- Însanı İlme Ulaştıran Yollar

Adsense kodları


Însanı İlme Ulaştıran Yollar

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
saniyenur
Sun 10 July 2011, 06:25 pm GMT +0200
Î
nsanı İlme Ulaştıran Yollar, Görmek, Haberler Ve «El-Îyan» Yani Duyu Organları Vasıtasiyle Bilinen Mevcudattır


Allâme Ebu Mansur (r.h.) şöyle diyor : İnsanı, eşyanın hakikatle­rini bilmeye ulaştıran yollar, görmek, haberler ve «lyan»[23] yani görme­nin dışındaki duyu organlarından ibarettir. lyan, duyu organlarının ken­disinde vuku bulan şeydir. îyan, kendisinde ilim bulunan bir temel esastır ki cehilden ibaret olan zıddı yoktur. Kim ki cehlden, ilmin zıddı var-du- derse o kimse ilmi inkâr edenin[24] tâ kendisidir. Bunu işiten herkes, ona kibirli, kendini beğenen kimse der. Bu öyle bir sıfattır ki, hayvan­ların tabiatı bile bu tür sıfatın kendi rütbeleri olmasından çekinirler. Çünkü hayvanlardan her biri acı duyacağı, lezzet alacağı ve hayatının devamına veyahud fesa'd bulmasına sebep olan herşeyi bilir. Halbuki bu kimse hayvanların bildikleri bu hususu dahi inkâr ediyor. Bu gö­rüşü ortaya koyan, atan kimse ile münazara yapılmaması için akl-ı se­lim sahibi insanlar tarafından görüş birliğine varılmıştır.[25] Zira bu kim­se ne inkâr ettiğini ve ne de inkâr etmediğini bizzat kendisi ispat ede­miyor. Münazara ve münakaşa ise bir şeyin mahiyeti"[26] veyahut mahi­yetinin dışındaki varlığı[27] hakkında olur. îlim de inkâr etmek ve et­memek için bulunur. Her ikisinin birlikte kabul edilmesi mümkün de­ğildir. Çünkü bunun bir manii vardır. O da her ikisinin yani inkâr ile inkâr etmemenin bir arada bulunması için mâni vardır. Fakat kendisi ile oturup konuşulabilir ve ona şöyle denir : «Sen gerçekten inkâr et­tiğini biliyorsun.» Eğer «inkâr ettiğimi bilmiyorum,» derse inkârını red etmiş olur. Eğer, «Evet inkâr ettiğimi biliyorum» derse o zaman inkâr ettiğini ispat etmiş olur. Böylece inkâr ettiği şeyle, kendi inkârım ispat etmiş olur. Böylesi kimsenin muhalefeti ve gerçek clışı olan görüşünü terketmesi için, âzalarının kesilmesi ile kendisine şiddetli bir acı çek­tirilir. Zira biz, onun gerçekten mevcudatı bildiğini biliyoruz. Zira, mev­cudat, bizzârure bilinir, Lâkin o, bu sözü ile, hasmının görüşünü çürüt­mek için yanlış olduğunu bildiği halde kasden muhalefet ediyor. BÖyle-sinin hakkı az Önce söylediğim gibi kendisine acı ve ızdırap verici me-todları tatbik ederek kendi hareketine benzer bir hareketle mukabelede bulunmaktır. Böylece kendisinde bulunan cahilMk perdesi yırtılıp atılmış olur. Güç ve kuvvet ancak Allah'tandır.

Büyük bilgin Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : «Haberler iki nevidir : Haberlerin tümünü inkâr eden kimse birinci guruba yani zaruri olarak bilinenleri inkâr edenler gurubuna katılır. Çünkü o, inkârını dahi inkâr etmiştir. Zira onun inkârı bile haberdir. Böylece bir şeyi inkâr ettiği vakit inkârım inkâr etmiş oluyor. Kendisinde bulunan bu hali ile bera­ber soyunu, ismini, mahiyetini kendi cevherinin ismini ve her şeyin is­mini bilmemiş oluyor. Bu suretle kendisinin hissedileni bilmemesi, gere­ken haber verildiği vakitte de müşahade ettiği şeyin mahiyeti hakkın­daki haberi anlamaktan âciz kalıyor. Müşahade ettiğini bümekten âciz olan kimse nasıl olur da müşahede etmediği[28] şeyi bilebilir. Veyahut ne zaman yaşamının ve gıdasının bulunduğu şeyi bilir. Bunların hepsi kendisine haber ile ulaşır. Bununla beraber kendisinde Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin ihsan ettiği büyük nimetlerine, kendisinin nıet-hedildiği temel esas yani âyetlere ve nutuk[29] ve .[30] işitmekle tem­yiz etmek gibi sıfatlarla hayvanlardan üstün kılınmasını sağhyan esas­lara karsı nankörlük etmektedir. Bu ise hak ve gerçek olanlara muha­lefet etmek suretiyle kibirlenmenin son noktasıdır.

Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Bu iki nevi haberle akim ihata ede­meyeceği, kötülüklerin ve iyiliklerin idrâk edilmesine ulanılmaz. Bunla­ra ancak, konuşmak ve kulak kesilmekle ulaşılır. Bunlarla münazara etmek aptallık ise de bu konuda münazara etmek gerekirse kendisine haberi inkâr ettiği vakitte deriz ki : «Sen ne diyorsun?» Eğer inkâ­rına avdet ederse bil ki o, senin haberini kabul etmiştir. Çünkü o, sö­züne döndü. Bunu da senin haberi, tekrarlaman temin etmiştir. Eğer inkârına dönmezse, kendisinden gelecek kötülüklerden korunmuş oldu­ğun için Allah'a hamd edersin ve onun da içine düştüğü durumdan do­layı haline gülersin. Bunun aynısı duyu organlarını inkâr eden için de tatbik edilir. Ona dersin ki : «Bu hususta ne dersin?» Eğer inkârına dönerse senin verdiğin haberi bildiği ve fakat muhalefetine devam et­tiği sence zahir olur. Eğer inkârına avdet etmezse kendisinden gelecek kötülükten korunmuş olursun ve Allah-u Teâlâ'nm sana ihsan ettiği il­hamından dolayı kendiisne şükredersin. Veyahut bu inkarcıyı döver kendisine acı çektirirsin. Zira o, ıstırap çekmeğe tahammül edemez. Veya sana Öfkesi ile mukabelede bulunur. Çünkü bu hususu, ancak senin fiilinin aynını kullanması ile elde etmiş olur. Bu ise haberle bilinir.[31]   O da bunu İnkâr etmiştir. «Velâ kuvvete illâ billah»

Akıl yoluyla zarurî olarak haberlerin kabul edilmesi gerekince Pey­gamberlerin getirdikleri haberlerin de, kabul edilmesi gerekir. Çünkü peygamberlerin haberlerinde, kendilerini tasdik eden apaçık deliller bu­lunduğu için onların haberlerinden daha doğru haberin bulunması müm­kün değildir. Zira kalbin mutmain olması için haber ve delillerden, duyu organlarından,[32] beyan ettiklerimizi inkâr eden münkir olur ve zaruri olarak aklen, hakikate muhalefet etmiş olur. Peygamberlerin (a.s.) ha­berlerinden daha açık ve seçik olarak doğru olan haber yoktur. Doğru­luğu kabul edilen Peygamberlerin haberlerinden daha doğru olan' haber bulunmaz. Bunu kim inkâr ederse o, kendisine, kibirli ve muhalefeti se­ven kişi demeğe lâyıktır. Sonra peygamberlerden bize kadar gelen ha­berler, kendilerinden yalan ve yanlışlık sadır olma ihtimali bulunan kim­selerde nihayet bulmuştur. Zira peygamberlerin dışında kalan kimsele­rin yalan söylemekten korunduklarına ve doğru söylediklerine dair yan­larında delilleri yoktur. Böylesi kişinin söylediğine bakmak ve onu çok iyi incelemek gerekir. Eğer onun kendisinde asla yalan bulunmayan kim­seden olursa ve o da kendisinde haberin son bulmuş olan kimse ise, bunun günahlardan korunmuş olduğuna dair açıkça delil bulunanlar­dan olduğuna dair şehadet edilmesine lâyık olduğuna kanaat getirmek lâzımdır. Yani kendilerinden yalan, günah, yanlışlık sadır olması ihti­mali bulunmayan -kimselerden gelip bizde son bulan habere, nıütevatır haber vasfı verilir. Gerçekten bu topluluktan her birinin yalan söy­lemediğine, yanlış harekette bulunmadığına dair bir delil bulunmasa da bu topluluğun hepsinin naklettiği habere mütevatir haber denilir. Çün­kü bunlardan gelen haber bu hadde ulaştığı vakit doğru olduğu açıkça anlaşılır. Bu topluluğa bakıldığında ilk bakışta hepsinin hata yapması ve yanlış ifadede bulunması ihtimali bulunsa da, bu gibi topluluğun ya­landan korunduğu sabit olmuş olur. Her nekadar hepsinin, münferid olarak hata etmesi ve kendisinden yanlışlık sadır olması muhtemel ise de, ictihad işine koyulanın sözü de böyledir. Zira onlar hükmünü izhar etmek için, kendilerini hakka isabet etmeğe muvaffak kılana olan gö­rüş ve düşüncelerinde ittifak etmiş bir halde değillerdir.  Çünkü heva ve heveslerin muhtelif olması, maksatların ayrı ayrı bulunmasından sonra görüşlerin tümü, hak olana isabet etmiş olmaz. Görüş sahibinin hakka ulaşabilmesi ancak mahlûkattan dilediğini koruyan ve hükmünü izhar etmeye mâlik olan Cenab-ı Allah'ın lûtfu ve keremi ile mümkün olur. Güç ve kuvvet ancak Allah'tandır.

Mütevatirden başka bir haber vardır ki,[33] ilmi icap etmekte ve haberin âlemlere rahmet olan Peygamberden hak olarak sadır olan ha­ber olduğuna şehadet etmekte raütevatir olan haber derecesine ulaş­maz. Bununla amel etmek, içtihadı33 terketmek ve ravilerin hallerine bakmak vacip oiur. Böyle olan haber incelenir. Çünkü O'nun hak ve gerçek olması açıkça bilindiği gibi, onu zaptedenin işitme sisteminde bir yanlışlığın bulunması da caizdir. Bundan sonra hangi cihet galip gelir­se,[34] yani her nekadar yanlış olma ihtimali bulunursa da eğer haberle amel etme ciheti galip gelirse onunla amel edilir. Terketmek ciheti ga­lip gelirse de terketme hususu ile amel olunur. Zira çok kerre his ilmin­de, (müsbet ilimde) —ki ilim yollarının en yükseğidir— duyu organ­larının zayıf olması, hissedilenin uzak olması veya yakın olmasına rağ­men amel edilir. Bununla beraber bu haberle amel etmek de etmemek de caizdir. Bu haberde ihataya rucu' edilmez. Amel etmek veya etme­mekten hangisine meyledilirse bunda haberin doğru olmasından kaçınıl­mış olur. Bunun içindir ki, haberde her iki yönü[35] ile yani ravilerin hal­lerine bakma ve âyete uygun olup olmaması bakımından haberi ince­lemek gerekir denmesi lâzımdır. Güç ve kuvvet ancak Allah'dandır.

Sonra bakmakla ilim elde etmeyi söylemenin gerekmesi için temel esas olarak ele alınan metodlar vardır. Onları ilk olarak şu noktalarda belirtebiliriz. Haberle elde edilen ilim için mutlaka bakmaya baş­vurmak mecburiyeti vardır. Bu da, duyu organlarından uzak olan veya duyulması pek mümkün olmayan şeyde bulunur. Haberden de yanlış olma veya olmama ihtimali bulunan haber çeşidine de bakmak, haberi incelemek gerekir. Sonra peygamberlerin ileri sürdükleri delilleri ve sihirbazlarm süsleyip öne attıkları maharetlerini ve bunlardan başka ara­larının temyiz edilmesi gereken şeylere bakmak ve incelemek lâzımdır. Delillerin bilinmesi için onları düşünmek beşer gücünün yapacağı bir şeydir. Bunlara da bakmak gerekir, ki düşünülebilsin. Beşer gücünün ışığı ile hakkın zahir olması ve beşerin karanlıkta bulunması sebebiyle saplandığı bâtılın ortaya çıkarılması için delillerin âtideki hallerini bi­lebilmek, anlıyabilmek için beşer, bakma vasıtasını kullanmak zorunda­dır. Bunu Allah-u Teâlâ, kendi tarafından gönderildiğini ispat etmek için, —mucizelerle dâvâlarmı ispat edenle— göstermiştir. îns ve cinnin aynını getirmekten âciz olduğu Kur'an-ı Kerîm'de bu cümledendir. Bu­nunla beraber Allah-u Teâlâ, bakmağı kullarına emrediyor, şöyle buyu­ruyor : «İleride biz o, Mekke halkına hem yeryüzü etrafında, hem biz­zat nefislerinde âyetlerimizi (kudretimizin alâmetlerini) öyle gösterece­ğiz ki, nihayet peygamberin söylediği şeyin hak olduğu kendilerine za­hir olacaktır. Rabb'inin her şeye şahit olması yetmez mi? Dikkat et! O kâfirler, Rablerine kavuşmaktan bir şüphe içindedirler. Dikkat et! Allah hergeyi (îlmi ve kuvveti ile) kuşatandır.»[36] «O kâfirler (ibret gözü ile) hâlâ bakmazlar mı deveye nasıl yaratılmış?»[37] «Muhakkak gökle­rin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün arka - arkaya gelmesin­de, insanlara yarar şeyleri denizde götürüp giden, gemide, yeryüzü ku­ruduktan sonra, Allah gökten yağmur indirerek arz-ı diriltmesinde...»[38] «Nefislerinizde de (hücrelerden vücud yapınıza kadar) bir çok alâmet­ler var (ki hep Allah'ın kudretine, ilmine, azamet ve irâdesine delâlet ederler) hâlâ görmiyecek misiniz?»[39] Allah-u Teâlâ, bu âyetlerden baş­ka âyetlerle de delillere bakılıp düşünülmesi ve ibret alınmasını öner­miştir. Bununla kendilerini muhakkak hakka, gerçeğe muvaffak kılaca­ğını ve onlara doğru yolu açıkça beyan buyuracağını bildirmiştir. Güç ve kuvvet ancak Allah'ın ihsanı iledir.

Bakmayı inkâr eden kimsenin inkârını ispat edebilmesi için yine bak­maktan başka delili yoktur. Bu da bakmanın inkâr ettiği şey için lâzım olduğuna delâlet eder. Bununla beraber mahlûkattaki yaratılış hikme­tini bilmek elbette lâzımdır. Çünkü hikmetsiz yaratılmanın caiz olması abes ve çirkindir. Ve yine yaratılan da kendisini yaratana delil olduğunu veyahut kendisini yaratanın zatı ile var olduğunu, yahut Allah'ın kıdem sıfatı ile muttasıf olduğunu, kendisinin de hadis olduğunu bil­mesi muhakkak gerekmektedir. Bunların hepsini bilmek ancak bakmak^ ile olur. Beşere, mahlûkati idare etme selâhiyeti özellikle verilmiştir. Bunun için de imtihan olunacak belâ ve musibetlerle karşılaşmak, akıl­ların kendilerine en yararlı gördüğünü talep etmek, bu hususta en gü­zellerini seçmek ve zararlı olanlardan da korunmak gibi hususlar, özel­likle insanoğluna verilmiştir. Bunları bilmenin yolu da ancak eşyaya bakmakla akılları kullanmaktan geçer. Gerçekten şüphelerden kaçınmak ve musibetlerle karşılaşmada[40] bunları düşünüp anlamak için hepsinin başvuracağı yer bakmaktır. Öyle ise bu husus delâlet ediyor ki, eşya­nın hakikatleri ancak bakmak ile anlaşılır, onların bilinmesine de bak­ma ile varılır.[41] Bununla beraber özellikle, görmenin renkleri seçeme-diği, kulağın sesleri alamadığı zaman başvurulacak yer, bakmadır. Ve yine duyu organları île idrak edilen şey böyledir. Bakmak da bunun gibi­dir. Güç ve kuvvet ancak Allah'ın.ihsanı iledir.

Gerçekten eşyanın güzel olması veya kötü olması, fiillerden çirkin olan ve güzel olanı hakkında ancak duyu organlarının üzerine vukubul-ması ve bunlar hakkında haberlerin varid olmasından sonra ilim elde edilir.

Bunların her yönü aklen incelenmek istendiğinde ve anlaşılması için bir yol arandığında bunlara bakıp düşünmekten başka bir yol yok­tur. Buna göre zararlı ve menfaatli şeyleri kesbetme isi düşünülür. Ger­çekten insan, tabiatı[42] ve aklı ile yaratılmıştır. Aklın güzel gördüğü şey, tabiatın istediğinin gayri olur. Aklın çirkin gördüğü şey de tabiatın is­temediğinden gayri olur. Yahut bazan her ikisi arasında muhalefet olur, bazan da muvafakat bulunur. Öyle ise her işe, bizim zikrettiğimiz şeyin hangi fert ve neviden olduğunun gerçek olarak bilinmesi için dü­şünmek ve bakmak elbetteki gerekmektedir. Kuvvet ve kudret ancak ve ancak Allah'ın lûtfu ve ihsanı iledir. [43]


[23] Metnin kenarında şu kayıt vardı :    «İyan»  kelimesi  zikrolundu.  Bununla  görmek­ten başk tüm duyu organları kasdedildi.

[24] Metinde kelime, harekesizdir.

[25] Metinde bu kelime harekesizdir.

[26] Maiye,  «Mahiyet»  demektir. Kindi bu kelimeyi Mâturîdî'den alıp kullandı  ve bun­dan yine mahiyeti murad etti- Bak :   ResaiHl Kindi E!-Felsefiyye c. I, s. 294. Eseri Dr. Ebu Reyde inceledi. T. Kahire 1950.

[27] cHestî» kelimesi Fasçadır. Mânâsı mahiyetin dışındaki varlık, demektir.

[28] Metinde  «gâbe*  kelimesi noktasız olarak  «âbe»  diye yazılmıştır.

[29] Metinde «Fuddiîes kelimesi, noktasız *Sad>  iledir.

Metinin  kenarında  şu kayıt vardır :    Yani   .Nutuk»   zira  nutuk haberle hâsıl ol­muştur-  Allah-u Teâlâ :    «Ona beyanı   (iç  duyguların  ifadesini) ilham etti» buyu­ruyor.  Rahman  sûresi,   âyet  4,   nutuk,  mânâsına  olan   <beyan>   inşam  hayvandan ayırd etmiştir.

[30] Kelime açık - seçik değildir. Kelimenin  «et-temessülü»  olarak okunması muhtemel­dir. Aynı kelimenin «et-temyiz» okunması ihtimali de vardır-

[31] Metnin  kenarında   şu   satırlar   yazılmıştır:    «Çünkü   ızdırap   vermenin ve   Öfkeyle mukabelede bulunmanın her ikisi de haberdir. O da bunu inkâr ediyor-»

[32] Metinin kenarında şu kayıt vardır :    .Yani duyu organları haberler ve deliller.»

[33] Metnin kenarında şu kayıt vardır :   «Yani, mütevatir haberin madunu olan.»

[34] Metinde şu kayıt vardır :    .Yani amel etme veyahut terketme yönü.»

[35] Metnin kenarında şu kayıt vardır :   Yani, bir, ravilerin durumuna bakmak; bir de, kafi bir delille sabit olanla karşılaştırmak.

[36] Fussılet, 53 ve 54.

[37] Ğagiye, 17.

[38] Bakara, 164,

[39] Zariyat, 21.

[40] Metinde •İnde» kelimesi yerine «an» kelimesi yazılmıştır.

[41] Metinde «İleyhâ» yerine «ileyhi» yazılmıştır-

[42] Metinde «tabiatım, «tab'ihî» olarak yazılmıştır.

[43] İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları: 83-89.

ceren
Wed 30 May 2018, 02:59 am GMT +0200
Esselamu aleyküm. Allahın bize vermiş olduğu aklı kullanan duyu organlarını kullanan ilme imana  ulaşan kullardan olalim inşallah. Rabbim razı olsun bilgilerden kardeşim.

Sevgi.
Thu 31 May 2018, 01:08 am GMT +0200
Aleykümüsselam insanı ilme ulaştıran birçok yol vardır yeterki biz ulaşmak isteyelim inşaAllah

sedanurr
Thu 31 May 2018, 03:13 pm GMT +0200
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri ilim sahibi eylesin ve ilme ulaşmak için elinden geleni yapanlardan eylesin.. İlim istedikten sonra her şekilde ulaşılması mümkündür yeter ki isteyelim

Bilal2009
Thu 31 May 2018, 04:35 pm GMT +0200
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri ilim sahibi kullarından eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun