๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Ashabı Kiram => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 08 Ekim 2010, 01:39:33



Konu Başlığı: Hz.Ali Bin Ebi Talib
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 08 Ekim 2010, 01:39:33
4)Allah’ın arslanı ve Resûlullahın dâmâdı: Hz. ALİ BİN EBÎ TÂLİB


Resulullah'ın amcasının oğlu, damadı, dördüncü halife. Babası Ebû Talib, annesi Kureyş'ten Fâtıma binti Esed, dedesi Abdulmuttalib'tir. Künyesi Ebu'i Hasan ve Ebû Tûrab (toprağın babası), lâkabı Haydar; unvanı Emîru'l-Mü'minin'dir. Ayrıca 'Allah’ın Arslanı' unvanıyla da anılır.

 
Hz. Ali küçük yaşından beri Resulullah'ın yanında büyüdü. On yaşında İslam’ı kabul ettiği bilinmektedir. Hz. Hatice'den sonra Müslümanlığı ilk kabul eden odur. Hz. Peygamber ile Hz. Hatice'yi bir gün ibadet ederken gören Hz. Ali'ye Peygamberimiz sirkin kötülüğünü, tevhidin manasını anlattığında Hz. Ali hemen Müslüman olmuştu. Mekke döneminde her zaman Resulullah'ın yanındaydı. Kâbe'deki putları kırmasını şöyle anlatır: "Bir gün Resul-u Ekrem ile Kâbe'ye gittik. Resul-u Ekrem omuzuma çıkmak istedi. Kalkmak istediğim zaman kalkamayacağımı anladı, omsuzumdan indi, beni omuzuna çıkardı ve ayağa kalktı. Kendimi istesem ufukları tutacak sanıyordum. Kâbe'nin üzerinde bir put vardı, onu sağdan soldan ittim. Put düştü, parça parça oldu. Resulullah'ın omuzlarından indim. ikimiz geri döndük."[261]


Resul-u Ekrem, en yakın akrabasını uyarmak ve hakkı tebliğ etmek hususunda Allah'u Teâlâ'dan emir alınca onları Safa tepesinde toplayıp ilâhî emirleri tebliğ edince, Kureyş müşrikleri onunla alay etmişti. İkinci toplantıyı yapmasını Hz. Ali (r.a.)'ye bıraktı, Ali de bir ziyafet hazırlayarak Haşimoğullarını davet etti. Resulullah yemekten sonra: "Ey Abdülmuttaliboğulları, ben özellikle size ve bütün insanlara gönderilmiş bulunuyorum.
 

İçinizden hanginiz benim kardeşim ve dostum olarak bana bey'at edecek" dedi. Yalnız Ali (r.a.) kalktı ve orada Resulullah'a onun istediği sözlerle bey'at etti. Bunun üzerine Resul-u Ekrem, "Kardeşimsin ve vezirimsin " diyerek Hz. Ali'yi taltif etti.
 

Hz. Peygamber hicret etmeden önce elinde bulunan emanetleri, sahiplerine verilmek üzere Ali'ye bıraktı ve o gece Hz. Ali, Resulullah'ın yatağını da yatarak müşrikleri şaşırttı. Böylece Hz. Ali, Hz. Peygamber'i öldürmeye gelen müşrikleri oyalayarak onun yerine hayatını tehlikeye atmış, bu suretle Peygamber'e hicreti sırasında zaman kazandırmıştır. Hz. Ali, Peygamberimiz'in kendisine bıraktığı emanetleri sahiplerine verdikten sonra Medine'ye hicret etti. Medine'de de Hz. Peygamber'in devamlı yanında bulundu, bütün cihat harekâtlarına katıldı, Uhud'da gâzî oldu. Bedir'de sancaktardı.

 
Aynı zamanda keşif kolunun başındaydı; hakim noktaları tespit ederek Hz. Peygamber'e bildirdi. Bu mevkiler işgal edilerek, Bedir'de önemli bir savaş harekâtını başarıya ulaştırdı. Bedir gazasının başlamasından önce, Kureyşliler'le teke tek dövüşen üç kişiden biriydi. Bu dövüşte, hasmı Velid b. Muğire'yi kılıcı ile öldürdüğü gibi, Hz. Ebû Ubeyde zor durumdayken yardımına koştu ve onun hasmını da öldürdü. Kendisine "Allah’ın Arslanı" lâkabı ve Bedir ganimetlerinden bir kılıç, bir kalkan ve bir de deve verildi.

