- Âdem ile Musa Arasındaki Tartışma

Adsense kodları


Âdem ile Musa Arasındaki Tartışma

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
saniyenur
Fri 13 January 2012, 07:55 pm GMT +0200
Âdem ile Musa (İkisine de Selâm Olsun) Arasındaki Tartışma İle İlgili Hadis


Adem -Aleyhisselam-ın, Musa -Aleyhisselam-a kaderi gerekçe gösterdiği şu sözleri hakkında ne dersiniz: Sen beni Yüce Allah’ın, yaratılışımdan kırk yıl öncesinden beri hakkımda yazmış olduğu bir iş dolayısıyla mı kınarsın? Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem- de Adem’in, Musa -Aleyhisselam-a karşı susturucu delili getirmiş olduğuna dair tanıklık etmiştir.[33] Yani onu yenik düşürmüştür.

Buna şöyle cevap verilir: Bu hadis Rasûlullah -Sallallahu aleyhi vesellem-den sahih olarak nakledildiği için bunu kabul eder, dinler ve itaat ederiz. Kaderiye’nin yaptığı gibi buna red ile ravi’sini yalanlamakla karşılık vermeyiz. Anlamsız te’villere de başvurmayız. Ancak sahih olan şudur: Adem -Aleyhisselam- kaza ve kaderi günahına delil ve gerekçe olarak göstermemiştir. Çünkü o Rabbini de günahını da çok iyi bilen birisi idi. Aksine onun mü’min evlatlarından bir kişi bile kaderi delil göstermez, çünkü bu batıl birşeydir. Musa -Aleyhisselam- da hem babasını daha iyi bilirdi, hem de kendisi dolayısıyla tevbe ettiği, Allah’ın da tevbesini kabul ettiği bir günahı dolayısıyla Adem’i kınamayacak kadar babasını yakından tanırdı. Hem babasını Yüce Allah seçmiş, beğenmiş ve hidayete iletmiştir. Buradaki kınama sadece Adem’in çocuklarını cennetten çıkartan musibettir. Adem -Aleyhisselam- da işlediği hataya ve günaha değil, musibete kaderi delil göstermiştir. Çünkü musibetler halinde kader delil gösterilebilir, yoksa ayıplamak ve kusur ortaya koymak maksadıyla kader delil gösterilemez.

Hadis hakkında yapılan en güzel açıklama budur. Takdir olunan musibetlere teslimiyet icab eder. Bu da Yüce Allah’ı Rab olarak bilmenin mükemmelliğinin bir göstergesidir. Günahlara gelince; kulun günah işlemek gibi bir hakkı yoktur. Günah işleyecek olursa mağfiret dilemesi ve tevbe etmesi görevidir. Kusurlardan dolayı tevbe eder, musibetlere karşı da sabreder. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O halde sen sabret. Şüphesiz Allah’ın va’di hak’tır. Günahın için de mağfiret dile." (el-Mu’min, 40/55); "Şâyet sabreder ve sakınırsanız, onların hilekârlıklarının size zararı olmaz." (Al-i İmran, 3/120)
İblis’in söylediği nakledilen: "Rabbim, beni azdırdığından dolayı yemin ederim ki..." sözlerine gelince; bu sözleri dolayısıyla kaderi günahına delil gösterdiğinden dolayı yerilmiştir, yoksa kaderi itiraf ve kabul ettiğinden dolayı değil. Nuh -Aleyhisselam-ın şu sözlerine dikkat edelim: "Eğer Allah sizi saptırmak isterse, ben size öğüt vermek istesem bile bu öğüdüm size fayda vermez ve nihayet ancak O’na döndürüleceksiniz." (Hud, 11/34) Şair ne güzel söylemiş:

"Senin dilediğin olur, ben dilemesem bile,

Ve eğer Sen dilemezsen benim dileğim olmaz."

"O’ndan bir lutuf olmak üzere dilediğine hidayet verir, dilediğini korur ve afiyet verir. Adaletinin bir tecellisi olarak da dilediğini saptırır, yardımsız bırakır ve belâlara maruz kılar."

Bu ifadeler Mutezile’nin kulların daha çok menfaatine (aslah) olanı yapmasının vacib olduğu şeklindeki kanaatlerini reddetmektedir. Bu da hidayete iletmek ve saptırmak meselesi diye bilinir.

Mutezile der ki: Allah’tan hidayetin anlamı, doğru yolu açıklaması demektir. Saptırmanın anlamı ise kula sapık (dall) adını vermek yahut ta Yüce Allah’ın kul hakkında kulun kendi nefsinde sapıklığı yaratması esnasında dalalet ile hüküm vermesidir. Bu açıklamanın temeli ise kulların fiilleri, onlar tarafından yaratılır, şeklindeki bozuk kanaatleridir.

Bizim söylediğimizin delili de yüce Allah’ın şu buyruğudur: "Muhakkak ki sen sevdiğini hidayete erdiremezsin, fakat Allah dilediğine hidayet verir." (el-Kasas, 28/56) Şâyet hidayet yolu açıklamaktan ibaret olsaydı, peygamberin hidayete erdirememesini söz konusu etmek doğru olmazdı. Çünkü Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem- sevene de, sevmeyene de yolu açık açık göstermiş bulunmaktadır. Bir başka yerde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Eğer Biz dileseydik her nefse elbette hidayetini verirdik." (es-Secde, 32); "İşte Allah kimi dilerse böylece saptırır, kimi de dilerse hidayete kavuşturur." (el-Müddessir, 74/31)
Şayet hidayet her kişi hakkında genel bir mahiyette bulunan Allah’ın beyanı demek olsaydı, bunun Allah’ın meşieti kaydı ile birlikte söz konusu edilmesi doğru olmazdı. Nitekim Yüce Allah’ın şu buyrukları da böyledir: "Eğer Rabbimin nimeti olmasaydı ben de (cehennemde) hazır edilenlerden olurdum." (es-Saffat, 37/57); "Allah dilediğini saptırır, dilediğini de dosdoğru yol üzerinde tutar." (el-En’âm, 6/39)

"Hepsi de O’nun lutfu ve adaleti arasında meşîeti çerçevesinde gider, gelirler."

Onların hali Yüce Allah’ın şu buyruğunda dile getirdiği gibidir: "Sizi yaratan O’dur. Artık kiminiz kâfir oluyor, kiminiz de mü’min oluyor." (et-Teğabun, 64/2) Yüce Allah kimi imana iletir ve hidayet verirse bu, O’nun lutfuyladır. Bundan dolayı hamd yalnız O’nadır. Kimi de saptırırsa bu da O’nun adaleti iledir. Hamd yalnız O’nundur. Yüce Allah’ın izniyle bu hususa dair daha başka açıklamalar da gelecektir. Çünkü İmam Tahâvî -Allah ona rahmet etsin- kader’e dair açıklamalarını tek bir yerde, bir arada zikretmeyerek değişik yerlerde söz konusu etmiştir. Ben de bu konuyu onun tertibine uygun olarak ele aldım.

"O zıtları bulunmaktan ve denkleri bulunmaktan pek yücedir."

Zıt ondan farklı ve muhalif demektir. Denk (en-nidd) ise onun benzeri demektir.

Yüce Allah’a karşı çıkacak kimse olamaz. Aksine O’nun dilediği herşey olur, dilemediği hiçbir şey olmaz. O’nun hiçbir benzeri de yoktur. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Kimse de O’nun dengi değildir." (el-İhlâs, 112/4)
Tahâvî -Allah ona rahmet etsin- Yüce Allah’ın zıddının ve denginin bulunmadığını söylemekle, Mutezile’nin kul kendi fiilini yaratır şeklindeki iddialarının reddedildiğine işaret etmektedir.

"O’nun kazasını reddedecek yoktur. Kimse O’nun hükmüne karşı çıkamaz, kimse O’nun emrine karşı koyamaz."

Hiçbir şey Allah’ın kazasını geri çeviremez, O’na karşı çıkamaz; yani hiçbir kimse O’nun hükmünü erteleyemez. Kimse O’nun emrine karşı koyamaz. Aksine bir ve tek ve Kahhâr olan o Yüce Allah’tır.
 
"Bütün bunlara iman ettik ve bütün bunların O’ndan geldiklerine kesin olarak inandık." 

İman ile ilgili açıklamalar Yüce Allah’ın izniyle biraz sonra gelecektir. Îkan (kesin inanış) ise suyun havuzda karar kılması anlamında istikrar bulmak, yerleşmek demektir.

Meydana gelen herbir olayın Allah’tan geldiğine inanıyoruz. Yani O’nun kaderi, kazası, iradesi, meşiet ve tekvini ile olur herşey. Buna dair açıklamalar da Yüce Allah’ın izni ile yerinde gelecektir.

"Ve muhakkak Muhammed O’nun seçilmiş kuludur. Seçkin peygamberidir, kendisinden razı olunmuş Rasûlüdür."

Seçiliş, seçmek ve razı oluş (ıstıfâ, ictibâ ve irtizâ)

Şunu bil ki mahluk’un kemali, Yüce Allah’a ubudiyeti (kulluğu) en ileri derecedeki ortaya koyuşuna bağlıdır. Kul ubudiyetini ne kadar ileri derecede gerçekleştirirse kemali o kadar artar, derecesi o kadar yükselir. Herhangi bir şekilde kulun ubudiyetin sınırları dışına çıkabileceğini ve ubudiyetin sınırlarının dışına çıkmanın daha kamil olduğunu vehmedenler hiç şüphesiz insanların en bilgisizleri ve en sapıklarıdır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Rahman evlat edindi, dediler. O bundan münezzehtir. Bilakis onlar mükerrem kullardır." (el-Enbiya, 21/26) Ve buna benzer daha pek çok âyet-i kerîme.

Yüce Allah makamların en şereflisinde peygamberinden "abd: kul" diye söz etmektedir. İsra ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Kulunu geceleyin... götüren (Allah) münezzehtir." (el-İsrâ, 17/1); "Şu da bir gerçek ki Allah’ın kulu O’na ibadet etmek için kalktığı zaman..." (el-Cin, 72/19); "Kuluna vahyettiğini vahyetti." (en-Necm, 53/10); "Eğer kulumuza kısım kısım indirdiğimizden şüphe içinde iseniz..." (el-Bakara, 2/23) O, bununla dünyada da, ahirette de insanların önüne geçirilmeye hak kazanmıştır.

Bundan dolayı Mesih -Aleyhisselam- Kıyamet gününde sair peygamberlerden sonra kendilerine şefaat etmesi için talepte bulunulacağında şöyle diyecektir: " Günahının geçmişi de, geleceği de kendisine bağışlanmış bir kul olan Muhammed’e gidiniz."[34] Böylelikle kâmil manasıyla Yüce Allah’a kulluk etmek suretiyle bu mertebeye ulaşmış olmaktadır.

"Ve muhakkak Muhammed" ifadesi önceden geçmiş bulunan "şüphesiz ki Allah bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur" ifadesine atfedilmiştir. Yani bunlar da onun baştaki: "Allah’ı tevhid hususunda deriz ki..." sözlerinin bir devamıdır.


[33] Buhârî 3409, 4736, 4738, 6614, 7515; Müslim 2652.

[34] Buhârî 4476, 6565, 7410, 7516; Müslim 193, 322.


ceren
Thu 5 July 2018, 02:34 am GMT +0200
Esselamu aleyküm. Rabbım razı olsun paylaşımdan kardeşim...

Bilal2009
Thu 5 July 2018, 01:05 pm GMT +0200
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri doğruların yolundan ayırmasın Rabbim paylaşım için razı olsun

Sevgi.
Thu 5 July 2018, 11:43 pm GMT +0200
Aleyküm selam buradaki tartışma kaza ve kader içindir yoksa Peygamber ler arasında tartışma olmaz inşaAllah