๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Ashabı Kiram => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 08 Ekim 2010, 01:55:27



Konu Başlığı: Hz Ömer
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 08 Ekim 2010, 01:55:27
2)Adâletin timsâli ikinci büyük halîfe: Hz. ÖMER

Hz. Ömer b. Hattab (r.a): İkinci Raşid Halife. İslâm-ı yeryüzüne yerleştirip, hakim kılmak için Resulullah (a.s)'ın verdiği tevhidî mücadelede ona en yakın olan sahabilerden biri. Hz. Ömer (r.a), Fil Olayından on üç sene sonra Mekke'de doğmuştur. Kendisinden nakledilen bir rivayete göre o, Büyük Ficar savaşından dört yıl sonra dünyaya gelmiştir.[175] Babası, Hattab b. Nüfeyl olup, nesebi Ka'b'da Resulullah (a.s) ile birleşmektedir. Kureyş'in Adiy boyuna mensup olup, annesi, Ebu Cehil'in kardeşi veya amcasının kızı olan Hanteme'dir.[176]
 

Kaynaklar Hz. Ömer (r.a)'ın Müslüman olmadan önceki hayatı hakkında fazlaca bir şey söylemezler. Ancak küçüklüğünde, babasına ait sürülere çobanlık ettiği, sonra da ticarete başladığı bilinmektedir. O, Suriye taraflarına giden ticaret kervanlarına iştirak etmekteydi.[177] Cahiliyye döneminde Mekke eşrafı arasında yer almakta olup, Mekke şehir devletinin şifare (elçilik) görevi onun elindeydi. Bir savaş çıkması durumunda karşı tarafa elçi olarak Ömer gönderilir ve dönüşünde onun verdiği bilgi ve görüşlere göre hareket edilirdi. Ayrıca kabileler arasında çıkan anlaşmazlıkların çözümünde etkin rol alır ve verdiği kararlar bağlayıcılık vasfı taşırdı.[178]

 
Hz. Ömer, sert bir mizaca sahip olup, İslâm’a karşı aşırı tepki gösterenlerin arasında yer almaktaydı. Sonunda o, dedelerinin dinini inkâr eden ve tapındıkları putlara hakaret ederek insanları onlardan yüz çevirmeğe çağıran Muhammed (a.s)'ı öldürmeye karar vermişti. Kılıcını kuşanarak, Peygamberi öldürmek için harekete geçmiş, ancak olayın gelişim sekli onun Müslümanların arasına katılması sonucunu doğurmuştu. Tarihçilerin ittifakla naklettikleri rivayete göre, Ömer (r.a)'ın Müslüman oluşu şöyle gerçekleşmişti: Ömer, Resulullah (a.s)'ı öldürmek için onun bulunduğu yere doğru giderken, yolda Nuaym b. Abdullah ile karsılaştı. Nuaym ona, böyle öfkeli nereye gittiğini sorduğunda o, Muhammed (a.s)'ı öldürmeye gittiğini söylemişti. Nuaym, Ömer'in ne yapmak istediğini öğrenince ona, kız kardeşi ve eniştesinin yeni dine girmiş olduğunu söyledi ve önce kendi ailesi ile uğraşması gerektiğini bildirdi. Bunu öğrenen Ömer (r.a), öfkeyle eniştesinin evine yöneldi.

 
Kapıya geldiğinde içerde Kur'an okunmaktaydı. Kapıyı çalınca, içerdekiler okumayı kesip, Kur'an sayfalarını sakladılar. içeri giren Ömer (r.a), eniştesini dövmeye başlamış, araya giren kız kardeşinin aldığı darbeden dolayı burnu kanamıştı. Kız kardeşinin ona, ne yaparsa yapsın dinlerinden dönmeyeceklerini söyleyerek kararlılığını bildirmesi üzerine, ona karşı merhamet duyguları kabarmaya başlamış ve okudukları şeyleri görmek istediğini söylemişti. Kendisine verilen sahifelerden Kur'an ayetlerini okuyan Ömer (r.a), hemen orada imân etti ve Resulullah (a.s)'ın nerede olduğunu sordu. O sıralarda Müslümanlar, Safa tepesinin yanında bulunan Erkam (r.a)'ın evinde gizlice toplanıp ibadet ediyorlardı. Resulullah (a.s)'ın Daru'l-Erkam'da olduğunu öğrenen Ömer (r.a), doğruca oraya gitti. Kapıyı çaldığında gelenin Ömer olduğunu öğrenen sahabiler endişelenmeye başladılar. Zira Ömer silahlarını kuşanmış olduğu halde kapının önünde duruyordu.

 
Hz. Hamza: "Bu Ömer'dir. iyi bir niyetle geldiyse mesele yok. Eğer kötü bir düşüncesi varsa, onu öldürmek bizim için kolaydır" diyerek kapıyı açtırdı. Resulullah (a.s), Ömer (r.a)'ın iki yakasını tutarak; "Müslüman ol ya İbn Hattab! ALLAHım ona hidayet ver!" dediğinde, Ömer (r.a), hemen Kelime-i şehadet getirerek imân ettiğini açıkladı.[179] Rivayetlere göre Ömer (r.a)'ın Müslüman oluşu, Resulullah (a.s)'ın yapmış olduğu; ALLAHım! İslâm-ı Ömer b. el-Hattab veya Amr b. Hişam (Ebû Cehil) ile yücelt" şeklinde bir duanın sonucu olarak gerçekleşmişti.[180]

 
Ömer (r.a), risaletin altıncı yılında Müslüman olmuştur. O, iman edenlerin arasına katıldığı zaman Müslümanların sayısı yetmiş seksen kişi kadardı.[181]
 

Mekkeli müşriklerin, gösterdiği zorbaca tepkiden dolayı Müslümanlar, Beytullah'a gidip namaz kılamıyor ve ancak gizlice bir araya gelebiliyorlardı. Ömer (r.a) Müslüman olunca doğruca Beytullah'in yanına gitti ve Müslüman olduğunu haykırdı. Orada bulunanlar şiddetli tepki gösterdi. Ancak o, müşriklere karşı savaşını sürdürerek onların, Müslümanlara gösterdiği muhalefeti kırdı ve bir avuç Müslümanla birlikte herkesin gözü önünde Beytullah'ta namaza durdu. Onun bu şekilde saflarına katılması Müslümanlara büyük bir moral desteği sağlamıştı.

 
Abdullah İbn Mes'ud'un; "Ömer'in Müslüman oluşu bir fetihti"[182] sözü bunu açıkça ortaya koymaktadır. Taberî'nin İbn Abbas'tan tahric ettiği bir hadise göre, Müslümanlığını ilk ilân eden kimse Hz. Ömer (r.a) olmuştur.[183] Ömer (r.a) benliğini kuşatan imanın verdiği heyecanla, küfre karşı açık ve net bir şekilde, hiç bir tehdide aldırış etmeden mücadele ediyordu. Müşrikler, şecaat ve kararlılığını eskiden beri bildikleri için ona sataşmaya cesaret edemiyorlardı.

 
Müslüman olduktan sonra sürekli Resulullah (a.s)'ın yanında bulunmuş, onu korumak için elinden gelen gayreti göstermiştir. O, imân ettikten sonra müşriklere karşı çok sert davranmış ve dinini her ortamda, kimseden çekinmeden herkese meydan okuyarak savunmuştur. İslâm tebliğinin yeni bir veçhe kazanması için Medine'ye hicret emr olunduğu zaman Müslümanlar Mekke'den gizlice Medine'ye göç etmeye başladıklarında, Hz. Ömer, gizlenme ihtiyacı duymamıştı. Ömer (r.a), beraberinde yirmi arkadaşı olduğu halde Medine'ye doğru yola çıkmıştı. Hz. Ali (r.a) onun hicretini şu şekilde anlatmaktadır: "Ömer'den başka gizlenmeden hicret eden hiç bir kimseyi bilmiyorum.

 
O, hicrete hazırlandığında kılıcını kuşandı, yayını omsuzuna taktı, eline oklarını aldı ve Kâ'be'ye gitti. Kureyş'in ileri gelenleri Kâ'be'nin avlusunda oturmakta idiler. O, Kâ'be'yi yedi defa tavaf ettikten sonra, Makâm-i ibrahim'de iki rekat namaz kıldı. Halka halka oturan müşrikleri tek tek dolaştı ve onlara; "Yüzler pisleşti. Kim anasını evlatsız, çocuklarını yetim, karısını dul bırakmak istiyorsa şu vadide beni takip etsin" dedi. Onlardan hiç biri onu engellemeye cesaret edemedi.[184] Bunun içindir ki İbn Mes'ud; "Onun hicreti bir zaferdi"[185] demektedir.

 
Hz.Ömer (r.a), Medine dönemi boyunca İslam’ın yücelişini etkileyen bütün olaylara aktif olarak iştirak etmiştir. Resulullah (a.s)'ın önemli kararlar alacağı zaman görüşlerine başvurduğu kimselerin başında Ömer (r.a) gelir. Onun ileri sürdüğü görüşler o kadar isabetliydi ki; bazı ayetler onun daha önce işaret ettiğine uygun olarak nazil oluyordu. Resulullah (a.s) onun bu durumunu şu sözüyle ifade etmekteydi: "ALLAH, hakkı Ömer'in dili ve kalbi üzere kıldı.”[186]

 
Hz.Ömer (r.a), Bedir, Uhud, Hendek, Hayber vb. gazvelerin hepsine ve çok sayıda seriyyeye katılmış, bunların başında komutan olarak görev yapmıştır. Bunlardan biri Hicretin yedinci yılında Havazinliler'e karşı gönderilen seriyyedir.

 
Hz.Ömer (r.a), bütün meselelere karşı net ve tavizsiz tavır koymakla tanınır. Onun küfre karşı düşmanlığı; müşriklerin, İslâm’a karşı olan saldırılarını hazmedememe konusundaki hassasiyeti; bazı kararlara şiddetle karşı çıkmasına sebep olmuştur. Hudeybiye'de yapılan anlaşmanın müşrikler lehine görünen maddelerine karşı çıkışı bunlardan biridir. Ancak o, Resulün, ALLAH Teâlâ'nin gösterdiği doğrultuda hareket etmekten başka bir şey yapmadığı uyarısı karşısında, hemen kendini toparlamış ve olayın iç gerçeğini kavramıştı.


Resulullah (a.s)'ın vefatının hemen peşinden ortaya çıkan karışıklığın Hz. Ebû Bekir'in halife seçilmesiyle yok edilmesinde Hz. Ömer büyük rol oynamıştır. Hz. Ebû Bekir'in kısa halifelik döneminde en büyük yardımcısı Ömer (r.a) olmuştur.

 
Hz. Ebû Bekir (r.a) vefat edeceğini anladığında, Hz. Ömer'i kendisine halef tayin etmeyi düşünmüş ve bu düşüncesini açıklayarak bazı sahabilerle istişarelerde bulunmuştu. Herkes Ömer (r.a)'ın fazilet ve üstünlüğünü kabul etmekle beraber, onu bu iş için biraz sert mizaçlı buluyorlardı. Hatta Talha (r.a) ve diğer bazı sahabiler ona; "Rabbin seni Ömer'i halife tayin ettiğinden dolayı sorgularsa ona ne cevap vereceksin? Bilirsin ki Ömer oldukça sert bir kimsedir" demişlerdi. Hz. Ebû Bekir onlara; "Derim ki: ALLAHım! Kullarının en iyisini onlara halife yaptım" karşılığını vermişti. Sonra da Hz. Osman'ı çağırarak bir kâğıda Hz. Ömer'i halife tayin ettiğini yazdırdı. Kâğıt katlanıp mühürlendikten sonra, Hz. Osman dışarı çıkarak insanlardan kâğıtta yazılı olan kimseye bey'at edilmesini istedi. Oradakilerin bey'at etmesiyle Hz. Ömer'in II. Raşid halife olarak iş başına gelişi gerçekleşmiş oldu.[187]

 
Hz. Ömer Döneminde İslam Devleti ve Fetihler


Resulullah (a.s)'ın sağlığında Arap yarımadası İslâm’ın hakimiyetine boyun eğdirilmiş ve insanlar bölük bölük ihtida ederek Müslümanlarla bütünleşmişlerdi.

 
Bunun peşinden Resulullah (a.s), İslam tebliğinin insanlara ulaştırılmasının önünde bir set teşkil eden, müşrik zalim güçlerden biri olan Bizans imparatorluğuna karşı askerî seferleri başlatmıştı. Ebû Bekir (r.a), Resulullah (a.s)'ın vefatından hemen sonra ortaya çıkan Ridde hareketlerini bastırdıktan sonra, Bizans hakimiyetindeki topraklara askerî akınlar başlatmış, öte taraftan çağın despot devletlerinden ikincisi olan İran imparatorluğuna karşı da askerî faaliyetlere girişmişti. Hz. Ömer (r.a)'ın üzerine düsen, bu siyaseti devam ettirmekten ibaretti. Hz. Ömer bir taraftan Suriye'nin fethinin tamamlanması için gayret gösterirken, öte taraftan İran cephesinde netice almak için ordular sevk ediyordu. Kadisiye savaşıyla İran ordusu hezimete uğratılmış ve Kisrâ, saraylarını İslam ordusuna terk ederek doğuya kaçmak zorunda kalmıştı. Peş peşe gönderilen ordularla İran’ın bazı bölgeleri savaş ile, bazı bölgeleri de sulh yoluyla İslam’ın hakimiyetine boyun eğdirilmişti. Kuzeye yönelen Muğîre b. şu'be, Azerbaycan sulh yoluyla ele geçirmişti. Ermenistan bölgesi fethedilen yerler arasındaydı.
 

Suriye'nin fethi tamamlandıktan sonra bu bölgedeki askerî harekât batıya doğru kaydırıldı. Etraftaki şehir ve kasabalar fethedildikten sonra Kudüs kuşatma altına alındı. şehirdeki Hıristiyanlar bir süre direndilerse de sonunda barış istemek zorunda kaldılar. Ancak, komutanlardan çekindikleri için şart olarak şehri bizzat halifeye teslim etmek istediklerini bildirmişlerdi. Durum Ebu Ubeyde tarafından bir mektupla Hz. Ömer (r.a)'a bildirildi. Hz. Ömer (r.a) Ashabın ileri gelenleriyle istişare ettikten sonra, Medine'den komutanlarıyla buluşmayı kararlaştırdığı Cabiye'ye doğru yola çıktı. Cabiye'de yapılan bir anlaşmadan sonra Hz. Ömer, bizzat Kudüs'e kadar giderek şehri teslim aldı (H.16-M. 637). Hz. Ömer (r.a) kısa bir müddet Kudüs'te kaldıktan sonra Medine'ye geri döndü.
 

Bu arada İran cephesinde durumlar karışmaya başlamıştı. Hz. Ömer, bölgede bulunan orduları takviye ederek İran meselesini kesin bir sonuca bağlamaya karar verdi. Hicri 21 yılında başlayan ve sürekli takviye edilen akınlarla Azerbaycan ve Ermenistan da dahil olmak üzere, Horasan'a kadar bütün İran toprakları İslam devletinin sınırları içine alınmış ve Fars cephesinde askerî harekâtlar tamamlanmıştı.
 

Öte taraftan Amr b. el-As, hazırlayıp uygulamaya koyduğu harekât planıyla Mısır'ı fethetmeyi başarmış, Müslümanları Mısır’dan geri püskürtmek için iskenderiyede hazırlıklara girişen Bizanslıların üzerine yürüyerek burayı ele geçirmişti (H. 21). Böylece Suriye'den sonra, Mısır’da da Bizans’ın hakimiyetine son verilmiş oluyordu.[188]

 
İslam ordularının fethettiği bölgelerdeki halk, Müslümanlardan gördükleri müsamaha ve âdil davranışlardan etkilenerek kitleler halinde İslâm’a giriyorlardı. Asırlarca Bizans ve İran devletlerinin zulmü altında ezilen, horlanan topluluklar İslâm’ın kuşatıcı merhameti ile yüz yüze geldiklerinde Müslüman olmakta tereddüt göstermiyorlardı. Kendi dinlerinden dönmek istemeyenler ise hiç bir baskıya maruz kalmadıkları gibi, geniş bir inanç hürriyetine kavuşuyorlardı.

 
Hz. Ömer, bir taraftan İslâm’ın insanlığa tebliğinin önündeki engelleri kaldırmak için ordular sevk ederken, öte taraftan da henüz müesseselerine kavuşmamış bulunan devleti teşkilatlandırmaya çalışıyordu.
 

Hz. Ömer'den önce, orduya katılan askerler ve bunlara dağıtılan paralar belirli defterlere yazılıp kayıt altına alınmazdı. Bu durum normal olarak bazı karışıklıkların çıkmasına sebep olur, gelir ve giderlerin hesabı yapılamazdı. ilk zamanlar buna pek ihtiyaç da yoktu. Ancak devletin sınırları genişlemiş ve bu geniş coğrafya içerisinde devletin etkinliğini sağlayabilmek için idarî düzenlemeler yapılması zarureti doğmuştu. O, ilk olarak askerlerin kayıtlarının tutulduğu ve fey ve ganimet gelirlerinin dağıtımının kaydedildiği "divan" teşkilatını kurdu.

 
Ayrıca, Suriye ve Irak'ta bulunan divanlar varlıklarını korumuşlardır. Bunlar vergilerin toplanması ile alakalı çalışmaları yürütmekteydiler. Suriye ve Irak'taki divanlar her ne kadar İran ve Bizans malî teşkilatından kalma idiyse de, onun Medine'de tesis ettiği divan hiçbir yabancı tesir söz konusu olmaksızın, ortaya çıkan ihtiyaçları karşılamak için kurulmuştur. Hz. Ömer, feyden elde edilen gelirlerden verdiği atiyyeleri bir gruplandırmaya tabi tutmuştur.

 
Hz. Ömer, yargı (kaza) İşlerini bir düzene koymak için valilerden ayrı ve bağımsız çalışan kadılar tayin eden ilk kimsedir. O, Kufe'ye, Şureyh b. el-Haris'i, Mısır'a da Kays b. Ebil-As es-Sehmî'yi kadı tayin etmiştir. Onun Medine'deki kadısı Ebû Derda (r.a)'dır. Bu dönemin tanınmış kadılarından birisi de Ebu Mûsa el-Eşari'dir. Hz. Ömer, tayin ettiği kadılara, görevlerini ne şekilde ifa etmeleri gerektiğine dair talimatlar verir ve onların bu çerçeve dışına çıkmamalarını tenbihlerdi.[189]

 
Hz. Ömer (r.a)'ın, üzerinde titizlikle durduğu ve asla müsamaha göstermediği en önemli konu adâlet meselesiydi. O, mevki, rütbe, soyluluk vb. hiçbir ayırım gözetmeden hakların sahiplerine verilmesi için çok şiddetli davranmıştır. Bu konuda onun yanında bir köle ile efendisi arasında bir fark yoktur.
 

O, her tarafta adâletin eksiksiz yerine getirilmesi, muhtaç ve yoksul kimselerin gözetilmesi için ülkenin en ücra köşelerindeki durumlardan zamanında haberdar olmak için imkân oluşturmaya çalıştı. O, muhtaç kimseler konusunda din ayırımı gözetmemiş, Hıristiyan ve Yahudilerden olan yoksullara da yardımlarda bulunmuştur.
 

Devletin temel görevlerinden birisi ilmin insanlara ulaştırılmasıdır. Hz. Ömer, fethedilen bölgelerde okullar açmış, buralara müderrisler tayin etmiş ve Kur'an-ı Kerim'i okumak ve onunla amel edebilmek için gerekli olan eğitimin verilmesini sağlama yolunda gayret sarf etmiştir. İslâm’ın, Müslüman olan insanlara öğretilmesi ve tebliğ çalışmalarının yürütülmesi için sahabelerden ve diğer âlimlerden istifade etmiş ve onları değişik bölgelerde görevlendirmiştir.

 
Kur'an, Hadis ve Fıkıh öğretimi ile uğraşan bu âlimlere büyük meblağlar tutan maaşlar bağlamıştır. Hz. Ömer, devletin her tarafında camiler inşa ettirmişti. Onun zamanında dört bin tane cami yapılmış olduğu rivayet edilmektedir.[190] ilk defa bir takvimin kullanılmasına Hz. Ömer zamanında ihtiyaç duyulmuş ve böylece Hicret esas alınarak oluşturulan takvimle devlet işlerinde tarihleme açısından ortaya çıkan problemler ortadan kaldırılmıştır (H. 16).
 

İslâm devleti, bağımsız bir devlet olmasına ve çok geniş bir coğrafî sahayı kaplayan ekonomik faaliyetlerin yürütülmesine rağmen, kullanılan paralar yabancı kaynaklıydı. Irak ve İran bölgelerinde Fars dirhemleri; Suriye ve Mısır taraflarında da Bizans dinarları tedavülde bulunmaktaydı. Bu durum o devirde henüz hissedilmeye başlanmamış olsa bile, bir ekonomik baskı tehlikesini beraberinde getirmekteydi. Hz. Ömer'in, devleti müesseselere kavuşturup yapısını sağlamlaştırmaya çalışırken, bu duruma da müdahale etmemesi düşünülmezdi. O, Hicri 17 de para bastırarak piyasaya sürdü.
 

Ayrıca Halid b. Velid'in Taberiye'de Hicrî 15 tarihinde dinar darbettirdiği de bilinmektedir.[191] Hz. Ömer (r.a), İslâm devletinin dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı güvenliğini sağlamak ve orduları düşman bölgelerine yakın yerlerde bulundurabilmek için ordugah şehirler tesis etmiştir. İran ve Hindistan taraflarından gelebilecek deniz akınlarına karşı Basra ordugah şehri kuruldu. Bu şehrin mevkii bizzat Hz. Ömer tarafından tespit edilmiştir. O, bu iş için Utbe b. Gazvan'ı görevlendirmişti. Utbe, sekiz yüz adamıyla o zaman boş ve ıssız olan Haribe bölgesine gelip H. 14 yılında Basra şehrinin inşasına başladı.
 

Hz.Sa'd b. Ebi Vakkas, Kadisiye'de kazandığı büyük zaferden sonra İran içlerine akınlara başlamıştı. Onun ordusu Medâin'de bulunmaktaydı. Ancak buranın ikliminin Arap askerlerin sağlığını olumsuz yönde etkilediği anlaşılınca, Hz. Ömer, Sa'd'a iklim bakımından uygun ve merkez ile arasında deniz bulunmayan bir yer bulup burada bir şehir kurması talimatını verdi. Bu iş için görevlendirilen Selmân ve Huzeyfe, Kufe mevkiini uygun buldular. H. 17 de kurulan bu ordugah şehir kırk bin kişiye iskân edebilecek büyüklükte inşa edildi.

 
Amr b. el-As, Mısır’ı fethettikten sonra İskenderiye'yi karargah edinmek için Hz. Ömer (r.a)'dan izin istedi. Hz. Ömer (r.a), haberleşme açışından endişe duyduğu için Kendisiyle Mısır’daki kuvvetler arasında bir nehrin bulunmasını kabul etmedi. Amr, Nil'in doğu yakasına geçerek burada Fustat adlı şehri kurdu (H. 21). Bu ordugah şehirlerinden başka yine askerî amaçlı merkezler de oluşturulmuştur.

 
Hz. Ömer'in idare anlayışı Hz. Ömer, toplumu ilgilendiren meselelerde karar vereceği zaman Müslümanların görüşüne başvurur, onlarla istişare ederdi. O "istişare etmeden uygulamaya konulan işler başarısızlığa mahkûmdur" demekteydi. istişarede takip ettiği yöntem şuydu: Önce meseleyi Müslümanların ulaşabildiği çoğunluğu ile görüşür, peşinden Kureyşliler'in düşüncesini sorar, son olarak da sahabilerin görüşlerini alırdı. Böylece en isabetli fikir ortaya çıkar ve uygulamaya konulurdu. Hz. Ömer, Müslümanların yaptığı işlerde bir hata gördükleri zaman kendisini uyarmalarını isterdi. Başka dinlere mensup olup, zimmî statüsünde bulunan kimselerle alakalı İşlerde de onların görüşlerine baş vurur ve meseleyi onlarla istişare ederdi. Bu durum Hz. Ömer'in adâlet anlayışının ne kadar kapsamlı olduğunu ortaya koymaktadır.
 

Hz. Ömer idarede görevlendirdiği memurlarına karşı oldukça sert davranır, onların bir haksızlıkta bulunmalarına asla göz yummazdı. Halka karşı ise son derece şefkatle yaklaşır, onların varsa gizledikleri problemlerini öğrenip çözümlemek için gece-gündüz uğraşıp dururdu. O bu hassasiyetini: "Fırat kıyısında bir deve helak olsa, ALLAH bunu Ömer'den sorar diye korkarım" sözü ile ortaya koymaktadır. Hz. Ömer, merkezden uzak bölgelerde halkın durumunu yakından görmek için seyahatler yapma yoluna gitmişti. O, insanların çeşitli dertlerini uzak diyarlarda olmaları sebebiyle kendisine ulaştıramadıklarından endişe ediyordu. Bazı bölgeleri dolaşmasına rağmen başka yerlere gitmeyi tasarladığı halde ömrü o şehirlere ulaşmasına yetmemişti. İslâm tarihinde adâletin timsali olarak yerini alan Hz. Ömer (r.a) hakkında rivayet edilen şu olay onun bu sıfatla bütünleşmiş olduğunun en açık delilidir.

 
Bir defasında Eslem'le birlikte Harra taraflarında (Medine'nin dış bölgesi) dolaşırlarken ışık yanan bir yer gördü ve Eslem'e; "şurada, gecenin ve soğuğun çaresizliğine uğramış biri var. Haydi onların yanına gidelim" dedi. Oraya gittiklerinde bir kadını iki çocuğuyla üzerinde tencere bulunan bir ateşin etrafında otururken gördüler. Hz. Ömer, onlara; "Işıklı aileye selâm olsun" dedi. Kadın selâmı aldıktan sonra yanlarına yaklaşmak için izin alan Hz. Ömer ona yanındaki çocukların neden ağladıklarını sordu. Kadın, karınlarının aç olduğunu söyleyince, Hz. Ömer merakla tencerede ne pişirdiğini sordu. Kadın, tencerede su bulunduğunu, çocukları yemek pişiyor diye avuttuğunu söyledi ve; "ALLAH bunu Ömer'den elbette soracaktır" diye ekledi. Hz. Ömer, ona; "Ömer bu durumu nereden bilsin ki?" diye sorduğunda kadın; "Madem bilemeyecekti ve unutacaktı neden halife oldu" karşılığını verdi.

 
Hz. Ömer bu cevap karşısında irkilerek Eslem'le birlikte doğruca erzak deposuna gitti. Doldurdukları yiyecek çuvalını Eslem taşımak istedi. Ancak Hz. Ömer (r.a); "Kıyamet gününde benim yüküme ortak olacak değilsin. Onun için bırak da yükümü kendim taşıyayım" diyerek buna izin vermedi; çuvalı omsuzuna aldı ve kadının bulunduğu yere götürdü. Orada bizzat yemeği Hz. Ömer (r.a) hazırlayıp pişirdi ve onları doyurdu. Eslem; "O, ateşe üflerken şakakları arasından çıkan dumanları seyrediyordum" demektedir. Hz. Ömer oradan ayrılırken kadın; "Siz bu işe Ömer'den daha layıksınız" dedi. Hz. Ömer; "Ömer'e dua et. Bir gün onu ziyarete gidersen beni orada bulursun" dedi.
 

Bu onun insanlara yardım etmede ve mağduriyetlerini gidermede gösterdiği hassasiyetin örneklerinden sadece bir tanesidir.
 

İlmi

Hz. Ömer'in fıkıh ilminde ayrı bir yeri vardır. O, her yönüyle devleti teşkilatlandırmaya çalışırken diğer taraftan da bu teşkilatlanmanın alt yapısı olan ilmî gelişmeyi sağlayabilmek için gayret sarf ediyordu. Fıkıh usulünün oluşumu Hz. Ömer (r.a) ile başlar. Fıkıh ilminin temellerini meydana getiren kaideleri, karşılaştığı kazâî ve idarî meseleleri çözüme kavuştururken takip ettiği yöntemlerle belirlemeye başlamıştır. Ondan sahih senetlerle rivayet olunan fıkhî hükümlerin sayısı birkaç bini bulmaktadır. Hz. Ömer'in içtihadlarının İslâm hukuku açısından çok büyük bir önemi vardır ve Resulullah (a.s)'un hadislerinden başka hiç bir şey onun bu içtihadlarının üzerinde değildir.[192]

 
Hz. Ömer (r.a), Hadis rivayeti konusunda çok titiz davranmıştır. O, Peygamber (a.s)'den hadis rivayet eden bazı kimseleri sorguya çekmiş, onlardan rivayet ettikleri hadisler için şahid istemişti. Hz. Ömer'in kendisinden beş yüz otuz dokuz hadis rivayet edilmiştir.[193]
 

Ayrıca o, Kur'an-ı Kerim'in te'vil ve tefsirinde ilim sahibiydi. İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre, kendisine Resulullah (a.s) hayattayken kimlerin fetva verdiği sorulduğunda: "Ebu Bekir ve Ömer'den başkasının fetva verdiğini bilmiyorum" karşılığını vermişti.[194]
 

Şahsiyeti

Hz. Ömer, inandığı şeyi yerine getirme hususunda şiddetli davranmakla tanınır. O, müslüman olmadan önce ilk iman edenlere karşı sert muamele etmişti. Müslüman olduktan sonra ise bu sertliği İslâm’ın lehine müşriklere karşı yönelmiştir. Hz. Ömer Halife olduktan sonra da doğruların uygulanması ve hakkın elde edilmesi konusunda titiz davranmaya ve en ufak ayrıntıları bile bizzat takip etmeye aşırı dikkat göstermiştir. O, bir şeyi emrettiği veya yasakladığı zaman ilk önce kendi ailesinden başlardı. Aile fertlerini bir araya toplayarak onlara şöyle derdi; "şunu ve şunu yasakladım. insanlar sizi yırtıcı kuşun eti gözetlediği gibi gözetlerler.
 

ALLAH'a yemin ederim ki, her hangi biriniz bu yasaklara uymazsa onu daha fazlasıyla cezalandırırım". Sert bir mizaca sahip olmasına rağmen insanlara karşı oldukça mütevazı davranırdı. Geniş toprakları, güçlü orduları olan bir devletin başkanı olması onu diğer insanlar gibi mütevazı ve sade bir hayat yaşamaktan alıkoyamamıştır. Pahalı, lüks elbiseler giymekten kaçınır, diğer insanlar gibi gerektiğinde alelade işlerle uğraşmaktan çekinmezdi. Tanımayan kimse onun Müslümanların halifesi olduğunu asla anlayamazdı. Çünkü çoğu zaman giydiği elbise yamalarla doluydu.
 

Hz. Ömer güçlü bir hitabet kudretine sahipti ve konuşurken beliğ bir uslubla konuşurdu. Onun üstün kabiliyeti yazı için de geçerliydi. Valilerine yazmış olduğu talimatları ve mektupları Arap dili için bir numune addedilmekteydi. Hz. Ömer şiire de ilgi duyan ve şiir zevki olan sahabilerden birisidir. Çok sayıda Arap şairlerinin şiirlerini ezberlemiş, az da olsa şiir yazmıştır. Hz. Ömer ibadet ederken bütün benliğiyle Rabbine yönelirdi. Halife olduktan sonra gündüz İşlerinin yoğun olmasından dolayı nafile namazlarını gece kılar, ev halkını sabah namazına;

 
وَاْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلوةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا لَانَسَْلُكَ رِزْقًا نَحْنُ نَرْزُقُكَ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوى


“Ehline namaz ile emret, ve sen de onun üzerine sabret, Biz senden bir rızk istemiyoruz, seni Biz merzûk ederiz. Akibet ise takvâ içindir”[195] ayeti okuyarak uyandırırdı. O, her sene haccetmeyi asla ihmal etmez ve hac farizasını yerine getirmek için Mekke'ye gelen hacılara bizzat riyaset ederdi. Rabbine karşı duyduğu sorumluluğun altında öylesine ezilirdi ki, kıyamet günü hesaptan, cezasız kurtulmayı başarabilirse sevineceğini söylerdi. O, ölüm döşeğinde bu endişesini şu anlamdaki bir beyitle dile getiriyordu:

"Müslüman ölüşüm, namazları kılıp, orucu tuttuğum müstesna, nefsime zulmetmiş bulunuyorum.”[196] Hz. Ömer (r.a)'ın, şahsi hayatı oldukça sadeydi. Hz. Ömer (r.a), Bizans ve İran’a karşı büyük ordular sevk eden ve onları tarihlerinde pek nadir tattıkları sürekli yenilgilerle perişan eden güçlü ve muktedir bir devletin başkanıdır. Ama o buna rağmen yamalı elbiseler, eskimiş sarık ve yırtık ayakkabılarla hayatını sürdüren bir kişidir. O, bazen dul bir kadına su taşırken görülür, bazan da günün yorgunluğunu hafifletmek için mescidin çıplak zemini üzerinde uyuduğuna şahit olunurdu. Medine'den Mekke'ye çok sayıda yolculuk yapmış olduğu halde hiç bir zaman yanına çadır almamış ve yolda, bir çarşafı dalların üzerine gererek basit bir şekilde dinlenmeyi tercih etmiştir.

 
Yine bir gün, Ahnef b. Kays yanında Arapların ileri gelenlerinden bazı kimselerle birlikte Hz. Ömer (r.a)'ı ziyarete gitmiş; onu, elbisesinin eteklerini beline sıkıştırmış olduğu halde koşar bir vaziyette bulmuştu. Ömer (r.a), Ahnef'i gördüğünde ona; "Gel de kovalamaya katıl. Devlete ait bir deve kaçtı. Bu malda kaç kişinin hakkı olduğunu biliyorsun" dedi. Bu esnada biri ona neden kendini bu kadar üzdüğünü ve deveyi yakalamak için bir köleyi görevlendirmediğini söyleyince O; "Benden daha iyi köle kimmiş?" diyerek karşılık vermiştir.[197]

 
Günlük yasayışını gösteren bu örnekler, Hz. Ömer (r.a)'ın ümmetin sorumluluğunu üstlenen kimselerin yüklenmiş oldukları görevleri ne şekilde yerine getirmeleri ve makamlarının cazibesine kapılıp sıradan insanların yasayış tarzından kopmadan hükmetmeleri gerektiğini, çağları aşan bir örnek sergileyerek ortaya koymuştur. Bir devlet başkanı ancak bu şekilde, insanlardan ve onların günlük yaşamlarından kopmadan âdil bir yönetim kurabilir. Hz. Ömer (r.a)'a âdil sıfatını kazandıran, onun bu şekilde İslâm’ı yeryüzüne hakim kılma yolunda varlığını ortaya koymuş olmasıdır. Hz. Ömer (r.a) geçimini ticaretle temin ederdi.
 

Bunun yanında Peygamber (a.s)'ın Medine'de ona bazı tarlalar verdiği de bilinmektedir. Hayber'in fethini müteakip burada ele geçirilen araziler, savaşa katılanlar arasında taksim edilmişti. Ancak, Hz. Ömer (r.a) kendi payına düşen araziyi vakfetmiş ve bir vakıf şartnamesi de düzenlemişti: "Bu arazi satılamaz, hibe edilemez ve miras yolu ile sahip olunamaz; geliri fakirlere, akrabaya, kölelere, ALLAH yolunda, yolcu ve misafirlere harcanacaktır. Vakfı yöneten kişinin ölçülü olarak yemesinde ve yedirmesinde bir sakınca yoktur.”[198] İslâm’da ilk vakıf olayı budur.

 
Halife olduktan sonra, devlet işleriyle uğraşmasından dolayı kendi iaşesinin temini için Ashab'a müracaat etmiş, Hz. Ali (r.a)'ın teklifine uyularak ona ve ailesine normal ölçülerde devlet malından geçim imkânı sağlanmıştı. H. 15 yılında Müslümanlara maaş bağlandığı zaman, ona da ileri gelen Ashaba verilen miktarda, beş bin dirhem maaş tayin edilmişti. Ancak onun günlük gideri çok mütevazı meblağdı. Ömer (r.a), yemek olarak genellikle şunları yerdi: Ekmek (buğdaydan olduğu zaman kepekli), bazen et, süt, sebze ve sirke.


Hz. Ömer (r.a)'ın fazileti ve üstünlüğü hakkında çok sayıda sahih hadis bulunmaktadır. Hz. Ömer din konusunda o kadar tavizsizdi ki, şeytanlar bile onunla karşılaşmaktan çekinirlerdi. Bir defasında Resulullah (a.s)'ın yanına gitti. Resulullah (a.s)'dan bir şey istemek için orada bulunan kadınlar, Hz. Ömer'in sesini duyduklarında hemen kalkıp perdenin arkasına geçtiler. Hz. Ömer içeri girdiğinde Resulullah (a.s) gülüyordu. Hz. Ömer ona; "ALLAH yasini güldürsün ya Resulullah" dedi. Bunun üzerine Resulullah (a.s); "şu benim yanımda olanlara şaşarım. Senin sesini işitince perdeye koştular" dediğinde Hz. Ömer; "Ya Resulullah, onların çekinmesine sen daha layıksın" dedi. Sonra da kadınlara dönerek; "Ey nefislerinin düşmanları! Resulullah (a.s)'den çekinmiyorsunuz da benden mi çekiniyorsunuz?" diyerek onlara çıkıştı. Kadınlar; "Evet. Sen Resulüllah (a.s)'den sert ve haşinsin" dediler. Resulullah (a.s), Nefsim yed-i Kudretinde olan ALLAH'a yemin olsun ki, şeytan sana bir yolda rastlamış olsa, mutlaka yolunu değiştirirdi.”[199]

 
Başka bir rivayette Resulullah (a.s) onun için şöyle buyurmuştu:

"Gökte bir melek bulunmasın ki Ömer'e saygı duymasın. Yeryüzünde ise bir şeytan bulunmasın ki Ömer'den kaçmasın.”[200]

 
Resulullah (a.s), hakkı görmek ve onu tatbik etmek konusunda Ömer (r.a)'ın üstünlüğünü şöyle ifade etmekteydi: "Sizden önce geçen ümmetlerde bazen ilham sahipleri bulunurdu. Eğer benim ümmetimde onlardan biri bulunursa, Ömer b. Hattab onlardandır.”[201] Bu, Hz. Ömer (r.a)'ın işlerinde ve verdiği kararlarda isabetli davranmasını bir anlamda açıklar niteliktedir. Nitekim Resulullah (a.s); ALLAH doğruyu Ömer'in lisanı ve kalbi üzere kılmıştır”[202] demektedir. Bir defasında da Hz. Ömer'i göstererek şöyle demişti: Bu aranızda yaşadığı sürece, sizinle fitne arasında kuvvetlice kapanmış bir kapı bulunacaktır.
 

Hz.Ömer (r.a)'ın bu durumunu bazı konularda inen ayetlerin daha önce onun gösterdiği doğrultuda olması da te'yid etmektedir. Hz. Ömer şöyle demiştir: "Rabbime üç şeyde muvafık düştüm: Makam-i İbrahim’de, hicab'da ve Bedir esirlerinde." Hz. Ömer ötekileri zikretmemiştir. Örneğin münafıkların cenaze namazını kılmaması için Resulullah (a.s)'e inen ayet bunlardan biridir.[203]

 
Hz. Ömer (r.a.)'ın Askerî Siyaseti

Hz. Ömer (r.a.)’ın devlet başkanlığı ve bu devlet başkanlığı sırasında gerek Müslüman, gerekse gayri müslim olan reayasına uyguladığı adalet, tarihin örnek sahifelerinden birini teşkil etmiştir.

 
İslâm’ı uygulamasındaki tavizsiz siyâsetinden ve de bütün hayatı boyunca ALLAH için göstermiş olduğu cesaret ve fedâkârlıktan söz etmeyeceğiz. Bu hususlar başlı başına birer kitap olacak niteliktedir.

 
Bütün insanların baş düşmanı olan şeytan, sadece taviz vermeyen Müslüman’a yaklaşamaz ve ondan çekinir. Şeytanın, bu tavizsiz Müslümanlardan Hz. Ömer'e karşı olan tutumunu, Resulullah (a.s.). şöyle anlatıyor:

"Gökte Ömer'e saygı duymayan bir melek ve yerde ondan korkmayan bir şeytan yoktur.”[204]

 
Hz. Ebu Bekir (r.a.), ölmeden önce, onu yerine Halife, yâni Devlet Başkanı olarak seçti.

 
Hz. Ömer (r.a.), İslâm’ın Devlet Başkanı olunca, devletinin, gerek iç, gerekse dış siyasetinde, Hz. Peygamber (a.s.)’ın ve Hz. Ebu Bekir (r.a.)’ın izini takip etti. Askerî cihadı, yani Îslâm’ın savaşla olan tebliğini de, onların bıraktığı yerden devam ettirdi.

 
Bilindiği gibi, Hz. Peygamber (a.s.), daha İslâm’ı tebliğin Mekke dönemindeyken, Müslümanlara şu hedefi gösteriyordu:

 
"Lâ ilâhe illallah deyin, İran ve Bizans’ın sarayları sizin olacak!. [205]

 
Yani, ALLAH dışındaki güçlere, iktidarlara karşı çıkarak İslâm’ı kabul edin, insanlığı sömürmekte olan İran ve Bizans devletleri yıkılacaktır!...
 

Hz. Peygamber (a.s.)., İslâm’ı tebliğin Medine döneminde, bu iki süper devletten Bizans’ın sınırlarını zorlamış, Tebük seferiyle,[206] İslâm Devletinin sınırlarını bugünkü Ürdün topraklarına kadar vardırarak, İslâm kanunlarının oralarda da hüküm fermâ olmasını sağlamıştır.

 
Hz. Peygamber (a.s.)’ın vefâtından sonra, onun cihâdını Hz. Ebu Bekir (r.a.) sürdürdü ve Irak’ın güneyine kadar olan Bizans topraklarının tamamı fethedildi. Hz. Ebu Bekir (r.a.) vefat ettiğinde, Halid b. Velid komutasındaki orduları, Fihl ve Şam kalelerini zorluyor, insanları İslâm’a davet ediyorlardı.

 
Ordunun sultalaşmaması için Hz. Ömer (r.a.), İslâm Devlet Başkanı olur olmaz, bazı mülahazalarla, İslâm orduları Başkomutanı olan Halid b. Velid'i değiştirerek, yerine Ebu Ubeyde b. Cerrah'i tayin etti.

 
Hz. Ömer'in, Halid b. Velid'i görevden alması, bazı dedikodulara sebep olduysa da, Devlet Başkanı Hz. Ömer, bu kararından vazgeçmedi ve bu kararında gayet haklıydı.
 

Hz. Ömer (r.a.), Halid b. Velid'in üst üste kazandığı zaferlerden dolayı, esas görevi devlete hizmet olan ordunun, şımararak sultalaşmasını istemiyordu. Zira böyle bir durumda, İslâm’ın tatbikatı için varolan devletin, ordunun emrine girme ihtimali belirebilirdi ki bu, İslâm Devletinin bekası noktai nazarından fevkalade tehlikeli bir husustu.
 

Başka bir deyişle Hz. Ömer (r.a.), İslâm kanunlarının harfiyyen ve de tavizsiz uygulanması için mevcut olan devlet otoritesinin kaybolarak, yerine Ordu Başkomutanının, hattâ Devlet Başkanının şahsî despotizminin yer almasını istemiyordu. Yoksa, onun Halid b. Velid'i görevden alması, şahsî bir meseleden, yada Halid'in herhangi bir yolsuzluğundan kaynaklanmıyordu. Nitekim, komutanlıktan azlinin sebebini öğrenmek için başkent Medine'ye giden Halid'e, Hz. Ömer (r.a.), "Yâ Halid, sen benim yanımda çok değerlisin ve seni çok severim'‘ dedikten sonra, Devletin bütün valilerine şu tamimi gönderdi:

 
"Ben, Halid'i bir öfkesinden, ya da ihanetinden dolayı azletmedim. Fakat insanlar onu o kadar büyüttüler ki, ALLAH’ı bırakıp ona tevekkül edeceklerinden korktum. Ben onlara, bütün bu başarıların ALLAH'tan geldiğini bilmelerini istediğim için böyle hareket ettim."[207]

 
Devlet başkanı Hz. Ömer'in bu hassasiyetini gören Halid b. Velid, Medine'de kalabilme imkânının olmasına rağmen, ordusuna dönerek, Ebu Ubeyde b. Cerrah'in maiyetinde cihada devam etti.
 

"Dünya seni de helâk etmesin"

 
Hz. Ömer (r.a.), ordu komutanlarının azlinde gösterdiği titizliği, onların tayininde de gösteriyordu. Nitekim Halid'in yerine tayin ettiği yeni komutan Ebu Ubeyde b. Cerrah'a da şöyle yazıyordu:

 
"Ben sana, tek kalıcı şey olan ALLAH’ın takvasını tavsiye ediyorum ki, ondan başka hiçbir şeyin değeri yoktur. O ALLAH ki, bizi dalâletten hidâyete, karanlıklardan aydınlığa çıkardı. Seni Halid b. Velid'in ordusuna komutan tayin ettim. Onların hakkı ne ise, ona göre davran! "Ganimet alacağım" düşüncesiyle, Müslümanlar helâke götürme! Araziyi iyice keşfetmeden onları oraya sevk etme! Muhafızsız birlikler gönderme! Müslümanları felâketlere götürmemen için seni uyarıyorum. ALLAH seni benimle, beni de seninle imtihan edecek. Gözünü ve kalbini dünyadan çevir, dünyaya dalma! Dikkat et ki bu dünya, senden evvelkileri olduğu gibi, seni de helâk etmesin..."[208]

 
Hz. Ömer (r.a.)’n, normal vatandaşa olduğu kadar, komutan ve askerlerine karşı da bu kadar hassas olmasının tek sebebi, onların hak hukukları hakkında ALLAH'a vereceği hesabın kendisine yüklemiş olduğu ağır mesuliyetti. Nitekim o, sürekli olarak kendi kendisini muhasebe etmekle meşguldü. Günümüz sosyolog, psikolog ve felsefecilerinin efkârı umumiyyeye empoze etmeye çalışıp, bir türlü ne kendi nefîslerinde, ne de toplumun hiçbir kesiminde uygulayamadıkları meşhur otokritik müessesesi, Müslümanlar tarafından bu şekilde gerçekleştirilmiştir. Bunun başka yolu da yoktur. Nitekim Peygamberimiz (a.s.). şöyle buyuruyor:

 
"Hikmetin başı, ALLAH korkusudur" Başka deyişle, insanlığın ölçüsü, ALLAH'a ve O'nun kanunlarına olan bağlılıktadır.

 
Hz. Ömer (r.a.), özel olarak görevlendirdiği postacılar vasıtasıyla, günü gününe ordusundan haber alıyor, âdeta onların yanında savaşıyormuş gibi, ordusunu sevk ve idare ediyordu. Nitekim komutanlarına göndermiş olduğu emirlerde, her gün durumları bildirir mektuplar yazmalarını, bu mektupları postayla Medine'ye göndererek, Devlet merkezini olup bitenden haberdar etmelerini istemiştir.[209]

 
"Hz. Peygamber(a.s)'ın dayısı olman seni yanıltmasın!'


İslâm orduları, Suriye fethinde Bizans ordularıyla çarpışmaya devam ederken; Hz. Ömer (r.a.), İran cephesindeki cihadı da hızlandırdı.

 
Hz. Ömer (r.a.), İran’ın fethi için, İslâm uğruna ilk defa kan döken[210] ve Hz. Peygamber (a.s.)’n cennetle müjdelediği on kişiden biri olan Sa'd b. Ebi Vakkas’ı görevlendirdi. Başkomutanlığına tayin edilen Sa'd b. Ebi Vakkas’a da, Devlet Başkanı Hz. Ömer söyle tavsiye ediyordu:
 

‘‘Ey Sa’d, Hz. Peygamber (a.s.)’ın dayısı ve onun sahabesi olman seni yanıltıp ALLAH'tan uzaklaştırmasın! ALLAH, kötülüğü kötülükle değil, iyilikle yok eder. ALLAH ve insanlar arasında, O’na itaatte başka hiç kimse yoktur. ALLAH katında bütün insanlar eşittir. ALLAH onların Rabbi, onlar da O'nun kullarıdırlar. Onlara verilen hayat için, O'nu zikrederek, O'nun kanunlarına tabi olarak, O'na hamdederler. Resulullah (a.s.)’den gördüğün gibi hareket et!.."[211]
 

Hz. Ömer (r.a.), bu tavsiyesiyle, gayelerinin insanlara kötülük yapıp onları öldürmek olmadığını, bilakis, ALLAH davasını insanlara tebliğ ederek, onları ALLAH’ın kanunları altında birleştirmek olduğunu vurgulamak istiyordu.
 

Hz. Ömer (r.a.)’dan son emirleri aldıktan sonra, Sa'd b. Ebi Vakkas İran üzerine yürüdü.

 
Sa'd'ın komutasında birleşen İslâm orduları, kazandıkları Kadisiyye savaşından sonra İran’ı tamamen fethedecekler ve Hz. Ömer (r.a.) vefât etmeden önce İran Müslüman olacaktır.

 
Hz. Ömer (r.a.), Kadisiyye öncesi, komutanı Sa'd'a gönderdiği mektupta, sadece ona dinî vaazlarda bulunmuyor, en ince teferruatına kadar askerî talimatlarını bildiriyordu. Mektubunun bir bölümünde şöyle diyordu Hz. Ömer: "Durumunuzu aralıksız olarak ve bütün tafsilatıyla bana yaz. Nasıl hareket ettiğinizi; sizin düşmana, düşmanın da size olan nispet ve harekât tarzını öyle yaz ki, mektuplarından âdeta savaşı izleyeyim..!'[212]  

 
Bu talimatlardan sonra, İslâm askerinin parolasını bile veriyordu. Hz. Ömer; "Savaş başlayıp, bitene kadar herkes ‘Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh' diyecek!.." Müslüman askerinin kolu kılıç sallayarak, dili de ALLAH’ı zikrederek Rablerine kulluk edecekler. Başka deyişle, biri diğersiz olmaz.

 
Kadisiyye savaşı arifesinde, İran ordu komutanıyla görüşen ve her savaş öncesi olduğu gibi düşmanı İslâm’a davet eden müslüman elçi, müslümanların gayesini İranlılara şöyle anlatıyordu:

"Bizim arzumuz dünya değil. Bizim arzu ve isteğimiz Ahrettir. ALLAH bize bir Peygamber göndererek ona şöyle dedi: Ben şu taifeyi, benim kanunlarımla amel etmeyenlere musallat ettim. Bunlar vasıtasıyla, benim kanunlarıma karşı gelenlerden intikam alacağım. Bu tâife (yani Müslümanlar), benim kanunlarıma bağlı oldukları sürece onları galip kılarım. Bu hak dindir. Ondan yüz çeviren hiç kimse yoktur ki zillete, ona bağlanan hiç kimse yoktur ki izzete kavuşmasın."

 
"Bu dinin esası, ALLAH’ın birliğine ve Muhammed (a.s.)’ın Onun Peygamberi olduğuna inanıp şehâdet etmek ve ALLAH katından gelen her şeyi noksansız ikrar etmektir."

 
"Dinimizin gayesi, insanları, insanlara kulluktan kurtarıp, onları ALLAH'a kul etmektir."[213]

 
Hz. Ömer (r.a)'ın Rivayet ettiği Bazı Hadisler

 
ـ وعن عمرَ بن الخطاب رضِىَ اللّهُ عنهُ قال: ]تُرِكتُمْ علَى الواضِحةِ، ليلُهَا كَنَهارِهَا. كُونُوا عَلى دين ا‘عرابِ والغلمانِ في الكُتَّابِ.

 
-Hz. Ömer İbnu'l-Hattâb (r.a)'dan rivayet edilir ki, şöyle buyurmuştur: "Gecesi gündüz gibi olan çok aydınlık bir şeriat üzere terkedildiniz. Çöldeki bedevîlerin ve mahalle mekteplerindeki çocukların dini üzere olun. (Âyet ve hadisten öğretilenleri olduğu gibi takib edin, kendinizden katıp karıştırmadan taklid edin.)[214]

 
ـ عن عمر بن الخطاب رضى اللّه عنه قال: ]قال رسول اللّه : الذَّهَبُ بالذَّهَبِ رباً إَّ هَاءَ وَهَاءَ، وَالْبُرُّ بالْبُرِّ رِباً إَّ هَاءَ وَهَاءَ، وَالشَّعِيرُ  بِالشَّعِيرِ رباً إَّ هَاءَ وَهَاءَ، وَالتَّمْرُ بالتَّمْرِ رِباً إَّ هَاءَ وَهَاءَ[. أخرجه الستة، وهذا لفظ الشيخين، وللبخارى في رواية. ]الْوَرِقُ بالْوَرِقِ، والذَّهَبُ بالذَّهَبِ


 
Hz.Ömer İbnu'l-Hattâb (r.a) anlatıyor: Resûlullah (a.s) buyurdular ki: "Altın altınla peşin olmazsa ribâdır. Buğday buğdayla peşin satılmazsa ribâdır. Arpa arpayla peşin satılmazsa ribâdır. Kuru hurma kuru hurmayla peşin satılmazsa ribâdır." [215]

 
ـ وعن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]لَمَّا كانَ يَوْمُ بَدْرٍ وَأخَذَ: يعنِى النبىّ # الْفِدَاءَ. فأنزَلَ اللّهُ تعالى: ما كانَ لِنبىّ أنْ يَكُونَ لَهُ أسرَى حتَّى يُثْخِنَ في ا‘رْضِ تُريدُونَ عَرَضَ الدُّنْيَا. إلى قوله: لَمَسَّكُمْ فِيمَا أخَذْتُمْ؛ مِنَ الْفِدَاءِ: عَذَابٌ عَظِيمٌ. ثُمَّ أحَلَّ لَهُمُ الْغَنَائِمَ.

 
- Hz. Ömer (r.a) anlatıyor: Bedir savaşında Hz. Peygamber (a.s) (esirlerin serbest bırakılmaları mukabilinde) fiyde-i necat alınca Cenâb-ı Hakk şu ayeti indirdi: "Yeryüzünde savaşırken, düşmanı yere sermeden esir almak hiçbir peygambere yaraşmaz. Geçici dünya malını istiyorsunuz. Oysa ALLAH âhireti kazanmanızı ister. ALLAH güçlüdür, hakimdir. Daha önceden ALLAH'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azâb erişirdi. Elde ettiğiniz ganimetleri temiz ve helâl olarak yiyin..." (Enfal 67-69). Ganimetler sonradan helâl kılındı."[216]


Hz. Ömer'in  Öğütleri

-İnsanlar seni kendinle ilgilenmekten alıkoymasın. Çünkü durumundan onlar değil sonunda sen sorumlu olacaksın.

-Gündüzleri boş geçirme. Çünkü işlediğin amellerin kaydediliyor.

-Bir kötülük yaptığında hemen iyilik yap. Çünkü işlediğin amellerin kaydediliyor. Bir kötülük yaptığında hemen iyilik yap. Çünkü yapılmış olan bir günah için hemen iyilik yapmaktan daha iyi bir şey görmüyorum.

-Sana kötülük yapanlardan uzak dur. Az bulsan da salih kimseleri dost edin.

-Sana gerçek belli oluncaya kadar, Müslüman kardeşinin işini en güzel şekilde yorumla.  Bir Müslüman’ın ağzından çıkan bir sözü hayra yorma ihtimali bulunduğu sürece kötüye yorumlama.

-Kendini suçlamalara açık tutan kimse, zanla kendine kötü diyenleri kınamasın. Sırrı gizleyen kimsenin elinde serbest hareket etme imkânı vardır.

-Kendileriyle yaşayacağın doğru arkadaşlar edin. Çünkü onlar rahatlıkta zinet, sıkıntılı anında hazırlıktır.

-Seni öldürse de doğruluktan ayrılma.  

-Seni ilgilendirmeyen işlere karışma.

-Olmayan şeyler hakkında soru sorma. Çünkü boş şeyle meşgul olmuş olursun.

-Senin kurtuluşunu istemeyenden bir ihtiyacını talep etme.  

-Yalan yemin etmeyi önemsiz görme, ALLAH seni helak eder.  

-Kötülüklerini öğrenmemek için kötülerle arkadaşlık etme.  

-Düşmanından uzak dur.  

-Güvenilmeyen arkadaşından sakın.  

-ALLAH'tan korkandan başka güvenilir kimse yoktur.  

-Kabirlerde huşu içinde ol.

-İbadet anında tevazu içinde ol.

-Günahtan korun.

-İşlerinde de ALLAH'tan korkanlarla istişare et

-ALLAH (cc) şöyle buyuruyor:

 
وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَابِّ وَالْاَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ كَذلِكَ اِنَّمَا يَخْشَى اللّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمؤُا اِنَّ اللّهَ عَزيزٌ غَفُورٌ

 
“Ve insanlardan ve yürür hayvanlardan ve davarlardan da böylece renkleri muhtelif olanlar (vardır) ve ALLAH'tan kulları arasında da ancak ilim sahipleri olanlar korkar. Şüphe yok ki, ALLAH galiptir, yarlığayıcıdır."[217]


-Erkekler ve Kadınlar üç gruptur:

-Üç grup kadın şunlardır:

-Dindar, iffetli, yumuşak, sevimli ve doğurgan kadınlar. Bunlar kocasının zararına çalışmaz, sıkıntılı günlerinde yardımcı olur. Bunları çok az bulursun.

-Sadece bir kap olan kadınlar. Bunlar çocuk doğurmaktan başka işe yaramazlar. Bir de kocasının boynuna bir bukağı gibi olan kadınlar. ALLAH bunları dilediğinin boynuna geçirir. Dilediği zaman da çıkarır.

-Üç grup erkek ise şunlardır:

 
İffetli, yumuşak görüş sahibi ve kendisine danışılabilecek olanlar. Bunlar başlarına bir iş geldiğinde kendi akıllarıyla onu hallederler.

 
İkincisi, her hangi bir görüş sahibi olmayan erkeklerdir. Bunlar, başlarına bir iş geldiğinde meseleyi görüşü yerinde olan ve danışılacak kimseye ileterek hallederler.

 
Üçüncüsü ise görüşü olmayan ve şaşkın kimselerdir. Bunlar da herhangi bir yol gösterene de itaat etmeyen erkeklerdir.

 
-Çok gülenin heybeti azalır.

-Mizah yapan hafife alınır.  

-Çok konuşanın hatası da çok olur.

-Hatası çok olanın hayası azalır.

-Hayası az olanın verası az olur.

-Verası az olanın da kalbi ölür.

-ALLAH'ın, batılı, onu terk ederek öldüren, hakkı da zikretmek suretiyle dirilten kulları vardır.

-Bunlar iyiliğe yöneltildiklerinde rağbet ederler, kötülükten sakındırıldıklarında da sakınırlar.

-Korkarlar, emin olmazlar. Gözleriyle görmedikleri halde yakinen inanırlar.

-Korku onları ihlaslı yapar. Ebedi olan için faniyi terk ederler.

-Haya onlar için nimet, ölüm bir şereftir. Hurilerle evlendirilirler, ölümsüz gençler onlara hizmet ederler.

-Kitaplarla ve ilimle dolunuz, ilim pınarı olunuz. ALLAH'tan her gün rızkınızı isteyiniz.  

-Tevbe edenlerle oturunuz. Çünkü onlar kalbi en yumuşak olanlardır.

-ALLAH'tan korkan intikam almaz. Takva sahibi olan günah işleyemez.

-İnsanlara karşı insaflı olanlar işinde başarılı olur. İbadet edince aşağılanmaz.  

-İyiliğe, günahla yücelmeden daha yakındır.

-Kişinin şerefi takvasıdır. Soyu dini, insanlığı da ahlâkıdır.

-Sen, Farslı, Acemli ve Nabatlı birinden daha hayırlı değilsin. Üstünlük ancak takva iledir.

-Hikmet yaş büyüklüğünde değildir. Ancak o, ALLAH'ın dilediğine verdiği bir ihsanıdır.

-Aşağılık ve kötülenen önemsiz işlerden sakın


 
Değerlendirme

1. Hz. Ömer (r.a.)’ın da suretiyle göstermiş olduğu gibi, İslâm inancına göre esas olan, ne devlettir, ne ordu ve ne de Ordu komutanları; değişmez esas olan, İslâm’ın tavizsiz ve noksansız tatbikatıdır. Onun için Hz. Ömer, çok sevdiği ve gerçekten hayatını İslâm’a adamış olan Halid b. Velid’i, yukarıda belirttiğimiz gibi, İslâm yararına görevinden alıyor. Kısacası, Hz. Ömer, kim olursa olsun, insanların putlaşmasını istemiyor.

2. Hz. Ömer, komutanlarını, kendi şahsî kaprisleri değil, İslâm’ın emirleri dahilinde hareket etmeleri hususunda uyarıyor. Yani İslâm’a göre, "her şeyi ben bilirim, herkes benim emrimde olacak, emir komutayı ben veririm, kimse bana karışamaz" gibi keyfî davranışlar yasaktır. İslâm neyi gerektiriyorsa o yapılır.

3. Hz. Ömer (r.a.) en küçük rütbeli askerine kadar her tebaasını düşünüyor, onlara en ufak bir hakaretin, haksızlığın yapılmasına müsaade etmiyor. İslâm’a aykırı davranışlarda bulunan olursa, isterse bu kişi vali, ya da komutan olsun kamçısıyla düzeltir ve de düzeltmiştir.

4. Ganimet almak için cihad yoktur. Cihad, ALLAH ahkâmını bildirmek içindir. İnsanları, insanlara kul olmaktan kurtarıp, onları ALLAH'a kul yapma mücadelesidir cihad!...

5. Kılıcın yanında değil de, ALLAH’ı devamlı zikrederek kulluğunu ifâ edecek. Yani İslamî kulluk ki, biz buna ibadet diyoruz, bir bütündür. Namazı, oruçtan; cihadı, Hacdan; ALLAH’ın hakkını, kul hakkından ayrı düşünmek, kulluğu dinamitlemek demektir.
[218]


Konu Başlığı: Ynt: Hz. Ömer
Gönderen: Ekvan üzerinde 08 Ekim 2010, 06:12:38
Tanımadan sevmek olmuyor.bu konuda vesile olduğunuz için Allah razı olsun.HZ.Ömerin hayatından bize aktardığınız şu yazı da şunu farkettim.Sahabe Efendilerimizi tanınması gerektiği şekilde tanımıyor ve örnek şahsiyetler olarak rehberimiz kılamıyoruz.Oysa Efendimiz S:A:V: kurtuluş reçetesi olarak ONLARA TABİİ OLMAMIZI emretmiş.Rabbim bu konudaki gayretimizi arttırsın ve şefaatlerine cumlemizi nail eylesin.AMİN!


Konu Başlığı: Ynt: Hz. Ömer
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 09 Ekim 2010, 00:21:38

Kesinlikle katılıyorum sevgili kardeşim...Tanımadan sevmek olmaz ..olur diyen yalan söyler..
Okuyup araştırdıkça daha tanımadğımız bilmediğimiz ne çok özellikleri varmış sahabelerin ....Rahman cümelmizde razı ve hoşnut olsun...Şefaatlerine nail olanlardan ve tabi olanlardan eylesin inşAllah...
Selam ve dua ile kalınız...


Konu Başlığı: Ynt: Hz Ömer
Gönderen: Mehmed. üzerinde 14 Ocak 2019, 17:52:58
Esselamu aleyküm Rabbim bizleri doğruların yolundan ayırmasın Rabbim paylaşım için razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Hz Ömer
Gönderen: Sevgi. üzerinde 15 Ocak 2019, 03:28:56
Aleyküm Selam. Rabbim bizleri Sahabe Efendilerimizin şefaatine nail eylesin inşaAllah


Konu Başlığı: Ynt: Hz Ömer
Gönderen: Ceren üzerinde 15 Ocak 2019, 21:26:53
Esaelamu aleykum. Rabbim bizleri Hz.omer gibi adaletli islama hizmet eden peygamber efendimize sadık olan kullardan olalim inşallah. ..