saniyenur
Wed 28 December 2011, 10:38 pm GMT +0200
A- Îtikadî Yönden Bid'at
Bu îtikâd ve iman konusunda ehl-i sünnet akidesinin zıddına ihdas edilen inançlara sahip olmaktır. Bunların bir kısmı küfre götürür, bir kısmı ise, küfre götürmeyip fâsıkhğa sebebiyet verir. Her iki konudaki örnekleri fırak-ı dâlle diye bilinen sapık fırkaların görüşlerinde bulmak mümkündür.[421]
Fakat küfür olmayan bu kabil bid'atlar, amelde büyük günahların en büyüğüdür.[422] Yani amelen büyük günahlardan sayılmıştır. Bunun böyle olması, birincinin küfür olup ikincinin büyük günah sayılması, ya amelî şeylerin değil de îtikadî şeylerin hakikatine îtikaddan dolayıdır. Veya îtikâdî şeylerin asılları olup amelî şeyler için temel unsurlar olmasından dolayıdır. Bir de denilmiştir ki: O (îtikâdî konudaki bid'atın) nefiste, artık ondan çıkmayacak şekilde yerleşmesinden dolayıdır.[423] İşte bu sebeptendir ki: "Büyük günah işleyen kimsenin tevbesi kabul edilir ama bid'at sahibinin tevbesi ise kabul olunmaz." denilmiştir.[424] Çünkü, bid'at sahibi, onun taat olduğuna inandığından dolayı tevbeye ihtiyaç bile duymaz. Asıl yanlışlık veya bid'atın doğurduğu en büyük zarar, buradadır.
Bid'atların bir kısmının küfrü gerektirdiğini yukarıda beyan etmiştik. Ehl-i kıblenin tekfir edilip edilemiyeceği konusunda Hâdimî konuyu uzun uzun tartışarak bazı sonuçlara varır. Şöyle ki:
"Küfre nisbet, ancak hudüs-i âlem gibi, cesedlerin haşri vb. İslâm'ın zaruriyyâtından olup üzerinde ittifak edilen şeyleri inkarda olur. Bunların dışındaki asıllarda ise ihtilaf edilmiştir."[425]
İtikad hakkında ictihadda hata etmek özür değildir. Çünkü, usul ve akâidde hata eden kimse cezalandırılır; hatta dalâlette olduğu ve kâfir olduğu söylenir. Amellerdeki ictihad böyle değildir. Çünkü amellerdeki içtihadında hata eden nıüctehid, mazurdur ve hatta sevap alır. İtikadı bid'atın zıddı, Ehl-i Sünnet-i Nebeviyye Ve'l-Cemaat-ı İslâmiyye'nin îtikâdıdır. Bunlar Mâturîdiyye ve Eşariyye'den olan kimselerdir. Aralarında ihtilaf mevzuu hususlar olsa da, her ikisinin asılları birdir. Biri diğerini sapıklığa nisbet etmemişlerdir.[426]
Bu düşünceler Hâdimî'ye ait orjinal değerlendirmeler değildir, belki de kendi dönemine kadar olgunlaşarak gelmiş olan anlayışın bir özetidir. Onun bu ifadelerine aynen katılmakla birlikte izah edilmesi gereken cümlelerin bulunduğunu da belirtmeliyiz. O da şudur: "İtikad hakkındaki ictihadda hata etmek özür değildir... amellerdeki içtihadında hata eden müctehid, mazurdur..."
Konuya ictihad noktasından bakarsak, yapılan iş, "maksûda ulaşmak için mechûdu bezletmek"ten ibarettir, iş, aynı, fakat zemin-saha farklıdır. Bu farklılık ise, yani birinin itikad, diğerinin ise amel olmasıdır. Ancak îtikâdî sahada, müctehid yaptığı hatadan dolayı cezalandırılmakta (sapıklıkla hatta tekfir ile itham edilmekte), amelî sahada ise, hata etse de mükafatlandırılmaktadır. Peki bu nasıl anlaşılacaktır? Yani bizi bu hükmü vermeye zorlayan sebep nedir? Elimizdeki kriter nedir veya ne olmalıdır?
İtikâdî konularda, yaptıkları farklı ictihadları sebebiyle dalâlet ve sapıklıkla itham edilen, hatta tekfir edilen fırkaların, tekfir edilmelerine sebep teşkil eden görüşlerini yani ictihadlarını incelediğimiz zaman, ortaya şu sonuç çıkmaktadır
Yapılan bu îtikâdî ictihadlar, ya hakkında kesin ayet bulunan konularda olup sünnet hiç dikkate alınmadan tamamen felsefî yorumlar şeklindedir. Veya bir takım müteşâbihât üzerinde yine sünnete itibar edilmeksizin yapılmış değerlendirmelerdir. Bu yorumlar ve değerlendirmeler Kur'an ve sünnetin temel espirisine zıd, Tevhid'e aykırı ise hatadır. Bu hata ise sahibini, konunun önemine binaen dinin asılları veya füruna göre, ya dalâline veya küfürüne sebep olur.[427]
[421] Allah'ın zâtını insana benzeten fırkalardan Sebeiyye'in kurucusu Abdullah bin Sebe’ Hz. Ali (r.a.) için "Sen ilahsm-Allah’sın" demiştir. (Şehristânî, el-Milel ve'n-Nihal, 1, 174); Yine Mu'tezile'nin kollarından olan Nazzâmiyye fırkası, kader inancını reddetmişler ve "Hayır ve şer bizdendir" demişlerdir. (Şehristânî, a.g.e., I, 54); Eş'arî, Makâlâtü'l-İslamiyyin, 11, 576); Mûrcie fırkası "Mümine, günah zarar vermez" inancını benimsemiştir (Şehristânî, a.g.e., I, 139). Gerek Şehristânî, "el-Milel ve'n-Nihal" isimli eserinde gerekse Bağdadî, "el-Fark Beyne'l-Fırak" isimli eserinde sapık fırkaları ve görüşleri hakkında geniş bilgiler vermişlerdir.
[422] Hâdimî, Berîka, Trc. I, 277; Akhisârî, Mecâlis, vr. 34 a; Risâletü't-Muhdes, vr. 93 a.
[423] Hâdimî, a.g.e.,göst. yer.
[424] Akhisârî, Mecalis, vr. 35 b; Risâletü'l-Muhdes, vr. 94 b.
[425] Hâdimî, a.g.e., Trc. 1,278
[426] Hâdimî, a.g.e., Trc. 1,278-280 (özetlenerek).
[427] Ali Çelik, Kavram ve Mahiyet Olarak Sünnet ve Bid’at, Beyan Yayınları, İstanbul, 1997: 147-149.