 
Hz. Ali, Bedir savaşından sonra Hz. Peygamber'in kızı Hz. Fâtıma ile evlendi. Nikâhını Hz. Peygamber kıydı. O zamana kadar Resulullah'la oturan Hz. Ali nikâhtan sonra ayrı bir eve taşındı. Hz. Ali'nin, Hz. Fâtıma'dan üç oğlu, iki kızı dünyaya geldi. Hicret'in üçüncü yılında Uhud savaşında, Müslüman okçuların hatası yüzünden müşrikler Müslümanların üzerine saldırmışlar ve Hz. Peygamber de yaralanarak bir hendeğe düşmüş ve düşman onun öldüğünü yaymıştı. Halbuki o sırada dövüşe dövüşe gerileyen Hz. Ali, Hz. Peygamber'in içine düştüğü hendeğe ulaşarak, onu korumaya almıştı. İki tarafın da kazanamadığı bu savaşta Hz. Ali birçok yerinden yaralanarak gazi oldu.
 

Uhud savaşından sonra Hz. Ali "Benu Nadr" Yahudilerinin hainlikleri üzerine bu kabile ile yapılan savaşı bizzat idare etti. Bütün çarpışmalarda Hz. Ali kahramanca dövüşmüş ve müşriklerin en meşhur savaşçılarını öldürmüştür. Hudeybiye barışında sulh şartlarının yazılmasında o memur edildi. Hz. Ali, sulhnameyi yazmaya şöyle başladı: "Bismillâhirrahmânirrahîm. Muhammed Resulullah...." Ancak müşrikler bu ifadeye itiraz ettiler. Hz. Peygamber, "Resulullah" yerine "Muhammed b. Abdullah" yazmasını Hz. Ali'ye söylemiş fakat Hz. Ali "Resulullah" ifadesinin yazımında ısrar etmiştir.
 

Hz. Ali Mekke'nin fethi sırasında yine sancaktardı. "Keda" mevkiinden Mekke'ye girdi. Mekke kan dökülmeden fethedildi. Hz. Peygamber ile birlikte Kâbe'deki bütün putları kırdılar.


Mekke'nin fethinden sonra Resulu Ekrem, Hâlid b. Velid'i Benu Huzeyme kabilesine gönderdi. Bu kabile ya cehaleti, ya da bedevî olmalarından, "Müslüman olduk" anlamındaki "eslemna" kelimesi yerine "sabbena" dediği için Hâlid b. Velid hiddetlendi ve onlarla harp etti. Hz. Peygamber olayı duyunca çok üzüldü. Hz. Ali'yi bu hatayı telâfi ile görevlendirdi. Hz. Ali Benu Huzeyme'ye giderek öldürülenlerin diyetini ödeyip mağdur olanların zararlarını telâfi etmişti.

 
Huneyn gazasında Müslümanlar bir ara bozulup dağıldılar. Sayıları binleri bulduğu halde içlerinden ancak birkaç kişi sabredip dayanabildi. Hz. Ali bu savaşta yalnız sabırla tahammül etmekle kalmayarak gösterdiği yiğitlik ve kumandanlıkla İslâm ordusunun kendi safında toparlanmasını sağladı.


Resulu Ekrem hicretin 9. yılında Tebük seferine çıkarken Hz. Ali'yi ehl-i beytin muhafazası için Medine'de bıraktı, ancak bu sefere katılamadığı için müteessir oldu. Bunun üzerine Resulullah: "Musa'ya göre Harun ne ise, sen bana karşı o olmak istemez misin?" dedi. Ali, bu iltifattan çok memnun oldu.
 

Berae (Tevbe) suresinin ayetleri nazil olunca, Resulullah Hz. Ali'yi Mekke'ye gönderdi. Bu suretle hiçbir müşrikin artık Kâbe-i şerîfi bundan sonra haccedemeyeceğini bildirdi.

 
Yemen bölgesinin İslâm’a girmesi zordu. Görev yine Ali b. Ebi Talib'e verildi. Hz. Ali "Bu çok güç bir iş" dedi. Resulullah da "Ya Rabb, Ali'nin dili tercümanı, kalbi hidayet nurunun memba olsun" diye dua edince, Ali, siyah bir bayrak alarak Yemen'e gitti, kısa süren irşatları sayesinde Yemen'in bütün Hemedan kabilesi Müslüman oldu.

 
Hz. Peygamber'in vefatı sırasında, hücresinde bulunanların başında geliyordu. Hz. Ebu Bekir halife seçildiği sırada Hz. Ali Resulullah'ın hücresinde tekfin ile meşgul idi.

 
Hz. Ömer devrinde devletin bütün hukuk işleriyle ilgilenip adeta İslâm devletinin baş kadısı olarak görev yaptı. Hz. Ömer'in şehâdeti üzerine yine devlet başkanını seçmekle görevlendirilen altı kişilik şûra heyetinde yer alıp, bu altı kişiden en sona kalan iki adaydan biri oldu.

 
Hz. Osman’ın hilâfeti döneminde idarî tutumdan pek memnun olmamakla birlikte İslâm devletinin muhtelif vilâyetlerinden gelen şikayetleri hep Hz. Osman'a bildirmiş ve ona hâl çareleri teklif etmişti. Hz. Osman’ı muhasara edenleri uzlaştırmak için elinden gelen gayreti sarf etti.

