> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Tarihi Eserleri > Asrı Saadette İslam > Asr-ı saadette peygamber ailesinin geçimi
Sayfa: [1] 2   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Asr-ı saadette peygamber ailesinin geçimi  (Okunma Sayısı 11232 defa)
06 Ekim 2010, 14:56:59
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 06 Ekim 2010, 14:56:59 »



ASR-I SAADETTE HZ. PEYGAMBERİN VE AİLESİNİN GEÇİMİ


Doç.Dr. Celâl Yeniçeri
 

(Marmara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, istanbul)

CELAL" 1942 yılında İstanbul Şile/Oruçoğlu köyünde doğ-YENİÇERi du. İlkokulu köyünde bitirdi. 1963 yılında (İ.H.L) ve 1968 yılında da İstanbul Yüksek İslam Enstitü­sünü bitirdi. Askerlik görevini müteakip 1970'de ortaöğretimde Öğretmenliğe başladı ve 1985'de Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim görevlisi olarak tayini yapıldı." 1973'de "el-îhtiyar" adlı eseri Türkçeye tercüme ederek yayınladı. 1980'de "İslâm İktisadının Esasları" adlı bir eserini daha neşretti. 1978'de (Atatürk -Üniversitesi îslâmî İlahiyat Fakültesi)'ne bağlı olarak ve Prof.Dr. Salih Tuğ yönetiminde İslâm Hukukunda doktora yapmaya başladı ve 1983'de "İslâm'da Devlet Bütçesi Hukuku ve İlgili Müesse­selerin Ortaya Çıkışı" tezi ile Doktor unvanını ka­zandı. Bu çalışması 1984'te basıldı. Pek çok yayın­lanmış makaleleri bulunup halen "İslâm'da Ça­lışma Hayatının Düzenlenmesi" ve "İslâm Dü­şüncesinde Kainat ve İmkanları" mevzuları üze­rinde çalışmaktadır. 1989'da Doçentliğe terfi et­miştir. Eserleri:

- el-İhtiyar Metni Muhtar Tercümesi

- İslâm İktisadının Esasları

- İslâm'da Devlet Bütçesi. [1]

 

Birinci Bölüm


PEYGAMBER AİLESİNİN GELİRLERİ VE GEÇİMİ


 A- MEKKE DEVRÎ
 

1- Ailenin Ve Hz. Peygamber Ailesinin Kısaca Tanımı
 

Peygamber (s.a.v.) ailesinin gelir ve geçiminden bahsetmeden önce "Aile"nin ne olduğunu kısa olarak anlatmak istiyorum. Bir aile, bir yuva, maddî yönden her ne kadar küçük bir görünüm için­deyse de manevî yönden o, bütün kurluşlarm çekirdeğidir ve insa­nın mutluluğu ve devletin bekası açısından da her kuruluşun üs­tünde bir yere sahiptir. Aile kuruluşundaki ilişkilerin temelinde sevgi, saygı ve içten yardımlaşma vardır ve bunlardan mahrum bir aileye mutluluğun akışı da mümkün değildir. Yardımlaşma­nın, yardım ve hizmet etmenin, sevginin, saygının en içten ve gö­nülden yapılanma ancak aile yuvasında rastlanır. Böylesine bir hava içerisinde yetişen insan, içinde yaşadığı toplumdan, mille­tinden ve devletinden de aynı şeyleri bekleyecek ve onlara da aile­sinde gördüğünü vermeye çalışacaktır.

Bir annenin çocuklarına, seven eşlerin birbirlerine yaptıkları hizmet ve yardımın en candan olanına aileden, o küçücük yuva­dan başka bir yerde rastlanamaz. Bu kadar içten gelen bu duygu­lar, bu yaklaşımlar, himayeler, hizmetler Allah Teâlâ tarafından mükafatsız bırakılmaz. İşte Hz. Peygamber aile reislerine verdiği müjdelerinde şunları söylüyor:

«Sen ev halkına bir harcamada bulunduğun zaman şüphesiz ki ondan sevap alırsın, hatta hanımının ağzına kaldırıp verdiğin lokmadan bile.»[2]

«Kişinin terazisine konulacak ilk şey, aile ve çocuklarına yap­tığı harcamalarıdır. »[3]

Hanımlara gelince, eğer onlar da eşlerine, çocuklarına ve di­ğer aile ferdlerine bir harcamada bulunurlarsa bundan aynı şekil­de ve hatta fazlasıyla sevap alacaklardır. Hz. Peygamber devrinde bazı hanımlar, kazançlarını eve harcayıp sadaka vermekten mah­rum kaldıkları endişe ve üzüntüsüyle durumlarını Rasûlullah'a ilettiler. Mesela: Bir kısım kaynakların bazı farklarla da olsa bil­dirdiklerine göre, Abdullah b. Mes'ud'un Raita -ki bu hanımın üm-mü'1-veled olduğu da söylenir— veya Zeyneb ismindeki bir hanı­mı, elinden iş gelen, sanatkar bir kadındı ve o yaptıklarını satar, para kazanırdı. Fakat, bütün kazancını eşine ve eşinin diğer hanı­mından olan yetim çocuklarına harcadığı için sadaka veremiyor­du. Hatta bu hanım, sadaka (yahut zekât) vermesine fırsat bırak­madıkları gerekçesiyle eşine çıkışmıştı. Sonra eşinin de isteği ile durumunu sormak için Rasûlullah'm evine gitti. Kapıda kendisi gibi aynı durumda olan bir başka hanıma; Ebû Selemehnin kızı Zeyneb (r.a.)'e rastladı. O da çocuklarına harcamada bulunuyor­du. Hz. Peygamber bu iki hanıma, yaptıkları bu harcamalarından hem sadaka ve hem de yakınlarına yardım olmak üzere iki çeşit sevap alacaklarını, bildirdi.[4] Yuvayı, eşlerden her ikisi, erkek ve hanım birlikte kucakhyacaklar; fakat, nafaka temin etme mecbu­riyeti hukukî açıdan erkeğe düşmekte, kadın sadece vicdanen bu­na iştirak etmektedir. Bu bakımdandır ki erişeceği sevabın türü iki çeşit olmuştur.

Eşlerin yuvalarına olan hizmetlerini ibadetten sayan Hz. Muhammed (s.a.v.) bir kimsenin en hayırlı kazancının, ailesine ve Allah yolundaki arkadaşlarına harcadığı kazancı olduğunu da şöyle belirtiyor: «Kişinin, aile ferdlerine yahut hayvanına veya Al­lah yolundaki arkadaşlarına harcadığı dinar (para)'dan daha üstün bir dinar yoktur.»[5]

işte Hz. Peygamber'in müslümana kurdurtmak istediği ve kendisinin de kurmuş olduğu aile anlayışı: Eşler birbirlerinden razı, Allah da onlardan razı.

Şimdi biz bu araştırmamızda, yemek sırasında hanımların ağzına lokma ver diyen ve onlar için temin edilen nafakayı, başa kakmak şöyle dursun, sevap terazisinde ilk tarttıran bir Peygam­ber (s.a.v.)'in gelirinden ve geçiminden bahsedeceğiz.

Şüphesiz ki ailede herkesin bir yeri ve ayrı çeşitten bir sevgisi ve hatırası vardır. Aile bu güzel farklılıkların gene en güzel kay­naştığı bir bütündür. Beşer aüesidir; içinde neşe olur, hüzün olar, anlaşmazlıklar olur. Fakat insan gene de ancak orada mutludur. Peygamber ailesi de böyledir. O bir melek ailesi değildir. İnsan olan bir peygamberin ailesidir.

Aile, aynı zamanda küçük bir üreticiler ve tüketiciler kurulu­şudur. Bu kuruluş içindeki insanlar hem üretilen, kazanılan mal­lara ve hem de tüketilecek olanlara ortaktırlar. Ailede servet ki­min tarafından kaznılırsa kazanılsın, ailedeki herkes ondan ge­çim ve refah payını alır veya almalıdır. Şüphesiz ki aileyi sadece bir üretici tüketici kuruluşu olarak görmek çok yanlıştır. Demek istiyoruz ki, ailenin böyle bir yanı da vardır.

Bir ailede herkesin ortak ihtiyaçları olduğu gibi herkese ait özel ihtiyaçlar da vardır. Bütün bunlar ailenin geliri gözönünde bulundurularak önem dercesine göre yerine getirilir. Eşitlik iyi şeydir ve esastır. Fakat gelirin paylaşılmasında tam bir eşitliği sağlamak mümkün olamıyacağmdan, aile halkı nasiblerine razı olmalıdırlar. Zaten birbirlerine gönülden tutkun olanlar birbirle­rine karşı çok feragatlıdırlar ve ufak-tefek farklılıkları bir neşe sayarlar. Durum böyle olmakla beraber aile reisi, ortak gelirden, sürekli biçimde bazılarını faydalandırıp diğer aile ferdleri aleyhi­ne bir durum meydana getirmemelidir, bu tutum sevgi-saygı bağı­nı zayıflatıp çözer: «Rasûlullah, bütün hanımlarına eşit muamele eder ve onlara tam bir eşitlik ile davranırdı. Bu hanımlardan ba­zılarının eli ve idaresi altındaki âlet edevat ile ev eşyaları arasın­da bir farklılık varsa bu, Rasûlullah'ın herhangi bir tercihinden değil, fakat sadece bu hanımlarının beraberlerinde getirdikleri çeyiz yahut akraba ve dostlarından aldıkları hediye veyahut da şahıslarıyla ilgili tutumluluklarından ileri gelmekteydi.»[6]

Hz. Muhammed, Peygamberliğinin ve Medine döneminde buna ek olarak devlet başkanlığının yam sıra daima iyi bir aile reisiydi. O, büyük meşgalesine rağmen, hanımlarından, çocuklarından ve torunlarından ilgiyi hiç eksik etmemiştir. Hz. Peygam­ber, esas gelirine ilave olarak ev bütçesine katkısı olan bir kısım yan işler yapmış ve hanımlarının yapması gereken işlerde onlara yardımcı olmuştur. Meselâ: Makrizi (766-845 H.) O'nun evdeki tu­tumu hakkında hanımı Hz. Âişe (r.a.)'den şu bilgiyi veriyor:

