- Âmm ın Haberi Vâhidle Tahsisi

Adsense kodları


Âmm ın Haberi Vâhidle Tahsisi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Wed 14 September 2011, 11:40 am GMT +0200
b) Âmm'ın (Genel Hükmün) Haber-i Vâhidle Tahsisi




Cumhur (hanefilerin dışındakiler)'a göre âmm'ın tahsisi, müstakil bir delil olsun veya olmasın, bu delil, âmm'a mukarin (bitişik) bulunsun veya bulunmasın, genel hükmün manasının, bazı fertlerine tahsis edilmesidir.

Hanefiler ise bunu, "âmm'ın müstakil ve ona mukarin bir delille, bazı fertlerine tahsis edilmesidir" diye tarif ederler. Eğer bu delil âmm'a mukarin olmaz da daha sonra gelmiş olursa, o takdirde nesh söz konusudur. [748]

Hanefi usulcüleri, haber-i vâhidle, âmm'ın tahsis edilmesini caiz gör­mezler. Ancak âmm başka bir nassla tahsis edilmişse, bu tahsis edilmiş âmm'ın kesinliği kalmadığından o zaman, zannî olan haber-i vâhidle tahsis caiz olur.[749] Ebu Zehre bunu şöyle izah eder: "Hanefi uleması, 'âmm, sîgası itiba­riyle umuma delâletinde kat'îdir dediklerinden, zannî olanla, âmm'm tahsisi­ni caiz görmemişlerdir. Çünkü tahsis demek, bir lafzın delâlet ettiği hüküm­lerden bir kısmını ondan çıkarmak demektir. Kat'î olmak ise lafzın delâlet ettiği hükmün o kısım hakkında da sabit olduğunu kesin olarak göstermek­tir. Böyle kat'î bir şekilde sabit olan bir delâlet, zanni bir şeyle ibtal edile­mez" [750]

Bu yüzden hanefi usulcüleri, Kur'an-ı Kerim'deki âmm'lar tevil edilmiş olmadıkça delâletleri katîdir, derler. Böylece Kur'an olması hasebiyle iki katiyyet bir arada toplanır. Hem sübutu katîdir, hem de delâleti katîdir. Bu se­beple onun önünde, ona muarız olan haber-i vâhid duramaz. Zira Kur'an her ne kadar âmm olsa da hem sübutu ve hem de delâleti kesindir. Haber-i vâhid olan hadis ise, hâs dahi olsa sübutu zannîdir. Zannî olan delil, katı olamn önünde duramaz. İşte rey fukahası Kur'an'ın âmm'larını umum üzere bıra­kırlar, onu haber-i vâhidle tahsis etmezler. Hadis fukahasına göre ise-İmam Şafiî vb.-haber-i vâhid dahi olsa hadis, Kur'an'ın beyan edicisi olur, umumu­nu tahsis eder, mutlakını kayıtlar, mücmelini beyan eder, müphemini izah eder.[751]

Hanefi alimleri, bu görüşlerini teyid için Hz. Ebu Bekir'in, ashabı top­layıp Kur'an'a muhalif olan hadisleri reddetmelerini istemesini, Hz. Ömer'in, boşanan kadımn nafaka ve oturma hakkıyla ilgili olarak Fatma binti Kays'm hadisini reddetmesini, Hz. Aişe'nin, ailesinin ağlaması yüzünden ölüye azab edileceğine dair hadisi red ederek, "hiç kimse başkasının günah yükünü ta­şımaz" [752]ayetini delil getirmesini örnek verirler.[753]

Hanefi usulcülerinin, "âmm'ın haber-i vâhidle tahsis edilemiyeceği" gö­rüşlerinin temelinde, "âmm'ın amel yönünden hâs'a tercih edileceği" prensi­bi yatmaktadır. Nitekim Serahsî, bu prensibi Ebu Hanife'nin görüşü olarak nakleder. [754]Bu yüzden hanefilerin âmm olan, "el-harâc bi'd-damân" hadisini, hâs olan "musarrat" hadisine [755] tercih ettikleri belirtilmiştir.[756]  Yine bu kurala uygun olarak, "yerden yetişen şeylerden (ziraî mahsullerden) do­layı öşür vardır" âmm hadisini [757]Ebu Hanife, "yeşil sebzelerde zekât yok­tur" [758]ve "beş vesk [759] “en az mahsulde zekât yoktur" [760]hâs hadislerine tercih etmiştir.[761]  Halbuki talebeleri Ebu Yusuf ve İmam Muhammed, Ebu Hanife'nin tercih etmediği hadislerle amel etmişlerdir.[762]

Âmm'ın hâs'sa tercihi, Serahsî'nin belirttiğine göre, Ebu Hanife'nin da­yandığı esaslardan birisidir.[763]  Konuyla ilgili şu örnek verilmiştir: "Cahiliyye döneminde bir savaşta burnundan yaralanan Arfece b. Es'ad, kopan burnunun yerine gümüşten bir burun yaptırmış, bunun koku yapması üzeri­ne Hz. Peygamber, onun yerine altından bir burun yaptırmasını tavsiye et­miştir". Bunu kabul eden İmam Muhammed buna kıyasen, altından diş ya­pılmasını veya kaplanmasını da caiz görmekte, fakat Ebu Hanife'nin bunu hoş görmediğini bildirmektedir. Ebu Hanife'ye göre, gümüşten diş yaptır­makta sakınca yoktur. Çünkü erkeklerin faydalanmak için altın değil, gü­müş kullanmaları caizdir. Bunun delili de Hz. Peygamber'in gümüş yüzük kullanmasıdır.[764]

Serahsî, bu hadisin Ebu Hanife'ye göre tevilini şöyle yapmıştır: "Nebi (s.a.v.), bu ruhsatı sadece Arfece'ye has kıldı. Ebu Hanife, Hz. Peygamber'in 'alim ve ipeği ümmetinin erkeklerine haram, kadınlarına helâl kıldığı' şeklindeki meşhur hadisini tercih etmiştir.[765]

Tercihte âmm esas olduğu için, bazan umumi bir hükümle hâs bir hü­küm neshedilebilmektedir. Nitekim Pezdevî'nin belirttiğine göre Ebu Hanife, "hâs âmm'a hükmedemez, bilâkis hâssın âmm'la neshi caizdir demiştir" [766] Bu konuda ilginç bir örnek, daha sonra umumi bir hükümle neshedildi-ği belirtilen "Ureyneliler" hadisidir.[767] Bu rivayette zikri geçen, "şifa için develerin idrarının içilmesi" tavsiyesi, Hanefi usulcülerine göre, "idrardan sakınınız, çünkü kabir azabının çoğu ondandır" [768]hadisiyle neshedilmiştir.[769]

Ebu Hanife, Ureyneliler hadisiyle amel etmediği halde, İmam Muham­med "eti yenen hayvanların idrarlarının temizliği" konusunda bu hadisi delil göstermiştir. Ebu Hanife ile bu konuda aralarında geçen konuşma şöyledir:

İ,M.:

Bir koyun, içinde su bulunan bir kuyuya bevletse ne dersin? E.H.:

Kuyunun suyunun tamamen çekilmesi gerekir. İ.M.:

Eti yenmeyen hayvanların durumu da, eti yenen hayvanlarınla gibi mi? Yani eti yenmeyen hayvanlardan birisi kuyuya bevletse yine kuyu­nun suyunun tamamen çekilmesini mi emredersin? E.H.:

Evet. İ.M.:

Pisliklerinin (dışkılarının) hükmü de böyle midir? E.H.:

Evet.

İmam Muhammed, bunun Ebu Hanife ve Ebu Yusuf un [770] görüşü ol­duğunu kaydettikten sonra kendi görücünü şöyle belirtir: "Eti yenen hay­vanların idrarında bir sakınca yoktur. Bunlardan biri kuyuya işese suyunu bozmaz, su değişmedikçe kuyuyu boşaltmak gerekmez. Yine, bunların id­rarlarından elbiseye çok miktarda bulaşsa, yıkamak gerekmez. Görmüyor musun, Nebi (s.a.v.), develerin idrarlarının ve sütlerinin içilmesini emretti. Şayet pis olsaydı, içilmesini emretmezdi".[771]

Burada Ebu Hanife'nin bu hadisle niçin amel etmediğinin bir açıklama­sı yoktur. Daha önce de zikrettiğimiz gibi, usulcüler bunu, daha genel bir hü­küm ihtiva eden "idrardan sakınılması gerektiği" hadisiyle, hâs olan Ureyneliler hadisinin neshedildiği şeklinde açıklamışlardır. Halbuki bu nesh olayını dikkate almayan İmam Muhammed, bu hadisi delil olarak kullan­mıştır,

Kanaatımızca, en azından Ebu Hanife açısından bu iki hadis arasında bir nâsih-mensuh ilişkisi yoktur. Şayet bu hadis sabitse [772] ve Ebu Hanife'ye ulaşmışsa, Ebu Hanife'nin bunu reddi için iki ihtimal vardır. Ya bunu Kur'an'a muhalif bulduğu için reddetmiştir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de:

"Onlara temiz şeyler helâl, pis şeyler ise haram kılındı" [773] buyurulmaktadır. Ya da idrarın içilmesini kerih görmüştür ki, bu daha kuvvetli bir ihtimaldir. Çünkü İbn Ebi Şeybe, Ebu Hanife'nin, develerin idrarının içilmesini kerih gördüğünü açıkça belirtmektedir.[774]

Hanefilerin, âmm'ın haber-i vâhidle tahsis edil emi yeceği prensiplerine çeşitli itirazlar yöneltilmiştir. Bu konuda verilen bir iki örneği burada zikre­derek, Hanefi alimlerinin bu kaideye uymayan meseleleri nasıl savundukla­rını ortaya koymaya çalışacağız.

Bu örneklerden birisi, dârülharb'de zina eden kimseye had vurulmasıyla ilgilidir.

Şafiî ve Mâlikîler, zina fiilini işleyen kimseye, bu fiil ister dârülislâm'da ister dârülharb'te işlenmiş olsun, had uygulanacağı görüşündedirler. Bu konu­da onlar, Cenab-ı Hakk'ın:,

"Zina eden erkek ve kadından her birine yüz sopa vurun" [775] ayetinin umumi manasını delil alırlar ve bunu tahsis eden bir şe­yin bulunmadığını söylerler. Buna karşılık hanefıler, dârülharb'de had cezası gerektirecek bir suç işleyene had uygulanamıyacağı görüşündedirler. Çünkü Hz. Peygamber "dârülharb'de hadler uygulanmaz" [776] buyurmuştur ve bu hadisle ayetin umumi manası tahsis edilmiştir.

Bu konuyla ilgili olarak Hidaye'de yer alan malumat şöyledir: "Dârül­harb'de veya dârülbağy'de zina edip, sonra dârülislâm'a gelen kimseye had uygulanmaz. Şafiî'ye göre uygulanır. Çünkü onun müslüman olması, nerede bulunursa bulunsun, ahkâmına tabi olmayı da gerektirir. Bizim delilimiz 'dâ-rülharbde hadler uygulanmaz" hadisidir. Had'den maksat zorla itaat altına al­maktır. Halbuki yöneticinin dârülharb'de velayet hakkı yoktur. Dolayısıyla bu uygulama faydasızdır. O kimse dârülharb'den çıktıktan sonra da had uy­gulanmaz. Çünkü had vecibesi orada kesinleşmemiştir. Dârülislâm'a geç­mekle de bu gerekçe değişmez.[777]

İnâye'de bu mesele biraz daha genişletilir: "Bizim delilimiz, Hz. Peygamber'in mezkûr hadisidir. Bunun izahı şöyledir: "Hz. Peygamber bu hadi­siyle zaten uygulanamıyacağını bildiği için dârülharb'de had ikamesini reddetmiş değildir. Çünkü dârülharb'de haddin uygulanamıyacağını herkes bilir. Zira devlet başkanının otoritesi orada geçerli değildir. Bu hadisten maksat, had vecibesinin bu durumda tamamen ortadan kalktığıdır. Şayet bu hadis Cenab-ı Hakk'ın "feclidû" kavline muarızdır denilirse bu kabul edil­mez. Çünkü şüphe konusu, bu ayeti tahsis etmiştir.[778]  Dolayısıyla ortada kesin bir hüccet kalmadığı için artık haber-i vâhid ve kıyasla tahsis caizdir. Şayet burada "haber-i vâhid ve kıyasla tahsis, ancak ayetin mukarin bir la­fızla tahsis edilmesinden sonra caizdir" şeklindeki usul kaidesi önümüze ge­tirilirse bu durumda şu söylenebilir: "Burada tahsis ona mukarin bir lafız olan Allah Tealâ'mn 'küllü vahidin minhüma' kavlidir. Buradaki zamir, zânî ve zâniyeye racidir. Zina ise erkeğin milki altında olmayan kadınla normal yoldan cinsî münasebetidir. Böylece 'erkek olmayan' bu tarifin dışında kalmıştır. Bu şekilde mukarin bir şeyle tahsis edildikten sonra, ayetin haber-i vâhid ve kıyasla tahsisi caizdir".[779]

İnâye'nin haşiyesinde Sadî Çelebi, "erkek olmayan bu tarifin dışında kalmıştır" ibaresi hakkında 'bu, şüphelidir, çünkü zânî kelimesi zaten erkek olmayanı (yani kadını) içine almaz. Dolayısıyla bir şeye girmeden çıkış mümkün değildir. Burada tahsis nerededir?" demektedir.[780]

Görüldüğü gibi, olayların ve hükümlerin kaideye uydurulması uğrunda olmadık tevillere girişilmiştir. Halbuki bize göre, bu rivayete ilâve edilen bir ibare, Ebu Hanife'nin zayıf bile olsa niçin bu hadisi tercih ettiğini gösteren en geçerli ipucudur. İbarenin tamamı şöyledir: "Lâ tükâmü'l-hudûd fî dâri'l-harbi mehafeten en yelhaka ehlühâ bil'adüvvi" (Ailesi düşmana iltihak eder korkusuyla dâriilharb'de hadler uygulanmaz).[781] Bu kadar açık olan bir sebebi bırakıp, meseleyi sonradan tesis edilmiş birtakım şeklî usullere bağlamaya çalışmak, burada görüldüğü gibi lüzumsuz ve makul olmayan te­villere başvurmaya yol açmıştır.

Bu konuda kaideye uymadığı belirtilen ikinci örnek, hırsızlıkta el kes­meyi gerektirecek miktar ile ilgilidir.

Zahirîler, Haricîler ve Hasenü'l-Basrî, az veya çok, çalınan şeyden do­layı elin kesileceği görüşündedirler. Bu konuda hırsızlıkla ilgili ayetin [782]umumunu delil alırlar ve Ebu Hüreyre'nin rivayet ettiği, Allah o hırsıza la­net etsin, yumurta çalar, eli kesilir, ip çalar eli kesilir" [783] hadisinin, bu ayeti teyid ettiğim söylerler.[784]

Cumhur ise, çalman şeyin değerinin belirli bir miktara ulaşmasıyla elin kesileceği görüşündedirler. Ancak bu miktar üzerinde ihtilaf vardır. Şafiîler, çeyrek dinardan azında elin kesilmiyeceğini belirtirlerken, Hz. Aişe'nin rivayet ettiği, 'ancak, çeyrek dinar ve daha fazla hırsızlıklarda, hırsı­zın eli kesilir" [785] hadisini delil alırlar. Hz. Ömer, Hz. Ali ve Hz. Osman bu görüştedirler.[786]

Malikîler de buna yakın bir görüş belirterek, üç dirhem ve daha fazla değerdeki hırsızlıkta elin kesilebileceğini savundular. Çünkü üç dirhem, Hz. Peygamber zamanında çeyrek dinara eşitti. Hanefilere gelince, onlar hırsız­lıkta elin kesilmesini gerektiren miktarın on dirhem olduğunu ve bundan aşağısı için el kesilemiyeceğini iddia ettiler. Bu konudaki delilleri İbn Abbas'tan rivayet edilen, "Peygamber (s.a.v.)'in, çalınan bir kalkan yüzünden el kestiğini" bildiren hadistir.[787] Çünkü Hz. Peygamber zamanında kalkanın değeri on dirhemdi.

Burada görüldüğü gibi, hırsızlıkla ilgili ayetin haber-i vâhidle tahsisi, bu kaideyi benimseyen mezheblerin görüşlerine uygundur. Fakat bu husus, böyle bir kaideyi benimsemeyen, bilâkis tersini savunan Hanefi mezhebi için bir çelişki teşkil eder. Bu yüzden Hanefiler, ayeti tahsis eden haberin şöhret derecesine ulaştığım söylemek zorunda kaldılar. Ancak, ayeti tahsis ettiğini söyledikleri haber, gerçekte, tahsis manasım ifade etmez. Çünkü Hz. Peygamber'in kıymeti 10 dirhem olan kalkanı çalanın elini kesmesi, kıymeti bundan daha düşük bir şeyin çalınmasında elin kesilmeyeceğine delâlet etmez.[788]

Kanaatımızca Ebu Hanife'nin, hırsızın elinin kesilmesinde tercih ettiği 10 dirhemlik asgari sınır, sonraki hanefi fakihlerin savundukları usul kaide-leriyle izah edilecek bir şey değildir. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu, Ebu Hanife'nin, mümkün olduğu ölçüde hadleri hafifletmek, şüphe halinde de uygulamaktan vazgeçmek prensibinin bir tezahürüdür.[789]




[748] Mustafa el-Hınn, Eserü'l-İhtilaf fi'1-Kavâidi'l-Usûliyye fi İhtilafi'l-Fukaha, 206.

[749] Serahsî, Usul, I, 133-134, 142; Cassas, Ahkâmü'l-Kur'an, I, 102.

[750] Ebu Zehre, eş-Şafiî, (Çev. O. Keskioğlu) 188.

[751] Ebu Zehre, Ebu Hanife (Çev. O. Keskioğlu) 282

[752] En'am: 164, Isrâ: 15.

[753] A. Buharı, Keşfül-Esrar, I, 294.

[754] Serahsî, Usul, I, 133.

[755] Buharı, Büyü', 64. Musarrat hadisi: Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Deve ve koyunları tasriye yapmayınız (yani satmadan önce sütlü görünsünler diye sütü memelerinde bırakmayınız). Kim böyle bir hayvan satın alırsa şu iki yoldan birini seçebilir. Ya hayvanı sağarak yanında alıkoyar, ya da hayvanı iade eder ve (sağdığı sütün karşılığı olarak) bir sa' (3261 gr.lık bir ölçü) hurma verir." "el-Harâc bi'd-damân" hadisi için bakınız, Ebu Davud. Buyu', 71; Tirmızı. Büyü'. 53. "Fayda, ga­ranti karşılığıdır" diye çevirebileceğimiz bu hadisin izahı şöyledir: Bir adam köle satın alıyor, on­dan istifade ediyor, sonra onda bir kusur görerek satıcıya iade ediyor. İstifade müşteriye aittir. Çünkü şayet köle ölmüş olsaydı, müşterinin malından birisi ölmüş olacaktı. (Yani mal, onun ga­rantisi altında iken telef olmuş olacaktı. Bu garantiye karşılık ondan elde eltiği yarar müşteriye aittir.) Bkz. Tirmizî, Büyü’, 53, c. III, 573-575.

[756] Tehânevî, İ'lâü's-Sünen, XIV, 81

[757] Bkz. Ebu Yusuf, el-Âsâr, 90. Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife'nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 138

[758] Dârekutnî, Sünen, II, 95. Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife'nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 138

[759] Vesk: Takriben 193 kg.lık bir ölçü birimi. Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife'nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 138

[760] Buharı, Zekat, 4. Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife'nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 138

[761] Serahsî, Usul, I, 133.

[762] Bkz. Şeybanî, el-Asl, II, 161-163.

[763] Serahsî, Şerira's-Siyer, I, 132.

[764] Age., I, 132.

[765] Age., I, 132. Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife'nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 138

[766] Pezdevî, Usul, 1,291.

[767] Enes b. Malik naklediyor: "Ukl veya Ureyne'den bir cemaat Medine'ye gelmişlerdi. Tutuldukları hastalıktan dolayı orada kalmak istemediler. Hz. Peygamber onlara, Beytülmal'e ait develerin ya­nına gidip orada kalmalarını ve develerin sütünden ve idrarından içmelerini emretti. Onlar da bu­nu yaptılar, sıhhatleri yerine geldi. Sonra irtidat etliler, çobanları öldürdüler, develeri de önlerine katıp götürdüler. Bu haber Hz. Peygamber'e ulaşınca, arkalarından adam gönderdi. Onları yaka­layıp getirdiler, ellerini ayaklarını kestiler, gözlerini çıkardılar ve Harre denilen yere attılar. Su istedikleri halde su verilmedi. Bu şekilde öldüler" (Bkz. Buhari, Vüdu', 66, Meğâzî, 36).

[768] Şevkânî, Neylül-Evtar, I, 112.

[769] Serahsî, Usul, I, 133; Pezdevî, Usul, I, 291.

[770] Ebu Yusuf, eü yenen hayvanların idrarlarının az da olsa suyu ifsad edeceğini kabul ederken, bu hayvanların (mesela deve gibi) idrarlarının içilmesinde bir sakınca görmemiştir. (Bkz. el-Asl, I, 30).

[771] Şeybanî, el-Asl, I, 73.

[772] Ebu Zehre'nin hadisi tenkidi için bkz. Ebıı Hanife (çev. O. Keskioğlu), 280-281. Kevserî, Ebu Hanife'nin bu hadisle niçin amel etmediğinin sebebini açıklarken onun, her ne kadar sahabenin ııdûl olduğunu kabul etse de ümmîlik ve yaşlılıktan neş'el eden unutma ve zabt noksanlığı gibi kusur­lardan masun olmadıkları görüşünde olduğunu (bkz, en-Nüket, 106) ve tearuz halinde fakih olan ravinin rivayetini, fakıh olmayanınkine tercih ettiğini (Te'nib, 117) belirterek, bu hadisin zabtında bir yanlışlık ihtimaline dikkat çekmiştir. Hadise yapılan itirazlara cevap veren Ahmed Naim, ge­nellikle idrarın, özellikle insan ve deve idrarının geçmişte hastalıkların tedavisinde kullanıldığı­nı, çeşitli kaynaklardan nakletmektedir. (Bkz. Tecrid trc. I, 180-189).

[773] Araf: 157.

[774] İbn Ebi Şeybe, Musannaf, XIV, 198.

[775] Nur: 2.

[776] Zeylaî. Nasbu'r-Râye, 111,343.

[777] İbnü'l-Hummam. Fethul-Kadîr (Hirlâye, Inâye ve Haşiyesi ile birlikte), V. 46-47.

[778] Yani "şüphe halinde hadlerin uygulanmıyacağını" ifade eden hadisle hu ayet tahsis edilmiştir. Çünkü bu durumda zina edene had uygulanması şüphelidir.

[779] Fethu1-Kadir, V, 46.

[780] Age.,V, 46.

[781] Ebu Yusuf, er-Redd, 81.

[782] Maide: 38

[783] Buhari, Hudud, 7; Müslim, Hudud, 7.

[784] Eserül-İhtilaf, 228; Muhadarât. 142.

[785] Müslim, Hudud. 2.

[786] Eserül-İhtilaf, 228; Muhadarât, 142

[787] Nasbu'r-Râye, III, 358.

[788] Eserul-İhtilaf. 228-229; Muhadarât, 142-143. Konuyla ilgili örnekler için bkz. Age., 138-147.

[789] Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife'nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 136-143