelerin yıllık mas­rafları, maliye teşkilatının giderleri ve umumi valinin hazinesin­de bırakılacak paylar da gösterilirdi.[41]

Her eparchy'nin preases'leri toplam vergiden hisselerine düşen paylan öğrenince, Eylül ve Ekim aylarında İmparatorluk emrini pagarchy'lerin yöneticisi olan Pagarch'lara gönderirdi. Bunlar da idarî mülkî teşkilatlı şehirlerin vergi tahsil sorumlula­rına (curiales) ve karye reislerine (protokometes) hisselerine ne kadar vergi isabet ettiğini bildirirlere!. Karye reisleri de, karyele-rindeki mükelleflere yüklenen toplam vergiyi tevzî ederdi.[42]

Yukarıdaki şekilde takdir ve tevzî edilen vergilerin tahsilin­de, karyeden üst makamlara doğru şu şekilde bir silsile takip edi­liyordu:

Karye reisleri, karyelerin ödeyeceği vergileri, tahsildarların yardımları ile tahsil ederler ve toplanan vergiyi Pagarch'a gönde­rirlerdi. Pagarch da nezdinde toplanan vergileri Duke'e gönderir­di.[43]

Şehirlerde oturanların ve onların şehir dışındaki arazilerinin vergilerini, şehir aristokrasisi tarafından seçilen "exactor" ve yar­dımcıları tahsil ederdi. Şehir idare meclisi de toplanan vergileri Duke'ün vergi memurlarına teslim ederdi.[44]

Şehirlere ve karyelere ait toprakların bir kısmı amme mülkü, bir kısmı istisnaî şartlarla mülk toprak, küçük bir bölümü de hür çiftçilerin toprakları idi. Çiftçilerin çoğunluğu toprağa bağlı (kolo­ni) idi.[45]

Toprağa bağlı çiftçilerin vergilerinin tarh ve tahsili ile, hâkim sınıfının "agriexcept" diye isimlendirilen topraklarının vergileri­nin tarh ve tahsili, hükümet görevlilerinin müdahelesi olmaksı­zın malikâne sahiplerince yapılır ve doğrudan imparatorluk hü­kümetine ödenirdi. Vergiyi doğrudan hükümete verebilme hakkı­na "autopragia" denirdi.[46]

Eyaletlerin sivil ve askeri selahiyetlere sahip yöneticisi olan Duke'lerin vergi tarh ve tahsilinde bir rolleri yoktu. Onlar sadece -yukarıdada görüldüğü gibi- kendilerine gelen vergi hasılatını te­sellüm ve bunu bir üst makama (Prafeeti Praetorio) teslimle meş­gul olur, aynı zamanda vergi memurlarını tahsilat esnasında polis ve askerî kuvvetlerle takviye ederlerdi.[47]

Yukarıda kaydettiğimiz vergi tarh ve tahsili, nakden tediye edilen vergilere hastı ve arazi vergisinin bir yönünü teşkil etmek­te idi.[48]

Aynî tahsilatta, matrah tesbit uzmanları değişen şartlara gö­re arazide matrah tesbitleri yaparlar ve buna göre vergiler takdir ve tahsil edilirdi.[49]

Aynî olarak tahsil edilen vergiler, karye ve mahallî idarelere ait silolarda depo edilir, oralardan da Nil ve kanalları vasıtası ile iskenderiye'deki imparatorluk hazinesine, buradan da Kostanti-niyye'ye sevkedilirdi.[50]

Roma imparatorluğunda -Mısır hariç- bütün eyaletlerde ver­giler, istisnaî aynî tahsilat dışında, nakdî olarak tahsil edilirdi. Yukarıda izah ettiğimiz Dioklatian'ın yaptığı reformla aynî tahsilat, istisnaî durumdan çıkarılarak urnumileştirildi ve imparatorluğun her tarafına yayıldı. 4. asırdan sonra vergi tahsi­linde tekrar nakdî ödemeye dönüldü.[51]

Mısır, Bizans idaresi içinde daima farklı muameleye tabi tu­tulmuştur ve ayni tahsilata ağırlık verilmiştir.[52] Ancak Mısır'da da nakdî ödemeler yapılmıştır. J.G. Milne, Mısır'da vergilerin aynî ve nakdî Ödenmesinde mükelleflerin serbest bırakıldığını sa­vunurken,[53] A.Ch.Johnson, vergilerin aynı zamanda hem aynî ve hem de nakdî ödendiğini ileri sürmüştür.[54]

 

II. Sâsânîlerde Vergi
 

İlk îslâm fetihleri, Sâsânî (îran) İmparatorluğunu on sene zarfında yıkmış ve sahip oldukları toprakları islâm Devleti sınır­ları içine katmıştır. Bu sebeple, Sâsânî idaresi altındaki iran'da yürürlükte olan vergi sistemi ile V. ve VI. yüzyıllarda girişilen ver­gi reformlarından da bahsetmeliyiz.

Sâsânîler kuruluş döneminden itibaren kuvvetli bir devlet bürokrasisine sahip bulunuyorlardı.[55] Kubaz b. Fîrûz (m.s.487-531) devrine kadar arazi vergisi sulama tekniği ve mahsulün du­rumuna göre mukâseme (mahsulün durumuna göre) usûlü ile 1/10-1/2 arasında değişen nisbetlerde tahsil olunuyordu.[56]

Kubâz, mukâseme usulü vergi tarh ve tahsilim kaldırdı. Muvazzafa (yerin tahammülü, mahsûlün nev'îne göre) usûlü vergileme sistemine dönülmesini emretti.[57] Kaynakların muvazzafa usûlü vergileme sistemine dönülmesine sebep olarak gösterdikle­ri hikâye,[58] Kubâz tarafından başlatılıp oğlu Enûşirvân (m.s.531-578) tarafından tekâmül ettirilen vergi reformunun asıl sebebi de­ğildir.

Büyük iskender'in fetihleri sonucu ezilmiş olan Persler, ara­dan beş altı asır geçtikten sonra, Batı Asya üzerindeki hakimiyet­lerini, Sâsânî idaresi altında yeniden tesise teşebbüs ettiler. Bu uğurda Bizanslılarla yaptıkları sonuç vermeyen savaşlar, iki dev­let için de tüketici oldu. Öte yandan Sâsânî devletim kuzey ve do­ğusundaki ülkeler de tehdit ediyor ve hatta devlet, zaman zaman bu ülkelere fidye vermek suretiyle anlaşmalar yapmak zorunda kalıyordu.[59] Bu savaşlar devlet hazinesinde devamlı para bulun­durmayı gerektiriyordu. Zaman zaman müracaat edilen istisnaî nakdî vergiler, bu ihtiyaca yetmiyordu.[60]

Aynı zamanda Kubâz'm vergi reformuna sebep olarak göste­rilen hikâyeden de anlaşılacağı üzere, yürürlükte olan mukâseme usûlü vergi tahsili -zahirde âdil gibi görünmesine rağmen- tatbi­katta pek çok sakıncalar doğuruyordu. Çoğunlukla vergi memur­larının gelip vergiyi takdir ve tahsil etmelerine kadar geçen süre içinde mahsûl bozuluyordu. Aynı zamanda merkezî bir kontrol­den uzak olan devlet memurları da, mahsule keyfî ve indî nisbet-ler tesbit ediyorlardı.[61]

Yapılan vergi reformuyla aynî tahsilattan -geniş ölçüde-nakdî ödemeye geçilmiş olması da gösteriyor ki, reformun bir se­bebi -belki başlıca sebebi-, harp ekonomisinin gereği hazinede dâima taze para bulundurmak ihtiyacıdır.[62] İkinci sebebi de, mukâseme usûlünde görülen aksaklıkların giderilmesidir.

Kubâz b. Fîrûz, mukâseme usûlü vergi sistemini ilga etti. Arazinin ölçülmesini, mahsûl nev'ilerinin tesbitini, buna göre ver­gilendirmenin yapılmasını emretti. Ancak, bu işlemi tamamlaya-madan öldü (m.s.531). Oğlu Enûşirvan O'nun başlattığı vergi reformunu tamamladı. Buna göre a) Arazi ölçüldü, b) Mahsûl nev'ileri tesbit edildi, c) Meyve veren ağaçlar sayıldı, d) Nüfus sa­yımı yapıldı.[63] Yapılan bu matrah tesbit çalışmalarından sonra, arazi birimlerine, üzerindeki mahsûlün nev'ilerine göre değişen nisbetlerde vergi tahakkuk ettirildi. Enûşirvan bu iş için bir ko­misyon kurdu. Bu komisyon yedi sınıf arazi vergi mevzuu tesbit etti. Bu vergi mevzuulanna buğday ve arpa ekilen her cerib arazi­ye bir dirhem,[64] pirinç ekilen her cerib araziye 1/2 ve 1/3 dirhem,[65] bir cerib bağa 8 dirhem,4 hurma ağacı yahut 6 zeytin ağacına 4 dir­hem,[66] her yonca ceribine 7 dirhem vergi kondu.[67] Bunların dışın­daki toprak ürünleri vergi istisnası kabul edildi.[68]

Vergi mevzuu ve nisbetleri bu şekilde tesbit edildikten sonra, bunlar üç nüsha halinde yazıldı, ilk nüsha Kisra'nm özel divanın­da alıkondu. İkinci nüsha arazi vergisi memurlarına, üçüncüsü de mahalli teşkilatlı idarelerin adliye işlerine bakan memuruna gön­derildi. Böylece tahsildarların kararlaştırılan vergi dışında tahsi­latta bulunmalarına engel olundu.[69]

Arazi vergisi dörder aylık vadelerle üç defada tahsil ediliyor,[70] bu işlere "Vastryoshansalar" namına husûsi bir memur bakıyor­du.[71]

Enûşirvan yaptırdığı yeni nüfus sayımının ışığı altında baş vergisini de yeni baştan düzenledi. Buna göre 20 ile 50 yaş arasın­daki erkekler baş vergisi ile mükellef tutuldu. Mükellefin iktisadi durumuna göre, yıllık 4, 6, 8,12 dirhemler arasında değişen vergi­ler kondu.[72] Bu vergiden asiller sınıfı, ordu mensupları, din adam­ları, devlet memurları, Kisra'nm hizmetinde bulunanlar mu'af tutuldu.[73] Bu verginin arazi vergisine bakan memurdan ayrı memurları vardı.[74]

Arazi ve baş vergilerinin yanında başka vergiler de vardı. Bunlar içinde, Nevruz ve Mihrican günlerinde alman mecburi he­diyeler, karşılıklı müdahele esasına dayalı gümrük vergileri ile[75] devlet hazinesine gitmese de, büyük yekûn tutan mabedler için alman bağışları zikredebiliriz.[76]

 

III. İslâm Öncesi Arap Yarımadasında Vergi Durumu
 

A- İktisadi Durum:
 

Arap Yarımadası, büyük kısmı çöllerle kaplı geniş bir ülkedir. Bu durum, ziraat ve sanayinin gelişmesine pek elverişli değildir. Ancak Yarımadayı dış tesirlere kapalı bir ülke olarak tasavvur et­mek de doğru olmaz.[77]

Büyük kervan yollarının geçtiği siteler, muhtelif dini ve içti­mai cereyanların kaynaştığı yerler olduğu gibi, bu site halkları ço­ğunlukla ticaret ve kervancılıkla geçindikleri için, çeşitli ülkelere seyahat ederler ve bu ülke insanlarının dini, içtimai ve iktisadi ya­şayışları hakkında da bilgi sahibi olurlardı.[78]

Tarih boyunca, Sami ırktan gelen birçok devlet, bilhassa güneyde hayatiyet kazanmıştır.[79] iranlılar zaman zaman Arabis­tan'ın kuzey, doğu ve güney bölgelerim işgal edip koloni haline getirmişler, Bizans ve Iran, güney hudutları boyunca Arap Reisle­rinin idaresinde vergiye tabi tampon devletler kurmuşlardır.[80]

Islâmiyetin zuhuru sırasında, daha Önce Bizans'la îran ara­sında uzun müddet devam eden büyük harpler sonucu, îç Asya ve Uzak Doğu ticaret yollarının Basra Körfezi, Irak ve Suriye arasın­daki kısımları kapanmış olduğundan, Hind ticaretinin daha gü­neyden dolaşarak, Arabistan üzerinden Mısıra geçen yolları ve bu arada Yemen, Mekke ve Medine büyük bir önem kazanmıştı. Bu yüzden bu devirde Arap Yarımadasında büyük bir hareket ve zen­ginlik mevcuttu. Hint, Babil, Habeşistan ve Suriye yollarının bir­leştiği noktalarda olan bu şehirlere uğrayan kervanlar, muhtelif cins kıymetli eşya taşıyor, bu suretle milletler arası ticaretin ken­dilerine büyük bir refah temin etmiş olduğu Mekke eşrafı da ayrı­ca siyasi nüfuz ve iktidar kazanıyordu.[81] Ümit Burnu yoluyla de­niz seferlerinin başlamasına kadar, Arabistan beynelmilel emtia nakliyatının geçit yolu olmaya devam etti. Basra körfezindeki Da-ba Limanı, Yarımadanın en büyük emtia depolarından biri idi.[82]

Arabistan'da su bulunan hemen her yerde ziraat yapılıyor, toprak ürünleri yetiştiriliyordu.[83] Necd bölgesinde Yemame buğ­day, Taif de yakın bölgelere üzüm ihraç ediyordu. Diğerleri yanın­da Yemen, Medine ve Taif bilhassa ziraat ve hayvancılıkta geliş­mişti.[84] Başta Hecer olmak üzere Hayber, Yemame ve Medine hurmaları ile meşhurdu.[85] Ancak çeşitli ülkelerden gelen hububat kervanları, Arap Yarımadasının kendine yetecek kadar hububat üretmediğini bize göstermektedir.[86]

Bazı kabilelerin geçim vasıtası olan deve ve keçi yanında be­deviler, koyun ve at da yetiştiriyorlardı. Necid bölgesinde yetişen atlar büyük bir üne sahipti.[87]

Bunlara ilaveten, muntazam çalışan periodik panayırlar, Ya-rmıada'da ticari, kültürel ve dini hayatın canlı bir halde kalmasını temin ediyordu.[88] Büyük panayırlar bütün yarımadayı kuzeyden doğuya, doğudan güneye, batıya olmak üzere dönüp dolaşıyor ve yalnızca muayyen bir bölgeden değil, aynı zamanda Arabistan'ın diğer kısımlarından, Iran, Hire, Hind ve hatta Çin gibi uzak ülke­lerden de tüccarları kendine çekmekte idi.[89]

Ayrıca yahudi ve Nebatiler sözü edilen panayırlara bağlı ol­maksızın, ekseriya ticaret maksadıyla, Arabistan ile Sasani ve Bi­zans imparatorlukları arasında kervanlar tertipler, Bizans ve Habeşli tüccarlar da Mekke'ye -panayırlar dışında- erzak getirir­lerdi.[90]

Memleket mahsulleri bütün ülke halkını beslemeye kafi gel­mediğinden yapılan ithalat, insanları az çok uzun seyahatlere git­meye mecbur ediyordu. Arap yarımadasının muhtelif bölgelerine yapılan seyahatlerden başka, Suriye'ye, Mısır'a, Habeşistan'a, Mezapotamya'ya yapılan seyahatler, Yarımada sakinlerinin bu memleketlerin iktisadi, içtimai gerçekleri, coğrafyası ve daha bir çok hususlar üzerinde bilgi sahibi olmalarım sağlıyordu. Daha sonra îslâm fetihleri esnasında müslümanlar bunlardan istifade edeceklerdir.[91]

Ülkenin diğer kaynaklarına gelince, Arap^edebiyatmda, Ara­bistan'da bir çok yerde mevcut altın madenlerinden bahsedilmek­te dir. [92]Araplar toprak altı madenlerini işletmesini biliyorlardı.[93] Bu arada onların sulama bendleri inşa ettiklerim, Makna ve Uman limanlarında nakliye ve balıkçı gemileri yaptıklarını[94] ve Kur'an'm, Kızıl Deniz ve Basra körfezi gibi iki komşu denizde ya­pılan mercan ve inci avcılıklarından bahsettiğini de hatırlatmalı­yız.[95]

 

B- Çeşitli Vergiler:
 

Yukarıda da izah ettiğimiz gibi, iranlılar Arabistan'ın kuzey, doğu ve güney bölgelerini işgal edip koloni haline getirmişler, yine Iran ve Bizanslılar güney hudutları boyunca arap reislerin idare­sinde tampon-devletler kurmuşlardır. Bu çeşit himaye devletler Bizans ve iran'da cari olan şu veya bu vasıftaki vergileri tanıyor­lardı. Nitekim güneyde Bizans'ın himayesinde yaşayan bir Arap devleti olan Du'cum'lular, Gassan'lılan mağlup etmeleri üzerine adam başı 1, 1/2, 2 dinar arasında değişen baş vergisi almışlar­dır.[96]

islâm öncesi Arap Yarımadasında hayatiyet kazanmış huku­ki yapıları dine dayalı devletlerde Mevzu vergiler de daha ziyade dini mahiyette idi.[97] Kataban devletinde Almaka ma'bedi, sebze mahsullerinden vergi toplar, görevliler taş sütunlar üzerine ka­zınmış vergi tariflerim matrah araziye dikerlerdi.[98]

Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, Islâmdan evvel Arap Yarıma­dasında en belirgin vergi, gerek ticari ithalattan ve gerekse pana­yırlarda ticari muamelelerden 1/10 nisbetinde alman, gümrük vergisi diyebileceğimiz vergidir.[99]

Muhammed Hamidullah'm îbnü11-Kelbi'ye istinaden verdiği malumattan da anlıyoruz ki, eşhuru'l-hurum (haram aylar) esası­na göre güvenli bir şekilde işleyen panayırların çoğunda 1/10 nis­betinde vergi almıyordu.[100]

Aşağıdaki vaka, gümrük vergisinin Mekke'de nasıl tatbik edildiğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir: "Mekke'liler Bizans topraklarına gittiklerinde nasıl ödüyorlarsa, Bizanslılar da Mekke'de Öylece öşr ödüyorlardı."[101] Mekke şehir devletinde bu tarzda alman vergi Bizans'la mütekabiliyet (karşılıklılık) esasına dayanıyordu."

Medine'ye hububat getiren Nebatilerden alman gümrük ver­gi nisbeti, 1/10 dan 1/20 ye indirilmiştir. Önceki nisbetin islâm ön­cesi devirlere ait olduğu anlaşılmaktadır.[102]

Tarihin tanıdığı en eski vergilerden olan gümrük vergisi Yarı­madada çeşitli devirlerde kurulan birçok devlet tarafından tahsil edilmiştir. Himyer devleti ve hatta Daba, Suhar ve Musakkar gibi şehirler bu nevi vergiyi tahsil etmişlerdir.[103]

1/10 nisbetindeki vergi uygulamasının Kuzey Arap devletle­rinde şümulünün, çok genişletilmiş olduğu görülmektedir. Kata­ban Devleti bu vergiyi, kişinin bütün gelir ve kazançlarım kapsa­yacak şekilde; ahm-satım, ücret, veraset gibi muamelelerinde de uygulamıştır. Cevad Ali, Cenub devletlerinde bu uygulamanın her nev'iden ticaret ve kazancı kapsamış olduğunu ileri sürmekte­dir.[104]

Hz.Peygamber'in Medine'ye hicretinden (1/622) sonra arap kabileleri ile yaptığı birçok muahedelerde, öşr (1/10) vergisinin il­gası bahis mevzuu edilmektedir, ilga edilen bu vergi, bundan böy­le şehirler arası mübadelelerde ve panayırlarda ticaret malların­dan almagelen dahili gümrük vergisi diyebileceğimiz vergidir.[105]

Islâmdan evvel "meks" diye de isimlendirilen bu vergiyi, mâkisler tahsil ederdi. Dilciler "aşir" ile '%ıakis"i aynı manada kullanırlar. Daha sonralara "aşir" ve "uşşar" tabirleri daha çok kullanılmıştır. Pazarlarda, hudutlarda ve özel yerlerde alınan bv verginin tahsildarlarının adaletsizliğinden, Hz.Peygamber ha­dislerinde bahsetmektedir.[106]

Konuya son verirken Mekke'de hac mevsiminde, Yarıma da'nın her tarafından gelen hacılara ziyafet vermek ve fakir hacv ların dönüş masraflarını karşılamak gayesi ile, Mekke sakinleri' ne "Rifade" adıyla ayni (mal ile Ödenen) bir mükellefiyet yüklen miş olduğunu, bundan başka dini mahiyette bazı beledi vergilerir de mevcudiyetini hatırlatalım.[107]

 

Birinci Bölüm


HZ. PEYGAMBER DEVRİNDE VERGİ HUKUKUNUN TEKEVVÜNÜ


Giriş bölümünde de izah ettiğimiz gibi islâm, çeşitli kültürle­rin kaynaştığı, bilhassa iktisadi yönden hareketli bir muhit içinde zuhur etmiştir. îslâm hukuk müdevvenatı, bunun içinde mali mevzuat ve vergi hukuku, Mekke ve Medine'de olmak üzere 23 se­ne süren bir devrede parça parça vazedilmiştir. İslâm, Mekke'de inananlar camiasından, Medine'de teşkilatlanmış ve devlet un­surlarını nefsinde toplamış hale gelirken, buna paralel olarak ver­gi hukukunun ana hatları da ortaya çıkmıştır.[108] Bu sebeple islâm Vergi Hukukunu:

1. Mekke safhası

2. Medine safhası olmak üzere iki safhada incelemek zarureti vardır.[109]

 

I. Mekke Devrinde Vergi Meseleleri
 

Hicretten önce Mekke'de müslümanlar, teşkilatlanmış bir ca­mia teşkil ediyorlardı. Bir ülkeleri yoktu, fakat devletin unsurla­rından çoğu burada mevcuttu. Bir başkanları vardı ve aynı za­manda bu başkan onların yasama organı, hakimi ve bütün işlerde nihai otoriteleriydi. Bu camia her geçen gün büyüyüp gelişmekte ve ihtiyaçları da artmakta idi. Müslümanlar Mekke-Şehir devleti içinde yaşıyor, fakat ona hiç itaat etmiyorlardı. Bu tabii olmayan durum, hicretle son bulacaktır;[110] ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, hicretten evvelki Mekke şartları içinde -ileride müslüman mükellefler için vazedilecek olan- zekatın, değişik isimler altında temellerinin atılmış olmasıdır.

Gerçekte Kur'an'm hicretten evvel nazil olan ve mali mükelle­fiyetleri konu alan ayet ve surelerini, iniş sıralarına göre bir terti­be tabi tuttuğumuzda, bu temellerin nasıl atıldığım, önce Mekke safhasında, daha sonra da Medine devrinde nasıl bir gelişme gös­terdiğini tesbit edebiliriz.

Bu itibarla biz bu bölümde sadece konumuzla ilgili Mekki ayet ve sureleri, iniş sıralarına göre tetkik edecek ve mevzuyu Me­dine devrine intikal ettireceğiz.[111]

Daha îslâmın ilk yıllarında inen ayetlerde, müminlerin mali konulara dikkatleri çekilmeye başlanmış ve mali mükellefiyetler müminlerin kafalarında canlandırılarak onların bu mevzuda şu-urlanmaları sağlanmıştır.

Nüzul sırasında "ikinci" vaziyette olan K.68/19-33 ve bunu ta­kiben dördüncü sıradaki K.74/38-46 ayetlerde, muhtaç kimsele­rin (miskin) haklarını gözetmeyen, onları doyurmayanların düş­tükleri kötü akıbet gösterilmektedir. Daha sonra "dokuzuncıx" iniş sırasında bulunan K.92/5 ayette "malının hakkı olan vergisi­ni veren..."[112] lerin işlerinin kolaylaştırılacağı, K.92/8-10 ayetlerde de bunun aksine "malını kıskanıp vergi vermekten kaçınan ... kimselerin güçlüğe götüren yolda bırakılacakları"[113] belirtilmekte­dir. Aynı surede 92/18 ayette ise zekaen (ve zekaten) masdanndan yetezekkâ fiili, mal vermek (ita mal) ibaresi ile birlikte kullanıl­makta ve temizlenip nemalanmak üzere malını hayra sarfedip te-zekki eden kulların ateşten uzak tutulacakları bildirilmektedir. Aynı masdardan tezekkâ[114] ve zekkâ[115] fiilleri Mekki surelerde mali mükellefiyet dışında temizlenmek, kalbi şirkten temizlemek ma­nalarında kullanılmıştır. Ancak K.92/18 ayette, sözü edilen fiilin, mal verme (ita mal) ibaresi ile beraber zikredilmesi, onun kelime manasının mali mükellefiyetleri de ifade ettiğini açık bir şekilde göstermektedir.

"Miskin"i gözetmemenin dünya[116] ve ahiretteki[117] kötü akıbeti­ne dikkat çekilip, arınmak için malını hayra sarf eden kullar öğül-dükten sonra, bu noktadan daha da ileri gidilerek, miskini doyur­maya başkalarını da teşvik etmek mecburiyeti getirilmektedir. Nitekim iniş sırası "onuncu" vaziyette olan K.89/17-18 ayetlerde, kendilerinin Hz. ibrahim'in dininden olduklarını iddia eden cahi-liyye devri araplanna hitaben, "siz yetime ikram etmiyorsunuz ve miskini yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz" denilmekte­dir.

"Onbirinci" iniş sırasındaki K.93/8-9 ayetlerde: "Yetime hor bakma, isteyeni (sail) azarlama" şeklindeki uyarıdan sonra, "on-yedinci" sıradaki Kİ 07/2-3 ayetlerde "dini yalan sayan'lann aynı zamanda "yetimi şiddetle iten" ve "miskini doyurmayı teşvik et­meyen" kimseler oldukları belirtilmektedir. Aynı ifade "yetmişse-kizinci" nüzul sırasında olan K. 69/34 ayette de tekrarlanmakta­dır. Böylece daha Mekki ilk ayetlerde, cemiyet fertlerinin birbirle­rini, yoksullara yardıma teşvik etmeleri gereğine işaret ediliyor­du.

Sureleri iniş sırasına göre tetkike devam ettiğimizde, "otuz-dokuzuncu" sıradaki K 7/157-158 ayetlerde, Musa kavminin kıs­sası münasebetiyle "zekat ıstılahı" kullanılmaktadır. "Kırkdör-düncü" sırada Kİ 9/31 ayette Hz. İsa'ya, aynı sure Kİ 9/55 ayette de Hz. İsmail'in ehline, namaz kılmakla beraber zekat vermenin de emredildiği bildirilmekte, böylece zekat şeklinde bir ödemenin, önceki peygamberler vasıtasıyla insanlara tebliğ edildiği anlatıl­maktadır. Bundan sonra artık Kur'an'a inanan müminlere mali teklifler -diğerlerinin yanında- "zekat ıstılahı" ile de yapılmaya başlanmaktadır. Nitekim "kırksekizinci" iniş sırasında olan K.27/3 ayette, artık doğrudan Kur'an ayetlerinin ancak namaz kı­lanlara ve zekat verenlere doğruluk rehberi olacağı açıklanmak­tadır. Böylece -ileride Medine safhasında da göreceğimiz gibi- na­maz kılmanın zekat vermekle bir arada zikredilmesi şeklindeki Kur'an üslubu, daha Mekke safhasında başlamış olmaktadır.

"Ellinci" iniş sırasında yer alan Kİ 7/26 ve daha ileride ''seksen dördüncü" sıradaki K. 30/38 ayetlerde "hak" tabiri ile mali tek­liflere temas edilmekte ve bu mali ödemelerin kimlere verileceği gösterilmektedir, ileride ele alacağımız gibi "hak" tabiri ile ifade edilen mali mükellefiyet, K. 51/19 ayette "sail" ve "mahrum" un ödenmesi gerekli bir hakkı olarak ele alınacak, K. 70/19-20 ayet­lerde bu "hak"a "malum" (belirli) şeklinde bir sıfat eklenerek, ta­bir daha belirgin hale getirilecektir.

"Elliüçüncü" iniş sırasındaki K. 12/88 ayette, Hz. Yusuf zama­nında cereyan eden bir hadise [118]münasebetiyle "s.d.k." kökünden "tasaddaka" tabiri kullanılmaktadır ki, bu tabir Medine devrinde Kur'an ve hadislerde çokça kullanılacaktır.

"Ellibeşinci" sıradaki K. 6/141 ayette ise, toprak mahsullerin­den verilmesi gerekli bir "hak" söz konusu edilmekte ve bu "hak"kın hasad günü ödenmesi emredilmektedir.[119]

Mekki ayet ve sureleri iniş sıralarına göre tetkike devam etti­ğimizde, zekat Ödemenin artık mümin olmanın bir vasfı olarak mütalea edildiği ve namaz kılmakla zekat vermenin aynı ayetler­de ve bir arada zikredilmekte olduğunu müşahede etmekteyiz. Ni­tekim "elliyedinci" iniş sırasındaki K. 31/4 de zekat vermemek, müşriklerin bir huyu olarak zikredilmektedir. Yine Mekki sure lerden olan K. 23/4 de, zekat vermek, bu sefer müminlerin bir sıfa­tı olarak zikredilmektedir. Yukarıda mezkur üç ayette de zekat, namazla birlikte zikredilmektedir.

Kronolojik sırada "atmışyedinci" vaziyette olan K. 51/19 ayet­te, cennetlik kulların en belirgin vasıflarından birinin "Malların­da sail ve mahrumun hakkı olduğunu" kabul eden kimseler oldu­ğu belirtilmekte, daha ileride K. 70/19-20 ayetlerde bu "hak" tabi­rine "malum" sıfatı ilave edilerek, ibare aynen tekrar edilmekte­dir. Bazı müfessirler, bu malum hakkın, zekat olduğunu belirt­mişlerdir.[120]

iniş sırası "yetmiş"olan K. 16/56 ayette islâm'dan evvelki ma­li uygulamalara temas edilmekte ve bu devirlerde müşriklerin her nev'i mahsulden evsan ve esnam (putlar) için bir hisse (nasib) ayırdıkları bildirilmektedir.[121] K. 6/136 ayette de aynı devirlerde müşriklerin zirai mahsul ve hayvanlardan bir kısmını Allah'a, di­ğer kısmını da ilahlara tahsis ettiklerine işaret edilmiş ve Allah'ın yanında putlara da pay ayrılması tenkit edilmişti. "Yetmişüçün-cü" nüzul sırasındaki K. 21/73 ayette Hz. ibrahim, Hz. ismail ve Hz. Yakub'a vahyolunan emirler arasında namaz, kılmanın ya­nında, zekat vermenin de bulunduğu zikredilmektedir. Bu sure­den hemen bir sure ileride "yetmişdördüncü" sırada K. 23/4 ayet­te, namaz kılmanın ve zekat vermenin müminlerin vazgeçilmez sıfatı olduğu hatırlatılmaktadır. Böylece islâm'dan önceki du­rumlara temas etmek suretiyle müminlerin mali tekliflere dik­katleri çekilmekte, aynı zamanda îslâm öncesi muhtelif cemiyet­lerde rastlanan dini vergilere atıflar yapılarak, bunların Islama uymayan yönleri tenkid edilmektedir.[122]

Yukarıda K. 17/26, 6/141, 51/19 ayetlerde, mali mükellefiyet­lere "hak" tabiri ile temas edilmiş olduğuna işaret etmiştik. Nüzul sırası "yetmişdokuz" olan K. 70/24/25 ayette ise bu tabire "malum" sıfatı ilave edilmektedir. [123]Bu malum hakkın (Hakkun malum) ze­kat olduğu görüşünü benimseyenler varsa da, bu hakkın tesbiti-nin, fertlerin imanına bırakılmış olduğu ve o andaki muhtacın ih­tiyacına göre tayin edilen bir hak (pay) olduğu görüşü daha tercihe şayandır.[124]

Son olarak iniş sırasına göre "seksendördüncü" vaziyette olan K. 30/38-39 ayetlerde, yakın (ze'1-kurba), fakir (miskin) ve yolda kalmış (Ibn sebil) in haklarının ödenmesi emredildikten sonra, malı artırır gibi göründüğü halde gerçekte onu noksanlaştıran "ri-ba" ile, zahiren onu bereketlendiren, nemalandıran "zekat" muka­yese edilmektedir. Böylece Mekki surelerde geçen zekat ıstılahın­dan mali mükellefiyetin kastedildiği de daha açık bir şekilde göz­ler önüne serilmektedir.

Buraya kadar yapmış olduğumuz tetkikte, hicretten Önce Mekke devrinde nazil olan "8 Mekki ayette" zekatın mali mükelle­fiyet manasında kullanılmış olduğunu tesbit ettik. Buna rağmen bazı müsteşrikler, Hz.Peygamber'in Medine'ye hicretten sonra, bura Yahudileri ile muhtelif sahalarda sıkı münasebete girmesi sonucu zekat müessesesini tanıdığını ileri sürmüşler[125] ve hatta bunlardan J. Schocht daha da ileri giderek, zekat müessesesinin Hz. Peygamber'in vefatından sonra tekevvün ettiğini ve onun vahy mahsulü olmadığını iddia etmiştir.[126]

Zekat ıstılahı Mekki 8 ayrı ayette tekrarlandığı gibi, aynı za­manda namazla birlikte zikredilmiştir. Ayrıca yine Mekke dev­rinde nazil olan ayetlerde "hak", "hakkım malum", "nasib" gibi çe­şitli tabirlerle de mali tekliflere işaret edilmiştir. Hatta K. 30/38-39 ayetlerde, yakın akraba (ze'1-kurba), fakir (miskin) ve yolda kalmışlara (ibn sebil) verilmesi emredilen bu hak, riba ile de mu­kayese edilmiştir, ileride Medine'de nazil olan K. 2/276 ayette de "sadaka", aynı şekilde riba ile karşılaştırılacaktır. Bu ayetlerin birlikte müteala edilmesinden de, "hak" tabirinden, mali teklifle­rin kastedildiği açıkça anlaşılacaktır. Hz. Peygamber'in yahudi-leıie hicretten sonra karşılaşmış olduğunu, arapçadan başka dil bilmediğini de düşünürsek, adı geçen müsteşriklerin bu iddiaları­nın ilmi gerçeklere uymadığım görürüz.

Yukarıda tesbitini yaptığımız mali konulara temas eden Mekki ayetleri, üç ana gurupta toplayabiliriz:

Birinci grupta ele alabileceğimiz ayetlerde, öncelikle yetim ve miskini gözetmeyenlerin kötü akıbetleri tasvir edilmekte,[127] sonra malım hayra sarfedenlerin mükafatlandırılacağı,[128] ateşten uzak tutulacağı,[129] mali yardımlarından kaçınanların cezalandırılacağı bildirilmekte,[130] daha sonra yoksulu doyurmaya başkalarım da teşvik etmek gerektiğine işaret edilmektedir.[131]

ikinci grupta toplayabileceğimiz ayetlerde, islâm öncesi durumlara temas edilmekte, yanlış uygulanan mali ödemeler gösterilerek bunların tenkidi yapılmakta,[132] bu arada zekat adı altında mali mükellefiyetin önceki peygamberler tarafından da insanlara tebliğ edildiği hatırlatılmakta,[133] esasen Allah'a iman edenlerin değişmeyen vasıflarından birinin zekat vermek olduğu­na dikkat çekilmektedir.[134]

Üçüncü gruba alabileceğimiz Mekki ayetlerde ise, müeyyide (yaptırım) unsuru daha açık bir şekilde ortaya konmaktadır. Bu bilhassa mali meselelere "hak" tabiri ile temas eden Mekki ayet­lerde görülmektedir. "Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır,[135] "Mallarında sail ve mahrum için belirli bir hak olanlar"[136] ayetleri ile, zekat mevzuu ve tahsil devresi de belir­tilerek, emir sigası (kipi) ile, bu hakkın ödenmesini buyuran K. 6/141 ayette bu müeyyide unsuru açık bir şekilde ortaya konmak­tadır.

Buraya kadar tetkik ettiğimiz mali konulara temas eden Kur'an'daki Mekki ayetlerin genel bir değerlendirmesini yapmak istiyoruz.

Mekki ayetlerde mali mükellefiyetler sahasında önce müslü-manların dikkatleri bu yöne çekilmiş, bu şuurlanma meydana getirildikten sonra, mevzu merhale merhale işlenerek, yer yer teşvik ve korkutma ile de takviye edilip, mallarında, sayılan hak sahibi zümreye verilmesi gerekli bir hakkın olduğu, müslümanla-rın ruhlarına yerleştirilmiştir. Bu arada zekat ıstılahı "Mekki 8 surede" kullanılmıştır.[137] Bu ayetlerde sadece zekat vermeye teş­vik, tavsiye ve öğüdün kastedilmediği de müminlere hissettiril-miştir.

Şurasını belirtmeliyiz ki, K. 6/141 ayet hariç, Mekki ayetlerde mali tekliflere ait açıkça vücup (zorunluluk) ifade eden bir tabire r ati anmamaktadır. Teşri tarihinden de biliyoruz ki, nisab, mevzu ve nisbetleri belirtilen, vücup ve eda şartları tesbit edilen zekat, Medine devrinde farz kılınmıştır. Ancak Mekke safhasında bahis mevzuu olan zekat, bu kayıtlarla bağlı olmayan manada bir zekat­tır.[138]

Mekke'de mali tekliflerin mükellefleri şüphesiz müminlerdir. Mükellefiyet mevzuu olarak umumi manada "mallar",[139] hususi manada da "toprak mahsulleri"[140] zikredilmiştir.[141] Nisbetler husu­sunda Hz. Peygambere K. 7/199 ayetle, "(mallardan) fazlasını al" yetkisi verilmekle birlikte, bu fazla ifadesi, gereği kadar açık de­ğildir "[142]

 

II. Medine Devrinde İslâm Vergi Hukukunun Tekevvünü
 

Bilindiği gibi Hz. Peygamber, Medine'de bir devlet tesis et­miştir.[143] Bu, evvelce mevcut bir devletin devamı değildir. Hz. Pey-gamber'in tesis ettiği devlet, evvela muhtelif kabile organizmala­rından bir site-devlete, sonra daha geniş bir konfedere devlete dö­nüşmüştür. Bu sebeple yukarıdan aşağıya doğru her şeyde ilk de­fa olarak vaz ve tesis edilmek mecburiyeti vardı.[144]

işte bu sebepten mali mükellefiyet konuları yeniden ele alın­mış, önemi belirtilmiş, konuya Mekke'de olduğu gibi muhtelif ıstı­lahlarla bol miktarda temas edilmiştir. Ancak Medine safhasında mali cephe, Mekke'de eksik olan maddi müeyyide ve teşkilatla takviye edilmiş, mutlak hükümler -bilhassa hadislerle- tahdid ve tahsis edilmiştir. Bu süre içinde müslümanlarm mükellef olduk­ları mali teklifler, zekat ve sadaka ıstılahları altında temerküz ederken, nisab, nisbet, mevzu gibi vergi unsurları da tedricen te­kamül etmiştir. Yine bu safhada gayri müslimlerden cizye adı ile vergi alınması emredilmiştir.

Hz. Peygamber Medine'ye hicret ettiğinde, ilk varış yeri olan Küba'da, Cuma hutbesinde mali mükellefiyet konusunu ele almış,[145] Medine'ye vardığında ensarla muhacirini mal, para ve gelirlerine de ortak yapacak şekilde kardeş yapmış,[146] Mescidu n-Nebevi'yi inşa ettirdikten sonra ilk iş olarak müslümanlar için ye­ni bir pazar yeri kurdurmuştur.

Eski Medine pazarı, yahudi kabilelerinden biri olan Benu Kaynuka mahallesinde idi. Bu yahudi kabilesi, pazarda yerleri parseller, ücret mukabili kiralar, pazara gelenlerden pazar resmi alırdı. Yahudiler Medine pazarına, dolayısıyla Medine iktisadiya­tına hakim idiler.

Hz. Peygamber Medine'de yahudi mahallesindekinden daha müsait bir pazar yeri tesbit edip o yeri işaretleyerek "Bu sizin pa-zanmzdır... Orada size haraç (pazar resmi) yoktur" dedi.[147] Böyle­ce Hz. Peygamber, daha Medine devrinin başlarında, bu pazar ye­rinde fiyatlara yansıyarak tüketiciye yüklenecek pazar resmini kaldırmış oldu. Nitekim daha sonra, Hz. Peygamberin muhtelif kabilelere gönderdiği mektuplarda, -îslâm öncesi devirlerde yü­rürlükte olan- dahili gümrük vergisi diyebileceğimiz, iç pazarlar­da tahsil edilen bir çeşit vergiyi de kaldırdığını göreceğiz. Hz. Pey­gamber, Medine şehir-devletini tesis edip, devletin ana yapısını gösteren kurucu anayasayı[148] kaleme aldırdıktan sonra, mümin hayatının mali cephesi üzerinde gittikçe artan bir ehemmiyet ge­tiren Kuran ayetlerini vahy olarak almaya başladı.

Biz bu mevzuda nazil olan ayetleri tetkik ederken önce Medi­ne devrinin ilk yılında nazil olmaya başlayan ve mali mevzuların yoğun bir şekilde bulunduğu "Bakara" suresini ele alacak, sonra iniş sırasına göre diğer ayetleri gözden geçirip nübüvvetin son yıl­larında (h.9) nazil olan ve iniş sırasında 113. vaziyette olan[149] "Tev-be" süresindeki mali mükellefiyetlerle ilgili ayetleri tetkik edece­ğiz.

Tetkikatımız sonunda da görüleceği gibi, "Bakara" suresinde mali mükellefiyetler, ilgili ayetlerde çeşitli vesilelerle bol miktar­da ele alınmakta, "Tevbe" suresinde ise yine aym mevzuya geniş bir şekilde yer verilerek, Medeni ayetlerin mali mükellefiyetler yönünden nihai tekamülüne varılmaktadır.

Hicretten sonra ilk nazil olan "Bakara" suresi 2/3, 195, 215, 219, 239, 261, 262, 264, 265, 267, 270, 272, 273, 274 ayetlerde mali mükellefiyetlere "infak" mastarından tasrif halinde fiil ve emir sı­ğaları ile temas edilmekte, iniş sırasına göre; gayba iman eden, namaz kılan ve Allah'ın kendilerine nzık olarak verdiklerinden infak edenlerin... muttaki kullardan olacağı belirtilmekte,[150] Allah yolunda infaktan kaçınanların tehlikeli akıbetine dikkat çekil­mekte,[151] mallarını nerelere sarfedeceklerini soranlara evvela bu­nun ana-baba, yakın akraba (ze'1-kurba), yetim, miskin ve yolda kalmışlara (ibn sebil) yapılacağı şeklinde cevap verilmekte,[152] ne infak edileceği sorulduğunda da "afv'ı infak ediniz",[153] yani tabii ihtiyaçlarınızın dışında kalan fazlayı[154] infak ediniz denilmekte­dir. Müteakip ayette tasvir edilen kıyamet günü gelmeden Önce in­fak ediniz[155] emri tekrarlanarak müslümanlar mali teklifler saha­sında teşvikin de ötesinde azami fedakarlıkta bulunmaya davet edilmektedir. Bundan sonraki ayetlerde iniş sırasına göre Allah yolunda mallarından infak edenlerin 700 misline kadar mükafat-landırılacağı,[156] ancak Allah katında makbul infakın "başa kak­madan" ve "eza vermeden" yapılanı olduğu,[157] malım gösteriş için infak edenlerin bu sadakalarının boşa gideceği bildirilmektedir.[158]

Bundan sonra, infakın sırf Allah rızası için yapılması tenbih-lenmekte,[159] daha sonra müminlere hitaben temiz ve helal olarak kazandıklarından ve yerden çıkardıklarından infak edilmeleri emredilmektedir.[160] Böylece mezkur ayette, ticaret mallarından, yer altı ve yer üstü toprak ürünlerinden vergi vermek bahis mev­zuu edilmektedir.[161] Bu arada, aynı ayette, ödenecek malın vasfına da işaret edilmekte, bunun kötü, adi cinsten olmamamsı isten­mektedir,[162] Fakat az veya çok, iyi veya kötü her çeşit harcamanın

Allah tarafından bilinip değerlendirileceği de hatırlatılmakta­dır.[163] Gece gündüz, gizli açık,[164] gerektiğinde muhtacın ihtiyacın­dan haberdar olunduğunda derhal[165] yapılacak bütün harcamala-rın Allah rızası için yapıldığı müddetçe mükafatlandırılacağı be­lirtilmektedir.

Aynı sure K. 2/43, 83,110,177, 277 ayetlerde, zekat ıstılahı kullanılmakta, bunlardan K. 2/43 ve K. 2/83 ayetlerde israil oğul­larına,[166] K. 2/110 ayette doğrudan müminlere "zekat veriniz" şek­linde emirler varid olmaktadır. K. 2/177 ayette "Birr (iyilik)... ze­kat vermek... dir" şeklinde açıklanmakta, bütün bu ayetlerde ze­kat vermek, namaz kılmakla birlikte zikredilmektedir. Böylece, namaz ile zekatın birlikte zikredilmesi şeklindeki Kur'an üslubu, Medeni ilk ayetlerde açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

K. 2/83 ayette zekat, anneye-babaya, yakın akrabaya, yetim, miskin ve yolda kalmışlara yapılacak "ihsan" (gönüllü ödeme) den, K. 2/177 ayette de "birr" (iyilik maksadı ile yapılan ve mecburi olmayan harcama) dan ayrılmaktadır.

Bakara suresi 2/263, 264, 271, 276 ayetlerde mali mükellefi­yetlere "sadaka" ve onun cemi müennesi olan "sadakat" ıstılahı ile temas edilmektedir. Mekke devrinde tesadüf .edilmeyen bu ıstı­lah,[167] ileride de görüleceği gibi, zekatın müteradifi olarak sık sık kullanılacaktır.

K. 2/276 ayette sadaka, riba ile mukayese edilmekte; Allah'ın, ribanın bereketini giderdiği, sadakanın bereketini ise artırdığı hatırlatılmaktadır.[168] Aynı sure K. 2/245 ayette ise mali mükellefi­yetlere, "Kardan Hasanen" tabiri ile temas edilmektedir. Allah'a güzel bir ödünç verme manasında kullanılan bu tabir, K, 5/12, 57/11,18, 64/17 v.s. ayetlerde de geçmektedir. Bu ayetleri birlikte mütalea ettiğimizde, adı geçen tabirin, cemiyet içinde Allah rızası için yapılacak bir çeşit yatırım manasına geldiği anlaşılacaktır.[169]

Bakara suresinden sonra, "seksensekizinci" iniş sırasında yer alan Enfal (8 ) suresi, Bedir harbinden sonra nazil olmuştur. Adı geçen sure K. 8/1 ayette ganimetlerin hükmü anlatılmış, 8/4 ayet­te ise yine ganimetlerin tahmis (beşe ayrılması) ve taksim şekli açıklanmıştır. Nitekim K. 59/6-10 ayetleri de, harpsiz ele geçirilen Benu Nadir arazisinin hukuki durumunu beyan sadedinde nazil olmuştur.[170]

Öteki surelerde iniş sırasına göre; K. 3/92 [171]ayette, mali mü­kellefiyetlere "birr" ıstılahı ile temas edilmektedir.[172] K. 4/77,162[173] ayetlerde ise, zekat vermek ve namaz kılmak birlikte zikredil­mektedir.

K 33/33 [174]ve K. 57/18 [175]ayetlerde mükelleflere temas edil­mekte, öncekinde peygamber hanımlarının da zekatla mükellef oldukları açıklanırken, sonuncuda "musaddık" ve "musaddıkat" ıstılahları ile kadın ve erkek bütün müslümanlara işaret edilmek­tedir. Bundan sonra, nüzul sırasına göre K. 98/5,[176] 24/37,[177] 22/41,[178] 58/13,[179] 5/12,[180] 55 ayetlerde, zekat ıstılahı yine namazla birlikte zikredilmekte, böylece müslümanlar katında Allah'a kar­şı vazifeler ile insanlara karşı vazifelerin içli dışlı ayrılmaz bir bü­tün şeklinde birbirine bağlandığı bir devlet anlayışına dikkat çe­kilmektedir.[181]

Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, Tevbe suresi, hem Kur'an'ın en son inen surelerinden biridir, hem de mali mükellefiyetlere en geniş bir şekilde yer veren suredir. "Yüzonüçüncü" sırada yer alan bu surede, biri devlet gelirlerinden, diğeri de devlet harcamaların­dan bahseden iki mühim ayetin yanında, gayrı müslim tebadan tahsil edilen cizye (baş vergisi) ile ilgili ayet de bu surede yer al­maktadır.

Tevbe suresi 9/5,18 ayetlerde önce zekatın önemi, onun ina­nanlarla inanmayanlar arasında bir alamet-i farika olduğu belir­tilmekte, bundan sonra K. 9/34-35 ayetlerde yeni zekat mevzuları bahis mevzuu edilmektedir. Bunlar altın ve gümüştür. Mezkûr ayette altın ve gümüşten zekatını [182]vermeyenlerin cehennem ate­şi ile nasıl yanacakları ayrıntılı bir şekilde tasvir edilerek, böylele-ri elim bir azapla tehdid edilmektedir.

Tevbe suresi 9/81 ayette zekat mükellefi olarak kadın ve er­keklerin (müminun ve müminat) ayrı ayrı zikredilmesi vergi un­surlarının tekamülü yönünden mühimdir.[183] Bir diğer önemli olan husus da K. 9/29 ayetidir. îslâm Devletinin gayrı müslim tebasın-dan cizye (baş vergisi) vergisinin alınması bu ayet ile meşruluk kazanmıştır.

Nihayet Kur'an'ın bu dokuzuncu suresinde biri devlet gelirle­rinden, diğeri de devlet giderlerinden bahseden iki mühim ayet­ten de bahsedelim.

K. 9/103 ayette, Hz. Peygamber'e müslümanlarm malların­dan sadaka (zekat) alması ve tahsil esnasında mükellefe dua et­mesi emre dilmektedir. Müfessirler, ayetin tefsiri hususunda ge­niş açıklamalar yapmışlardır. Burada şunu belirtmeliyiz ki, adı geçen ayette, Hz. Peygamber'e ve O'na niyabeten devlet başkanı­na, zekat tahsili için selahiyet verildiği açıkça belirtilmektedir.

K. 9/60 ayette ise devlet harcamaları hakkında esaslı prensip­ler vazedilmektedir.[184] Devlet bütçesi ile ilgili olan bu ayette, konu­muz bakımından "amilin", yani vergi işlerinde çalışanlar ve bun­ların toplanan vergilerden maaş şeklinde bir hakka sahip olmala­rı gibi hususlar dikkatimizi çekmelidir.

Buraya kadar yapmış olduğumuz tesbitleri şu şekilde değer­lendirmemiz mümkündür.

Medine devrinde, hicreti müteakip mali meseleler ele alın­mış, Medeni ayetler giderek artan bir ehemmiyetle mümin haya­tının bu cephesi üzerinde yoğunlaşmıştır. Konuya Mekke devrinde olduğu gibi, fakat daha farklı ıstılahlarla (ihsan, birr, kard gibi) temas edilmiştir. Bu devirde "zekat" ıstılahı tekrar tekrar kulla­nılmış ( K. 2/43, 83,110,177, 277, 4/77,162, 5/12, 55, 9/5,11,18, 71, 24/27, 33/33, 22/41, 78, 24/37, 56, 58/13, 98/5), bu arada zekatın müteradifi olarak, Mekke devrinde kullanılmayan "sadaka" ve "sadakat" ıstılahları 12 ayrı Medeni ayette (K. 2/196, 263, 264, 276, 4/114, 9/58, 60, 79,103,104, 58/12,13) kullanılmıştır. Zekat ıstılahı gönüllü ödemelerden olan "ihsan" (K. 2/83) ve "birr" (K. 2/177) ıstılahından açık bir şekilde ayrılmış, bu devirde doğrudan müminlere yapılan "zekat veriniz..." veya Hz. Peygamber'e hita­ben "onların mallarından sadaka al..."[185] şeklinde varid olan hitap­larla, zekatın "cebrilik" unsuru taşıyan ilahi-dini bir mükellefiyet olduğu belirtilmiştir.

Kur'an Medeni ayetlerde mali mükellefiyet mevzuları umumi manada mal (K 2/177) ve emval (K. 2/261, 262) şeklinde gösteril­dikten başka, ticaret mallarını, toprak ürünlerini (K. 2/177), altın ve gümüş mevzularını (K. 9/34) da içine alacak şekilde tafsil edil­miştir.

Medeni ayetlerde mükelleflerin kadın ve erkek ayrı ayrı zik­redilmiş olmaları da, vergi unsurlarının tekamülü yönünden önemlidir.[186]

Medeni K. 2/219 ayetle ne (kadar) infak edileceği hususunda sorulan bir soruya "Afvı (fazlayı) infak ediniz..." şeklinde cevap ve­rilmiş ve böylece Mekke'de nazil olan K. 7/199 ayete açıklık getiril­miştir.

Medeni ayetlerin ilki olan Bakara suresi K. 2/262, 263, 264, 271, 274 ayetlerde, Ödeme şekli üzerinde hassasiyetle durulmuş­tur.

Medine Devrinde nazil olan ayetlerde harb hukukuna da yer verilmiş, bu münasebetle K. 8/1 ayette "nefl" (enfal), 8/41 ayette ganimet, 59/6-10 ayetlerde de fey hükümleri açıklanmıştır. Ayrı­ca gayrı müslim tebadan tahsil edilecek olan cizye (baş vergisi) de Kur'an Medeni 9/29 ayetle meşruluk kazanmıştır.

Hz. Peygamber'e tahsil selahiyeti veren K. 9/103 ayette, zeka­tın Ödenmesindeki "cebrilik" unsuru açık bir şekilde gösterilmiş­tir.

Zekat gelirlerinin tahsis yerlerini gösteren K. 9/60 ayette ise, vergi işlerinde çalışanlar (amilin) ve bunların zekat tahsisinden sahip oldukları haklarından bahsedilmiş olması, İslâm'ın ilk dev­rinden itibaren vergi teşkilatım sağlam esaslara istinad ettirdiği­ni göstermesi bakımından ehemmiyet arzetmektedir.

Yaptığımız tesbitlerden de anlaşıldığı gibi, mali mükellefiyet­lerle ilgili ayetler, Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretinin ilk yı­lında inmeye başlayan Bakara (2) suresinde bol miktarda kulla­nılmış, Hz. Peygamber'in vefatına yakın yıllarda (h.9) nazil olan Tevbe (9) suresinde de aynı mevzulara geniş bir şekilde yer verile­rek, Medeni ayetlerin mali mükellefiyetler yönünden nihai teka­mülüne varılmıştır. [187]


[1] Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/177-178.

[2] Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/179.

[3] Barkan, Ömer Lütfı, İktisat Tarihi, İstanbul 1950, s.15.

[4] Barkan, Ö.L.

[5] Barkan, Ö.L

[6] Barkan, Ö.L.

[7] Barkan, Ö.L

[8] Barkan, Ö.L.

[9] Akşit, Oktay, Roma İmparatorluk Tarihi, m.s. 193-395, İstanbul 1970, s.21.

[10] Akşit, O.,a.g.e.,s. 340.

[11] J.G. Milne, "A History ofEgypt Under Roman Rule", Londra 1898, s.94.

[12] Akşit, O., a.g.e., s. 233-234.

[13] Akşit 0.,a.g.e., s. 338.

[14] Akşit, O.,a.g.e.,s. 281.

[15] l.A. "Mısır" maddesi.

[16] Dennet, C. Danie\,Conversion and the Poll Tax in Early islam, Cambridge, 1950, s. 56.

[17] Dennet, C.D., a.g.e., s.65.

[18] Dennet, C.D., a.g.e., s. 66

[19] Dennet, C.D,, a.g.e., s. 66.

[20] Akşit, O., a.g.e., s. 236, 290.

[21] Capita ve İugum tabirleri, çeşitli vergi tesbitlerine esas teşkil eden tabir­lerdir. Bunlardan birincisi daha ziyade şahsın çalışma gücü ile, çeşitli iş dallarındaki çalışma kapasitesini, sonuncusu arazinin kalitesini ifade et­mektedir. Mesela bir erkeğin çalışma gücü 1 caput ise, bir kadındaki bunun yansı sayılır. Yine 5 iugara'hk bir zeytinlik, 20 iugara'lık ikinci kalite ara­ziye eşit sayılır. Suriye'de ziraata elverişli araziler için 20 yahut 40, veya 60 feddan, bağlar için 5 feddan, zeytinlikler için 225 (arazi dağlık ise 450) ağaç iugum olarak kabul edilir. 5 feddan bağ, 20 feddanlık hububat ekilen topra­ğa, o da 225 zeytin ağacına eşit tutulmuştur. Geniş malumat için bk. Akşit, O., a.g.e., s. 291; Dennett, C.D., a.g.e., s.51; Dikmen, M. Orhan, Maliye Dersleri, birinci Kitap,İstanbul 1969, s. 66, 3. Baskı); Muhammed Ziyaedin er-Reys el-Harac ue'n-nuzumu'l-maliye li'd-Deuleti'l-îslâmiyye, Kahire 1969, s. 52.

[22] Dennet, C.D., a.g.e., s. 51 ve Dennett, C.D. a.g.e., s.52, Arapça tercüme, Fev­zi Fehim Cadallah, el-Cizyetü ve'l-îslâm, Beyrut 1960, s. 118.

Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/179-183.

[23] Ulpian, Digest, L., 15. 3. Cf. M., Harper, p. cit., s. 60 dan naklen Dennett, C.D., a.g.e., s.53.

[24] Milne, J.G., A. History ofEgypt Rule, s.121-122.

[25] Milne,J.G, a.g.e., s.122.

[26] Thibault, Fabian, Les Impote directs sous le Bas-Empire Romain, Paris 1900 dannaklen Dennett, C.D., a.g.e., s. 53.

[27] Lot Ferdinant, L Impot Foncier et la Capitation Personelle, s. 26-40, Paris 1928 den naklen Dennett, C.D., a.g.e., s. 53-54.

[28] Dennett, C.D., a.g.e., s. 53-54.

[29] Bk. Dennett, C.D., a.g.e., s. 54, burada kaydedilen 5 kanun metninde, ta­rihler şöyledir: ra.s. 290, 368 (yahut 370, 374, 375.

[30] Dennett, C.D., Conversion and the Poll Tax in Early islam, s. 54.

[31] Cadallah, F.F., el-Cizyetü ve'1-îslâm, s. 19-21.

[32] Cadallah, F.F., el-Cizyetü ve'l-îslâm, s. 17-18.

[33] Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/183-185.

[34] Akşit, O., Roma İmparatorluk Tarihi, s. 236, 292.

[35] Akşit, O.,a.g.e., s.292.

[36] Salih Tuğ, İslâm Vergi Hukukunun Ortaya Çıkışı, Ankara 1963, s. 5.

[37] Barkan, Ö.L., İktisat Tarihi, s. 20.

Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/185.

[38] er-Reys, el-Hamc, s. 34.

[39] er-Reys, el - Harac, s. 30, 45; Tuğ, S., Islâm Vergi Hukuku, s. 4.

[40] Mİlne, J.G., A. History ofEgypt, s. 118, er-Reys, a.g.e., s. 35.

[41] Dennett, C.D., Conversion and the Poll Tax, s. 67.

[42] Dennett, a.g.e., s. 67.

[43] Dennett, C.D., Conversion and the Poll Tax, s. 67.

[44] Dennett, C.D., a.g.e., s. 68.

[45] Dennett, C.D., a.g.e., s. 52.

[46] Dennett, C.D., a.g.e., s. 52.

[47] Milne,J.G.,a.g.e., s. 119.

[48] Dennett, C.D., Conversion and the Poll Tax, s. 67-68.

[49] Baynes, H.N., The Byzantine Empire, s. 100-101, Londra 1935, er-Reys, a.g.e., s. 36.

[50] Milne, J.G., a.g.e., s. 119;er-Reys,el-Harac,s.54; Dennett, C.D., a.g.e., s. 68.

[51] er-Reys, el-Harac, s. 50.

[52] Baynes, H.N., a.g.e., s. 103; er-Reys, a.g.e., s. 49; Tuğ, S., a.g.e., s.4.

[53] Milne, J.G., a.g.e., s.119.

[54] Johnson, Ch.A., West, A.L., Byzentine Egypt: Economic Studies, Princeton 1949, s. 239-240, Bizans vergi sisteminin tenkidi i