«Rasûlullah, evinde, ayakkabısını kendisi tamir eder ve elbi­sesini kendisi dikip yamardı. O, evinde sizlerden birinizin yaptığı gibi işler yapardı.»[7]

Hz. Peygamberin, avlusundaki davarların sütünü sağdığı da olurdu.[8] Buharı, nafakat bölümünde, «Rasûlullah evde ne yapar­dı1?» sorusuna karşılık ümmü'l-mü'minin Hz. Aişe'nin verdiği bir cevabını kaydeder:

«O, evinde, ailesinin işindeydi, ezanı duyuncada da çıkıp gi­derdi. »[9]

Gene Hz. Âişe, O'nun mutfak işinde kendisine yardımcı oldu­ğunu şu şekilde bir hâdiseyi nakledip anlatır: «Bir gece (babam) Ebû Bekir bize koyun paçası göndermişti. Rasûlullah bu paçaları tuttu ve ben de onları kesip parçaladım, yahut o kesip parçaladı da ben tuttum. Dinliyenlerden birisi —lambasız (karanlıkta) mı bu işi yaptınız?— diye sordu da Âişe; eğer yanımızda lâmbamız (ona koyacak bir şeyimiz, yağ) olsaydı şüphesiz onu katık yapar­dık, diye cevap verdi.»[10] Burada O, çok aç olduklarım dile getirme­nin yanı sıra Hz. Peygamberin mutfak işlerinde kendilerine yar­dımcı olduğunu da anlatmaktadır. İnsana büyük değer veren Hz. Peygamberin bundan ailesini ayrı tutması düşünülemez. O'nun ailesi geniş bir geçim imkanına kavuşmadı, fakat O'nun engin bir mahabbet ve sevgisine garkoldular.[11]

 

2- Hz. Peygamber'e Kalan Miras
 

Bilindiği gibi Rasûlullah'ın babası, daha henüz o doğmadan vefat etmiş bulunuyordu. Hz. Peygamberin dedesi Abdülmutta-lib'in ve müteakiben amcası Ebû Talib'in Mekke reisliğini yapma­larına karşılık Rasûlullah'm babası Abdullah'ın ve kendisinin ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Asr-ı saadette peygamber ailesinin geçimi
« Posted on: 29 Mart 2024, 17:00:53 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Asr-ı saadette peygamber ailesinin geçimi rüya tabiri,Asr-ı saadette peygamber ailesinin geçimi mekke canlı, Asr-ı saadette peygamber ailesinin geçimi kabe canlı yayın, Asr-ı saadette peygamber ailesinin geçimi Üç boyutlu kuran oku Asr-ı saadette peygamber ailesinin geçimi kuran ı kerim, Asr-ı saadette peygamber ailesinin geçimi peygamber kıssaları,Asr-ı saadette peygamber ailesinin geçimi ilitam ders soruları, Asr-ı saadette peygamber ailesinin geçimiönlisans arapça,
Logged
06 Ekim 2010, 15:12:29
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« Yanıtla #1 : 06 Ekim 2010, 15:12:29 »

ihtiyaçlarını, kızının ihtiyacından öne aldığını yazmaktadır.[112] Bir başka yerde de hadise şu şekilde anlatılmaktadır: Bir gün Hz. Peygamber'in eline bir miktar para geçer; kızı Fatıma gelip, koca­sının kuyudan su çekerken zorluk içinde kaldığını, kendisinin de un yapmak için tane öğütecek takatinin olmadığını ileri sürüp bu işlere yardım etmek için bir köle satın almasını ister. Rasûlullah da O'na şu cevabı verir:

«Suffadaki insanların midelerini boş bırakarak sizin istedi­ğinizi yerine getiremem, parayı onlara harcayacağım.»[113]

Hz. Peygamberin şahsi gelirlerinin arttığı ve fakat yukarda-ki sebepler yüzünden ve diğer sebeplerden, hayat seviyesinin aynı ölçüde artmadığı bu 9. Hicrî yılda O'nun, bizim ailelerimizde de ol­duğu gibi, hanımlarıyla arasının açıldığı ve bu dargınlığın (ilâ) tam bir ay sürdüğü hepimizin malûmu.

Yukarıda bahsi geçen dargınlığa yol açan sebepler, bir kısım kaynaklarda ele alınmaktadır. Buharî ve Müslim'de dargınlığın sebebi, biraz farklı anlatımlarla da olsa, şöyledir:

Rasûlullah, her ikindi namazım kıldıktan sonra, sırasıyla ha­nımlarına uğrar ve her biriyle başbaşa sohbetler (ikindi sohbeti) yapardı. Bir gün sohbeti sırasında eşi Cahş kızı Zeynep (r.a.), ken­disine akrabaları tarafından hediye edilmiş olan baldan şerbet yaptı ve Peygamber'in tam ayrılacağı sırada O'na ikramda bulun­du. Rasûlullah, bal ve helvayı çok sevdiği için bu ikramı geri çevi­remedi, bu yüzden de diğer hanımları Hz. Aişe ve daha sonra da Hafsa (r.a.) ile sohbeti gecikti. Bu, kendilerinde bir kıskançlığa yol açan her iki validemiz söz birliği ettiler: Rasûlullah yanlarına gel­diğinde, «megafir»denen ve kötü bir kokusu olan bitki suyundan içmiş olduğunu söyliyeceklerdi, Öğle de yaptılar. Hz. Peygamber, kendisinde kötü kokuya yol açtığı düşüncesiyle bal şerbeti içme-meye and içti ve bunun üzerine Allah O'nu:

«Ey peygamber! Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi, hanımları­nın hoşnudluğu için, niçin haram ediyorsun?»(Et-Tahrîm, 66/1) ayetiyle uyardı. Allah'ın helal ettiği bir şeyi O'nun haram etme salâhiyeti bulunmamaktaydı. Bu duruma yol açtıkları için Hz. Peygamber, hanımlarıyla arayı açtı.[114]

Müslim'de yer alan bir diğer hadisten anlaşıldığına göre, dar­gınlığın sebebi nafaka meselesidir. Burada konuşan Hz. Ömer, olayı şöyle anlatır: Kendisi Hz. Peygamberi ziyarete gider ve ha­nımları da yanında olduğu halde Rasûlullah'ı çok durgun vaziyet­te görür. Havayı yumuşatmak ve Peygamberi de güldürmek için söze başlar:

«Ey Allah'ın Rasûlü! Bir görseydin, Harice kızı (kendi kızı Hafsa) benden nafaka istedi de ben de O'na dikildim ve boynunu büküverdim, deyince Hz. Peygamber gülüverdi ve (gördüğün gibi bunlar, benim çevremde, nafaka isteyip duruyorlar,) dedi. Bunun üzerine (orada bulunan) Ebû Bekir, doğı-uldu da Aişe'yi boynun­dan itti. Ömer de Hafsa1 yi boynundan itiverdi ve her ikisi kızları­na şöyle seslendiler:

«Siz Hz. Peygamber'in yanında olmayan şeyler istiyorsunuz ha!»

Bunun üzerine O'nun bütün hanımları, Allah'a yemin ederiz ki bundan böyle hiçbir zaman «Rasûlullah'tan, O'nun yanında ol­mayan şeyler istemeyeceğiz.» dediler. Sonra Hz. Peygamber, ha­nımlarından bir ay ayrı kaldı da Ahzab Sûresi'nin 28-29. ayetleri nazil oldu.[115]

Yukarıdaki anlatım tarzına bakılırsa hanımları. Hz. Peygam-ber'den fazla bir nafaka istemişlerdir. Nafaka hukukuna aykırı olarak O'nun, hanımlarını tamamen aç bırakması gibi bir şey dü­şünülemez. Buharî'de ve diğer pek çok kaynakta geçtiğine göre,

«Peygamber (s.a.v.), Nâdiroğulları hurmalığından elde ettiği mahsulünü satar ve bu (para ile) ailelerinin bir yıllık ihtiyaçlarını ayırırdı. Geri kalanı da devlet malına katardı. Peygamber bunu hayatı boyunca böyle yaptı.»[116]

Adı geçen arazi, hicri 4. yılda ele geçirilmişti; oysa bu anlaş­mazlık 9. yılda oldu ve bu arada O'nun eline ganimet ve fey' huku­ku gereğince Hayber, Fedek ve diğer bir kısım bölgelerden ziraata elverişli yerler daha geçmiş bulunuyordu. Hz. Peygamber'in, açlı­ğa karşı bir teminat olarak evinde daima hurma bulundurduğu anlaşılıyor. Âişe (r.a.) bize O'nun şöyle bir sözünü nakleder:

«Ey Âişe! İçinde hurması olmayan bir evin halkı açtır, dedi ve O, bu sözünü iki kere tekrarladı.»[117]

Hz. Peygamber'in hanımlarıyla arasının açılması hâdisesine ve sebepleri hakkındaki görüşlere genişçe yer veren Kurtubî (ö. 671 H.) bunları şöyle sıralamaktadır:

a) Hanımları O'ndan dünya malı istediler.

b) Fazla nafaka istemişlerdir.

c) Birbirlerini kıskanarak O'na eziyet etmişlerdir,.

d) Hanımlarından biri Hz. Peygamber'den altun bir yüzük is­temiş, Resûlullah da ona gümüşten bir yüzük yaptırmış ve üstünü altunla kaplatmıştır. Bu hanımı, yüzüğü altundan yaptırmadığı gerekçesiyle O'ndan uzak durmuştur.[118]

Bunlardan kıskançlık hariç, diğer görüşler hemen hemen aynıdır ki bunların tümü birden birikerek böyle bir anlaşmazlığa sebebiyet vermiş olabilirler.

Kur'ân-ı Kerim'de,az Önce Müslim hadisi münasebetiyle de­ğindiğimiz Ahzab sûresinin 27-29. ayetlerinde Peygamber (s.a.v.) hanımlarının, O'ndan —bizim hanımlarımızın yaptıkları gibi— ileri seviyede müreffeh bir hayat istemeleri hadisesine temas edil­mektedir. Bu ve müteakip ayetlerde aynen şöyle deniliyor:

«Onların (gayr-i müslimlerin) yerlerine, yurdlar\na, malları­na ve henüz ayak basmadığınız diğer araziye de sizi mirasçı yaptı. Allah her şeye tam olarak kadirdir.

— Ey Peygamber! Zevcelerine de ki: Eğer siz dünya hayatını ve onun zinet (ve ihtişamhnı arzu ediyorsanız, gelin size boşanma bedellerini vereyim de hepinizi güzellikle salıverelim.

— Eğer Allah'ı, Peygamber'ini ve âhiret yurdunu diliyorsa­nız şüphe yok ki Allah, içinizden güzel hareket edenler için büyük bir mükafat hazırlamıştır.

— Sizden kim de Allah'a ve Peygamberine itaat eder, iyi amelde bulunursa ona da mükâfatını iki kere veririz. Hem biz ona çok şerefli bir rızık da hazırlamışızdır.»

Burada 27. ayette İslâm devletine saldıranların yurdlarının ve mallarının müslürnanlarm eline geçtiği ve daha da geçeceği an­latılmaktadır. Ondan sonraki ayette ise, Rasûlullah'm hanımları, validelerimizin, —harama kaçmadan bile olsa— yüksek bir ya­şantı hevesi içinde oldukları dile getirilmekte ve böyle bir hayata kavuşturulmalarıyla Rasûlullah'm hanımı olarak kalma şıkla­rından birini tercihte serbest olacakları anlatılmaktadır. Fakat onlar, yukarıda verdiğimiz hadislerde de açıkça ifade ettikleri gibi Allah ve Rasûlünü hiçbir şeye değişmemişler ve yanlış hareket et­tiklerinin şuuruna varmışlardır. Bu anlaşmazlık da böylece ka­panmış gitmiştir. Allah hepsinden razı olsun. [119]

 

4. Peygamber Ailesinin Sofrası
 

a) Hz. Peygamber'in Sofra Âdabı
 

Burada Hz. Peygamber'in mirasına geçmeden önee O'nun sof­rasından bahsedeceğiz.[120] Rasûlullah'm sofralarını, a) Aile sofra­sı, b) Fakirlere ve misafirlere çıkardığı sofra, d) Siyasî sofraları ol­mak üzere üç ana kısma ayırmak mümkün olmaktadır. Biz bura­da esas ağırlığı O'nun aile sofrasına vereceğiz.

Sofra, alın terinin Kadının en çok çıkarıldığı bir yerdir ve sof­ra başı vakti, bir ailenin en mutlu zamanlarından biridir. Eğer şü­kür ve kanaat yoksa, o zaman sofra acı sofralara dönüşür; Allah'a şükür ve ailenin de mutluluğu vesilesi olmaktan çıkar. Sofra, haram ve helallerin de en çok kol gezdiği mahaldir. Müslümanın sofrasında, tabağında, tasında ise harama yer yoktur. O'nun sof­rasına konulan, daima ibadet aşkıyla kazanılmış olan rızıktır. Rasûlullah'm sofrası yiyecekler bakımından fakir ve fakat muh­taçlara yardım ve Allah'a şükür bakımından sofraların en zengini olmuştur. O'nun sofrasına haram hiç sokulamamıştır. Şimdi biz O'nun mütevazı sofrasını teferruatiyle ele alacağız.

Hz. Peygamber de herkes gibi bazı yemekleri diğerlerinden daha çok severdi. Fakat O, beğenmediği bir yemeği kötülemezdi ve kötülemnesini de yasaklamıştı. Buharî ve Müslim'de O'nun bu tutumu şöyle anlatılır:

«Rasûlullah, hiçbir zaman, hiçbir yemeği kötülemezdi. Eğer canı çekerce yer, hoşlanmadıysa bırakırdı.[121]

 

B) Peygamber Sofrasında Sevilen Ve Yenilen Yiyecekler:
 

Hz. Peygamber'in sevdiği yemeklere gelince, daha önce de söylediğimiz gibi O, bal ve diğer tatlıları çok severdi. Et suyu ile yapılan bir çorbaya ekmek doğrayıp kaynatılarak hazırlanan tirit (serid) yemeği O'nun en çok sevdiği yemeklerdendi. Hatta O, hanı­mı Âişe validemizi bile bu yemeğe benzetmiştir.[122] Tam kıvama gelmemiş hurma ile karpuz yemek de hoşlandıkları arasındadır. Salatalığı (hıyarı) tuzlayıp yemek de âdetidir. Hiç söylemeğe gerek yok ki, o devirde en çok yenilen et yemekleridir ve bu tür ye­mekler Hz. Peygamber'in aynen tirit gibi en çok sevdiği yemekler arasındadır. Soğuk içecekler de —tabiatiyle buzdolabı soğuklu­ğunda değil— en çok sevilenler arasındadır.[123]

