> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Tarihi Eserleri > Siret Ansiklopedisi > Hulefai Raşidin
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Hulefai Raşidin  (Okunma Sayısı 877 defa)
10 Ağustos 2012, 13:01:00
Vatan Var Olsun !
Dünyalılar
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 8.940


« : 10 Ağustos 2012, 13:01:00 »



HULEFÂ-İ RÂŞİDÎN'DEN SONRA DÎN

İnsanların hak ve hürriyetlerinin Hukuka uy­gun olarak kesinlikle korunduğu; onların renklerine, soylarına, milliyetlerine veya gö­rüşüne bakılmaksızın eşit muamele gördükle­ri; iyiliğin ve adaletin yegane sistemi, sonraki devirlerde, temeldeki karakterini kaybederek monarşi şekline dönüştü. Bu değişim sırasın­da, bazgn bozulmanın önüne geçilmesi imkânları da belirmesine rağmen, ne yazık ki özel olarak islâm Ümmeti ve genelde bütün insanlık için bu değişmenin, tesirlerini izale­ye ve ıslaha yer vermeyecek kadar güçlü ol­duğu vâkidir. Mevcut İmkânlardan gereği gibi faydalanılamadı. Netice itibariyle idare tar­zının mahiyeti, Hilafet sisteminden monarşi­ye dönüşerek yapısı ve karakteri itibariyle bütünüyle değişti.

Bu süreçte ilk köklü değişiklik Ümmet'in li­derinin seçiminde oldu. Hilafet için genel ge­çerli kural, kimsenin bu göreve kendisini tek­lif etmediği ve elde etmek için her hangi bir çaba sarfetmediğidir. İnsanlar karşılıklı görüş alış verişi ile uygun birini seçer, iş başına ge­tirir, ümmetin hayatını tanzim vazifesini ona tevdi ederlerdi. Aslında bîat fiili, iktidarın neticesi değil, fakat sebebidir. Bunun manası, iktidarda olan kişiye biat edilmez, belki ken­disine biat edilmek suretiyle bir kimse iktida­ra getirilir. Halktan bîat almak maksadıyla herhangi bir şekilde çalışılmaz, el altından iş görülmez, nüfuz kullanılmaz. Ne şekilde olursa olsun, bu hususta hiçbir teşebbüste bu­lunulmaz. İnsanlar, bîat edip etmemekte ta­mamen serbesttir. Bir insan, kendisine isteye­rek ve hür iradeyle bîat edilmediği sürece bu makamı kabul etmemelidir. Hulefa-i Raşidîn'in hepsi de bu yolla göreve gelmiştir. Hiçbiri, hilafet makamım elde etmek için özel gayret göstermemiştir. Hatta tam tersine, onlar kendilerine teklif edildiğinde kabul et­mekle karşı karşıya kalmışlardır. Bu hususta, Hz. Ali için 'bu makamın kendi hakkı oldu­ğu' şeklinde ortaya sürülen iddia da mesnet­siz kalmaktadır. Zira, onun bu konuda en kü­çük, dolaylı bir yolla dahi bir çaba gösterdiği, Halifeliği kendisi veya bir akrabası için elde etmeye çalıştığı yolunda her hangi bir sahih tarihî delil gösterilemez. Hatta, onun kendisi­ni halifelik makamında hak sahibi görmesi de bu kaideyi ihlal etmez. Gerçekte dört halife de Hilafet'in kendilerine teklifi ve herhangi bir şart altında zorla bîat alınmadığı hususun­da eşittirler.

Melikliğin (mulukiye) ortaya çıkması bu kai­dedeki değişiklik sonucu olmuştur. Muaviye'nin hilafeti, yukarıda açıklanan şekilde, yani müslümanların toplanarak, müşavere ederek, karar vermek suretiyle halifeliği onun eline tevdi etmesi şeklinde olmamıştır. Tam tersine, o halife olmak istemiş, savaşarak ve dövüşerek bu makamı elde etmiştir. Bu se­beple onun hilafeti, müslümanların rızasına bağlı bir hilafet şekli değildir. O bu makama seçilmemiş, kendi kendini halife ilân etmiştir. Kuvveti ele geçirdikten sonra insanların ona bîat etmekten başka tercihleri yoktu. Eğer bi­at edilmeseydi, elde ettiği makamdan geri çe­kilmeyecekti. Çünkü iktidarı zorla, gücü ve kuvvetiyle elde etmişti. Aksi takdirde, kan dökülecek, düzensizlikler, karışıklıklar ve anarşi halleri birbirini kovalayacaktı. Bu yüz­den insanlar, kan dökülmesine ve karışıklığa karşı sükûnu ve düzeni seçerek ona bîat etti­ler. Hicrî 41 yılının Rebiulevvel'inde, Hz. Hasan'ın Halife adaylığından geri çekilme­sinden sonra, bütün sahabiler, tabiîn ve üm­metin ileri gelenleri Muaviye'ye bîatta he­men hemen ittifak ettiler. Bu durum dahilî sa­vaşın önünü almış, akan kanlan durdurmuş­tur.

Aslında bizzat Muaviye de bu durumu iyi bi­liyordu. Bu, hilafetinin ilk yıllarında Medi­ne'de yaptığı konuşmadan da bellidir: "Al­lah'a yemin ederim ki, emareti elime aldığım zaman, iktidara geçmiş olmamdan hiç hoş­lanmadınız. Bunu bilmiyor değilim. Hatta bu hususta kalplerinizdeki kuruntuları da biliyo­rum. Fakat ben bu makamı kılıcımın kuvveti ile elde ettim. Devlet işlerini belki istediğiniz gibi yürütemem. Fakat siz de yapabildiğim kadarıyla iktifa ediniz." (İbni Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, c. VIII, sh. 132).

Bu şekilde başlayan değişiklik Yezid'in bu makama veliaht olmasından sonra o kadar kabul gördü ki bundan sonra hiçbir zaman sarsılmadı, hatta tehdit bile görmedi. Daha sonra makamın kuvvet ve soya dayalı mülki­yet esası ile kazanılması âdeti tesis edildi ve müslümanlar seçimli hükümet sistemine dö­necek fırsatı hiçbir zaman elde edemediler. Onların otoriteleri gönüllü biat ile değil, ikti­darlarının gücü İle zoraki olarak sağlanıyor­du. Daha doğrusu müslümanlar biat etmediler, ettirildiler. Böylece biat müessesesi ikti­darda olmak ve kuvvet sahibi bulunmakla birlikte yürütüldü. İnsanların, gücü eline ge­çirmiş kişiye biat etmemesi, bu suretle onu makamından uzaklaştırmasına da imkân yok­tu. Zaten onlar biat etmeseler dahi hilafet ma­kamını zorla ele geçiren kimseyi oradan uzaklaştırmaları mümkün değildi. Hatta bu hâl, zorbalığı daha da artıracaktı.

Müslümanların serbest muvafakatim alma­dan, kuvvete dayalı olarak meydana çıkmış bir hilafet veya otoritenin şer'î açıdan statü­sünü tartışmak yerine burada esas dikkat edil­mesi gereken husus şudur: Onlar İslâm'ın gerçek usulleriyle mi halife olmuşlardır? Yoksa tam ve eksiksiz usûl Hilafetin Hulefa-i Raşidîn'in yolu ile mi tesis edilmesi gerekti­ğidir? Veya Muavİye ve takipçilerinin usûlü mü takip edilmelidir? Hulefa-i Raşidîn'in usûlü bize, tutacağımız yolu açıkça göster­miştir. Diğer usûle gelince, ancak şu kadarı-kabul edilebilir: Bu şekil reddedildiği takdir­de daha kötü bir durumun meydana gelmesi ihtimali, buna ruhsatın verildiği hâlidir. Fakat bunun sebebi, sadece kan dökülmesinin ve kargaşanın önlenmesi içindir. Her kim bu iki usûlün doğruluk bakımından birbirinin aynı olduğunu iddia ederse, hakka ve hakikate karşı büyük bir zulüm etmiş olur. Çünkü, as-lolan ve arzu edilen (maîîub) İlkidir. Diğeri­ne izin verilmişse de bunun sebebi kan dö­külmesini ve karışıklıkları uzak tutabilmek ölçüsündedir. Yoksa arzu edilen veya hoşa giden bir şey olduğundan değil {Khüafat-o-Muiukiyai).

İkinci önemli değişiklik halifelerin yaşayış tarzında vuku bulmuştur. Monarşi döneminin en başlarında halifeler Kayser ve Kisralara has bir hayat sürdüler. Rasûlullah'in ve Hulefa-i Raşidîn'in sâde yaşayışları terkedildi. Saraylarda yaşamaya ve her gittikleri yer­de kendilerine refakat eden muhafızlar taşı­maya başladılar. Halk ile doğrudan temasları kesildi. Kendi tebalannm hâl ve vaziyetlerin-hi öğrenmek, haber almak için bazı kimselerin varlığına ihtiyaç duyuldu. Hükümdarın halk ile doğrudan doğruya teması ordan kalk­tı. Dolayısıyla halkın da idarenin gidişatını kontrol imkânı kalmadı. Halk vasıtasız, doğ­rudan doğruya şikâyet ve dertlerini bildire-mez oldu. Bu tarz yönetim, Hulefa-i Raşidîn'inkinden tamamiyle farklıdır. Onlar sokakta, pazarda halkın arasında dolaşır, her isteyen halifeyi durdurup şikâyetini, derdini bildirebilirdi. Her gün beş defa halkın karşısı­na çıkıp namaz saflarının başında bulunurlar­dı. Haftada bir defa, Cuma günlerinde, hutbe­de Allah'ın birliği ve dinin esasları halka ha­tırlatıldıktan sonra idarenin takip ettiği siya­seti izah eder ve icra faaliyetlerine dair haber­ler verirlerdi. Halk tarafından, şahıslarına ve yönetimlerine yöneltilen her türlü soru ve itirazlara, yine halkın karşısında cevap vermeyi prensip edinmişlerdi. Hatta bu usûle, Kufe'de Hz. Ali'nin hayatının tehlikede olduğu bir za­manda bile devam edilmiştir. Fakat saltanat devri başlayınca bunların hepsi ortadan kalk­tı. Yerlerine Bizans ve Pers saraylarının usûl ve âdetleri kondu. Bu değişiklik ilk önce Muaviye devrinin başlangıcında vuku buldu. Da­ha sonra da devam edip gitti.

Üçüncü değişiklik, Beytü'l-mal'in yapısında ve kullanımında olmuştur. İslâm'daki ideal hali ile Beytü'l-mal halifeye ve İdaresine, halkın ve Allah'ın bir emanetidir. Hiç kimse­nin onu kendi arzuları doğrultusunda kullan­ma hakkı yoktur. Hulefa-i Raşidîn, Beytü'l-mal den usulsüz olarak ne kendileri bir kuruş harcar ne de başkasına verirlerdi. Bu bir tek kuruşun bile hesabını vermek hususunda ken­dilerini sorumlu kabul ederlerdi. Şahsî mas­rafları için Beytü' l-mal"den aldıkları para ise ancak vasat bir kişiye yetecek kadardı.

Saltanat döneminde Beytü'1-maV konusunda­ki düşünce tarzı tamamen değişerek hüküm­dar ve hanedanın şahsî tasarrufuna geçti. İn­sanlara sadece vergi mükellefi gözü ile bakı­lıyordu ve hiç kimsenin hesap sorma hakkı yoktu. Bu dönemde meliklerin, şehzadelerin, valilerin ve ordu komutanlarının lüks ve tan­tanalı hayatları Beytü'l-mal'ın gayri meşru kullanımıyla sürdürülüyordu. Hilafeti sırasın­da Ömer b. Abdülaziz, şehzade ve emirlerin gayri meşru servetleri ile beraber, kendisine babasından intikal eden ve yıllık 40.000 dinar gelir getiren emlâkim Beytü'l-mal'e devretti. Beytülmal gelirlerine göz atıldığında meşruiyet sınırına önem verilmez olmuştu. Benî Ümeyye'nin saltanatı devrinde halka yüklenen bir seri gayri meşru vergiler Ömer b. Abdülaziz tarafından kaldırıldı. Beytülmal gelirlerine şöyle bir göz atınca bu insanların şeriat kanunlarını nasıl ihlâl ettikleri açığa çı­kar.

Benzer bir haksızlık da gayri müslimlerden (zımmî) usulsüz olarak alınan cizyeler konu­sundadır. Onlardan müslüman olduktan sonra dahi cizye alınmaya devam edilmiştir. Sebep olarak da, cizyeden kaçmak için müslüman oldukları bahanesi ileri sürülmüştür. Aslında esas sebep, İslâm'ın yayılması ile gelirdeki bir düşüşten korkulmasıdır. İbni'l-Esîr'in bil­dirdiğine göre, Irak valisi Haccac İbni Yusuf, pek çok zımmî'nin müslüman olup Basra ve Kûfe'ye yerleştiği, bu yüzden de cizye ve ha­raç gelirlerinde bir düşme olduğu konusunda tahsildarları tarafından bilgilendirmesi üzeri­ne, bu kimselerin şehirlerden geri çevrilmesi­ni ve eskisi gibi cizyenin üzerlerinde bırakıl­masını ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Hulefai Raşidin
« Posted on: 28 Mart 2024, 15:08:17 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Hulefai Raşidin rüya tabiri,Hulefai Raşidin mekke canlı, Hulefai Raşidin kabe canlı yayın, Hulefai Raşidin Üç boyutlu kuran oku Hulefai Raşidin kuran ı kerim, Hulefai Raşidin peygamber kıssaları,Hulefai Raşidin ilitam ders soruları, Hulefai Raşidinönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes