๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Asrı Saadette İslam => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 04 Ekim 2010, 13:17:10



Konu Başlığı: Asr-ı saadette hristiyanlarla ilişkiler
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 04 Ekim 2010, 13:17:10
ASR-I SAADETTE HIRÎSTİYANLARLA İLİŞKİLER


Dr. Nadir Özkuyumcu
 

(Dokuz Eylül Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi, izmir)

Nadir Özkuyumcu 1961 yılında Manisa'da doğdu. İlk, orta ve lise tah­silini aynı şehirde tamamladı. 1982-83 öğretim yılında İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. 1985 yılında "Hz. Pey­gamber Devrinde Yahudilere Karşı Güdülen Siya­set" konulu yüksek lisans tezini, 1993 yılında da "Fethinden Emevîlerin Sonuna Kadar Mısır ve Kuzey Afrika" konulu doktora tezini tamamlaya­rak "Doktor" unvanını aldı.

1985 yılından bu yana Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Araştırma Görevlisi olarak Çalışmaktadır.[1]

 
GİRİŞ
 

Hıristiyanlık, îsraüoğullanndan Hz. îsa'ya ve onun getirdiği dine inananlara verilen bir addır. Kur'an-ı Kerim'de Hz. îsa'ya ve ona verilen dine ait pek çok ayetler bulunmaktadır.

Yahudiler dinî konularda pekçok ihtilaflara düşüp tevhid aki­desini terketmişlerdi. Ayrıca yaşadıkları Filistin bölgesinin Ro-malılar'm hakimiyeti altında olması, bu putperest Romalılar'ın kendilerine pekçok işkenceler yapması Yahudileri, kendilerini kurtaracak yeni bir peygamber, bir kurtarıcı, bir Mesih bekleme­ye itmişti, işte Hz. îsa böyle bir ortamda, Filistin bölgesinde, Cenâb-ı Allah'ın "ol" demesiyle, babasız olarak Meryem'den dün­yaya gelmiştir.

Hayatta iken kendisine pek az taraftar ve müntesip bulan Hz. İsa'nın getirdiği hıristiyanlık dini, ancak onun ölümünden sonra kendisine inanan az sayıdaki havarileri vasıtasıyla geniş kitlelere yayılabilmiştir. Ancak onlar da kendi aralarında ihtilaflara düş­müşler ve çeşitli mezheplere ayrılmışlardır, islâm'ın geldiği dönemde Batı Roma ve Doğu Roma'da (Bizans'ta) hıristiyanlık resmî din idi. Ancak Batı Roma mezhep olarak katolikliği benim­serken, Doğu Roma (yani Bizans) değişik mezhepleri bünyesinde bulundurmaktaydı.

Bizans imparatorluğuna bağlı Istanbulda, Ermeni, Süryanî, Habeş ve Kıptî kiliseleri, herbiri müstakil durumdaydılar. Bun­lardan Arap yarımadasına yakın bölgeler olan Mısır ve Habeşis­tan'da yerli halk monofizik inanca sahipti. Kudüs hristiyanları ise teslis inancına sahiptiler. Bunlar zaman zaman kendi aralarında mücadeleler yapmaktaydılar. Bu sebeple Bizans imparatoru Kos-tantin, toprakları üzerinde yaşayan ve farklı mezheplere bağlı bu hristiyanları, bir araya getirmek ve imparatorluk dahilindeki bütün insanları aynı mezhep ve inanç etrafında toplamak için Kadıköy konsülünü toplamış ve onlara Monofîziklik ile Teslis'i bir nevi orta yolda birleştiren bir fikir ile Diofizikliği (Melkiliği) ilan ettirmiştir. Melkilik, krala bağlı, kral taraftarı demek olup, ıstıla-hen; kralın fikrine dayanılarak ortaya atılan yeni bir hristiyanlık fırkası, mezhebinin adıdır. Ancak Kostantin bunda başarılı ola­mamış ve her bölgede bu defa daha fazla mücadeleler meydana gelmiştir. Bu yeni mezhebi benimseyenler de olmuştur. Hz. Pey­gamberin tebliğe başladığı yıllarda, Arap yarımadasının Kuze­yinde meskun Gassaniler bunlardandır. Onlar Melkîliği (dionzik-liği) benimsemişler ve Bizans tarafından yeni mezhebi yayması için Mısır'a vali olarak tayin edilen Mukavkıs ile iyi ilişkiler kur­muşlardır.

Bu arada Arap yarımadasının güneyindeki hıristiyanlara da temas etmek istiyoruz. Güneyde, bilhassa Necran'da hıristiyan nüfus yoğunluktaydı. Hz. Isa dininin buraya ne zaman ve nasıl girdiği kesin olarak bilinmemekle beraber, Habeşliler yoluyla so­kulduğu kuvvetle muhtemeldir. Buna göre onların da monofizik olduklarını söylemek mümkündür.

Bu konuda son olarak uhdud hadisesine dikkat çekmek isti­yoruz. Kur'ân-ı Kerim'in de andığı bu hadise[2] İslâm tarihi kay­naklarında teferruatlı olarak anlatılmakta ve yahudi Zu Nuvas'm hıristiyanları kazdırdığı çukurlarda diri diri yaktırdığı acıklı bir şekilde anlatılmaktadır.[3]

 
Birinci Bölüm


MEKKE DÖNEMİ


1. Kur'ân-I Kerim'de Hıristiyanlar Ve Hıristiyanlık
 

Mekke'de nazil olan pekçok ayette Hz. İsa ve Hıristiyanlık hakkında bir hayli malumat bulunmaktadır.

Cenâb-ı Allah, Hz. Peygamber'e indirdiği birçok mekkî ayet­te, Hz. İsa'yı, annesi Hz. Meryem'i, Hz. isa'nın getirdiği yeni dini ve İncili, Hz. İsa'ya tâbi olan hıristiyanlarm zaman içinde bu dini tahrif etmeleri vb. gibi konularda bilgi vermektedir. Bu gibi konu­lar, tarihî bilgi vermenin yanında, Hz, Peygamber'e (s.a.v.); önceki peygamberlerin hayatlarını tanıtması, onların örnek alınması, inanmayanların kendisine yaptıklar), ezâ ve cefalara katlanması ve onların hayatlarına ibretle bakarak teselli bulması bakımla­rından da önem arzetmektedir. Yine bu gibi konularda ve ayetler­de biz; Hz. Peygamberin (s.a.v.), Mekke döneminde hıristiyanlar hakkında ne kadar bilgiye sahip olduğunu, Cenâb-ı Allah tarafın­dan vahyedildiği kadarıyla onlara karşı nasıl bir siyaset takip ede­ceğini de öğrenmekteyiz.

Bu sebeple biz de burada; öncelikle, Kur'ân-ı Kerim'de hıristi-yanlarla ilgili olarak yer alan ayetleri ve bu ayetlerin bizlere aktardığı bilgilere yer vermek istiyoruz. Konuyu ele alırken, ilk olarak Mekkî ayetleri, daha sonra Mekke'deki Hz. Peygamber hı­ristiyan münasebetlerini, tarihî rivayetlerde bize aktarılmış olan bazı uygulamaları yazıya dökeceğiz.

Cenâb-ı Allah Meryem sûresinin 17 ile 37. ayetleri arasında Hz. Peygamber'e (s.a.v.); Hz. Meryem'in, durumundan bahset­mekte ve Hz. İsa'nın babasız dünyaya gelişini anlatmaktadır. Bu ayetlerde; öncelikle Meryem'in ailesinden ayrılıp şark tarafında bir yerde uzlete çekildiği,[4] uzlete çekildiği bu yerde kendisine

Cebrail'in (a.s.) gönderildiği ve onun Hz. Meryem'e tam bir insan şeklinde göründüğü,[5] Hz. Meryem'in bundan çok ürktüğü ve ken­disine fenalık yapmasından korktuğu bu kişiden Allah'a sığındı­ğı,[6] Cebrail'in (a.s.) ise kendisinin Allah'ın bir elçisi olduğunu söy­lediği ve ona, Allah'ın günahlardan temizlediği bir oğlan çocuğu­nu müjdelemeye geldiği,[7] Hz. Meryem'in buna tepki gösterdiği ve iffetli bir kadın olduğu halde, kendisine hiçbir erkek eli dahi değ­memişken oğlunun olamayacağını, söylediği,[8] Cebrail'in de, bunu Rabbinin, insanlara bir ayet ve rahmet kılmak için istediğini ve zaten işin olup bittiğini ve Meryem'in Hz. Isaya hamile kaldığını söylediği,[9] bunun üzerine Meryem'in babasız olarak bir çocuğa hamile kaldığının öğrenilmesini istemediği için ailesinden uzak bir yere gittiği,[10] derken doğum sancısının tuttuğu ve onun bir hur­ma ağacına dayanıp, utancından dolayı "keski, bundan evvel öley-dim, unutulup gideydim" dediği,[11] ancak Rabbinin onu yalnız bı­rakmadığı ve aşağısından gelen bir nida ile, Rabbinin, onun için bir su arkı vücuda getirdiği, ondan içmesi ve hurma ağacını silke­leyerek dökülen taze hurmaları yemesinin istendiği, bundan son­ra da doğumun gerçekleştiği, şayet insanlar kendisini görecek olurlarsa, Allah'a, konuşmama orucu adadığını söylemesinin istendiği[12] anlatılmaktadır. Daha sonra Hz. Meryem'in Hz. îsa'yı kucağına alarak kavminin yamna döndüğü bildirilmekte ve kav­minin bu işe şaştığı belirtilerek; Meryem'i iffetsizlikle suçladıkları[13] haber verilmektedir. Bunun üzerine Hz. Meryem hiç konuşmadan oğlu Hz. isa'yı işaret etmiş ve kendisini suçlayan­lara, yeni doğan oğlu ile konuşmalarım istemiştir. Karşısındaki­ler, henüz beşikte bulunan bir sabi ile nasıl konuşacaklarını söyle­yince,[14] Hz.. îsa dile gelmiş ve "Ben hakikat Allah'ın bir kuluyum. O, bana kitap verdi. Beni peygamber yaptı."[15] "Nerede olursam olayım beni mübarek kıldı. Bana hayatta bulunduğum müddetçe namaz (kılmam)ı, zekat (vermem)i emretti."[16] "Beni anneme hürmetkar kıldı. Beni bir zorba, bir bedbaht yapmadı."[17] "Doğdu­ğum gün de, öleceğim gün de, diri olarak (kabrimden) kaldırılaca­ğım gün de selâm (ve selâmet) benim üzerimedir."[18] demiştir.

Bundan sonraki ayetlerde Cenâb-ı Allah, hıristiyanlarm Hz. isa'nın babasız doğumunu, O'nun Allah'ın oğlu olduğu şeklindeki yanlış yorumlarını ve inanışlarını düzelterek Hz. Peygamber'e (s.a.v.) şöyle vahyetmektedir: "işte hakkında şek (ve ihtilâf) et­mekte oldukları Meryem oğlu İsa Hakk kavlince budur."[19] "Allah'ın evlat edinmesi (hiçbir zaman) olmuş (şey) değildir. O, münezzehtir, O, bir işi (n olmasını) dileyince ona " der, o da olu­verir."[20] Meryem sûresinin 37. ayetinde ise Cenâb-ı Allah; Hz. isa'dan sonra hıristiyanlarm kendi aralarında ihtilafa düştükle­rini ancak büyük günde, yani kıyamet gününde o kafir olanlara çetin bir azab tattırılacağım[21] da bildirerek, Mekke'de nazil olan Meryem süresindeki, Meryem ve Isâ kıssasını bitirmektedir,

Mekkî olan Meryem sûresinde Hz. Isa ve hıristiyanlarm durumlarından bu kadar teferruatlı olarak bahsedilmesi, Mek­ke'de önemli sayıda diyebileceğimiz bir hıristiyan varlığını aklı­mıza getirmekedir. Bu hıristiyan varlığının kimler olabileceği hakkındaki fikirlerimizi ileride ele alacağız.

Hz. Meryem ve Hz. Isa hakkında, Mekkî olan muhtelif sûrelerde de bazı ayetler bulunmaktadır. Bu ayetlerde; Mer­yem'in ırzım ve namusunu bir kale gibi koruduğu, ona Allah katından bir ruh üflendiği ve hem Meryem'in, hem de Hz. isa'nın durumunun âlemler için bir ibret olduğu,[22] Meryem'in hamilelik dönemini oturmaya elverişli ve akarsuyu bulunan bir tepede ge­çirdiği,[23] Hz, isa'nın apaçık delillerle, ayetlerle Allah'ın dinini teb­liğ ettiği ve israil oğullarına bir peygamber olarak gönderilişinin sebebini; "ben size gerçek hikmeti getirdim. Bir de hakkında ihtilaf edegeldiğiniz şeylerden bazısını size açıklayayım diye (gel­dim). Artık Allah'tan korkun, bana tâbi olun."[24] şeklinde açıkladı­ğı, getirdiği dinin yahudilikten farklı olmadığı ve bütün insanla­rın Rabbının aynı Rab, aynı Allah olduğu, ancak O'na kulluk edi­lerek doğru yolun bulunabileceği zikredilmektedir. Yine Zuhruf sûresinin müteakip ayetinde Meryem ve Hz. İsa'nın doğumu kıs­sasının bitiminde olduğu gibi, Hz. İsa'dan sonra, hıristiyanların doğru yoldan çıktıkları, pekçok gruplara ayrıldıkları ve bu yüzden kıyamet günü acıklı bir azaba çarptırılacakları açıklanmakta­dır. Önce iman edip de sonradan Allah'a eş koşan hıristiyanların mutlaka hesaba çekileceği [25]de bildirilmektedir.

Kur'ân-ı Kerim'de hıristiyanların Hz. İsa'dan sonra icad et­tikleri Ruhbanlığa da temas edilmektedir. Bu konuda Cenâb-ı Al­lah, Meryem oğlu İsa'yı bir peygamber olarak gönderdiğini, O'na İncil'i verdiğini ve ona tâbi olanların kalplerine bir şefkat ve mer­hamet koyduğunu bildirmektedir. Ancak onların, Allah üzerleri­ne farz kılmadığı halde Hz. İsa'dan sonra ruhbanlığı[26] ihdas ettik­lerini, bunu önceleri sırf Allah'ın rızasını kazanmak için yaptıkla­rım, fakat hakkıyla riayet edemediklerini[27] de açıklayan Cenâb-ı Allah, onların içlerinden pekçok iman edenlere mükafatlarını ver­diğini, pek çoğunun ise doğru yoldan saptığını[28] zikretmektedir.

Kur'ân-ı Kerim'de zikrettiğimiz bu ayetlerden başka, İslâm'ı kabul eden hıristiyanlardan da bahsedilmektedir. Medine'ye hic­retten az önce veya hicret sırasında nazil olan Kasas süresindeki bazı ayetlerde bu hususa temas edilmektedir.[29]

 
2. Bi'set'ten Önce Hz. Peygamber'in Hıristiyanlarla Münasebeti
 

"Bizonların, "ona bir insan öğretiyor!"dediklerini biliyoruz. Hakk 'tan saparak kendisine yöneldikleri adamın dili acemi (yani yabancı diD'dir. Bu ise apaçık Arapça bir dildir."[30]

Bu ayet Mekkeli müşriklere cevap olarak nazil olmuştur. Ayet-i kerimenin de işaret ettiği gibi Mekkeli müşrikler, peygam­berlik kendisine verildikten sonra, Islâmiyeti yayma faaliyetleri­ne başlayan Hz. Peygamber'in (s.a.v.) karşısında yer almışlar ve ilahî vahyi inkar ederek, onun bir insan kelamı olduğunu iddia et­mişlerdir.

Bu ayet Mekkî olup, muhteva itibariyle de Mekke'deki bir du­rumu bize bildirmektedir. Bu da, Mekke'de ehl-i kitap olan, fakat Arap olmayan, aynı zamanda ilahî vahye vâkıf ve dinî bilgisi olan bir şahsın varlığı ve Hz. Peygamberin de bu şahıs ile ilişkide oldu­ğudur.

Bu ayetin tefsirinde Taberî ve Zemahşerî değişik ravi zincirle­riyle naklettikleri rivayetlerde Mekke'de demircilik yapan hıristi-yan bir kişinin varlığından bahsetmektedirler. İncil'in yanında onun Tevrat da çok iyi bildiği bu rivayetlerde zikredilmekte, Hz. Peygamber'in de bu şahsın yamna sık sık gittiği ve onunla sohbet ettiği haber verilmektedir.[31]

İşte Mekke'li müşrikler de Hz. Peygamber'in bu durumunu bildikleri için, ona vahyolunan ilahi kelamı, uydurma ve insan sözü diyerek reddetmişlerdir. Müşriklerin bu iddiaları karşısında Cenâb-ı Allah bu ayeti kerimeyi vahyederek, Hz. Muhammed'e (s.a.v.) vahyedilenin kesinlikle insan kelamı olmadığım ifade etmiş ve bunun en büyük delilinin de, Mekke'deki o hıristiyamn Arap olmadığını ve Arapça'yı iyi konuşamadığım, halbuki kendi­sine indirilenin apaçık bir Arapça olduğunu beyan etmesidir.

Bi'set'ten önce, Hz. Peygamber'in hıristiyanlarla münasebet­lerine dair burada zikredebileceğimiz bir rivayet de, rahip Bahirâ hadisesidir. Bilindiği gibi Hz. Peygamber yetim kaldıktan ve dedesi Abdülmuttalib de öldükten sonra, amcası Ebu Talib'in himayesi altına girmişti. Kervanla ticareti yapan Ebu Talib, he­nüz dokuz yaşlarında olan yeğeni Muhammed'i de yanına alarak Suriye tarafına alış-veriş için gitmişti. Kudüs ve Dımeşk arasında olan Busra'ya geldiklerinde, bir kiliseye yakın bir yerde konakla­mışlardı. Bu sırada, kilisenin rahiplerinden Bahirâ, Ebu Talib'in kervanını görmüş ve onları yemeğe davet etmiştir. Bahirâ'nm, bu kervanı kilisede yemeğe davet etmesinin sebebi olarak, islâm ta­rihi kaynaklarında pekçok rivayet nakledilmiştir.

Bunlar: Rahip Bahirâ'mn küçük Muhammed'i görmesi ve O'nun son peygamber olarak gönderileceğini sezmesi, bir bulutun Muhammed'in (s.a.v.) üzerinde, onu daima gölgelendirmesi vb. dir.[32] Hulasa, rahip Bahirâ, Hz. Muhammed'i (s.a.v.) tanımış ve ona izzet ve ikramda bulunmuştur. Ancak, henüz dokuz yaşların­daki Hz. Muhammed'in daha sonraki yıllarda rahip Bahirâ ile bundan başka bir ilişkisini kaynaklarımız bize nakletmemekte-dirler.[33]


3. Bi'set'ten Sonra Hz. Peygamber'in Hıristiyanlarla Münasebeti

 

Hz. Peygamber'in, Nübüvvetinin başlangıcında da bir hıristi-yan ile ilişkisini görmekteyiz. Vahyin başladığı ve Melek Cebra­il'in kendisine göründüğü zamanlarda dehşet ve korkuya kapılan Hz. Muhammed (s.a.v.), kendisine şeytan veya cinlerin musallat olduğundan şüphelenmiş, zevcesi Hz. Hadice'ye durumunu anlat­tığında o, Hz. Peygamberi hıristiyan olan yeğeni Varaka b. Nevfel'e götürmüştür. "O sırada görmez bir kimse olan Varaka, Muhammed (s.a.v.)'ın başına gelenleri kendisinden dinlemesi üzerine şöyle bir beyanda bulunmuştur:

"Hayır! Bu durum tam manasıyla Musa'nın İVamus'undaki gibidir. Bu asla şeytanî bir şey olamaz. Sen ilahî tebliğ vazifende bir çok güçlüklere uğrayacağın zamana kadar yaşayacak olur­sam, seni himaye edeceğim ve elimden gelen her şekilde sana arka çıkacağım."[34]

Hz. Peygamber'in Mekke döneminde hıristiyanlara bazı mü­nasebetleri olduğunu İslâm tarihi kaynaklarından öğrenmekte­yiz. Bunlar;                                                

a) Kasas Sûresinde işaret edilen ve müslüman olan hıristi-yanlar,

b) Habeşistan hicreti ve bu sebeble Hz. Peygamber'in Habeş Necaşî'sine gönderdiği mektup,

c) Bunlardan başka bir de; müslümanların Mekke döneminde kitap ehline bakış açısını gösteren ve Rum sûresinde de temas edi­len Bizans-Sasanî savaşını burada zikredebiliriz.

Şimdi bu konuları sırasıyla ele almak istiyoruz.[35]

 
a) Müslüman Olan Hıristiyanlar
 

Hz. Muhammed'in peygamber olarak gönderildiği haberi Ha­beş mristiyanlarma ulaşınca, onlar içlerinden yirmi kadar kişiyi, yeni dini araştırmaları için Mekke'ye göndermişlerdir. Onlar Hz. Peygamberi Kabe'de bulmuşlar ve yanma giderek getirdiği yeni din hakkında bazı sorular sormuşlardır. Hz. Peygamber onların bu sorularını cevapladıktan sonra, onlara Kur'ân-ı Kerim'den ba­zı ayetler okumuştur. Kur'ân'ı dinlerken ağlamışlar ve bu arada Hz. Peygamber'in yaptığı daveti kabul ederek müslüman olmuş­lardır. Cenâb-ı Allah onların bu hallerini Kur'ân-ı Kerim de şöyle yad etmektedir:

"Andolsun ki, biz onlar için, nasihat kabul etsinler diye sözü (ayetleri) birbiri ardınca inzal edip durmuşuzdur.

Bundan evvel (yani Kur'an'dan evvel) kendilerine Kitap ver­diğimiz (nice kimseler vardır ki) onlar buna (Kur'ân'a) inanıyor­lar.

Onlara (Kur'ân) okunduğu zaman "Buna inandık. Şüphesiz ki bu, Rabbimizden (gelen) bir haktır. Hakikat, biz bundan evvel de İslâm'ı kabul etmiş kimselerdik." dediler.

işte bunlara, sabr (ve sebat) ettiklerinden dolayı, mükafatları iki defa verilecektir. Bunlar kötülüğü iyilikle defederler, kendile­rini rızıklandırdığımız şeylerden (hayra) harcarlar."[36]

Habeşli bu hıristiyanlar islâm dinini kabul ettikten sonra ge­ri dönmek üzere Hz. Peygamber'in yanından ayrılmışlardır. Bu sı­rada onları takip eden ve müslüman olduklarım gören Ebu Cehil ile bir grup arkadaşı, peşlerinden giderek Ibn Hişam'm nakline göre, onlara yetişmişler ve şöyle demişlerdir:

"Allah sizin gibi bir kafileyi matlubuna nail etmesin. Arkanız­da dininizde olanlar, sizi gönderdiler ki onlar için araştırasmız da, onlara bu adamın haberini götüresiniz. Dininizden ayrılmadan onun yamnda oturamadımz. Onun dediği şeyde onu doğruladmız, tasdik ettiniz. Sizden daha ahmak bir kafileyi bilmiyoruz. (Veya buna benzer bir şeyler söylediler.)"

Ebu Cehil ve arkadaşlarının sataşmalarına karşı islâm'ı ka­bul eden Habeşliler şöyle cevap vermişlerdir:

"Selam size! Size sövmüyoruz. Bizimki bize, sizinki size... Biz kendimizden iyiliği kısamayız."[37]

Onların bu cevapları Kur'ân-ı Kerim'de de yer almış ve Cenâb-ı Allah bu durumu bizlere şöyle bildirmiştir:

"Bunlar yaramaz lakırdılar işittikleri zaman ondan yüz çe­virdiler ve 'Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size aiddir.

Bize selam (olsun) Biz cahillerle ilgilenmeyiz' derler."[38]

 
B) Habeşistan İle Münasebetler
 

Hz. Peygamber (s.a.v.) islâm'ı tebliğe başladıktan sonra, ge­rek kendisi gerekse müslümanlar Mekkeli müşriklerden ağır iş­kenceler görmeye başlamıştadır. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) Cenâb-ı Allah'tan gelen ilahî müsaadeyle bazı müslüman-ların Habeşistan'a hicret etmelerini istemiştir. Bu konuda nazil olan ayet-i kerimeler şöyledir:

"Haksızlığa uğratıldıktan sonra, Allah yolunda hicret eden kimseleri, andolsun ki, dünyada güzel bir yerde yerleştiririz. Ahiret ecri ise daha büyüktür, keşke bilseler. Onlar sabreden ve yalnız Rablerine güvenen kimselerdir.[39]

Bu ayetler geldikten sonra Rasûlullah (s.a.v.) müslümanları toplamış ve onların Habeşistan'a hicret edebileceklerini söylediği konuşmasında, bir hıristiyan olan Habeş Necaşi'sini de övmüştür. Hz. Peygamber'in konuşması şöyledir:

"Habeşistan'a gidecek olursanız, orada bir kral var ki, yanın­da kimse zulme uğramaz. Orası adalet yurdudur, taki Allah için­de bulunduğunuz duruma bir çıkış yolu göstersin,"

Böylece ikisi hariç, diğerlerinin tamamı Kureyş'ten olmak üzere dördü kadın toplam 15 kişi, Allah Rasûlü Hz. Muhammed (s.a,v.)'in amcasının oğlu Cafer b. Ebi Talib başkanlığında bi'setin beşinci senesi Receb ayında Habeşistan'a hicret ettiler.

Hz. Peygamber (s.a.v.) bu müslümanlarla birlikte Habeş Necaşî'sine bir de mektup göndermiştir. Çok samimi bir hava için­de kaleme alındığı anlaşılan bu mektup şöyledir:

"Amca tarafımdan yeğenim olan Ca'fer'i beraberinde az sayı­da bir müslüman topluluğuyla birlikte sana doğru hemen yola çı­karıyorum. O sana varır varmaz onlara misafirperverlik göster." Bu mektup gayet samimi olan kişilerin birbirlerine yazabile­cekleri bir üslup taşımaktadır. Buna göre acaba biz Necaşî'nin islâm'ı kabul ettiğini düşünebilir miyiz? Veya Habeşistan'a gelen ve müslüman olan heyet Necaşî'ye islâm'ı arzedip, onun da islâm'ı kabul ettiği, daha sonra, Necaşî'nin bir elçilik heyeti daha gönde­rip müslüman olduğunu Hz. Peygamber'e bildirdiğini kabul ede­bilir miyiz? Bu konu cevapsız olarak önümüzde durmaktadır.

islâm tarihi kaynaklarının bildirdiğine göre, Habeş Necaşî'si bu müslümanlara çok iyi davranmıştır. Bu arada Mekke'de mey­dana gelen bir hadise, Garanîk hadisesi müşriklerin islâm'ı kabul ettikleri anlamında algılandı ve Habeşistan'a hicret eden müslü-manlar, yaklaşık bir ay sonra Mekke'ye döndüler. Ancak duru­mun, kendilerine ulaşan bilgi gibi olmadığını anlayınca, bi'setin altıncı yılında ikinci Habeşistan hicreti gerçekleştirildi.

ikinci Habeşistan hicretine 18'i kadın 103 müslüman katıl­mıştır.

Müslümanların ikinci defa, hem de kalabalık bir şekilde Ha­beşistan'a hicret etmeleri, Mekkeli müşrikleri endişeye şevket-misti. Onlar, bu mültecileri geri almak için hemen teşebbüse geç­mişlerdir. Bu amaçla; Amr b. el-As ve Abdullah b. Ebi Rebia'yı bazı hediyyeleıie Habeş Necaşisine göndermişlerdir.

Necaşî'nin huzuruna çıkan Amr ve Abdullah şöyle demişler­dir: "Bizden bir takım kısa görüşlü kimseler, akılsız çocuklar dinlerini bırakarak buraya geldiler, onlar sizin dininize de girmiş değiller. Ne bizim, ne de sizin tanımadığınız yepyeni bir din ortaya çıkardılar. O dine girdiler. Bunların babaları, amcaları, akrabala­rı eşraftandır. Bunları geri istiyorlar, bunların aklı ermiyor." Daha sonra da onlar gerek Necaşî'ye gerekse diğer dinî büyüklere, yani keşişlere ve rahiplere hediyyelerini sundular.

Keşişler ve rahipler hediyelerini aldıktan sonra müslümanla-nn iadesini isterlerken, Necaşî, öncelikle ülkesine hicret eden müslümanlann fikirlerini almayı uygun buldu. Onları çağırıp dinleri hakkında bilgi aldı. Bu konuda Ca'fer b. Ebi Talib söz almış ve öncelikle kendilerinin cahiliyyedeki durumlarım anlatmış, daha sonra da Hz. Muhammed'in kendilerine sunduğu iyilik ve güzelliklerden, İslâm'dan bahsetmiştir. O sözlerini şöyle tamam­lamıştır:

"... Bundan dolayı kavmimiz bize düşman kesildi. Bize türlü işkenceler yapmaya kalkıştılar. Bizi dinimizden çevirip yine put­lara ibadete zorladılar. Bize zulüm ettiler. Tazyik ve şiddetleri arttı. Bizimle dinimiz arasına giriyorlar. Allah ile kulu ayırmak is­tiyorlar. Biz de onlardan kaçarak sizin ülkenize sığındık. Sizi başkalanndan daha iyi gördüğümüz için burayı tercih ettik. Sizi emin ve güvenilir bulduk. Sizin yanınızda zulüm görmeyeceğimizi, haksızlığa uğramayacağımızı ümit ettik."

Necaşî, CaTer'in bu sözlerini dinledikten sonra Hz. Peygam­ber'e vahyolunan bazı ayetleri dinlemek istemiş, Ca'fer de ona Hz. isa'nın kıssasını anlatan şu ayetleri okumuştur: "Bunun üzerine (Meryem) ona (isa'ya) işaret etti. .. Biz dediler, henüz beşikte bulu­nan bir sabî ile nasıl konuşuruz. (Isa dile gelip) dedi ki: "Ben haki­kat Allah'ın bir kuluyum. O, bana kitap verdi. Beni peygamber yaptı." "Beni her nerede olursam mübarek kıldı. Bana, hayatta bulduğum müddetçe namaz (kılmam)ı, zekat (vermem)i emreti" "Beni anneme hürmetkar kıldı. Beni bir zorba, bir bedbaht yap­madı." "Doğduğum gün de, öleceğim gün de, diri olarak (kabrim­den) kaldırılacağım gün de selam (ve selamet) benim üzerimedir.[40]

Necaşî bu ayetleri dinledikten sonra, Mekkeli müşriklerin el­çilerine dönerek, müslümanlan teslim etmeyeceğim söylemiştir. Ancak Amr yılmamış ve yeniden söz alarak Necaşî'ye müslüman­lann Hz. Isa hakkında, kötü fikirlerere sahip olduklarını söyle­miştir. Bunun üzerine Cafer; Meryem sûresinde belirtildiği gibi Hz. isa'nın Allah'ın kulu ve peygamberi olduğunu, Ruhullahi ve kelimesi olduğunu ifade etmiştir. Necaşî, Cafer b. Ebi Talib'inbu konuşmasında çok etkilenmiş, müslümanlan teslim etmeyeceği gibi, onlan himaye edeceğini de Mekkeli müşriklere bildirmiştir. [41]

 
c) Rum Süresindeki Birkaç Ayet
 

"Elif-Lâm-Mîm. Rumlar yenildiler. En yakın biryerde, onlar bu yenilgilerinden sonra mutlaka yeneceklerdir. Üç ile dokuz yıl arasında (bu gerçekleşecektir), îş eninde sonunda Allah'a aiddir. îşte o gün inananlar, istediğine yardım eden Allah'ın yardımına sevineceklerdir. O güçlüdür, merhametlidir."[42]

Bu ayet-i kerimeler, müslümanlann ehl-i kitap olan hıristi-yanlara bakış açısını ve onlar hakkındaki hüsn-ü zanlannı göster­mesi bakımından önem arzetmektedir. Bu sebeple Rum sûresinde anlatılan bu olaya da burada temas etmek istiyoruz.

Bi'setin altıncı yılında M.S.616'da kitap ehli olan Bizanslılar, mecusî olan Sasanîlere yenilmişler ve Suriye, Anadolu'nun bir kısmı ile Mısır, hakimiyetlerinden çıkmıştı. îşte bu olaydan sonra, Mekkeli müşrikler, müslümanlan hafife almışlar, onlarla alay et­mişler ve "Sasanîlerin ehl-i kitap olan Rumları yendiği gibi, biz de sizleri yeneceğiz" demişlerdir. Bu ayetlerin tefsirim yapan müfes-sirler, müşriklerin bu şekildeki tavırlarından rahatsızlık duyduk­larını ve endişeye kapıldıklarını nakletmekte, bundan sonra da mü'minleri rahatlatmak üzere bu ayetlerin indirildiğini, rnüslü-manların da bu ayetlerde işaret edildiği üzere, ehl-i kitap olarak hıristiyan Rumların mecusî olan sasanîleri yenecek olmalarına sevindiklerini bildirmektedir.

Mekke döneminde Hz. Peygamberin hıristiyanlarla münase­betlerine dair bizim bulabildiğimiz bilgiler bunlardan ibarettir.

Medine dönemindeki münasebetler hakkında bilgi vermeden önce, hicret esnasında nazil olup, Hz. Peygamberin (s.a.v.) Medi­ne'de ehl-i kitab'a karşı ve dolayısıyla hıristayanlara karşı da ta­kip edeceği siyaseti göstermesi bakımından önem arzeden bir ayet-i kerime ile bu bölümü bitirmek istiyoruz. Cenâb-ı Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

"İçlerinden zulmedenler müstesna olmak üzere, ehl-i kitap ile en güzel bir şekilde mücadele edin ve şöyle deyin: "Biz bize indirile­ne de inandık, size indirilene de inandık. Bizim Allah'ımız da, sizin Allah'ınız da birdir. (Şu kadar ki) biz (ancak) O'na teslim olanlarız. (Biz O'nun müslümanlarıyız.)"[43]

 
İkinci Bölüm


MEDİNE DÖNEMİ


İslâm tarihi kaynaklarımız, Hz. Peygamber (s.a.v.) Mek­ke'den Medine'ye hicret ettiğinde, burada kitleler halinde yaşa­yan bir hıristiyan varlığından bahsetmemektedirler. Ancak Medi­ne'de Ebu Amir er-Rahib adında ve Hz. Peygamberin fasık dediği hıristiyan bir papazın varlığı kaynaklarımızda zikredilmektedir. Bu papaz, Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretinden sonra şehri terketmiş ve Mekke'ye yerleşmiştir. Mekke'de Hz. Peygamber (s.a.v.) ve islâm aleyhine, Mekkeli müşriklerle işbirliği yapmıştır. Hatta onun, Uhud savaşında, bazı arkadaşları ile beraber, müş­rikler safinda, müslümanlara karşı savaştığı da kaynaklarımızda nakledilmektedir.

Bu münferid hadise dışında Medine dönemi ile ilgili başka bir habere kaynaklarda rastlayamadık.

Bu arada "Medine Dönemini" ele alırken, "Mekke Dönemi" konusunda olduğu gibi, Medine döneminde hıristiyanlar ve hıris-tiyanlık hakkında nazil olan ayetleri müstakil bir başlık altında incelemeyeceğimizi belirtmek istiyoruz. Bu ayetlerin önemli bir kısmını, "Necran Hıristiyanlar! ile Münasebetler" konusunda zik­redeceğimiz için böyle bir yola başvurulmuştur. [44]

 
1. Hicrî 6. Yılda Hıristiyan İdarecilere Gönderilen İslâm'a Davet Mektupları
 
a) Bizans'a:
 

Yukarıda Birinci Bölümde zikrettiğimiz Rûm süresindeki ayetlerden anlaşıldığına göre Hz. Peygamber ve ashabı, mecusî-lere karşı hıristiyan Bizans'a sempati duymaktaydılar. Hz. Pey­gamberin Bizans'la bundan sonraki ilişkisi Hudeybiye dönüşün­de olmuştur.

Hudeybiye anlaşmasından sonra Medine'ye dönen Rasûlullah (s.a.v.) birçok devlet idarecisine mektup gönderip onları islâm'a davet etmiştir. Bunlardan biri de Bizans imparatoru Heraklei-os'dur. mektup şöyledir:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla!

Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed'den Rumlar'm krah He-rakleios'a:

Allah'ın selamı, hidayet yoluna girmiş bulunan kimse üzerin­de olsun! Buna göre ben seni islâm'a davet ediyorum, islâm'a gir, sonunda emniyet ve selamet içinde olursun, bunun için de Allah sana iki defa ecir verecektir. Şayet bundan kaçınacak olursan, sana tâbi olanların günahı da senin üzerinde toplanacaktır. trVe siz, ey kitap sahipleri, gelin sizinle bizim aramızda ortak olan bir kelimede, yani Allah'tan başka hiçbir tanrıya tapmamak, O'na hiçbir şeyi şerik ve ortak koşmamak, Allah'tan başka aramızdan hiçbir kimseyi amir ve efendi yapmamak hususunda birleşelim şayet onlar sırtlarını dönüp (bundan) kaçınacak olurlarsa şöyle deyiniz: Siz şahid olun ki kesinlikle bizler Allah'a itaat edip teslim olan müslümanlanz."

Mühür Allah Rasûl Muhammed"

Rasûlullah'm (s.a.v.) bu mektubunu Heraklieos'a götüren Dihyetu'l-Kelbî idi. Bize kadar ulaşan ıivayetlere göre, Herakleos Kudüs'te bulunduğu bir sırada mektubu bizzat Dihye'den al­mış ve okumuştu. Çağdaş islâm tarihi müelliflerinden Muham­med Hamidullah'm Ibnü'l-Cevzî'nin "el-Vefâ" adlı kitabından naklettiğine göre, Herakleios, yeni din ile yakından ilgilenmiş ve Hz. Peygamberin elçisi Dihye ile özel bir görüşme de yaparak:

"Benim tebeam Hıristiyanlığı terketmeye son derece karşıdır, düşmandır, aksi halde hemen islâm'ı kabul ederdim."

Bu rivayetin doğru olup olmadığını tam olarak bilemiyoruz. Ancak kesin olan bir husus vardır ki, o da Herakleios'un, islâm dini ile ilgilendiğidir. En azından o, Sasanî Kisra'sı gibi Mektubu yırtıp atmamış, elçiye ve Hz. Peygamber'e hakaret etmemiştir.

Hz. Peygamber'in hıristiyan Bizans ile daha som-aları da münasebetleri olmuştur. Ancak bu münasebetler artık savaşlar şeklinde olmuştur. Biz bu savaşları ileride ele alacağız. [45]

 
b) Mısır'a :
 

Hz. Peygamber'in Mısır ile münasebetleri hakkında kaynak­larımızda, O'nun Mukavkıs'ı islâm'a davet eden mektubu dışında bir bilgi bulunmamaktadır. Resûlullah'm (s.av.) Mukavkıs'a gön­derdiği mektup şöyledir:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla...

Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed'den Koptlarm valisi Mu­kavkıs'a:

Allah'ın selamı, hidayet yoluna girmiş bulunan kimse üzerine olsun! Buna göre ben seni islâm'a davet ediyorum, islâm'a gir, sonunda emniyet ve selamet içinde olursun, bunun için de Allah sana iki defa ecir verecektir. Şayet bundan kaçınacak olursan, bütün Koptlann günahı senin üzerinde toplanacaktır. "Ve siz ey Kitap sahipleri, gelin, sizinle bizim aramızda^ müşterek olan bir kelimede, yani Allah'tan başka hiçbir tanrıya tapmamak, O'na hiçbir şeyi şerik ve ortak koşmamak, Allah'tan başka aramızda hiçbir kimseyi amir ve efendi yapmamak (hususunda) birleşelim. Şayet onlar sırtlarını dönüp bundan kaçınacak olurlarsa, şöyle de­yiniz: "- Siz şahit olun ki, kesinlikle bizler, Allah'a itaat edip teslim olan müslümanlanz."

Mühür Allah Rasul Muhammed"

Mukavkıs, Hz. Peygamber'in bu mektubunu getiren Hatıb b. Ebi Beltea'yı beş gün misafir etmiş ve O'na çok iyi davranmıştır. O, Hatıb'ı misafir ettiği süre içinde, Hz. Peygamber'in sıfatları ve getirdiği din hakkında çeşitli sorular sormuştur. Daha sonra Medine'ye dönen Hatıb b. Ebi Beltea'nm yanma, kendi elçisi Ibn Cebri de vererek, Hz. Peygamber'e bir mektup ve çeşitli hediyye-ler göndermiştir. Mukavkıs'm mektubu şöyledir:

"Muhammed b. Abdillah'a,

Kobt valisi Mukavkıs'tan selam. Mektubunu okudum ve beni davet ettiğin şeyi anladım. Ben gelecek bir Nebî'nin daha olduğu­nu biliyorum, fakat onun Şam'dan çıkacağını zannediyordum. Se­nin elçine iyi davrandım. Sana, onunla Kıbtîler nezdinde büyük bir itibarı olan iki cariye ile bir elbise gönderiyorum, ayrıca bine-sin diye de bir katır hediye ediyorum. Selâm."

Hz. Peygamber, Mukavkısin hediyelerini kabul etmiş ve cari­yeleri islâm'a davet etmiştir. Sonra da islâm'ı ilk Önce kabul eden Mariye'yi nikahına almıştır. Bilindiği gibi Hz. Peygamber'in Ma-riye'den ibrahim adında bir oğlu olmuştur.

Kaynaklarımız Rasûlullah'm hıristiyan Mısır ile başka bir münasebetinden bahsetmemektedirler. [46]

 
c) Habeşistan'a :
 

Hz.Peygamber'in (s.a.v.) Mekke döneminde Habeşlilerle olan münasebetlerine birinci bölümde temas etmiştik. Burada da kısa­ca, Mekke döneminde başlayan ilişkinin, Medine dönemindeki gelişmeleri ve neticeleri üzerinde biraz durmak istiyoruz. Daha sonra da, Habeş Necaşi'sine gönderilen mektuplar üzerinde dur­mak istiyoruz.

Mekke döneminde Habeşistan'a gönderilen müslümanlar bu­rada kral Necaşi tarafından çok iyi karşılanmışlar ve uzun yıllar burada huzur ve güvenlik içinde yaşamışlardır. Ancak bu durum Habeşistan'daki bazı idarecilerde memnuniyetsizlik yaratmış, neticede bir iç isyan patlak vermiştir. Kaynaklarımız, müslüman-larm, bu iç savaş sırasında Necaşî'nin yanında yer aldıklarını ve -sükunet ve istikrar sağlandıktan sonra, birçok hediyelerle ödül-lendirildiklerini haber vermektedirler.

Ancak bu müslümanlar, hicri 7. yıldaki Hayber'in fethi sıra­sında geri dönmeden önce Habeşistan'da sıkıntılı günler de yaşa­mışlardır. Bizim kanaatimiz, Habeşistan'daki müslümanların geriye dönmeleri, oradaki rahat ve huzur ortamının bozulması ne­ticesinde olmuştur, işte bu noktada bir konu zihnimizi tırmala­maktadır. O da, Hz. Peygamberin gayet samimi bir üslup ile yaz­dığı mektubun muhatabı olan Necaşi'nin ölüp, yerine başka biri­nin başa geçmiş olması ihtimalidir. Kuvvetle muhtemeldir ki, müslümanlara iyi davranan ve onları himayesi altına almış olan, Necaşî ölmüş ve yerine geçen kişi müslümanlara eziyet etmeye başlamıştır. Nitekim, Hz. Peygamber'in (s.a.v,) ilk gönderdiği mektuptaki samimi ifadeler, ikinci defa gönderdiği mektubunda yerini sert ifadelere bırakmıştır. Ajanca Rasûlullah'm, Ölen Neca­şi'nin arkasından gıyabî cenaze namazı kıldırdığını dikkate ala­cak olursak, müslümanların iki değişik Necaşî ile muhatap olduk­larını söyleyebiliriz. Buna göre iki Habeş Necaşî1 sine iki ayrı mek­tup yazılmıştır. Birincisi, daha önce naklettiğimiz mektup olup, ölümünden sonra Hz. Peygamber'in cenaze namazı kıldırmasıyla müslüman olduğunu anladığımız Necaşi'ye gönderilendir, ikinci mektup ise, daha sonra başa geçen Necaşi'ye gönderdiği mektup­tur. Bu mektup şöyledir:

"Rasûlullah Muhammed'den, Habeşlerin kralı Necaşî'ye; Kendisinden başka tanrı olmayan, gerçek Hükümdar, (Kuddüs, Selam, Koruyucu, Kurtarıcı olan Allah'ın övgüsünü sana bildiri­rim. Tasdik edip şehadet ederim ki, Meryem oğlu Isa, Allah'ın Ru­hu ve Kelimesidir, ve (bu kelime) iffetli, namuslu, kendisine erkek dokunmamış, Meryem'e bırakılmıştır. Böylece O, isa'ya hamile olmuş ve Allah da onu, kendi Rûh ve Nefsinden olmak üzere, Ademi nasıl yarattı ise, onu da öyle yaratmıştır.

Seni Tek olan Allah'a çağırıyorum, ki O'nun hiçbir şeriki yok­tur; bana uy bana gelen şeye iman et. Zira ben Allah'ın elçisiyim. Bu duruma göre seni ve etrafındaki askerlerim Kadir ve Azim olan Allah'a davet ediyorum. Nasihat ve sözlerimi kabul etmenizi tavsiye ederim.

Selâm, gerçek hidayet yolunu takip eden kimselerin üzerine olsun."

Kaynaklarımız bu mektuptan sonra Hz. Peygamber ile hıris­tiyan Necaşî'nin başkaca bir münasebetinden bahsetmemekte­dirler. [47]

 
2. Necran Hıristiyanları İle Münasebetler
 

Hz. Peygamber'in Islâmiyeti Güney Arabistan a yaymaya başladığı sıralarda Necran bölgesinde hırıstıyanlıg! kabul etmiş topluluklar bulunmaktaydı. Bu hıristıyanlarm Haris b   Ka'b (Belharis) kabilesine mensuptu. Onlar Necran Kâbesi  diye şöhret bulan bir kiliseye de sahiptiler.

Rasûlullah Cs.a.v.) bunları İslâm'a davet ederek şu mektubu göndermiştir:

"Allah'ın elçisi Muhammed'den Necran papazlarına.

ibrahim, îshak ve Yakub'un Allah'ının adıyla..

Ben sizi, yaratıklara tapma yerine Allah'a ibadet etmeye çağı­rıyorum. Yine sizi, yaratıklarla olan ittifakınız yerine Allah'la itti­fak anlaşması yapmaya çağırıyorum. Şayet bunu kabul etmezse­niz cizye vereceksiniz, cizyeyi de reddederseniz sizinle savaşaca­ğım. ve's-Selâm"

Hz. Peygamberin bu mektubunu alan Necran liderleri, Medi­ne'ye gitmeye ve bizzat görüşmeye karar vermişlerdir.

Hicrî 9. yılda, Senetu'l-Vufud'da, başlarında Akib Uskuf ve Seyyidleri olduğu 60 kişilik bir heyetle Medine'ye gelmişlerdir. Akib: onların emirleri, başkanları idi. Uskuf: dinî liderleri, Sey-yid ise ekonomi ve seyahat işleri sorumlusu idi. Hz. Peygamberin yanma gelen heyette o zaman Akibleri Kinde kabilesinden Abdül-mesih, Uskufları Ebu Harise b. Alkame, Seyyidleri el-Eyhem idi.

Necran hıristiyanlan Medine'ye geldiklerinde Hz. Peygam­ber ve ashabı ikindi namazını henüz kılmışlardı. Onlar da ibadet vakitleri geldiği için, Mescid'e girip doğu istikametine yöneldiler ve ibadet etmeye hazırlandılar. Ashab-ı kiram onlara mani olmak istedi, ancak Hz. Peygamber, onların serbest bırakılmalarını ve ibadetlerini yapmalarına nıüsade edilmesini emretmiştir.

Daha sonra Necran heyeti adına dinî liderleri Ebu Harise ve emirleri Abdülmesih Hz. Peygamber ile görüştüler. Rasûlullah onları Islâmiyete çağırdı.

Onlar; "Biz, senden önce müslüman olduk" dediler. Hz. Pey­gamber "Yalan söylüyorunuz, sizi Islâmiyeti kabul etmekten üç şey alıkoymaktadır. Bunlar, domuz eti yemeniz, haç'a tapmanız ve Tanrı'nm oğlu bulunduğuna inanmanızdır." dedi. Bu defa on­lar; "O halde İsa'nın babası kimdir?" dediler.

Hz. Peygamber onların bu sorularına hemen cevap vermemiş ve susmuştur. Bir müddet sonra da Âl-i İmran sûresinin ilk sek-sendokuz ayeti nazil olmuştur. Biz bu ayetlerden, Hz. Peygamber ile Necran hıristiyanlan arasındaki münakaşa konularının neler olduğunu anlamaktayız. Ayrıca hıristiyanlık ve hıristiyanlar hakkında islâm'ın getirdiği bütün delil ve cevaplar da bu ayetler­de yer almaktadır. Bu sebeple biz, bu ayetlere burada bazen tam meal olarak, bazen de kısmî olarak atıflar şeklinde temas etmek istiyoruz.

Âl-i Imrân sûresi, Allah'tan başka tanrı olmadığı ve O'ndan gayri ilah bulunmadığına işaret etmekle başlamaktadır.[48] Bu ayette hıristiyanlarm, isa'nın Allah'ın oğlu olduğu ve O'nun da Tanrı olduğu şeklindeki iddia ve inançları reddedilmektedir. Bundan sonraki ayetlerde ise, Kur'ân-ı Kerim'in Tevrat ve incil'i tasdik eden bir kitap olduğu vurgulanmakta ve Kur'ân'a inanma­yanlara azap edileceği[49] vurgulanmaktadır.

Bundan sonraki ayetlerde inkarcıların halleri, görecekleri ce­zalar, tevbe ederlerse affedilecekleri ve Allah'ın çok merhametli ve bağışlayıcı olduğu bildirilir.

Tartışma konularından birinin de hıristiyanlarm Hz. isa'dan sonra aralarında anlaşmazlıklara düştükleridir. Bu sebepten on­ların azaba uğrayacakları da Kur'ân-ı Kerim'de ifade edilmekte­dir.[50]

Hz. Peygamber'e kendisiyle uğraşanlarla fazla uğraşmama­sını da tavsiye eden Cenâb-ı Allah şöyle buyurmaktadır; "Ey Muhammedi Eğer seninle tartışmaya girerlerse, 'Ben bana uyan­larla birlikte kendimi Allah'a verdim' de. Kendilerine Kitab veri­lenlere ve kitapsızlara: 'Siz de îslâm oldunuz mu?' de. Şayet îslâm olurlarsa doğru yola girmişlerdir, yüz çevirirlerse sana yalnız teb­liğ etmek düşer. Allah kullarını görür."[51] Bu ayetten sonra Cenâb-ı Allah mü'minlere olan tavsiyelerine devam ederek mü'minlerin müzminleri bırakıp kafirleri dost edinmemeleri gerektiğini emret­mektedir.[52]

Kullarına karşı şefkatli ve merhametli olduğunu da vurgula­yan Cenâb-ı Allah,[53] daha sonra Rasûlü Hz. Muhammed'in (s.a.v.) diliyle bu hıristiyanlara şöyle seslenmektedir: "Ey Muhammed de ki: 'Allah'ı seviyorsanız bana uyun, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah affeder ve merhamet eder."De ki: "Allaha ve peygambere itaat edin, yüz çevirirlerse bilsinler ki, Al­lah inkar edenleri sevmez."[54]

Âl-i Imrân sûresinin müteakip ayetlerinde, Hz. Peygamber ile Necran hıristiyanlarının arasındaki tartışma konuları arasın­da Hz. isa'nın doğumu, mucizeleri, getirdiği din, havariler ve ölü­mü gibi konuları görmekteyiz.

Hz. isa'nın doğumu konusunda, onun babasız dünyaya geldi­ği, beşikte iken ve yetişkinliğinde konuştuğu,[55] babasız doğumu­nun aynen Hz. Adem'in yaratılışmdaki gibi olduğu,[56] mucizeleri arasında; Tevrat'ı ve incil'i öğrendiği Allah'ın izniyle çamurdan kuş yapıp onu canlandırdığı, alaca hastalığına tutulanları iyileş­tirdiği, anadan doğma körleri görür hale getirdiği[57] zikredilmek­tedir. Getirdiği dinin ise Tevrat'ı tasdiklediği, ancak îsrailoğulla-rma daha önce haram kılman bazı şeyleri helal kıldığı,[58] havarile­rin ona iman ettikleri,[59] fakat O'na inananların içinden bazıları­nın hilebaz oldukları ve Hz, isa'yı Öldürmek istedikleri ve Allah'ın O'nu kurtardığı,[60] yani çarmıha germedikleri belirtilmektedir. Bu ayetlerin Necran hıristiyanlan ile yapılan görüşmeler sırasın­da nazil olduğu düşünülürse Hz. Peygamberin onlarla hangi ko­nularda tartışmaya girdiği tahmin edilebilir.

Bütün bu görüşmeler neticesinde tartışmayı hâlâ devam etti­ren hıristiyanlara karşı Cenâb-ı Allah kesin ve net ifadelerle hak­kı bulmaya çağırmıştır. Cenâb-ı Allah'ın mübahele ayetleri denen bu konudaki ayetleri mealen şöyledir:

"Ey Muhammedi Sana ilim geldikten sonra, bu hususta se­ninle kim tartışacak olursa, de ki: 'Gelin, oğullarımızı ve oğulları­nızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağı­ralım, sonra lanetleşelim de, Allah'ın lanetinin yalancılara olma­sını dileyelim:" "Şüphesiz bu anlatılanlar gerçek olaylardır. Al­lah'tan başka tanrı yoktur. Doğrusu Allah güçlüdür, Hakim'dir."

"Eğer yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah bozguncuları bilir.". "De ki: 'Ey Kitab ehli! Ancak Allah'a kulluk etmek, O'na bir şeyi eş koşma­mak, Allah'ı bırakıp birbirimizi rab olarak benimsememek üzere, bizimle sizin aranızda müşterek bir söze gelin." Eğer yüz çevirir­lerse: "Bizim müslüman olduğumuza şahid olun." deyin."[61]

Hz. Peygamberin (s.a.v.) bu meydan okuması karşısında şaş­kına dönen Necranlı hıristiyanlar: "Ey Ebu'l-Kasım! Durumumu­zu görüşmek üzere bize müsaade et. Daha sonra gelir, davet etti­ğin şey konusunda fikrimizi söyleriz." demişlerdir.

Necranlılar Hz. Peygamber'in yanından ayrıldıktan sonra Akibleri Abdülmesih'e ne yapacaklarını sordular. O da, Muham-med'in hak peygamber olduğunu ve onunla lanetleşen bir kavmin zürriyyetinin kesileceğim, bu sebeple bir anlaşma yolu arayıp Necran'a geri dönmek gerektiğini söylemiştir. Heyette bulunan diğerleri de bunu kabul etmişlerdir. Onlar Hz. Peygambere gelip şöyle demişlerdir:

"Ey Ebu'l-Kasım, biz seninle lanetleşmemeyi, seni dinin üze­rine barakmayı ve dinimiz üzere kalmayı uygun gördük. Biz sana istediğin şeyi vermek üzere, seninle anlaşma yapalım. Ayrıca; aramızda ihtilafa düştüğümüz şeyler hakkında hakemlik yapa­cak birini de bizimle birlikte gönder" dediler.

Böylece Necranlı hıristiyanlar dinlerinde kalmayı, fakat siya­si yönden Hz. Peygamber'in tebası olmayı kabul etmiş oluyorlardı. Neticede Hz. Peygamber onlarla aşağıdaki şu anlaşmayı yaptı.

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla...

Rasûlullah Muhammed'in üzerinde yetkili kılındığı Necran ahalisi ile, bütün meyve (mahsulleri), bütün sarı ve beyaz (yani al­tın ve gümüş), bütün kölelerle ilgili olarak yazıp tesbit ettiği yazı­dır; kendisi bütün bunları, (her biri bir ukye ağırlıkta) 2.000 elbi­seye mukabil onlara terketmiştir. Bunun 1.000'i her yılın Receb ayında, diğer 1.000'i ise, her yılın Sefer ayında teslim edilecektir. Her bir elbise bir ûkye değerinde olacaktır. Vergi üzerinden yapı­lacak hesap sonucu, ûkye'nin tayin edilen miktardan az veya çok olması nazar-ı itibara alınacaktır. Ayrıca onlardan alınmış olan zırh, at, deve ve diğer eşyaların kıymeti kendi hesaplarına ilave edilecektir. Elçilerimi en çok bir ay müddetle müsafir etmek Nec-ranlılar'm vazifesidir.

Yemen'de bir savaş çıkarsa, Necranhlar, elçilerime 30 zırh, 30 at ve 30 deveyi ödünç olarak vereceklerdir. Ödünç alman bu şeyler telef olduğunda tazmin edilecektir.

Onların mallarına, canlarına, dinî hayat ve tatbikatlarına, hazır bulunanlarına ve bulunmayanlarına, ailelerine, mabetleri­ne ve az olsun çok olsun onların mülkiyetinde bulunan herşeye şamil olmak üzere Allah'ın ve Rasûlullah Muhammed'in zimmeti, Necranhlar ve onlara bağlı etrafındakiler üzerine bir haktır. Hiç­bir kimse, dinî vazifesinden, rahip rahipliğinden, papaz papazlı­ğından uzaklaştırılmayacaktır. Almış oldukları ödünçlerde îıiçbir faiz söz konusu olmayacaktır. Bu itaat ediş ve tâbi oluşlarından önce Cahiliyye zamanında kan davaları kaldırılmıştır. Cahiliyye-den kalma faizler toplanmayacağı gibi, kendilerinden Uşr yani ondabir ticaret vergisi de alınmayacaktır. Onların topraklarına askerî bir birlik ayak basmayacaktır. Aralarından biri hakkını aradığında, alacağım taleb ettiğinde, insafla hareket edilecek,on-lar ne zulüm yapacaklar, ne de zulme maı~uz kalacaklardır. Şayet bundan sonra onlardan biri faizli muamelelere girişirse, o benim zimmetimin dışında kalacaktır. Onlardan hiç kimse başkasının işlediği suç veya yaptığı haksızlıktan dolayı mes'ul tutulmayacak­tır.

Onlar, bu anlaşmaya uygun hareket edip taahhüd ettiklerini tam olarak yerine getirdikleri müddetçe, Allah bütün kuvvet ve kudretini göstereceği güne kadar olmak üzere Allah'ın himmeti ve Peygamberi Muhammed'in zimmetine nail olacaklardır.

Şahidler; Ebu Süfyan b. Harb, Ğaylan b. Amr, Benî Nasr'dan Malik b. Akra, b. Habis el-Hanzalî, Muğire b. Şube'dir. Bu yazıları Abdullah b. Ebi Bekr yazmıştır."[62]

Yapılan bu anlaşmadan sonra Hz. Peygamber, Ebu Ubeyde Amir b. Abdullah b. el-Cerrah'ı Necranlılarla birlikte göndermiş­tir. Hz. Peygamber ona şöyle demiştir; "Onlarla beraber git, ihtila­fa düştükleri konularda aralarında adaletle hükmet" Ebu Ubeyde de, bilhassa malî konularda, Necranhlar arasında hakemlik yap­mak üzere Necran'a gitmiştir.

Prof.Dr.Mustaia Fayda bu anlaşmayı değerlendirirken şöyle demektedir: "Böylece Necran hıristiyanları, bu anlaşma ile kendi dinlerinde kalmışlardır. Hz. Muhammed ise, bunlarla yaptığı anlaşma neticesinde, önce kendi siyasî ve askerî varlığını kabul ettirmiş; bu bölge ve çevresinde yaşıyan diğer kabile toplulukla-rıyle temas etmeye imkân bulmuştur. Ayrıca, Yemen ve Hadra-mevt yolu üzerinde yaşıyan Necranlı hıristiyanlarm muhtemel tehlikeleri bertaraf edilmiş ve kendilerinden alınan vergilerle de malî destek sağlanmıştır." [63]

 
3. Benî Tağlib Hıristiyanları İle Münasebetler
 

Benî Tağlib hıristiyanları Senetü'l-Vüfud'ta, yeni h. 9. yıl da [64]kişilik bir heyetle Medine'ye gelmişler ve Hz. Peygamber'in (s.a.v.), huzuruna çıkarak, kendisine tâbi olacaklarını bildirmiş­lerdir. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) onlarla Remle binti Ha-ris'in evinde bir anlaşma yapmıştır. Ibn Sa'd'm naklettiği bu an­laşma şöyledir:

"Beni Tağlib hıristiyanları dinlerinde (yani hıristiyanlıkta) kalacaklardır. .Onlar bu bu anlaşmadan sonra doğan çocuklaiını vaftiz etmeyeceklerdir."

Arap olan bu hıristiyan Tağlibliler'in Rasûlullah (s.a.v.) ile il­gili başka bir münasebet kaynaklarımızda bulunmamaktadır. [65]

 
4. Hıristiyanlarla Yapılan Savaşlar
 

a) Mûte Savaşı
 

Bizans'ın güneyinde Arap yarımadasının kuzeyinde yaşayan Gassaniler, tamamen olmasa da büyük çoğunluk itibariyle hıris-tiyanlığı benimsemişlerdi. Bunlardan başka aynı bölgede yaşa­yan Kelb, Tağlib, Lahm, Cüzam, Kayn Beliyy, Kudaa ve diğer bazı arap kabileleri de kısmen ya da tamamen hıristiyanlığı benimse­mişlerdi. Ancak bütün bu kabileler arasında Gassanîler en güçlü­leri idiler.

Gassaniler Bizanslılar (Rumlar) ile Sasanîler arasında Nino-va'da meydana gelen ve Rumları'm galip geldiği savaşta, Bizans'ın yanında yer almışlardı. îşte bu savaştan hemen sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) Gassanilerin başkam Haris b. Ebi Şemir'e bir mektup göndererek onu islâm'a davet etmiştir. Mektup şöyle­dir:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla...

Allah'ın Rasûlü Muhammed'den Haris b. Ebi Şemir'e...

Allah'ın selâmı, hidayet yoluna girmiş bulunan, Allah'a ina­nan ve bunu diliyle ikrar edenin üzerine olsun. Buna göre ben se­ni, senin mülkünün (yani ülkenin ve başkanlığının) senin elinde kalması için, hiçbir şeriki ve ortağı bulunmayan Bir ve Tek sıfatı­na sahip Allah'a inanmaya davet ediyorum.

Mühür Allah Rasûl Muhammed"

Haris b. Ebî Şemir mektubu alınca çok kızdı ve Medine üzeri­ne birasekrî sefer düzenleme tehdidinde bulundu. Ancak bu ger­çekleşmedi.

Bu arada Hz. Peygamber Filistin (Busra) valisine de bir mek­tup yazmış ve bu mektubu Haris b. Umeyr el-Ezdî ile göndermişti. Kızgın Gassanîler'den bir başka önde gelen kişi, Şurahbil b. Amr, Rasûlullah'ın (s.a.v.) elçisini yakaladı ve şehid etti. Elçisinin öldü­rülmesine çok kızan Hz. Peygamber (s.a.v.) Devletler Hukukunun apaçık ihlali demek olan bu hareketin karşısında, misilleme için 3.000 kişilik bir ordu hazırladı.

Hz. Peygamber'in üzerlerine 3.000 kişilik bir ordu gönderdi­ğini öğrenen Gassanîler, bu sırada bir merasim sebebiyle Ku­düs'te bulunan Bizans imparatoru Herakleios'tan yardım iste­mişler, o da çoğunluğu, yukarıda isimlerini verdiğimiz hıristiyan arap kabilelerinden olmak üzere, 100.000 (yüzbin) kişilik bir hı­ristiyan ordusunu müslümanlarm üzerine göndermiştir.

iki ordu h. 8. senede Mu'te de karşı karşıya gelmiştir. Bu müs-lümanlarla hıristiyanlarm karşı karşıya geldiği ilk savaştır. Burada Hz. Peygamber'in (s.a.v.) bir talimatına dikkati"çekmek istiyoruz. Rasûlullan bu orduyu gönderirken Zeyd b. Harise'yi ko­mutan tayin etmiş ve daha sonra şöyle demiştir: "Zeyd şehid dü­şerse, Cafer b. Ebi Talib kumandamnızdır. O da şehid olursa Ab­dullah b. Revaha komutanmızdır. O da şehid düşerse siz, aranız­dan razı olacağınız birini komutanlığa getiniz."

Zeyd b. Harise komutasındaki islâm ordusu, karşılarında bir anda 100.000 kişilik bir hıristiyan ordusu görünce oldukça sıkıntı­lı onlar yaşamış, fakat durumu Medine'deki Hz. Peygamber'e (s.a.v.) bildirme ve ondan gelecek talimata göre hareket etme im­kanına da sahip olamamışlardır. Ayrıca, bu büyük hıristiyan or­dusundan kaçmaları da, savaşa girmelerine mani olamayacaktı. Çünkü birbirlerine oldukça yakın bir durumdaydılar. Herhangi bir kaçma teşebbüsünde, hemen yakalanabilirlerdi.

îşte böyle bir durumda, Zeyd b. Harise 100.000 kişilik hıristi­yan ordusuyla savaşmaya karar vermiş ve hücuma geçmiştir. An­cak hemen şehid düşmüştür. Ondan sonra kumandayı Cafer b. Ebi Talib eline almış, fakat Habeşistan'dan bir yıl Önce dönmüş ve henüz otuz üç yaşlarında olan Hz. Peygamber'in amca oğlu olan Cafer de çok.geçmeden şehadet şerbetini içmiştir Cafer'den sonra İslâm ordusunun başına geçen Abdullah b. Revaha da bir müddet sonra şehid olmuştur. Arka arkaya üç komutanını şehid veren müslümanlar büyük bir sarsıntı geçirmişler ve bir panik başla­mıştır. Bu sırada sancağı eline alarak islâm ordusunun önüne ge­çen Bedir ehlinden Sabit b. Akfem, paniği bir an için önleyebilmiş ve daha sonra da, "... aranızdan birini komutan olarak seçiniz" de­miştir. Orduda bulunanlar, onu seçmek, istedilerse de, o, sancağı Halid b. Velid'e vererek, askerlere "... Halid'i komutan olarak seçi­yor muyuz?" deyip, olumlu cevap alınca da Halid'i öne geçirmiştir.

Halid b. Velid'in komutayı ele almasıyla savaşın seyri bir an­da değişmiştir. Halid, ordusunda bazı değişiklikler yapmış, sağ kanattakileri sol kanada, son kanattakileri sağ kanada almış, ön­cü birliğini arkaya, arkadaki birliği de öncü birliği yapmıştır. Ken­disi de merkezde yer alarak hıristiyan ordusuna ani bir baskın dü­zenlemiştir. Bu ani hücumu beklemeyen düşman ordusu, geri çe­kilmek zorunda kalmıştır. Asıl gayesi islâm ordusunu helak ol­maktan kurtarmak ve güvenli bir şekilde geri çekmek olan Halid b. Velid'e, bu savaşta kılıç dayanmamış ve rivayetlere göre tam do­kuz kılıç elinde parçalanmıştır. Hıristiyan ordusu henüz şaşkınlı­ğını üzerinden atamadan, Halid b. Velid ordusunu sahraya doğru geri çekmiştir. Düşman ise îslam ordusunu takibe cesaret edeme­miştir. Böylece Halid b.Velid îslâm ordusunu helak olmaktan kur­tarmış ve Medine'ye dönmüştür.

Bu savaştan sonra Medine'de bulunan bazı müslümanlar, Halid b. Velid ve ordunun Medine'ye dönmesini, düşman önünden kaçmak şeklinde yorumlayıp ayıplamışlar, onlara "kaçaklar ordu­su" demişlerdir. Ancak Hz. Peygamber (s.a.v.) bunun doğru olma­dığını vurgulayarak, Allah yolunda, elinde dokuz kılıç parçalanan Halid b. Velid'e "Seyfullah: Allah'ın kılıcı" lakabını vermiştir. [66]

 
b) Tebük Seferi
 

Hz. Peygamberin (s.a.v.) son askerî seferi olan Tebük Seferi h. 9. yılın Receb ayında olmuştur.

Gassanîlerin müslümanlara karşı savaş hazırlıklarına başla­dıkları şeklinde bir haber Medine'ye ulaşınca, Hz. Peygamber bu­na büyük bir tepki göstermiş ve müslüman arap kabilelerine ha­ber göndererek Bizans'la savaşmak üzere 30.000 kişilik bir ordu toplamıştır. O güne kadar, gideceği yeri hiç açıklamayan Hz. Peygamberin bu defa değişik bir yol takip etmesi ve hedefini, hem de Bizans'a karşı savaşım açıklaması büyük bir yankı uyandır­mıştır.

Bu sefer hazırlıkları sırasında müslümanlar büyük bir imti­hana tâbi tutulmuşlardır. Bazı müslümanlar, Bizans'a karşı sa­vaşmanın mümkün olmadığını savunarak, çeşitli bahanelerle or­duya katılmamayı tercih ederlerken, gayr-ı müslimler de Hz. Pey­gamber ve müslümanların böyle büyük bir işe kalkışmasını alayla ve maceraperestinde nitelendirmişlerdir. Ancak Kur'ân-ı Kerim, îslâm ordusuna katılmayanları münafık olarak ilan etmiştir. Te­bük seferi smasmda nazil olan Tevbe (veya Berae) suresinde bu konu ile ilgili pekçok ayet bulunmaktadır.

Hz. Peygamber (s.a.v.) hazırladığı 30.000 kişilik ordusuyla, kavurucu yaz güneşi altında, Tebük'e kadar gelmiş ve burada or­dugahını kurmuştur. Rasûlullah'm ordugahını Tebük'te kurması sebebiyle bu sefere "Tebük Gazvesi" denilmiştir.

Hz. Peygamber (s.a.v.) Tebük'e vardıktan kısa bir müddet sonra, Bizans'ın her hangi bir ordu hazırlamadığım, Medine'de al­dıkları istihbaratın yalan olduğunu anlamıştır. Bu sebeple burada herhangi bir savaş da meydana gelmemiştir.

Ancak Hz. Peygamber'in 30.000 kişilik orduyla Tebük'e gel­mesi, çevre yerleşim alanlarında bulunanları korkutmuş ve onla­rın Hz. Peygamber'in yanına gidip, islâm hakimiyetine girmeleri­ne sebep olmuştur. Bu cümleden olarak Eyle, Cerbâ, Ezrûh, Maknâ ve Maan bölgeleri islâm Devleti hakimiyetine girmişler ve herhangi bir savaşa gerek kalmadan kendi istekleriyle ve belli bir miktar yıllık cizye vermek üzere Hz. Peygamber (s.a.v.) ile anlaş­ma yapmışlardır. Bu bölgede bulunan Dümetü'l-Cenden ise Halid b. Velid komutasında düzenlenen bir sefer neticesinde hakimiyet altına alınmıştır. [67]

 
c) Dumetü'l-Cendel Seferi Ve Fethi
 

Tebük civarında Hz. Peygamber'e (s.a.v.) tâbi olmayan ve Mekke - Şam ticaret yolunda bulunan, halkı da, hıristiyan olan bir tek Dümetü'l-Cendel kalmıştı. Rasûlullah (s.a.v.), Mûte Savaşı sonrasında "Seyfullah" unvanını verdiği Halid b. Velid'i 420 sü­vari ile Dûmetü'l-Cendel üzerine göndermiştir.

Dümetü'l-Cendel hükümdarı Ukaydir b. Abdülmelik hıristi-yandı ve Bizansla iyi ilişkileri vardı, Hz. Peygamber (s.a.v.) Halid b. Velid'e Ukaydir'i yakalayıp getirmesini emretmiş, ancak Halid onun sağlam bir kaleye sahip olduğunu ve işinin zor olduğunu söy­lemiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber Halid'e Ukaydir'i çok ko­lay yakalayacağını, kaleyi ele geçireceğini müjdelemiştir.

Halid b. Velid, Rasûlullah'm (s.a.v.) bu müjdesini aldıktan sonra Dumetü'l-Cendel üzerine hareket etmiştir.

Bir gece vakti Dûmetü'l-Cendel'e varan Halid, Ukaydir'in maiyyeti ile birlikte tedbirsiz bir şekilde avlanmakta olduğunu görünce, gece karanlığından da istifade ederek onu yakalamıştır. Bu arada direnmek isteyen Ukaydir'in kardeşi Hassan öldürül­müştür.

Ukaydir'i esir alan Halid b. Velid, kaleyi teslim etmesi ve Rasûlullah'm (s.a.v.) huzuruna çıkması karşılığında kendisini öl­dürmeyeceğini söylemiş, bu teklifi kabul edilince de, onunla bir­likte önce, kaleye giderek burasını halkı ile birlikte teslim almış, sonra da onu Hz. Peygamberin yanına götürmüştür.

Hz. Peygamberin huzuruna süslü elbisesi ve boynunda haçı ile çıkan Ukaydır, müslüman olması için yapılan teklin reddede­rek dininde kalmayı tercih ve cizye vermeyi kabul etmiştir. Bunun üzerin Hz. Peygamber (s.a.v.) ona bir emanname vermiştir. Ukay-dir Ayrıca 2000 deve, 800 at, 400 cübbe, 400 mızrak vermeyi de ta-ahhüd edince serbest bırakılmıştır.

Böylece, Şam-Mekke ticaret yolu üzerinde bulunan ve çeşitli panayırların düzenlendiği Dumetül-Cendel de îslâm hakimiyeti­ne alınmıştır. [68]

 
SONUÇ
 

Hz. Peygamber'in (s.a.v.) hıristiyanlarla münasebetleri bi'setten Önce başlamıştır. O Mekke'de iken bazı hıristiyanlarla münasebetler kurmuş ve onlardan Tevrat ve İncil'i dinlemiştir. Bi'setten sonra ise, hıristiyanhk ve hıristiyanlar hakkındaki fikir­leri, nazil olan ayet-i kerimelerle şekillenmiştir. Bu dinin peygam­beri Hz. Isa, Meryem ve Hıristiyanlıkla ilgili daha pekçok komalar kendisine bildirilmiştir. O, putperestler karşısında, ehl-i kitap ol­maları sebebiyle, daima hıristiyanlar tarafında olmuştur. Bizans­lılarla -Sasaniler arasındaki savaşta (bkz. Rûm Suresi) ehl-i kitap olan Bizanslıların galip gelmelerini arzu etmiştir. Hz. Peygam­berin (s.a.v.) bu müsbet davranışları ve getirdiği yeni din hıristi-yan Habeşistan'da da yankı uyandırmış ve onlar sayıları yirmi ka­dar olan temsilcilerini Mekke'ye göndererek, Hz. Peygamber'i ve getirdiği esasları incelemişler, neticede islâm'ı kabul etmişlerdir.

Medine döneminde ise, hıristiyanlarla münasebetler ilk ola­rak hicri altıncı yılda başlamıştır. Kaynaklarımız, daha Önce hıristiyanlarla herhangi bir münasebetin olduğuna dair bilgi ver­memektedirler. 3u dönemde gerek Arap yarımadasında ve gerek­se Arap yarımadası'na komşu hıristiyan devlet ve idarecilerine islâm'a davet mektuplarının gönderildiğini görmekteyiz. Necran hıristiyanları ile olan münasebetler ise, hıristiyanlık, hıristiyan-lar, Hz. Isa ve daha pekçok konularda Âl-i îmrân sûresinin ilk 89 ayetinin inmesine sebep olmuştur.

Bu arada hıristiyanlarla, hıristiyanlığı kabul eden Gassanî-ler'in sebep olduğu bazı savaşlar da yapılmıştır. Bu savaşların en önemlisi Mu'te Savaşı olmuştur. Bu savaşta üç bin kişilik islâm ordusu, 100.000 kişilik hıristiyan ordusu karşısında başarılı bir mücadele yapmışlardır. Tebük seferi ise bizzat Hz. Peygamber'in

(s.a.v.) katıldığı, hıristiyanlara karşı yapılan son ve en büyük sefer olmuştur. Herhangi bir muharebenin olmadığı bu sefer sıra­sında, Kuzey Arabistan'daki pekçok yerleşim alanı Hz. Peygam-ber'e gelip, dinî yönden olmasa da siyasi yönden onun hakimiyeti­ni tanımışlardır.

Hz. Peygamber de (s.a.v.), onlara cizye vermeleri şartıyla ha­yat hakkı tanırken (Tevbe; 29) iman edenlere düşmanlık bakımın­dan, en şiddetli davrananların müşrikler ve yahudiler olduğunu sevgi bakımından ise müslümanlara en yakın olanların hıristi-yanlar olduğunu bildirmiştir. Bu konuda Cenâb-ı Allah'ın pey­gamberimiz Hz. Muhammed'e (s.a.v.) vahyettiği ayet-i kerime şöyledir:

"İnsanların, iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddet­lisi, andolsun ki, yahudilerle Allah'a eş koşanları (yani müşrikle­ri) bulacaksın. Onların iman edenlere sevgisi bakımından daha yakınını da, andolsun, "Biz Nasranîleriz" diyenleri bulacaksın. Bunun sebebi şudur: Çünkü onların içinde keşişler, rahipler var­dır. (Yani kendilerini ilim ve ibadete hasredenler ile Ahiret korku­suyla dünyayı terkedip kendilerini manastırlara hapsedenler). Şüphe yok ki, onlar (hakkı itiraf hususunda o derecede) büyükten-mek istemezler" (Maide, 82). [69]

BİBLİYOGRAFYA
 

Kur'ân-ı Kerim

Ibn Sa'd, Tabakatü'l-Kübrâ, I-IX, Beyrut 1960

Taberî, Tarihu'l-Ümem ve'l-Mulûk (thk.: Muhammed Ebu'1-Fadl ibrahim). I-XI, Beyrut 1967

Taberî, Camiu'l-Beyan an Te'vili'l-Kur'an, I-XXX Mısır 1373/1954(11. Baskı)

Zemahşerî, Keşşaf, Beyrut Tarihsiz.

Ibn Hişam, Sîre (thk: Mustafa es-Sakkâ ve iki arkadaşı), I-IV, Beyrut 1936

Belazurî, Fütuhu'l-Büldan (thk: Muhammed Eıdvan), Mısır 1932 (Trk. tere: Mustafa Fayda) Ankara 1987

Mustafa Fayda, îslâmiyyetin Güney Arabistan'a Yayılışı, Ankara 1982

Mustafa Fayda, Hz. Ömer Zamanında Gayr-ı Müslimler, istan­bul 1989

Mustafa Fayda, Allah'ın Kılıcı Halid b. Velid, istanbul 1990

Muhammed Hamidullah, îslâm Peygamberi, (Türkçe Tere: Salih Tuğ), I-II, istanbul 1980 (4. Baskı)

Muhammed Hamidullah, Mecmûatul-VesâikVs-Siyâsiyye IVl-AhdVn-Nebiyyi ve'l-Hilafeti'r-Raşide, Kahire 1941

Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, îsta-bul 1983.

Abidin Sönmez, Rasûlullah'ın Diplomatik Faaliyetleri ve Sulh Muahedeleri, istanbul 1984

izzet Derveze, Kur'ân'a Göre Hz. Muhammed'in Hayatı I. (Türk-çesi: Mehmet Yolcu), istanbul 1989

izzet Derveze, Kur'ân'a Göre Hz. Muhammed'in Hayatı -II, (Mek­ke Dönemi), (Türkçesi Mehmet Yolcu), istanbul 1989

M


Konu Başlığı: Ynt: Asr-ı saadette hristiyanlarla ilişkiler
Gönderen: Bahrişan 8 üzerinde 15 Ocak 2015, 18:05:44
hiristiyanların da ayeti olduğunu bilmiyordum ama hiristiyanlarda bazıları kötü değil allah razı olsun paylaşımdan