Şüphesiz ki Arabistan'da herkesin olduğu gibi Peygamber Ai­lesi'nin de en başta gelen besin kaynakları hurma ve arpadır. Hur­ma, bu yarımadada açlığa karşı bir teminat olmuştur. Peygamber (s.a.v):

«Ey Âişe! İçinde hurma olmayan evin hane halkı açtır»[124] der­ken işte bu gerçeği dile getirmişlerdir. Rasûlullah1 in arazilerin­den elde edilen de ancak hurma ve arpa olarak görünüyor. Fakat bu ailenin, sadece hurma ve arpa ekmeği yediğini söyleyemeyiz. Bir önceki konuda kaydettiğimiz gibi Rasûlullah hicrî 4. yılda ele geçirdiği Nâdiroğulları arazilerinden elde ettiği mahsulünü satıp paraya çeviriyor ve bundan ailelerinin bir yıllık nafakalarım ayı­rıyordu. Bölgenin imkanlarıyla sınırlı da olsa parayla çeşitli şey­ler almak mümkün olacaktır. Bu yerlerden elde ettiği mahsulü ay­nen evine getirdiği,...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

15 Ocak 2015, 18:01:00
Bahrişan 8

Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 308


« Yanıtla #2 : 15 Ocak 2015, 18:01:00 »

HZ.Muhammed de ailesi fzla zengin değillerdi
allah razı olsun paylaşımdan
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı
15 Ocak 2015, 18:12:36
Gülbahar Aktay
Öğrenci Grubu
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 581



« Yanıtla #3 : 15 Ocak 2015, 18:12:36 »

Peygamberimiz (asm) evlilikten evvel ticaretle uğraşmış, evlilikten sonra Hz. Hatice (ra) validemizin serveti ile ticareti devam ettirmişti. (bk. Salih Suruç, Peygamberimizin Hayatı, Mekke devri, s, 143)

Buna göre, Peygamber Efendimiz  (asm) çocukluğunda çobanlık yapmış, gençliğinde ise zaman zaman ticaretle meşgul olmuştur. Peygamber olduktan sonra ise Allah’ın gönderdiği İslam dinini yaşamış ve anlatmıştır. Bütün hayatı bu hizmetle geçmiştir.

Peygamberimiz (asm) bir dinin ve ümmetin sorumlusudur. Bu nedenle hayatın her yönünü içine alan bir vazife yapmıştır. O savaşlarda baş komutan, idarede ümmet-i muhammedin idarecisi, problemlerin çözümünde hakim, dünya ve ahiret işlerinin tanziminde bir öğretmen olmak gibi her konuda bir lider özelliğiyle yaşamış ve hizmet etmiştir.

Bu nedenle savaşlardan elde edilen ganimetlerin belirli bir kısmını aldığından, geçimini kimseye el açmadan karşılamıştır. Ancak O ticaret, ganimet gibi nedenlerle servet sahibi olacak kadar zenginken bile fakir gibi yaşamıştır.

Ganimetlerin gelirinin belli bir oranının Peygamberimize (asm) ve onun ev halkına verilmesi ayetlerle belirlenmiştir. Çünkü O'na ve ev halkına zekat düşmemektedir. Buna rağmen o bir çok zaman aç kalmış, açlıktan karnına taş bağladığı olmuştur. Kendilerine gelen teberrükleri hep fakirlere dağıtmıştır. Onun hayatını insafla okuyan kimse bunun sayısız misalleriyle karşılaşır.

Peygamberimiz (asm) İslâm'ın bütün dünyaya duyurulmasına çalışırken, fetih ve zafer gibi pek çok nimete de mazhar olmuştu. Fakat bu fetihlerden sonra fethedilen şehre ve topraklara girerken asla gurura kapılmıyor, büyük bir tevazu içinde yol alıyordu. Hiçbir merasime ihtiyaç duymadan sade bir şekilde şehre giriyordu.

Yahudilerin en büyük kalesi ve yerleşim bölgesi olan Hayber'i fethettiğinde Peygamberimiz (asm), yuları ipten olan bir merkebin üzerinde olduğu halde şehre girmişti. Halbuki o anda Arabistan'ın en verimli toprakları eline geçmiş, hazineleri dolduran ganimete sahip olmuştu.

Yine Peygamberimiz (asm) Mekke'nin fethi üzerine şehre girerken, muzaffer bir komutan olduğu halde, yine hiçbir şekilde gurura kapılmamıştı. Devesinin üzerinde Yüce Allah (c.c.)'a karşı başını önüne o kadar eğmişti ki, tevazuundan sakalının uçları neredeyse devesinin semerine değmekte idi. Bu halde iken söyle dua ediyordu:

"Allah (c.c.)'ım, hayât ancak âhiret hayâtıdır."

Veda Haccına giderken, sırtında sadece dört dirhem değerinde bir kadife parçası, devesinin üzerinde ise semer yerine yırtık bir şilte bulunuyordu. Bu durumda bile riyaya kaçar endişesiyle şöyle dua ediyordu:

"Allah (c.c.)'ım, bu halimi riya ve gösterişten uzak kıl."

Halbuki o fakir de değildi. Koskoca orduları yenmiş, birçok yerler fethetmiş, çok miktarda ganimetler elde etmişti. Hatta bu haccında yüz deve kurban etmişti.

Peygamberimiz (asm) kendi ailesi arasında ve evi içinde de son derece mütevazı idi. Zaten çok sade bir hayât yaşardı. Zaman zaman ev işlerinde hanımlarına yardımda bulunurdu. Elbisesini yamar, ayakkabıları yırtıldığı zaman söküklerini diker, kendi hizmetini kendisi görürdü. Ev süpürür; deveyi bağlar, yemler, koyunları sağar; alışverişi kendisi yapar ve aldıklarını kendisi taşırdı. Hizmetçisiyle birlikte oturup yemek yer ve onunla beraber hamur yoğururdu.

Allah Teala’nın Son Elçisi olan Hz. Muhammed aleyhissalatü vesselamın tevazu örneklerinden bazılarını şunlardır:

Sevgili Peygamberimiz (a.s.m) tevazuun her çeşidini ve en idealini hayâtında göstermiştir. Kimsenin yapamadığı ve istese de ulaşamayacağı bir şekilde, tevazu ve alçak gönüllülüğün en makbulünü yaşamıştır. Yaratılmışların en üstünü, makam ve mertebece en yücesi olduğu, Kur'ân-ı Kerim'de Rabbi tarafından çeşitli defalar övüldüğü halde, hiçbir şekilde insanlar arasında peygamberlik imtiyazını kullanmamış ve kendisini onlardan üstün göstermeye çalışmamıştır.

Bu üstün ahlâkî vasfını kendi aile fertleri arasında gösterdiği gibi, sahabîleri içinde ve henüz İslâmiyeti kabul etmemiş kimselere karşı da belli etmekten asla çekinmemiştir. Böylece pek çok insanın hidayetine vesile olmuştur.

Cenab-ı Hak kendisini kral bir peygamber olmakla, kul bir peygamber olmak arasında serbest bıraktığında o, "kul bir peygamber" olmayı tercih edip kabul etmiştir. Bunun üzerine İsrafil Aleyhisselâm Peygamberimize, "Şüphesiz, Allah (c.c.), tevazu gösterdiğin için o hasleti de sana vermiştir. Kıyamet gününde insanların efendisisin. Yeryüzü yarılıp kabrinden çıkacak ve ilk şefaat edecek olan da sensin." demiştir. Bundan sonra Peygamberimiz (asm) uzanarak yemek yemedi. Ve

"Bir köle nasıl yemek yerse ben de öyle yemek yerim. Köle nasıl oturuyorsa ben de o biçimde otururum." diyordu.

Bir defasında asasına dayanarak sahabîlerin yanına geldi. Resulullah'ın geldiğini gören sahabîler hemen ayağa kalktılar. Bu hareketlerini tasvip etmeyen Peygamber Efendimiz (asm) onları ikaz etti:

"Acemlerin (diğer milletlerin) birbirlerini ta'zim ederek ayağa kalktıkları gibi, siz de benim için ayağa kalkmayın. Çünkü ben kulun yediği gibi yiyen, kulun oturduğu gibi oturan bir kulum."

Peygamberimiz (asm) çok defa elini öpmek isteyenleri ve kendisine aşırı derecede hürmette bulunanları da hoş karşılamazdı.

Bir alışverişi esnasında Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) de yanındaydı. Ebû Hüreyre'nin (r.a.) anlattığına göre:

Peygamberimiz (asm) mal sahibine aldığı elbisenin değerinden fazla bir fiyat öder. Daha sonra satıcı hemen Peygamberimizin eline sarılarak öpmek ister. Peygamberimiz elini çekerek şu ihtarda bulunur:

"Bu senin yaptığını Acemler krallarına yaparlar. Ben kral değilim. Ben sadece içinizden biriyim."

Ebû Hüreyre anlatmaya devam ediyor "Sonra elbiseleri aldı. Ben taşımak istedim. Fakat bana şöyle hitapta bulundu:

'Kişi, kendi eşyasını taşımaya daha lâyıktır. Ancak taşıyamazsa Müslüman kardeşi ona yardım eder."

Peygamberimiz (asm) kendi işini kendisi yapardı. İnsanların kendisine hizmet etmelerini istemezdi.

Âmir bin Rebia anlatıyor:

"Peygamber Efendimiz ile birlikte camiye gidiyordum. Yolda Peygamberimizin ayakkabısının bağı çözüldü. Ben hemen eğilip bağlamak istedim. Fakat Peygamberimiz ayağını önümden çekti ve şöyle buyurdu:

"Bu hareketin, başkasına hizmet gördürmek demektir. Ben başkasına hizmet gördürmeyi sevmem."

Peygamberimizin (asm) bu konudaki bir başka örnek davranışını Abdullah bin Abbas anlatıyor:

"Peygamber Efendimiz, ne suyunun hazırlanmasını, ne de herhangi bir fakire sadaka vermeyi başkasına bırakmazdı. Abdest suyunu kendisi bizzat hazırlar ve bir fakire sadaka vermek istediği zaman bizzat kendi elleriyle verirlerdi."

Abdullah bin Cübeyr'in anlattığına göre, bir gün Peygamberimiz (asm) ashabıyla birlikte yürüyerek bir yere gidiyorlardı. Hava çok sıcak olduğundan, ashabdan birisi, elbisesini Peygamberimizin başının üzerine kaldırarak gölgelemek istedi. Bunu gören Peygamberimiz, "Bundan vazgeç. Ben ancak bir insanım." buyurdu ve elbiseyi alıp indirdi.

Peygamberimiz (asm) kendisini görenlerin bir kral zannıyla çekinip titremelerini uygun bulmaz, onları teskin ederek rahatlatırdı.

Bir gün bir zat Peygamberimizin huzuruna gelince, peygamberlik heybetinden titremeye başladı. Bu sahabîsinin halini gören Peygamberimiz, "Kendine gel, ben bir hükümdar değilim. Ben ancak Kureyş kabilesinden kurumuş tuzlu ekmek yiyen bir kadının oğluyum." buyurdu.

Gerçekten de Peygamberimizi (asm) ilk defa gören, heyecanlanırdı. Fakat daha sonra ondaki şefkati, yüzündeki tebessümü görünce rahatlar, görüşüp konuşunca içindeki korku sevgiye dönüşürdü.

Sosyal durumu ne olursa olsun; ister zengin ister fakir, ister dul bir kadın veya bir hizmetçi olsun, hangi halde bulunursa bulunsun, Peygamberimiz herkese eşit davranır, basit yaşayışından, fakir ve hizmetçi oluşundan dolayı kimseyi aşağı görmezdi. Onların da diğerleri gibi ihtiyaçlarını görür, hiç gurura kapılmazdı.

Peygamberimiz (asm)'deki üstün tevazuu gördükten sonra Müslüman olan Adiy bin Hatim, Peygamberimizle olan ilk anlarını şöyle anlatmaktadır:

"Peygamber Aleyhisselâmın yanında akraba, kadın ve çocuklarının bulunduğunu gördüğüm zaman, anladım ki, onda ne Kisra'nın (İran hükümdarı), ne de Kayser'in (Bizans kralı) saltanatı var.

"Resulullah benimle birlikte evine giderken yolda zayıf ve yaşlı bir kadına rastladı. Kadının yanında da küçük bir çocuk bulunuyordu. Kadın onu karşıladı ve durdurdu. O da durup bekledi.

"Bizim senden bir isteğimiz var' dediler. Resulullah onların ihtiyaçlarını uzun uzun konuştu. Kendileriyle birlikte gidip, işlerini gördükten sonra geldi.

"İçimden kendi kendime, 'Vallahi, bu zat hükümdar değildir.' dedim. Sonra beni evine götürdü. İçi hurma lifi dolu derinden bir minder alarak bana uzattı ve:

"Buyur, buna otur.' dedi.

"Ben, 'Hayır, siz oturun' dedim.

"O, 'Hayır, siz' diye tekrar ettiler. Oturdum. Kendisi de kuru yere oturdu."

Peygamber Efendimiz (asm) herkesle ilgilenirdi. Hiç kimseye üstten bakmazdı. Öyle ki çoğu insanların dönüp bakmadığı, yüz vermediği kişilerin dahi isteklerini yerine getirirdi. Çünkü Peygamberimizin gayesi insanlara faydalı yolları göstermekti.

Medine'de ağzı bozuk, şuna buna çatarak sövüp sayan, ağır ve kaba lâflar söyleyen bir kadın vardı. Bu kadın bir gün Peygamber Efendimizin (asm) yanından geçerken Resulullah bir seki üzerinde oturmuş haşlanmış et yiyordu.

Kadın: "Şu adama bakın. Bir köle gibi yere oturmuş ve kölelerin yemek yiyişi gibi yemek yiyor." dedi.

Peygamber Efendimiz: "Benden daha köle olan bir köle var mı?" dedi.

Kadın: "Kendisi yiyor da bana vermiyor." dedi.

Peygamber Efendimiz: "Gel, sen de ye." buyurdu.

Kadın: "Kendi elinl...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Kainatta en yüksek hakikat imandır, imandan sonra namazdır.
15 Ocak 2015, 18:17:18
Yunus Emre

Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 499



« Yanıtla #4 : 15 Ocak 2015, 18:17:18 »

peygamber efendimizin durumu pek iyi deilmis ama yinede sukretmis evi felanda iyi deilmis ama sukretmis fazla yemegide yokmus ama sukretmis fazlasini istememis
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Her Anımızda Allah için Niyet Edelim ( Allah için )  Yerken , İçerken , Giyerken , Çıkarırken , Gezerken , Dinlenirken Bakarken , Duyarken , Yatarken , Kalkarken , Otururken , Okurken , Yazarken ve daha nicesinde... ( Allah için ) Niyet Edelim.
Sayfa: [1] 2   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes