Konu Başlığı: Asr-ı saadette çevre bilinci Gönderen: Safiye Gül üzerinde 30 Eylül 2010, 14:48:19 ASR-I SAADETTE ÇEVRE BİLİNCİ (Ekolojik Sünnet) Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar (Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, Ankara) Mehmet Bayrakdar 1952 Yılında Beyşehir'de doğdu. Doktora tezini, 1978'de Sorbonne-Paris IV Üniversitesinde hazırladı. 1978-79 yıllarında Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye dairesinde görev yaptı. 1979'da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi oldu. Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde ders verdi. Eserleri: - Du Coeur â Toi - İslâm'da Bilim ve Teknoloji Tarihi - Kayserili Davud - Tasavvuf ve Modern Bilim - İslâm'da Evrimci Yaratılış Teorisi [1] Giriş EKOLOJİ VE EKOLOJİK SÜNNET KAVRAMLARI Konumuz, bugün fertlerin, cemiyetlerin ve hükümetlerin yakından ilgilenmek zorunda kaldıkları ekoloji veya çevrecilik denen olay ve faaliyetin kapsamına girebilecek Hz. Peygamberin öğreti, davranış ve fiillerini değerlendirmekdir. Bunun daha iyi anlaşılabilmesi için, genel olarak ekoloji veya çevreciliğin ne olduğu hakkında kısa bilgiler içeren bir girişle işe başlamayı uygun görüyoruz. Ekoloji, iki yunanca kelimeden türetilmiş bir kelimedir. Birincisi, ev ve içinde yaşanan mekân anlamına "Öikos" kelimesidir; ikincisi, başka anlamlarının yanında bilgi ve ilim demek olan "Logos" kelimesidir. O halde ekoloji kelimesi, basit sözlük anlamıyla ev bilgisi, mekân bilgisi veya çevre bilgisi demektir. Ekoloji kelimesini, 1873 yılında ilk türeten ve ilk kullanan, Alman zooloji bilgini E.K. Haeckel'dir. O, bu kelimeyi, canlı varlıkların ve organizmaların çevreleriyle ve birbirleriyle olan ilişkilerini niceleyen, genel biyoloji, zooloji, botanik ve jeoloji gibi ilimlere dayandırmak istediği özel bir bilim dalının adı olarak kullanmıştır. Ne var ki, onun bu kelimesi ve tasarladığı bu bilim dalı, zamanındaki ve daha sonraki bilim çevrelerinde bir ilgi uyandıra-nıarmştır. Ancak Batıdaki sanayi ve teknolojik gelişmelerinin sebep olduğu çevre krizinin, tüm canlılarla birlikte, insan varlığını bile tehdid eder bir duruma geldiğinin ve tabii dengenin bozulmaya yüz tutmasının şuuruna varıldığı son onbeş-yirmi sene içinde, ekoloji kelimesi ve onun ifade ettiği bilim yeniden gündeme gelmiştir. Bugünkü kullanımıyla ekoloji, canlı organizmaların, bitkilerdin ve hayvanların tabiî çevrelerindeki hayatını, inceleyen bir bilim dalı[2] olma gibi bir özel anlam, Türkçemize "çevrecilik" şeklinde tercüme edilebilecek olan batı dillerindeki environmenta-lizm kelimesiyle eşanlama gelen bir genel anlam kazanmıştır. Ekoloji Türkçemize, özel anlamıyla "Çevre-Bilim" veya "Çevre Bilimi" olarak genel anlamıyla ise, "environmentalizm" kelimesi gibi, tabiî çevreyi korumak anlamında "çevrecilik" olarak tercüme edilebilir. O halde, kısaca demek istersek, ister bilimsel ister popüler mahiyetteki her türlü çevrecilik, ekoloji kelimesinin anlamına dahil edilebilir, fakat ekoloji özel bir tabiî bilim dalı olarak çevrecilik değildir. Bugün ekoloji çevrecilik anlamıyla daha çok kullanılmaktadır. "Ekolojik Sünnet" tabirine gelince, daha önce de bir eserimizde kullandığımız ve tarif ettiğimiz gibi,[3] bununla biz, Hz. Peygamberin canlı varlıklara ve doğaya olan sevgisini, doğanın ve canlıların korunmasına ilişkin sözsel öğretisi ve fiilen yaptığı şeylerin bütününü, kısaca onun çevreciliğini kast ediyoruz. Burada, elden geldiği ölçüde ekolojik sünneti daha teferruatlı bir şekilde işlemeyi konu edindik. Ancak, doğrudan konumuza geçmezden önce, genel çevrecilikle ilgili bazı genel meselelere kısaca değinmek faydalı olacaktır. Bu, ekolojik sünnetin tarihi ve doktriner değerinin daha iyi kavranmasını sağlayacaktır. [4] Birinci Bölüm TARİHTE EKOLOJİ VE ÇEVRECİLİK I. Ekolojinin Eskiliği Çevre Bilim veya Çevre Bilimi anlamındaki ekolojinin konusunun, canlı organizmaların hayatı ve onların tabiî çevreleriyle ilişkilerini bilimsel açıdan incelemek olduğunu zikretmiştik. Böyle bir ekolojinin, ayrı bir bilim dalı olacak şekilde geliştirilmesi her ne kadar günümüzde yeni ise de, çevrenin, canlıların ve insanın hayatına etki ettiği gerçeği çok eski çağlardan beri bilinen bir husustur. O halde konusu bakımından ekoloji eskidir. Sözgelimi, Hippokrat "iklimler, Sular ve Mekanlar" hakkındaki yazılarında; Aristo, "Politika" adlı eserinde, îbn Sina "Urju-zat fi't-Tıbb" adlı eserinde, Câhız "Kitab al-Hayavan"mda, îbn Haldun "Mukaddime"sinde iklimin, havanın, suyun ve hatta yiyeceklerin insan varlığı ve diğer varlıklara etkisinden söz ederler. Aynı şekilde, Fisagor, el-Birunî, îbn el-Arabî gibi birçok düşünür, Doğada tabiî harmoni, ekolojik ve ekonomik dengenin varlığından söz ederler. Fakat, buna rağmen îslâmiyetten önce, özellikle tabiî çevreyi, canlı varlıkları koruma, hatta insanın içinde yaşaması gereken mekân biçiminin ve o mekânın yapısal özelliklerini bile içeren bir çevreciliğe rastlanmaz. Muhakkak ki, insan her zaman doğayı ve tabiî varlıkları nazarî olarak sevmiştir; fakat bu bir çevrecilik değildir; çünkü bu sevginin ötesinde esas olan korumacılıktır; doğanın bozulmasına karşı önlem almaktır. Bu, ekoloji ve çevrecilik kelimeleri kullanılmamış bile olsa, İslâmiyet, yani Kur'ân ve fiilen de Hz. Peygamber ile tarihte ilk defa görülmüştür. [5] II. Dinler Ve Çevrecilik Çağımızda çevrenin bir sorun naline gelmesiyle, meseleyi tartışan özellikle Batılı alimler din- çevre ilişkisi konusunu da tartışmışlardır. Onlardan bazıları, özellikle yahudilik ve hıristiyanlı-ğın biraz sonra örneklerle zikredeceğimiz, özellikle hayvanlara karşı menfî hukukî tutumlarını göz önüne alarak, bir genelleme ile dinlerin çevreye karşı menfî tesirleri olduğu sonucuna varmışlardır. Bunların başında A. Toynbee ve J. Galtung gelir. [6] Onların bu hükmü "(aksini iddia için) hıristiyan ve yahudi dinleri için hiçbir geçerli gerekçem yok, fakat islâm'a gelince, onun bu konuda müsbet unsurları olduğunu doğrulayabileceğimi düşünüyorum..." [7] diyen F. Peirone'un cümlelerinde ifade edildiği gibi, hıris-tiyanlık ve yahudilik için geçerli olabilir, fakat İslâm için asla geçerli değildir. Gerçekten ilk ve orta çağlarda bu dinlerin ve diğer medeniyetlerin özellikle hayvanlara karşı menfi tavırları bilinmedikçe, islâm din ve medeniyetinin çevreciliği tarih içinde tam olarak değerlendirilemez. Bu bakımdan dinler ile çevrecilik arasında menfî bağlar kuranları, diğer din ve medeniyetlerde haklı çıkaracak kaideler ve uygulamalar vardı ki, bunlar Batıda 19. yüzyıla kadar bile devam etmiştir. [8] A-Eski Yunanda: Eski Yunan kanunlarına göre, insanın ölümüne sebep olan hayvan ve cansızlar mahkeme edilir, suçu sabit görülenler öldürülürdü. Eflatunun "Kanunlar" adlı kitabında bu konuda bilgiler mevcuttur. Mesela köpek bir kimseyi ısırmışsa, sahibi tarafından davacıya teslim edilirdi. O, bu köpeğe ölüm veya işkence cezalarından dilediğini verebilirdi. B-Eski Roma'da: Roma kanunlarında da hayvanlar cezalandırılmıştır. Mesela bir kanun maddesine göre, çift süren çiftçinin sınırı tecavüz ederek komşu tarlaya ihlal etmesi durumunda, o çiftçi ile birlikte öküzler de idam cezasına çarptırılırdı. Köpeğin ceza şekli, ışınlan kimsenin insiyatifîne bırakılmıştı. [9] C-Yahudilikte: Yahudi yasalarından birisi şöyledir: Bir kadına veya erkeğe toslayıp öldüren Öküz veya boğa recm edilir. Eti yenmez. Eğer hayvanın toslama âdeti yoksa, sahibine bir ceza yoktur. Fakat öküz bunu huy edinmiş ve sahibi de insanları uyarmamış ise, Öküz recm edilir (ölünceye kadar taşlanır), sahibi de idam edilir. Yahudiliğin hayvanları cezalandıran başka kanun maddeleri de vardır. Mesela, bir erkek veya kadın bir hayvanla cinsî münasebette bulunursa, hem hayvan hem de ilişkide bulunan kadın veya erkek öldürülürdü. [10] D- Eski İran'da: Eski iran'da da hayvanlar cezaya çarptırılırdı. Örneğin, bir insanı veya kuzuyu ısıran köpeğin cezası, sağ kulağının kesilmesidir. Aynı hareketi tekrar eden bir köpeğin, ikincisinde sol kulağı, üçüncüsünde sağ ayağı, dördüncüsünde sol ayağı ve beşincisinde kuyruğu kökünden kesilirdi. [11] E- Hıristiyanlıkta: Ortaçağ Avrupa milletlerinde de, mesela eski Germenler'de., Fraklar1 da ve Slavlar da da benzer cezalarla hayvanlar cezalandırılırdı. Fransa, hayvanı insan gibi sorumlu kabul ederek, onu mahkeme kararıyla suçuna göre, insana uygulanan cezalarla cezalandıran ilk Hristiyan ülkedir. Fransa'yı XIV. asırda Sardinya, XV. aşırın sonlarında Belçika, XVI. aşırın ortalarında Hollanda, Almanya, italya ve isviçre takip ederek, aynı kanunu kabul ederek, hayvanları cezalandırdılar. Bu durum, özellikle Slavlar arasında tâ XIX. aşıra kadar devam etmiştir. Bu durum genel olarak şöyleydi: Hayvanlar tarafından saldırıya uğrayan kişi veya yakınları mahkemeye başvurur, mahkeme önce ihtiyat babından hayvanı hapsederdi. Sonra mahkeme heyeti oluşturulur, tam bir ciddiyet içerisinde hayvan ve saldırıya uğrayan kişinin karşılıklı şahitleri de dinlenerek savunmaları ve müdafaaları yapılırdı. Hayvanlara verilen cezaların başında azalarından birinin kesilmesinden tutunuzda başının kesilmesi veya büyük bir törenle meydanlarda hazırlanarak ateşte yakma gibi idam cezaları gelirdi. Burada örnek kabilinden, herkesin bildiği bazı hayvan cezalandırmalarını zikredebiliriz. Bunlardan en ilginci ve gülüncü belki XV. asırda Fransa'daki farelerin yargılanışıdır. Olaya konu olan şehirde, fareler huzuru bozacak ve hayatı etkileyecek şekilde sokaklarda görülmeye başlayınca halk mahkemeye başvurur. Ancak, farelerin müdafaasını yüklenen vekil Chasaine, aralarında yaşlı ve emme çağında yavruların olduğunu söyleyerek, duruşmanın ileri bir tarihe ertelenmesini ister. Bu kabul edilir. Tesbit edilen tarih gelince ortalıkta fareler görünmez olur. Chasanie, "fareler kararınıza boyun eğmekten kaçınmamışlardır; ne var ki, onların mahkemeye geçebilmeleri için kedilerin sokağa sanılmalarının yasaklanması gerekir" der. Bütün mahkeme üyeleri bunu kabul ederek, halkın kedi ve köpeklerini sokaklara salmamalarını duyurur. Halkın bu karara uymadığı görülünce, mahkeme meşru haklarının yerine getirilmemesi yüzünden farelerin beraatına karar vermek zorunda kalır. Bir başka örnek de, yumurtlayan horozun idamıdır. İsviçre'nin Bern şehrinde, 1474 yılında yumurtlayan bir horoz, dava edilerek, mahkemeye çakırdır. O günlerde de sihirbazlar, sihir işleri yapmak için horoz yumurtası arıyorlarmış. Savunma horozun suçsuz olduğunu iddia etmesine rağmen, mahkeme onun sihirbazlar için yumurtladığı gerekçesiyle horoza, '"Verdiğimiz karar diğer bütün horozlara ders olacaktır. Bundan ibret alacaklardır!" diyerek, idam kararını açıklar. îşte hristiyan Avrupa'nın iç yüzünden bir kaç örnek. Bu durum, Kur'ân ve Hz. Peygamber'in öğretilerinden ilham alarak hayvan sevgisini, onları korumak için çeşitli müesseseler kurmakla, en doruk noktasına çıkaran îslâm medeniyetiyle tam bir zıdlık göstermektedir. Müslümanların, özellikle de Türklerin hayvanlara ve diğer canlılara verdikleri değer o dereceye ulaşmıştı ki, bu, islâm düşmam Batılı seyyahları bile hayrete düşürmüş ve eserlerinde bundan bahsetmeden de edememişlerdir.[12] III. Günümüzdeki Ekolojik Mesele Her ne kadar tabiatın tahribi, bir bakıma insanın yaratılışıla başlamıştır denebilir ise de, bunun tabii ve gerekli olmayan bir yolla» tabiatın ve ondaki insan da dahil bütün canlıların varlık ve hayat düzenini tehdid edecek derecede bir hal alması, hiç şüphesiz Batı'daki son yıllarda gelişen sanayi ve teknoloji ile ve onları ortaya çıkaran felsefî ve siyasî düşüncelerin eseridir. Hatta bugünkühıristiyanlık dininin kendisi de, çevre meselesinin ortaya çıkmasında önemli bir nedendir. Zira hıristiyanlann kabul ettiği tanrı, hıristiyanlara: "Yeryüzünü doldurun ve onu boyunduruk altına alınız" demektedir. [13]Hiç şüphesiz böyle bir inanç, hıristiyanlann tabiatı tahrib ve sorumsuzca kullanmalarının düşünce altyapısını oluşturmada büyük rol oynamıştır. Belki bazıları hıristiyanlığm tabiata bu yaklaşımıyla, Kur'ân'daki "Göklerde ve yerde olanların hepsini sizin buyruğunuz altına vermiştir. Doğrusu bunlarda düşünen kimseler için dersler vardır." [14]mealindeki ayet arasında bir ilgi kurarak, aynı şeyi Kur'ânın da söylediğini savunabilir. Fakat gerçek odur ki, Kur'ân herşeyin insan için yaratılmış olduğunu böylece belirtmesine rağmen, diğer bir çok ayette, insanın tabiat ve tabiî varlıkları rastgele, israf edecek şekilde kullanmasını da yasaklamıştır; tabiî devreye tecavüzü caiz görmemiştir: "O, göğe yükselmiştir; dengeyi koymuştur. Artık dengeye tecavüz etmeyin. Dengeyi doğru tutun, dengeyi bozmayın."[15] Yeniden konumuza dönecek olursak, batı'da çevrenin bir mesele haline geldiğinin geniş çapta farkına varılması Rachel Car-son'un "Silent Spring" (1962) adlı eseriyle olmuştur. Yaklaşık on yd sonra 1972 yılında Birleşmiş Milletlerin Stockholm'da düzenlediği çevre konferansıyla durumun ciddiyeti teyid edilirken, çareler aranmış ve tedbir önerileri ortaya konmuştur. Bu tarihten gününüze çevre akademik çevreler kadar halkın da ilgisini yakından uyandıran bir mesele olmuştur ve hakkında günden güne artan neşriyat yapılmış, özel araştırma birimleri kurulmuş ve hükümetlerin programlarına girmiştir. Çevre krizinin sebepleri ve nasıl önleneceği hakkında, bir çok fikirler ileri sürülmüştür. Bugün özellikle Batı'da öne sürülen bu fikirleri, bir genellemeyle, bir birine zıd iki ana sınıfta riz. Birincisi, çevre meselesinin mekanik ve teknik bir çözüm olarak görülmesi. Bu düşüncede olanlara göre, çevre kirliliğin sebebi teknolojik ve endüsriyel gelişmelerdir. O halde uygun teknolojik Önlemlerle veya geliştirilecek yeni tekniklerle çevre meselesi çözülür denmektedir. ikincisi, manevi çözüm. Her ne kadar bugünkü çevre kirliliğinin %80 sebebi teknolojik ve sanayi gelişiminin bir neticesi isede çözüm sadece teknolojik değildir. Asıl çözüm, teknolojiyi üreten kullanan kişinin dinî, ahlakî, felsefî düşüncesi ve hayat tarzıyla çok yakından ilgilidir. Dolayısıyla, kısaca çözüm temelde rendir. Bugün gerek Doğu'da ve gerekse Batı'da üzerinde en durulan ve işlenen çözüm şekli, manevi çözüm şeklidir. îşte kıskımdan, Kur'ânın ve Hz. Peygamber'in çevre hakkındaki öğretisiyle, eskiden islâm kültüründe yapılmış olan çevrecilik hareleri hayatî bir önem arz etmektedir. Bunlar bugün yeniden memesi ve üzerinde çalışmalar yapılmasıyla gündemde tutöss gereken konulardır. Şimdi burada diğer konuları bir kenara ict karak, Hz. Peygamber'in çevreciliği üzerinde durabiliriz. [16] [1] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/211-212. [2] Palazzi (F.): Novissimo Dizionario della Linguia Italiana, Firenze, 1974, bkz. Ecslogia maddesi. [3] Bayrakdar (M.), İslâm ve Ekoloji, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları No: 319, Halk Kitapları No: 88, Ankara, 1992, s.10, 49-61. [4] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/213-214. [5] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/216. [6] Toynbee (A.), "Pollution's Origins", Readers' Diğest, June 1974; Galtung (J.): "Contro l'ecologia conservatre", Bollettino della societa di Studio Poli-tici, Milano, 1974 s.13-14, 78-115. [7] Peirone (F.), "İslam and Ecology in the Mediterranean Müslim Kulturkrei-se", Hamdard Islamicus. [8] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/216. [9] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/2167. [10] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/217. [11] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/217. [12] Bu konuda Batılı Seyyahların söyledikleri için bkz. Bayrakdar (M.): İslâm. ve Ekoloji, s.101-119. Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/217-218. [13] Timberlake (L.), "The Emergence of Environment Aıvareness in the West", The Touch of Midas, ed.by Z. Sardar, Mauchester University Press, 1984, s. 130. [14] Kur'ân: Casiye, 13; ayrıca bkz. Lokman, 20. [15] Kur'ân, Rahman, 7-9; aynı konuda bkz. Rûm, 41; Hicr, 16-18; A'râf, 31; îsrâ, 27; Bakata, 204-205. [16] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/218-220. |