 
Hz. Osman’ın şahâdetinden sonra İslâm’ın ileri gelen şahsiyetleri ona bey'at ettiler. Ancak onun bu dönemi Allah’ın bir takdiri olarak son derece karışık bir dönem oldu. Hilâfete geçtiğinde hâlledilmesi gereken bir çok problemle karşı karşıya kaldı. Bu karışıklıklar Cemel ve Sıffin gibi iç çatışmaları doğurdu. İslâm devleti bünyesindeki bu ihtilâfları giderme konusunda büyük fedakârlık ve gayretler gösterdi.

 
Nihayet, Kûfe'de 40/661 yılında bir Hârici olan Abdurrahman b. Mülcem tarafından sabah namazına giderken yaralandı. Bu yaranın etkisiyle şehid oldu.

 
Hz. Ali devamlı olarak Hz. Peygamber (a.s.)'ın yanında bulunduğu için Tefsir, Hadîs ve Fıkıhta sahabenin ileri gelenlerindendir. Hatta Resulullah'ın tabiri ile "ilim beldesinin kapısı" olarak ümmetin en bilgini idi. Hz. Peygamber yolunda insanları hakka iletmek için büyük gayretler sarf etmiş ve hilâfet dönemi iç karışıklıklarla dolu olmasına rağmen İslâm’ın öğretilmesi ve öğrenilmesi hususunda büyük katkıları olmuştu.
 

Medine'de duruma hakim olup yönetimi tam olarak eline aldıktan sonra öğretim için merkezde bir okul kurdu. Arapça gramerin öğretilmesini Ebu Esved ed-Düeli'ye, Kur'an okutma ve öğretme işini Abdurrahman esSülemi'ye, Tabiî ilimler konusunda öğretmenlik görevini Kümeyl b. Ziyâd'a verdi. Arap edebiyatı konusunda çalışma yapmak üzere de Ubade b. es-Samit, ve Ömer b. Seleme'yi görevlendirdi. Devlet yönetimi ve hizmetlerini; maliye, ordu, teşrî ve kaza gibi bölümlere ayırarak yürütüyordu. Malî işleri, dağıtma ve toplama diye iki kısma ayırmazdı.

 
Ümmetin malını ümmete dağıtırken de son derece titiz davranırdı. Kendisine bir pay ayırma noktasında gayet dikkatli olup, kimsenin hakkına tecavüz etmemekte de büyük bir örnek idi. Kendisini Kûfe'de görenler, kışın soğuğunda ince bir elbisenin altında tir tir titreyerek camiye gittiğini aktarırlar. Devlet yönetici ve memurlarının nasıl davranmaları gerektiği konusunda şu yönetmeliği hazırlamıştı.

 
1. Halka karşı daima içinizde sevgi ve nezaket besleyin. Onlara bir canavar gibi davranmayın ve onları azarlamayın .

2. Müslüman olsun olmasın herkese ayni davranın. Müslümanlar kardeşleriniz, Müslüman olmayanlar ise sizin gibi bir insandır.

3. Affetmekten utanmayın. Cezalandırmada acele etmeyin. Emriniz altında bulunanların hataları karşısında hemen öfkelenip kendinizi kaybetmeyin .

4. Taraf tutmayın, bazı insanları kayırmayın. Bu tür davranışlar sizi zulme ve despotluğa çeker.

5. Memurlarınızı seçerken zalim yöneticilere hizmet etmemiş ve devletin suçlarından ve zulümlerinden sorumlu olmamış bulunmalarına dikkat edin.

6. Doğru, dürüst ve nazik kişileri seçin ve çıkar ummadan ve korkmadan acı gerçekleri söyleyebilenleri tercih edin.

7. Atamalarda araştırma yapmayı ihmal etmeyin.

8. Haksız kazanç ve ahlâksızlıklara düşmemeleri için memurlarınıza yeterince maaş ödeyin.

9. Memurlarınızın hareketlerini kontrol edin ve bunun için güvendiğiniz samimi kişileri kullanın.

10. Mektuplar ve müracaatlara bizzat kendiniz cevap verin.

11. Halkın güvenini kazanın ve onların iyiliğini istediğinize kendilerini inandırın.

12. Hiç bir zaman vaadinizden ve sözünüzden dönmeyin.

13. Esnaf ve tüccara dikkat edin; onlara gereken önemi gösterin, fakat ihtikâr, karaborsa ve mal yığmalarına izin vermeyin.

14. El işlerine yardım edin; çünkü bu yoksulluğu azaltır, hayat standardını artırır.

15. Tarımla uğraşanlar devletin servet kaynağıdır ve bir servet gibi korunmalıdır.

16. Kutsal görevinizin yoksul, sakat ve yetimlere bakmak olduğunu hiç aklınızdan çıkarmayın. Memurlarınız onları incitmesin, onlara kötü davranmasın. Onlara yardım edin, koruyun ve yardımınıza ihtiyaç duydukları her zaman huzurunuza çıkmalarına engel olmayın .

17. Kan dökmekten kaçının, İslâm’ın hükümlerine göre öldürülmesi gerekmeyen kimseleri öldürmeyin.

 
Hz. Ali bütün bu emirleri kendi nefsinde eksiksiz uygulayan bir halifeydi. Beş yıllık halifeliği çok önemli olaylarla, savaş ve sıkıntılarla geçmişti. Fitnelere karşı sonuna kadar doğru yoldan sabırla mücadele etmek istedi sonunda şehid oldu.

 
Hz. Ali İslâm’ın bütün güzelliklerine vakıftı. Çünkü o, Resulullah'ın daima yanında bulunmuştu. Vahiy kâtibiydi, hâfız, müfessir ve muhaddisti. Hz. Peygamber'den beş yüzden fazla hadis rivayet etti. Ahkâmın nazariyatından çok amelî keyfiyetine bakardı: "Halka anladıkları hadisleri söyleyiniz. Allah ile Peygamber'in tekzip edilmesini ister misiniz?" demiştir.

 
Hz. Ali'nin, Hz. Fâtıma'dan Hasan, Hüseyin, Muhsin adlı oğulları ve Zeynep, Ümmü Gülsüm adlı kızları oldu.

 
Hz. Ali âbid, kahraman, cesur, iyilikte yarışan, takva sahibi ve son derece cömertti. Medine'de Müslümanların durumu düzeldikten sonra, Hz. Ali de bir hizmetçi almaya karar verip, Resulullah'a gitti. Resulullah kızıyla damadının arasına girerek: "Ben size hizmetçiden daha hayırlısını haber vereyim. Yatarken otuz üç kere Allahü ekber, otuz üç kere Elhamdülillah, otuz üç kere de Subhanallah deyin" buyurdu. Yine bir gün yiyecek çok az yemekleri olan Hz. Ali ile ailesi sofraya oturdukları sırada kapılarına bir dilenci geldi, onlar da yemeği dilenciye verdiler. Ertesi gün gelen bir yetime, üçüncü gün gelen bir esire yemeklerini verdiler.
 

Hz. Ali'nin "Zülfikâr" adı verilen meşhur bir kılıcı vardı. Kılıcın ağzı iki çatallı idi ve Hz. Ali'ye Resulullah tarafından hediye edilmişti. Hz. Ali'nin cömertliği, insanlığı, Resulullah'a olan yakınlığıyla edindiği büyük manevî miras onu yüzyıllardır halk inançlarında destanı bir kişiliğe büründürmüştür. Bir gün onun dört dirhemi vardı. Birini açıktan, birini gizliden birini gündüz, birini de gece infak etti ve hakkında şu ayet-i kerime indi:
 

اَلَّذينَ يَاْكُلُونَ الرِّبوا لَا يَقُومُونَ اِلَّا كَمَا يَقُومُ الَّذى يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّ ذلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا اِنَّمَاالْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبوا وَاَحَلَّ اللّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبوا فَمَنْ جَاءَهُ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّه فَانْتَهى فَلَهُ مَا سَلَفَ وَاَمْرُهُ اِلَى اللّهِ وَمَنْ عَادَ فَاُولئِكَ اَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فيهَا خَالِدُونَ

 
“Onlar ki, mallarını gece ve gündüz, gizli ve âşikâre olarak infak ederler, artık onlar için Rableri nezdinde mükâfatları vardır. Ve onlara bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.”[262]

 
Hz. Ali'nin peygamberimizden rivayet ettiği bazı hadis-i şerifler: "Günah isleyen biri pişman olur, abdest alır namaz kılar ve günahı için istiğfar ederse Allah'u Tealâ Nisâ suresinde 'Biri günah işler veya kendine zulmeder sonra pişman olup Allah'u Teâlâ'ya istiğfar ederse Allah'u Teâlâ'yı çok merhametli ve af ve mağfiret edici bulur' buyurmaktadır."

 
"Üzerinde farz namaz borcu olan kimse, kazasını kılmadan nafile kılarsa boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse, kazasını ödemedikçe Allah'u Teâlâ onun nafile namazlarını kabul etmez."

 
"Malınızın zekâtını veriniz. Biliniz ki, zekâtını vermeyenlerin bunu vazife kabul etmeyenlerin namazı, orucu, haccı ve cihadı ve imanı yoktur. "

 
Peygamberimiz (a.s.) Hz. Ali'ye buyurdu: "Ya Ali, altiyüzbin koyun mu istersin, yahut altıyüzbin altın mı veya altıyüzbin nasihat mı istersin ? " Hz. Ali dedi: "Altıyüzbin nasihat isterim." Peygamberimiz buyurdu: "Şu altı nasihate uyarsan altıyüzbin nasihate uymuş olursun:

1. Herkes nafilelerle meşgul olurken sen farzları ifa et. Yani farzlardaki rükünleri, vacipleri sünnetleri, müstehapları ifa et.

2. Herkes dünya ile meşgul olurken sen Allah'u Teâlâ'yı hatırla. İslâm’a uygun yasa; İslâm’a uygun kazan; İslam’a uygun harca.

3. Herkes birbirinin ayıbını araştırırken sen kendi ayıplarını ara. Kendi ayıplarınla meşgul ol.

4. Herkes dünyayı imar ederken sen dinini imar et, zinetlendir.

5. Herkes halka yaklaşmak için vasıta ararken, halkın rızasını gözetirken sen Hakk'ın rızasını gözet; hakka yaklaştırıcı sebep ve vasıtaları ara.

6. Herkes çok amel islerken sen amelinin çok olmasına değil, ihlaslı olmasına dikkat et."

 
Hz. Ali (r.a) Şöyle Buyuruyor:

"Kişi dili altında saklıdır. Konuşturunuz, kıymetinden neler kaybettiğini anlarsınız."

"İnsanın yaşlanıp Rabbini bildikten sonra ölmesi, küçükken ölüp hesapsız Cennet'e girmesinden daha hayırlıdır. "

"Kul ümidini yalnız Rabbi'ne bağlamalı ve yalnız günahları kendini korkutmalıdır. "

"Cahil, bilmediğini sormaktan utanmasın. Âlim, içinden çıkamayacağı bir meselede en iyisini Allah'u Teâlâ bilir' demekten sakınmasın."

"Sizin için korktuğum şeylerin en başında, nefsinin isteğine uymak ve uzun emelli olmak gelir. Birincisi hak yoldan alıkoyar; ikincisi ise ahireti unutturur. "

"Amellerin en zoru üçtür. Bunlar; nefsin hakkını verebilmek, her halde Allah'u Teâlâ'yı hatırlayabilmek, kardeşine bol bol ikramda bulunabilmektir. "

"Takva, hataya devamı bırakmak; aldanmamaktır . "

"Kalpler, kaplara benzer. Hayırlı olanı, hayırla dolu olanıdır."

"Bana bir harf öğretenin kölesi olurum. "

 
Hz. Ali bu ümmetin en ileri gelenlerinden biri olarak İslam’ın bize kadar gelmesinde büyük rolü olan sahabelerdendir.

 
Hz.Peygamber (a.s.). vefat edince, Müslümanlar kendilerini idâre etmek üzere Hz.Ebû Bekir r.a'i Devlet Başkanlığına getirdiler.

 
Bilindiği gibi, Hz.Peygamber (a.s.), iki görevi birden üstlenmişti: Birisi, Allah'tan gelen vahyi, yâni ilâhi emirleri insanlara tebliğ etmek; ikincisi, bu vahiy hükümlerine göre, başkanı bulunduğu devleti yönetmekti.

 
Onun vefatıyla sadece vahiy değil, Peygamberlik de son buldu. Artık Peygamber gelmeyecek, inanan insanlar, son peygamber vasıtasıyla gelen Kur'an'la ve bu son peygamber'in Sünnetiyle kendi yaşamlarına yön verecek, düzenlerini kuracaklardır. Başka deyişle, inanmak isteyen insanlar, yâni Müslümanlar, yaşantılarının her yönünü bu iki kaynağa göre tanzim edecekler, bu iki kaynağa ters düşen hayat kanunlarını tanımayacaklardır.


Bu iki kaynağın özü olan İslâm’ı Allahu te'âlâ tek nizam kabul etmiş ve bunun dışında kalan sistemleri tanımayacağını şöyle ferman buyurmuştur:

 
وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْاِسْلَامِ دينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِى الْاخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرينَ

 
“Ve her kim İslâm'dan başka bir din ararsa elbette ondan kabul edilmez ve o ahirette hüsrâna uğramışlardan olur.”[263]

 
Hz.Peygamber (a.s.)'ın vefatıyla, kanun değil, kanunun tatbikçisi olan Hz.Muhammed (a.s.). Müslümanlar arasından ayrılmıştır. Dolayısıyla, onun ölümünden sonra, Müslümanlar yeni kaynaklara değil; zaten mevcut olan kaynakları tatbik edecek bir insana, bir idâreciye muhtaçtılar. Yâni vakıa, kanun boşluğu veya yokluğu değil, lider yokluğuydu; bu lideri bulmak lazımdı ki, bu ihtiyacı da, başlarına "Halife dediğimiz devlet başkanlarını getirerek giderdiler.


Halife Seçimi

Hz.Peygamber (a.s.). kendi vefatından sonra, Müslümanları yönetmek üzere, sarahaten bir halife seçmek istemediğinden çünkü buna yeteri kadar vakti vardı, halife seçim işi Müslümanların inisiyatiflerine bırakılmış; onlar da, Peygamberlerinin vefatından sonra, kendilerini yönetmek üzere Hz.Ebû Bekir r.a'i seçip biat' etmişlerdir.

 
Hz.Ebû Bekir (r.a)'a biat etmiş olmasına rağmen, daha sonraki senelerde, bazı gruplar Hz.Ali (r.a)'ı ona karşı göstermek istemişler ve maalesef bu şekilde başlatılan ihtilâf asırlarca sürmüş, binlerce Müslüman’ın ölümüyle neticelenen savaşlara sebebiyet vermiştir. Halbuki bunlar, dava arkadaşı, cihâd ve siper ortaklarıydılar. Bunlar, hayatlarını Allah'a hizmette yarıştırmış olan insanlardı.

 
İşte, bu konuyu en güzel bir şekilde tahlil ettiğine inandığımız, Hz.Ali (r.a)'ın bir konuşmasıyla açıklamak istiyoruz.

 
Hz.Osman (r.a)'ın şehid edilmesiyle başlayan ve İslâm tarihinde "el fitnet'ül kübrâ" (en büyük fitne) diye adlandırılan hareketten sonra, halife seçilmiş olup, hilâfetini tanımayanlarla savaşmak üzere Basra'ya gitmiş olan Hz.Ali La'a, İbnu'l Kevva' ve Kays b. İbâd Basra'ya gidişinin sebebini sorup şöyle dediler:

 
Bu konuda Resulullah'ın bana bir ahdi yoktur.


"Müslümanların karşı karşıya gelip birbirlerini öldürecekleri bu gelişin, Resulullah (a.s.)'ın sana olan bir ahdi veya emriyle midir?" Hz.Ali r.a. şu cevabı verdi:

 
"Bu konuda Resulullah (a.s.)'ın bana bir ahdi olup olmadığını soruyorsunuz. Bana verilmiş böyle bir ahid yoktur. Vallahi ona ilk inanan ben olduğum gibi, ona ilk defa yalan isnat eden ben olmayacağım. Şayet bu konuda Resulullah (a.s.)'ın bana bir ahdi olsaydı, Ebû Bekir ve Ömer'in onun minberine çıkmalarına müsaade etmezdim, elimle onlarla savaşırdım (Resulullah (a.s.)'ın emri olduğu için. Fakat Resulullah (a.s.). ne öldürüldü, ne de aniden öldü. Hastalığı bir kaç gün ve gece devam etti. Müezzin ona namaz vaktini bildirmek için geldiğinde, O Müslümanlara namaz kıldırtmak için Ebû Bekir'e emrederdi. Kaldı ki, benim orada olduğumu da görüyordu. Hanımlarımdan birisi (Hz. Ebû Bekir'in kızı Hz. Aişe)

 
Hz. Peygamber (a.s.)'e, bu görevi Ebû Bekir'den almasını söyleyince kızdı ve "siz kadınlar Hz. Yusuf’un başını derde sokanlarsınız, Ebû Bekir'i geçirin Müslümanlara namazı kıldırsın!" dedi. Allah, Peygamberinin ruhunu alınca, işimize baktık ve Resulullah (a.s.)'ın dinimiz için lâyık gördüğünü dünyamız için seçtik. Namaz, İslâm’ın aslıdır; o dinin emri, dinin direğidir. Biz (bunun için) Ebû Bekir'e biat ettik ve o bu işin ehliydi. içimizden iki kişi dahi ona muhalefet etmedi. Ebû Bekir'e hakkımı edâ ettim ve ona itaat etmesini bildim. Onunla beraber askerleri için de cihad ettim. Bana verdiğini aldım, savaşa gönderince gittim; onun emriyle had cezalarını kendi kamçımla yerine getirdim.

 
Ölünce, yerine Ömer geldi ve arkadaşının (yâni Ebû Bekir'in) yolunu takip etti, onun gibi hareket etti. Böylece Ömer'e biat ettik ve içimizden iki kişi dahi ona muhalefet etmedi. Hiç birimiz de başkasını ona tercih etmedik. Ömer'e hakkım edâ ettim ve ona itaat etmesini bildim. Onunla beraber askerleri içinde cihad ettim. Bana verdiğini aldım, savaşa gönderince gittim; onun emriyle had cezalarını kendi kamçımla yerine getirdim. Ölünce Hz. Peygamber (a.s.)'e olan akrabalığımı, İslâm’da önceliğimi ve selefiyyetimi ve bu işe liyâkatimi düşünerek bu konuda başkasının bana tercih edilmeyeceğini sandım. Öldükten sonra, onun yüzünden halifenin bir günah işlememesi ve kendini mesuliyetten kurtarmak için Ömer hilâfeti çocuğuna yasakladı ve yeni halifeyi seçmek üzere altı kişilik bir heyet seçti ki ben onlardan biriyim. O isteseydi oğlunu seçebilirdi; yapmadı.

 
Heyet toplanınca, kimsenin bana tercih edilmeyeceğini sandım. Abdurrahman b. Avf, kimi halife tayin ederse -Abdurrahman b. Avf adaylıktan çekildiği için, ona halifeyi seçme yetkisini sura vermişti- ona kesinlikle itaat edileceğine dair bizden söz aldıktan sonra Osman b. Affan'ın elini tutarak, eline vurdu ve biat etti. Ben de işime baktım. Ona itaatim ise, biatımdan önce oldu. Böylece Osman'a biat ettik. Ona hakkını edâ ettim ve itaat etmesini bildim. Onunla beraber askerleri içinde cihâd ettim. Bana verdiğini aldım, savaşa gönderince gittim; onun emriyle had cezalarını kendi kamçımla yerine getirdim.

 
Vurulunca, kendi işime baktım. Resulullah (a.s.)'ın iki halifesi gitmiş, birisi de vurulmuştu. Haremeyn'deki (Mekke ve Medine'deki) ve iki bölgedeki Müslümanlar bana biat ettiler. Bunun üzerine birisi ortaya atıldı ki, dengim değil; ne Resulullah (a.s.)'e olan akrabalığı benimki kadar yakın, ne ilmi benim ilmime denk ve ne de İslâm’daki önceliği benimki gibi eskiydi. Dolayısıyla ben bu işe ondan (yâni Muaviye'den) daha lâyıktım!"[264]

 
Hz. Ali (r.a.) buyuruyor ki:

-Bana bir harf öğretenin kulu kölesi olayım.

-Kadınların en hayırlısı kocasına muhabbet gösterendir. 

-Herşeyi boğazına atan (fakir hakkı gözetmeyen) zengin, fakir hükmündedir. 

-Haklı olduğun yerde korkma yardımcın Allah'tır. 

-Haksızlık önünde eğilmeyiniz; çünkü hakkınızla beraber şerefinizi de kaybedersiniz.

-Haddini bilen kimse helak olmaz. 

-Cahillerin kalbi dudaklarında, alimlerin ağzı kalplerindedir.

-İnsanlarla öyle iyi geçinin ki; düşmanlarınız bile ölümünüze ağlasın.

-Alim ölse de yaşar, cahil ise yaşarken ölür.

-Şahsınıza fenalık eden bir düşmanı affediniz, làkin vatanınıza,  milletinize ve dininize fenalık edenleri affetmeyiniz. 

-Çalışanlar kötülük düşünmeye vakit bulamazlar; tembeller ise kendilerini kötülükten kurtaramazlar. 

-Sen, babanın hakkında riayet edersen, oğlun da senin hakkında riayet eder. 

-Ölümü unutmak, kalbin  paslanmasındandır. 

-Ölümü yaklaşan kimseye hilesi fayda vermez.

-Vefa, dünkü gün gibi geçip gitti ! 

-Üç öldürücü şey biliyorum: Hasislik, gurur, heva ve heves... 

-Cahil  ölü,  alim  diridir...

-Fenalıklardan uzak duran ve daima verdiği sözü yerine getiren insanlarla dostluk etmeliyiz. 

-Birçok kimseye dostluk gösterdim, onlardan bir dostluk göremedim. Yine de dostluktan vazgeçmedim. 

-Dostlarımla dost olanları çok severim ve onların değerini de, dostluklarının derecesiyle ölçerim.

-Her şeyin hayırlısı yenisidir; fakat dostun hayırlısı eski olanıdır. 

-Hakiki dost, sıkıntı zamanında imdada yetişendir.

-Dostların kalbini  kırmakla düşmanların arzularını hizmet etmiş olursun. 

-Yüksekliği istedim, onu alçak gönüllükte buldum. 

-Sakladığın sır, senin esirindir. Açığa vurursan, sen onun esiri olursun. 

-Zenginlik, gurbeti vatan; yoksulluk vatanı gurbet yapar. 

-İyilik ediniz, onun karşılığında kötülük görebileceğinizi aklınıza getirmeyiniz.

-Kalbini öğütle yaşat, hikmetle aydınlat. 

-Allah dostları o kişilerdir ki insanlar dünyanın görünüşüne baktıkları zaman onlar,  dünyanın içyüzünü görürler. 

-Affetmekten usanmayın. Cezalandırmakta acele etmeyin.

-Allah korkusuyla dökülen gözyaşı, gözlerin nûrudur.

-İlim hakimdir ölmez; mal ise mahkumdur. Bugün vardır yarın yok olur.

-Cesurun ayakları dayanmak korkağın ayakları kaçmak için yaratılmışlardır.

-Senden soruluncaya kadar susmak, susturuluncaya kadar söylemekten hayırlıdır.

-Bir adamın edep sahibi olması, altın sahibi olmasından daha hayırlıdır.

-Himayen altındakilere iyilik yapmak istersen, onlara terbiye ve edep öğret.

-İnsan ekseriye dilinden belaya girer.

-İyi yaşamak istersen nefsine uyma.

-Arkadaşın en iyisi, seni hayra sevk edendir.

-Hangi adamın oğlu olursan ol, terbiye öğren! Bu güzellik seni, başka asalete muhtaç etmez.

-Bilirken susmak, bilmezken söylemek kadar çirkindir.

-Öldükten sonra yaşamak isterseniz ölmez bir eser bırakınız.

-Allah'ın insanlara verdiği nimetlerin en büyüğü akıldır.

-Dil yarası, ok yarasından daha şiddetlidir.

-İktisat, az şeyi çoğaltır; israf, çok şeyi azaltır.

-Kendinizi irşat edemezseniz, asla başkalarını irşat edemezsiniz.

-Oburlukla sıhhat birleşmez.

-Nimet verene karşı gelmek gibi küstahlık ve alçaklık olamaz.

-İnsanların kıymeti, yaptığı iyilikle ölçülür

 
Değerlendirme

1. Hz. Peygamber (a.s.)., hilâfet konusunda kesin bir tavır takınmamış, kimseyi halife seçmemiştir. Nitekim Hz. Ali'nin yukarıda buyurduğu gibi, o bu konuda bir emir vermiş olsaydı, onun emri kanun olduğundan, mutlaka yerine getirilirdi.

2. Namaz İslâm’ın aslıdır. Asılsız, yâni temelsiz hiç bir şey düşünülemediği gibi, namazsız bir İslâm tasavvur edilemez. Hz. Ali (r.a.) bunu delil kabul ederek, Hz. Peygamber (a.s.)'ın namaz için seçtiği imâmı, yâni devlet başkanı olarak kabul ediyor.

3. Hz. Ali, kendinden önce biat ettiği halifelere kesin bir itaatle bağlıdır.

4. Hz. Ali, Hz. Muaviye'den de kendisine aynı şekilde itaat istiyor ve hilâfete kendisinin lâyık olduğunu söylüyor.

5. Asırlardır Müslümanlara kabul ettirilmeye çalışıldığı gibi, Hulefayi reşidin birbirine düşman değillerdir. Öyle olsaydı, yâni Hz. Ali, Hz. Ömer'i sevmeseydi ona kızı Ümmü Gülsüm'ü verir miydi? Allah’ın aslanı olan Hz. Ali'nin korkudan "takiyye" yapıp kızını Hz. Ömer verdiğini düşünmek en azından haksızlık olur.

6. O örnek halifelerin bir tek endişesi vardı: İslâm’ın gereği gibi tatbiki![265]

 
Hz.Ali (r.a)’ın Rivayet Ettiği Bazı Hadisler

 
ـ وَعَنْ عَلي بنْ اَبِى طَالِبٍ كرّمَ اللّهُ وَجْهَهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: ]َ يُؤمِنُ عَبدٌ حتّى يُؤمِنَ بأربَعٍ: يَشْهَدُ أن َ إلَهَ إّ اللّهُ وَأنِّى مُحَمّدٌ رَسُولُ اللّهِ بَعَثَنِى بَالْحَقِّ وَيُؤمِنَ بِالمَوْتِ، وَيُؤمِنَ بالْبَعْثِ بَعْدَ الْمَوْتِ، وَيُؤمِنَ بِالْقَدَرِ.

 
- Hz. Ali (r.a) diyor ki: Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu: "Kişi dört şeye inanmadıkça mü'min olmuş sayılmaz: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed olduğuma, beni (bütün insanlara) hakla göndermiş bulunduğuna şehâdet etmek, ölüme inanmak, tekrar dirilmeye inanmak, kadere inanmak."[266]
 

ـ وعن علي رضِىَ اللّهُ عنهُ قال: ]اِقْضُوا كَمَا كُنْتُمْ تَقْضُونَ فإنِّى أكرهُ الخِفَ حتّى تَكُونَ النَّاسُ جَمَاعةً أو أموتَ كَمَا مَاتَ أصْحَابِى[. وَكَانَ ابنُ سيرينَ رحمهُ اللّهُ تعالى يَرى عامةَ مايروونَ عن علي رضِىَ اللّهُ عنهُ كذباً.

 
- Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: "Daha önce hükmettiğiniz şekilde hükmedin. Zira ben (kargaşaya, nizâya götürecek) muhalefeti sevmem, tâ ki halk tek bir cemaat teşkil etsinler veya arkadaşlarımın öldüğü gibi ben de öleyim." İbnu Sîrîn merhum, Hz. Ali (r.a)'den yapılan rivayetlerin çoğunun uydurma ve yalan olduğu görüşünde idi."[267]
 
ـ وعن علي رضى اللّه عنه قال: ]وَهَبَ لِى رسُولُ اللّهِ # غُمَيْنِ أخَوَيْنِ، فَبِعْتُ أحَدَهُمَا. فقال لِى رسُولُ اللّهِ #: مَا فَعَلَ غُمَاكَ؟ فأخْبَرْتُهُ فقال لِى: لِى رُدَّهُ رُدَّهُ.

 
- Hz. Ali (r.a) anlatıyor: "Hz. Peygamber (a.s)  bana, kardeş iki köle hediye etti. Bunlardan birini sattım. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir ara sordu: "Köleler ne yapıyorlar?" Ben durumu söyledim. Bunun üzerine bana: "Satışı boz, satışı boz" buyurdu."[268