- Zorunlu bir açıklama

Adsense kodları


Zorunlu bir açıklama

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafız_32
Wed 29 September 2010, 12:10 pm GMT +0200
Zorunlu Bir Açıklama


İbn Kayyım merhumun bundan önce kendisinden yapmış oldu­ğumuz alıntı bölümünde insanda şüphe uyandıracak bazı noktalar bu­lunmaktadır. Özellikle "Hakimiyyet" konusundaki açıklaması husu­sunda bazı insanlarda şüpheler meydana getirecektir. Çünkü İbn Kay­yım açıklamasında, Allah'ın indirmiş olduğu hükümlerle hükmetme­yen kimsenin asıl küfür manâsında kâfir olmayacağını belirtmektedir. Bu itibarla bu meselenin kesinlikle açıklanması gerekmektedir. Evet açıklanmalıdır ki, ortaya çıkan şüphe ve kuşku da izale olmuş olsun.

Bilindiği gibi, İslam toplumu Hz. Peygamber (s.a)'in elinde, ku­rulduğu günden itibaren, Allah'ın şeriatım yürürlüğe koymak, onun­la hükmetmek suretiyle sürdürmüştür. Nitekim Raşid halifeleri de ay­nı uygulamayı sürdürüp götürmüşlerdir. Bunlardan sonra gelen Eme-vî halifeleri de aynen bu yolu izlemiştir. Gerçi bunlarda bazı inhiraf­lar ve yan çizmeler olmuş ise de, onlar da bu yolu izlemişlerdir. Yani bütün bunlarda insanın muhakeme olunmak üzere başvurduğu hüküm Allah'ın şeriatından başkası olmamıştır. İnsanların hepsi o şeriat bay­rağının altında gölgelenmişler, hepsi de onun hikmeti ve adaleti altın­da gözetilip idare olunmuşlardır.

Bundan sonra Abbasî devleti gelmiş, bu devlette de yine şeriat,-uygulanan nizam ve hüküm olmuştur. Gerçi bunlarda önemli sayıla­cak bazı gedikler meydana gelmiştir. Daha sonra da Tatarlar gelmiş, bunların lideri olan Hülagü "Yasa" denilen kendi kanunlarını getir­miştir. İleride ve özellikle ilgili bölümünde İslâm alimlerinin bu konu­daki görüşlerini Allah'ın izniyle ele almış olacağız. Mademki durum bu merkezdedir. Esasen konuya ilişkin Selefin -ki İbn Kayyım da bun­lardan biridir- sözü üzerine toz kondurulamaz. Şayet hakim olan kimse hükmünü verirken rüşvetle hüküm verirse, ya da herhangi bir yakınlık ve karabeti, birinin şefaati (aracılığı) ya da benzeri bir şeyle hü­küm vermesi halinde haliyle bu, ası! manâsında küfür olarak değer­lendirilemez. Bu asıl manâda olan küfürden farklı bir küfürdür.

Ancak müslümanların hayatlarında gerçekten önemli ve ciddi olan, özellikle de tarihlerinde ilk kez meydana gelen duruma gelince, yine Allah'ın şeriatının yürürlükten kaldırılması, buna gericilik ve irtica diye damga vurulması noktasına gelince ya da "insanların geri kalmasına bu şeriat neden olmuştur, ilerlemeye, uygarlığa bu engeldir" noktası­na gelince işte bu, müslümanların hayatında yepyeni bir irtidat yani dinden dönme olayıdır. Kaldı ki, iş sadece bu basit iftiralarla kalma­yıp, daha da ileri götürülmüş, özellikle müslümanlann hayatlarına ka­dar sokulmuş, onların hayatlarını en aşağı seviyedeki bir hayat türü ile değiştirmeye itmiştir. Öyle ki İslâm şeriatının ve kanunlarının yeri-, ne Fransa, İngiltere, Amerika gibi ülkelerin kanunları ya da dinsiz sos-, yalist ülkelerin kanunları getirilmiştir. İşte bunlar ve benzeri kanun-;-lar cahili ve küfirî olan düzenlerden alınmak suretiyle İslam şeriatının : yerine konmuştur.

Elimde buna dair bir çok delil bulunmaktadır:

1- Özellikle İbn Kayyım merhumun daha önce geçen bölümde or­taya koymuş olduğu Ahrned b. Hanbel'in sözü, bunun açık bir örne­ğini teşkil ediyor.

Orada Ahmed b. Hanbel diyordu ki: "Ta ki hakkında kesin ihti­laf olmayan bir şeyi getirip işlemeleri halinde, işte bu durumda onlar mutlak manada kafir olmuş olurlar."

Evet, doğrusu bu öylesi bir durumdur ki, hiç bir şüphe söz konu­su edilemez bile. Çünkü bu hal, Allah'ın şeriatını yürürlükten kaldır­mış, bu kamil ve mükemmel manadaki şeriata, anayasaya eksiklik ve kusur atfedilmiştir. İnsanların ortaya koydukları kanunları ise bun­dan daha mükemmel göstermişler, bu kanunların daha yumuşak ol­duğunu, çağların ilerlemesiyle de yeniliklere açık olduğunu söylemek­tedirler ki, işte bu, apaçık bir küfürdür.

2- Yine İbn Kayyım'in ortaya koyduğu şeylerden hareketle mese­leye açıklık getirmeye çalışacağım. Bu mübarek zat, açıklamasında di­yordu ki, "her küfür aynı manada küfür değildir". İşte bu ifade: "İs­lama bağlı ve onun şeriatının reddetmeyen" hakim için geçerlidir. Böyle bir hakim şayet nassa, eldeki delile muhalefet ederse, bundan yan çizerse, daha öncede açıklandığı gibi, işte bunlar asıl manada olmayan küfre girmiş olurlar. Yoksa burada Allah'ın tüm kanunlarını, şeriatı­nı kaldırıp yerine insan kafasının ürünü olan küfür kanunlarının ko­yulmasını uygun görenlerin kafir olmayacakları demek değildir. Böyleleri katıksız anlamda kâfirdirler.                                                 

3- Bir de insanlar için helal ve haram koyma, onlar için şeriat ya­ni yasalar koyma meselesi vardır. Eski ve yeni alimlerin hepsi de şu hususta ittifak etmiş bulunmaktadırlar. Yasa koyma yani şeriat koy­ma işi alemlerin Rabbi olan yüce Allah'ın hususiyetlerindendir. Dola­yısıyla kim kendi adına bu manada bir iddiaya kalkışırsa, o kimse (ya da kimseler) kendilerini ilahlaştırmış olurlar, ya da O'nun benzeri ha­line koymuş olurlar. Yani kendilerini Allah'dan başka tapınılan ve iba­det olunan varlıklar yapmış olurlar. Bunun açıklamasında yakında yapacağız.

4- Şeriatı Rabbaniyeyi yani ilahî şeriatı uzaklaştırmak, bunun ye­rine beşerin heva ve isteklerinden doğmuş olan şeyler koymak olayı, eski ve yeni tüm alimlerin küfür olarak gördükleri bir olaydır, bu yeni kanunların failleri kesinlikle kafirdirler. Çünkü burası dince zarurî ola­rak bilinen bir durumdur. Böyleleri kesin kafirdirler. O halde bu ko­nuda Rabbim şöyle buyururken hala mücadele edecek birileri var mı?

"Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na (Allah'a) mah­sustur." (A'raf7/54).

Nitekim her şeyden münezzeh olan yüce Allah, mü'min veya ka­fir bütün insanların itiraf ettikleri gibi göğün ve yerin Rabbidir, yara­tıcısıdır. Aynı zamanda O, her emrin ve sultanın (gücün), her hük­mün ve siyasetin (sahipliğin) de maliki ve sahibidir."[97]

5- Ahmed b. Hanbel (r.a)'in kavli (görüşü) zaten bu gerçeği açık­lamış olmaktadır. Onun görüşü şöyle idi: "O kimse hakkında ihtilaf olmayan bir şey getirip işleyinceye kadar bu böyledir". İşte Ahmed b. Hanbel'in bu görüşünü İslam alimlerinden Şeyh Muhammed b. îb-rahim şöyle açıklıyor:

"İşte böyle yapılması, apaçık bir küfürdür ki, bu lanete uğramış olan ve insanların eliyle uydumla gelen kanunu, Cebrail (a.s) tarafın­da Hz. Muhammed (s.a)'in kalbine indirilenin yerine koymaktır. Evet bu kitabı Rûhu'1-Emîn adı verilen Cebrail (a.s), uyarıcılardan olsun diye, apaçık arap diliyle, Hz. Muhammed'in kalbine indirmiştir. Bu­nun yerine başka kanunları koymak küfürlerin en açık seçik olanı ve en büyüğüdür."[98]

6- Bir de İbn Kayyım (rh)'ın "Medaricu's-Salikîn" adlı kitabın­da zikrettiği husus vardır. İbn Kayyım, Hüküm meselesiyle ilgili tüm görüşleri ortaya koyduktan sonra diyordu ki: "Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeme konusunda sahih olanı şudur ki, bu, iki tür küfrü içe­rir. Birisi küçük küfür, diğeri de büyük küfürdür ki, bu, hükmü ve­ren hakimin durumuna göre değerlendirilir. Meselâ Alîah'dan başka­sının hükmüyle hüküm veren hakim, hüküm verdiği meselede, asıl ola­rak Allah'ın indirdiğiyle hüküm vermesi gereklidir diye itikad ediyor­sa ve buna rağmen başkasıyla hüküm veriyorsa, böyle yapmanın is­yan olduğunu ve yapan kimsenin de Allah tarafından cezaya hak ka­zandığım itiraf ediyorsa, işte bu, küçük küfürdür. Fakat böyle olma­yıp ta Allah'ın hükmüyle de hüküm verilmeyebilir, diye itikad ediyor ve inanıyorsa, Allah'ın hükmünün en iyi olduğunu kesin bilmesine rağ­men kendisinin bu konuda muhayyer olduğuna inanıyorsa, işte bu halde büyük küfrü işlemiş olur. Çünkü bu hal büyük küfürdür. Şayet Ha­kim bunu bilmeden, cehaletle yapıyorsa veya hata ile böyie bir hüküm veriyorsa hatalıdır. Hakkında hata edenlerin hükmü icra olunur."[99]

7- Bir de "Minhacu's-Sünne" adlı kitabında ibn Teymiye'nin söy­lediklerine bakalım, Merhum diyor ki: "Bir kimse, Allah'ın Rasûîü-ne indirdiğiyle hüküm vermek vacip ve gerekli değildir diye inanıyor­sa, bu kişi hiç bir şüpheye yer olmaksızın kafirdir. Zira her kim, Al­lah'ın indirdiğine tabi olmaksızın, O'nun hükmünden dönerek, insanlar arasında kendi görüş ve düşüncesine göre hüküm vermeyi helal sayar ve uygun bulursa, o kimse kafirdir. Her hangi bir toplum ve ümmet düşünün ki, adaletle hükmetmeyi, evet sadece böyle yapmayı emret­mektedir. Ancak bazan bu, toplumun dininde (inançlarında) adalet, onların büyüklerinin, önde gelenlerinin ileri sürdüğü görüşler olabi­lir. Hatta bunun daha ötesi de vardır. Böyle yapan kimselerin bir çoğunun müslüman olduklarını yada İslama mensup bulunduklarını da görebiliriz, hatta öyledir de. Bunlar bulundukları toplumların adet ve töfeleriyle, ortaya koymuş oldukları hükümlerle hükmederler de, Al­lah'ın hükmüyle hükmetmezler. Tıpkı bedevilerin cahili gelenekleri, adetleri ve taklidleri gibi. İşte kendilerine itaat olunan emirler, Kitap ve Sünnete önem vermeksizin, kendisiyle hüküm verilmesi gereken şey­ler, kendilerinin öngördüğü hükümler olursa, işte bu küfürdür. As­lında bir çok insan müslüman olmuşdur. Buna rağmen hala araların­da sürdürdükleri hükümler, hakim kimselerin öngördüğü gelenekler, adetler ve hükümler olmaktadır. Şayet bunlar, Allah'ın indirdiğinin dışında bir şey ile hüküm vermenin kendileri için caiz olmadığını bi­lirlerse, bir şey denemez. Aksine böyle değil de, Allah'ın indirdiğinin hilafına olan şeylerle hükmetmenin helal olduğunu kabul ederlerse, işte bunlar kafirlerdir."[100]   

"Vallahi, biz gerçekten apa­çık bir sapıklık içindeymişiz. Çün­kü biz sizi âlemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk." (Şuârâ) 26/97-98). âyetini tefsir ederken İbn Kayyım şöyle diyor.

"İşte bu âyette sözü edilen eşitlik, sevgide, Hah edinmede ve koy­dukları yasaları kabullenmede eşitlik manasınadır. Yoksa yaratmada, güç ve kudrette, Rubûbiyette değil. Burada bildirilen denklik, Rabbimizin kafirler hakkında şu buyruğunda ifade ettiği denkliktir:

"Hamd, gökleri ve yeri ya­ratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. (Bunca âyet ve delillerden) sonra kâfir olanlar (hala putları) Rab'leri ile

denk tutuyorlar." (En'âm) 6/1) "İki görüşün en sahihi ve doğrusuna göre mana şöyle olmaktadır: "Sonra kafir olanlar (hala putları) Rableri ile denk tutuyorlar." Yani Allah'a karşı duyulması gereken tazim, sevgi ve tapınmayı denk tuttukları şeylere gösteriyorlar. Tıpkı Al­lah'a ibadet edip kullukta bulundukları gibi bunlara tapınıp kulluk edi­yorlar. Bunların emirlerine saygı göstererek Allah'ın emirleriyle eş ve denk tutuyorlar. Bunlara gösterilen denklik ya da eşitlik, fiilleri ve sıfatları bakımından değildi. Yani bu tapınılan ya da saygı gösterilen varlıklar fiil ve sıfatlar bakımından da Allah ile eşit ve denktirler diye itikad etmiyorlardı. Ancak bu varlıklarla Allah arasındaki denklik ve eşitlik hususu sevgide, kullukta ve tazimde .görülüyordu. Halbuki bü­tün bunlara rağmen bu varlıklarla Allah arasındaki farkı da kesin bi­liyorlardı. Buna rağmen böyle yapmakta idiler. Bu büyük hatadan an­cak "AIlahMan başka ilah olmadığına şahitlikte bulunmaları kurta­rabilir onları.[101]

Şeriatın yerine başka kanunların, heva ve isteklerin konduğunu gösteren daha açık ve gerçek durum, alimlerin bu hususta açıklamış oldukları görüşleridir. Alimler, itikadı açıdan küfrü beş kısma ayır­maktadırlar.[102] Bu kısımları şöylece sıralayabiliriz:

a- Tekzîbî küfür, yani yalana dayalı küfür. Bu, peygamberlerin yalancı kimseler olduğuna inanmak suretiyle olan bir küfür çeşididir. Küfrün bu türüne giren kafirler pek azdırlar. Zira Allah (c.c), pey­gamberlerini değişik yollarla teyiderek desteklemiştir. Onlara bir çok burhanlar, âyet ve mucizeler vererek böylece onların doğruluğunu or­taya koydurmuştur. Böylece karşı koyamamışlar ve tüm mazeretleri de geçersiz kılınmıştır. Nitekim Fir'avun ve kavmiyle ilgili olarak Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

"Akılları bunlar(ın doğrulu­ğuma tam bir kanaat getirdiği hal­de, zulüm ve kibirlerinden ötürü onları bilerek inkar ettiler." (Neml) 27/14)

Yine Rabbimiz, Rasûlü Hz. Peygamber (s.a) için de şöyle buyur­maktadır:

"..Aslında onlar seni yalan­lamıyorlar, fakat o zalimler açık­ça Allah'ın âyetlerini inkar edi­yorlar." (En'âm) 6/33).

b- Büyüklük göstererek kaçınma ve uzak durmadan dolayı olan küfür. Tıpkı İblis denilen şeytanın küfrü gibi. Yine, Hz. Peygamber (a.s)'i tanıdıkları halde sırf büyüklük göstermelerinden dolayı kaçı­nıp uzak duran kimselerin küfrü de bu türden olan bir küfürdür. As­lında küfrün bu türü, peygamber düşmanlarında bir hayli kabarıktır. Nitekim Allah (c.c), Firavun ve kavmi hakkında şöyle buyurmaktadır:

"(Musa ile Harun'un) ka -vimleri bize kölelik ederken, bizim gibi olan bu iki adama inanacak mıyız?" (Mü'minûn 23/47).

Aynı zamanda Peygamberimiz (s.a)'in amcası Ebû Talib'in küf­rü de bu türden bir küfürdür. Ebû Talib, Hz. Peygamber (s.a)'in doğ­ruluğunu kabulleniyor, aynı zamanda onun doğruluğunda herhangi bir şüphe ve kuşkusu da yoktu. Ancak sırf hamiyet ve eskiye olan bağ­lılık, dininde ısrarını sağlamıştır. Halbuki ortaya konulan mucizeler, kendisinin batıl dinlerinden dönmesini gerektirmektedir.

c- Sırt çevirmek suretiyle, kabul etmekle meydana gelen küfür.« Tıpkı Hz. Peygambere sırt çevirip, kendisini dinlemeyen, onu doğru­lamayan, aynı zamanda yalanlamayan, Hz. Peygambere herhangi bir dostluk beslemediği gibi, ona bir düşmanlık ta göstermeyen, onun ge­tirdiklerine de kesinlikle kulak verip dinlemeyenlerin küfrü de bu tür­den bir küfürdür. Meselâ Benû Abd Yaleyl'den birisinin Rasûlüllah'a söylemiş olduğu şu ifadeleri buna bir örnek oluşturmaktadır. Adam Rasûlüllah (s.a)'e diyor ki:

"Vallahi sana bir şey söyleyeyim mi? Eğer sen gerçekten doğru bir kimse isen, benim sana cevap vermem yerine sen benim gözümde büyük birisin. Şayet sen bir yalancıysan, bu takdirde, sen, kendisiyle konuşmaya değmeyen önemsiz birisin."[103]

d- Şüphe sebebiyle olan küfür. Adam peygamberin doğruluğuna kesin inanamamaktadır, fakat onu yalanlayamaktadır da. Ancak hak­kında, getirdiği mesele konusunda şüphesi vardır. Böyle bir kimse şüp­hesinde ısrar etmeyip, Hz. Peygamber'in doğruluğunu gösteren âyet­lere mucizelere bakmaktan yüz çeviriyor, bunlara sırtını dönüyorsa bu da diğerleri gibi kâfirdir. Ancak bunların yanında adam delil ve mucizelere yönelip bakarsa, artık bu aâyetler kendisinde herhangi bir şüphe ve kuşku bırakmayacaktır. Çünkü buna dikkat etmenin netice­si, onu doğrulamayı gerektirir.

e- Nifaktan dolayı olan küfür. Böyle bir kimse diliyle iman etti­ğini açıklar, fakat kalbiyle nifakını ve yalanmasını sürdürür. İşte bu, en büyük nifak yani münafıklıktır.

Biz böylece küfrü her iki türü ya da çeşidiyle açıkladıktan sonra, artık şirki açıklan ıya geçebiliriz. Bütün küfür ve şirk durumlarından da Allah'a sığın ıayı dileriz.

. Şirk de, İbn Kayyım'ın daha önceki ifadelerinden aldığımız gibi ikiye ayrılır. Birisi kişiyi dinden çıkaran büyük şirktir. Diğeri de riya gibi olan küçük şirktir. Büyük şirke delil olarak Rabbimizin şu âyeti­ni gösterebiliriz:

"Allah, kendisine ortak ko­şulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar." (Nisa, 4/116)

Muhammed b. Abdu'l-Vahhab'm anlattığı gibi bu şirk türü de dörde ayrılır:

1-  Dua şirki. Yüce Mevlâ şöyle buyurmaktadır:

"Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız O'na has kılarak (ihIasla) Allah'a yalvarırlar. Fakat onları salimen karaya çıkarınca                                         

bir bakarsın ki, (Allah'a) ortak koşmaktadırlar." (Ankebût, 29/65)

2-  Niyet, irade ve kastdan doğan şirk. Allah (c.c) şöyle buyur­maktadır:                                           

"Kim (yalnız) dünya hayatı­nı ve onun zinetini istemekte ise, onların İşlerinin karşılığını orada tam olarak veririz ve onlar orada hiç bir zarara uğratılmazlar. İşte onlar, ahirette kendileri için (ce hennem) ateşinden başka hiç bir şeyleri olmayan kimselerdir; (dünyada) yaptıkları da boşa gitmiştir; yapmakta oldukları şeyler (zaten^ ba­tıldır." (Hûd, 11/15-16)                                                         

3- Taat sebebiyle meydana gelen şirk. Bu hususta Rabbim şöyle buyurmaktadır:

"Allah'ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rabler edindiler." (Tevbe, 9/31).

Adiy, b. Hatim'den rivayet olunan bir hadise göre, kendisi, Hz. Peygamber (s.a)'in yukarıda mealini verdiğimiz, Tevbe, 31. âyetini okurken dinlemişti. Bu âyette: "(Yahudiler) Allah'ı bırakıp bilginle­rini (hahamlarını); (hırıstiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Me­sih'i (İsa'yı) rabler edindiler."[104] deniliyordu. Bunun üzerine dedi ki: "Onlar, rahiplerine tapmıyorlar ki?" diye sordum. Rasûlüllah (s.a) de şöyle buyurdular: "Hayır, iş senin anladığın gibi değildir. Onlar helali onlara haram kılıp, haramı da helal kılmaktadırlar. Halk ta bu noktada onlara tabi oldular. İşte, onların onlara ibadet etmeleridir (tap­malarıdır)."[105]                                                                       

Huzeyfe b. Yemân ve Abdullah b. Abbâs ve daha başkaları bu! âye­tin tefsirinde demişlerdir ki: "O halk, bu kimselerin helal ve haran kıl­dıkları şeylerde onlara tabi olmuşlar ve onları izlemişlerdir.

4- Sevgi ve mahabbet sebebiyle meydana gelen şirk. Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:

"İnsanlardan bazıları Allah'­tan başkasını Allah'a (haşa) denk tanrılar edinir de onları Allah'ı se­ver   gibi   severler."   (Bakara, 2/165)[106]                                                                               

• Nifak meselesine gelince; bu da iki çeşittir. Birisi insanı dinden çıkarır. Buna Büyük nifak denir. Bunun için Şeyhul İslâm İbn Teymi-ye merhum şöyle diyor: "Nifakın bir çeşidi vardır ki, buna en büyük nifak manasında nifakı ekber denir. Bu, sahibini cehennemin en alt tabakasına götürür. Abdullah b. Übeyy ve benzerlerinin nifakı işte bu türden olan bir nifaktır. Bunlar Rasûlüllah (s.a)'i açıkça tekzibeder-ler, yalanlarlar veya peygamberin getirdiğini bir kısmını açıktan inkar ederler, ya da Rasülüllah'a buğz edip kin güderler veya peygambere Peygambere uymanın gerekmediğine inanırlar ya da dinin gerileme­sinden sevinç duyarlar veya dininin üstünlük kazanmasından da üzü­lürler, îşte bu ve benzeri durumlarla kişi hem Allah'a ve hem Rasülü-ne düşman haline gelmiş olur."[107]

Kimi nifak da var ki, buna küçük nifak manâsında Nifak'ı As-ğar denir. Bu da riya idi. Bu konuyu daha önceki sayfalarda görmüş idik.

• Mürtedlik yani dinden dönme meselesine gelince, bu kişinin iman etmesinden sonra tekrar küfre girmesi olayıdır. Herhangi bir kimse şayet küfrü söylerse, ya da bizzat küfür olan işi yaparsa veya bunlara rıza gösterirse, bütün bunları kendi istek ve arzusu ile yaparsa kâfir olur. Fakat bunları yaparken, kalben bunlara buğzediyor ve kin bes­liyorsa bile durumda bir farklılık yoktur. Sünnet ve hadis alimleri bu görüşü bildirmişlerdir. Aynı zamanda kendi kitaplarında bunu zikret­mişlerdir de. Demişlerdir ki:

"Mürted, İslamı kabul ettikten sonra ya konuşarak, ya fiilen ve itikad açısından onu inkar etmesidir. Yine şu hususta kesinlikle de­mişlerdir ki, bir kimse inanmasa bile bununla amel de etmezse ve bu­na zorlanıyor da değilse, küfür olan şeyi söylemesi halinde kâfir olur.

Aynı şekilde itikad etmemekle birlikte ve söylemese bile kişi kü­für olan bir fiili işlerse yine kâfir olur.                           

Yine bir kimse küfür kelimesini söylemez ve işlemez, fakat küfür olan şeye gönlü ve aklı yatarsa, bununla ferahlık duyarsa işte bu da küfürdür. İşin bu yönünün böyle olduğu, bu zatların kitaplarında bil­dirilmiştir. Aynı zamanda ilimde biraz varlığı olan kimse de bunun böyle olduğunu bilir. Bunu bildikleri gibi, mutlaka bu manada ilim erbabına buna ait bilgiler ulaşmıştır."[108]

Böyle toplu bir bilgiden ve bir nevi açıklama, izah ve tafsilattan sonra, size İslâm ile çelişen, çelişki arzeden on maddeyi sunmak iste­rim ki, bunu İslâm alimleri tesbit edip ortaya koymuşlardır.

 

İslam İle Çelişen Hususlar
 

İslâm alimlerinin tesbit ettiği İslâm ile çelişen önemli on ijnadde1 şunlardır:

1- Eşi" ve benzeri olmayan bir tek Allah'a ibadette O'na dirk ve ortak koşmak. Yüce Mevlamız şöyle buyurmaktadır:

"Allah, kendisine ortak ko­şulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar." (Nisa, 4/116).

2- Kendisiyle Allah arasına vasıtalar koymak, bunları dua ğırıp, yardımlarını dilemek. Bu icma ile küfürdür.

3-  Müşrikleri kafir kabul etmemek, yani tekfir etmemek, ya da bunların küfründe şüphesi olmak veya bunların görüşlerinin doğrulu­ğunu kabullenmek. Bu da icma ile küfürdür.

4- Hz. Peygamber'in getirmiş olduğu hidayetin ve yolun dışında­ki bir yolun doğruluğuna inanmak, onun daha mükemmel ve üstün olduğunu kabullenmek veya başkalarının ortaya koymuş olduğu hü­kümlerin İslamî hükümlerden daha güzel olduğuna inanmak. Mese­lâ, tağutların hükümlerini Rasûlüllah'ın koymuş olduğu hükümlerden daha üstün ve faziletli kabul etmek. İşte böyle yapanlar ve böyle ina­nanlar de kafirdirler.                                                             

5- Allah Rasûlünün getirmiş olduğu bir şeye buğzetmek, hatta buğzettiği şeyi yapsa bile, sırf buna buğzetmesi nedeniyle küfre girmiş olur. Buna delil ise Rabbimizin şu âyetidir:             

"Bunun sebebi Allah'ın indirdiğini beğenmemeleridir. Allah da onların amellerini boşa çıkar­mıştır." (Muhammed, 47/9).         

6-  Allah'ın dininden olan herhaflp bir şey veya hükümle, ya da bir sevabı veya ikabı (cezası) ile alay etmek. İşte böyle yapmak da küfürdür. Bunun delili ise Rabbimizin şu âyetidir:                     

"De ki: Allah ile, O'nun âyetleriyle ve O'nun peygamberiy-le mi alay ediyordunuz? Boşuna Özür dilemeyin, çünkü siz iman et­tikten sonra tekrar kâfir olduğunuz." (Tevbe, 9/65-66).                                                             

7- Sihir yani büyü. Büyünün bütün türlerini kim yapar veya bu­na rıza gösterirse, o da küfre girmiş olur. Rabbimiz buyuruyor ki:

"Biz ancak imtihan için gön­derildik, sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız, demeden hiç kimseye (sihir ilmini) öğretmezler-di." (Bakara, 2/102).

8- Müslümanların aleyhine müşriklere yardımcı olup onlairın ya­nında yer almak. Buna delil ise Rabbimizin şu âyetidir:       

"İçinizden onları dost tutan­lar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göster­mez." (Mâide, 5/51).

9- Bazı kimseler için peygamberlere uymaları gerekli (vacip) de­ğildir, diye itikad edip inanmak. Bu bazı kimselerin Hz. Peygamberin şeriatının dışına çıkmaları caizdir, nitekim Musa (a.s)'ın şeriatından Hızır (a.s) da çıkmıştı, diye iman etmek. İşte bu türden bir itikad ve inanç da küfürdür.

10- Allah'ın dinini Öğrenmeyip ondan yüz çevirmek ve onunla amelj etmemek. Bunun delili ise Rabbimizin şu âyetidir:

"Kendilerine Rabbinin âyet­leri hatırlatıldıktan sonra onlar­dan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir? Muhakkak ki biz,

günahkarlara, ettiklerinin karşılığı olan cezayı vereceğiz." (Secde, 32/22).

Bu sayılan on madde ki, hepsi de İslam ile çelişen durumları içeren maddelerdir. Kişi ister şaka yoluyla, ister ciddî manada ve ister

zorlananın yani ikrah olunanın dışında korkan biri bu maddelerden birini işlemesi halinde hiç birinin diğerinden bir farkı yoktur. Hepsi de küfre girmiş olurlar. Bunların hepsi de en tehlikeli olan ve insanla­rın en fazla düşmesi mümkün olan durumlardır. O halde mü'minin görevi, bunlardan sakınmak ve kendisi adına böyle bir cfuruma düş­mekten korkmaktır."[109]                                       

Bize yakışanına gelince, biz burada bu çelişkileri şunun için sun­mak istiyoruz. Bu hususta müslümanların şu iki noktada dikkatli ol­mamız gerekecektir. Çünkü bu iki nokta gerçekten pek önemlidirler. Aynı zamanda müslümanın hayatında bu iki noktanın ehemmiyeti iyice anlaşılmış olsun istemekteyiz. Bir de hakimiyyet meselesinde durumun iyice açığa çıkması ve bunun Velâ ve Berâ konusunun bununla olan ilgisini derinlemesine araştırıp açığa çıkarma imkanım bulabilsin

Birinci nokta: Kim, Peygamber (s.a)'in gösterdiği ve getirmiş ol­duğu hidâyetten daha güzel bir hidâyetin ve yolun olacağına itikade derler ve inanırsa ya da onun hükmünün dışındaki hükümlerin daha güzel olacağına itikad edecek olursa, meselâ Tağut'un hükmünü Al­lah ve Rasûlünün hükmünün üzerinde kabul ederse kesin olarak o kimse kafirdir.

Zira Allah'ın şeriatının hayat alanından uzaklaştırılıp atılması ve yerine beşerîn ortaya koymuş olduğu kısır ve yetersiz kanunların ka­bul edilmesi hususu yepyeni bir mürtedlik olayıdır. Bu yeni dinden dön­me hareketi son çağlarda müslümanların hayatına girmiş bulunmak­tadır. Aynı zamanda açık bir şekilde de kendisini göstermektedir. Bi­lindiği gibi İslâm toplumu, uzun çağlar boyu Allah'ın şeriatının göl­gesinde varlıklarını sürdürmüşlerdir. İslâm şeriatı gerek hakim olarak ve gerekse mahkum olarak, o toplum bireylerinin hayatına hakimdi. Gerçi bu arada büyük veya küçük olsun bazı masiyetler bulunmakta idi. Fakat herşeye krağmen insanların hayat düzeni, işlerinde uygula­nan yasa, Allah'ın şeriatı ve O'nun hükmü idi. Kafirlerle cihad mese­lesi ve İslâm davasını yayma meselesi devamlı artarak bu esaslar üze­re varlığım sürdürüp gitmekte idi. Ancak ne zamanki İslâm şeriatına kusur isnadı başladı, ne zamanki o büyük din bir gericilikle, gerileme ile damgalandı, çağdışılık olarak kabul edildi, böylece zamanla meydana gelen bu türden bir değişiklik, İslâm şeriatının müslümanların hayatından uzaklaştırılmasına neden oidu. Bunun da yegane ve tek se-bebî müslümanların dünyada sömürülmeye başlanıp adeta sömürge haline getirilmeleriyle meydana gelmiş bulunmaktadır. Kısaca müslü-manlar ne zamanki Allah (c.c)'ı -haşa- unuttular, Allah (c.c) da onla­ra kendilerini unutturdu.

Halbuki Kur'an'ı Kerim'de bu hüküm ve ahkam ile ilgili olarak bu çerçevede bir çok açık ve seçik nasslar gelmiştir. Bu nassların ve delillerin hiçbirisinde -haşa- şüphe sözkonusu değildir. Kaldı ki bun­lar, müslümanın temel akidesini oluşturduğu gibi bu, onların dinleri­ne ait en önemli işlerindendir.

Nitekim Allah (c.c) Kur'an'da şöyle buyurmaktadır:

"Kim Allah'ın indirdiği (hü­kümler) ile hükmetmezse işte on­lar  kafirlerin   tâ   kendileridir."

(Maide, 5/44).

"Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse İşte onlar zalimler­dir.” (Mâide, 5/45).

"Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar fâsıklardır." (Mâide, 5/47).

"Yoksa onlar (İslâm öncesi) cahiliye idaresini (hükmünü) mi arıyorlar? İyi anlayan bir toplu­ma göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır?" (Mâide, 5/50).

"Hayır; Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hu­susunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar." (Nisa, 4/65).

"Yoksa onların (İslâm dinin­den başka) Alla"ın izin vermedi­ği şey(ler) i kendilerine dinden şe­riat yapan (kanun koyan, anaya­sa hazırlayan) ortakları mı vardır?" (Şûra,. 42/21).

"(Bazı insanlar) 'Allah'a ve peygamber'e   inandık   ve   itaat ettik1 diyorlar; ondan sonra da iç­lerinden bir gurup yüz çeviriyor, i Bunlar inanmış değillerdir. Onlar aralarında hüküm vermesi için Al­lah'a ve peygamber'e çağırıldık­larında, bakarsın ki içlerinden bir kısmı yüz çevirip dönerler. Ama, eğer (Allah ve Rasûlü'nün hük­mettiği) hak kendi lehlerine ise, ona boyun eğip gelirler. Kalblerinde bir hastalık mı var; Yoksa şüphe ve tereddüd içinde midir­ler?Yoksa Allah ve Rasûlü'nün kendilerine zulüm ve haksızlık edece­ğinden mi korkuyorlar? Hayır, asıl zalimler kendileridir! Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Rasûlüne davet edildiklerinde, 'işittik ve itaat ettik' demek, sadece müminlerin söyleyeceği sözdür. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir." (Nûr, 24/47-51).

"Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim peygambere karşı çıkar ve mü "m inlerin yolun­dan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme so­karız; o, ne kötü bir yerdir." (Nisa, 4/115)

Daha sonra yüce Rabbimiz iman ettikleri iddiasında bulunup Tağut'un hükmünce yürümeyi isteyen kimselerin saçmalıklarını şöylece açıklamış olmaktadır:

"Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Ta-ğut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tağût'un önünde muhakemeleşmek istiyor­lar. Halbuki şeytan onlabir sapıklıkla saptırmak istiyor." (Nisa, 4/60)

Bundan önceki âyet müslümanların bilgi ve hüküm kaynaklarım sıralamıştı. Bu âyetin meali şöyle idi: "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan Ulü'l-emr'e (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve âhirete gerçek­ten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Rasûlune götürün (onların talimatı­na göre halledin); bu hem hayırlı hem de netice bakımından daha gü­zeldir." (Nisa, 4/59),

Bu âyette sıralanın hüküm kaynakları daha sonradan "Kitap, Sün­net, İcma ve Kıyas" şeklinde formülleştirilen kaynakların temelini koy­muş, anlaşmazlık çıkarsa çözümün bu kaynaklara başvurularak aran­masını emretmişti, buna rağmen bir münafıkın, anlaşmazlık içine düş-düğü kişiye RasûluİIah (s.a) yerine Ka'b b. Eşref yahudisine başvura­lım demesi bu âyetin nüzulüne sebep teşkil etmiş, âyet her yer ve za­manda benzen münafıkların maskesini indirmiştir.

Tağût: Hakkı tanımayıp azan ve sapan bir kişi ve güce verilen ad­dır. Şeytana da bu yüzden tâğut denmiştir. İşte daha önce mealini sun­muş olduğumuz 60. âyet ile bundan sonraki beş âyetin nüzul nedeni, bu kelimenin anlamım ortaya koymada yardımcı olmaktadır.

Kurtubî'nin anlattığına göre burada Allah (cc)'ın tağût diye isim­lendirdiği kişi, Yahudi Ka'b b. Eşreftir. Bu itibarla Allah ve Rasûlü'nün hükümleri nerede kabul edilmiyorsa orada tuğyan vardır ve Al­lah ile Rasûlü'nün hükümlerini kabul etmeyen herkes Tağuttur.

Onlara; 'Allah'ın indirdiğine (Kitab'a) ve Rasûl'e gelin (onla­ra başvuralım) denildiği zaman münafıkların senden iyice uzak­laştıklarını görürsün." (Nisa, 4/61)           

Basireti ve uzak görüşlülüğü yok olmuş Allah'ın şeriatını değişti­rip yerine insan kafasının ürünü kanunları koyanları İslâm âlimlerin­den biri ne güzel bir şekilde tarif etmektedir:

Bu gibileri misk, gül ve benzeri iyi kokulardan rahatsız olup da, dinlenirken pisliklerden, kazurattan ve kötü kokulardan huzur duyup canlanan kimseye benzerler"[110]

Nitekim Allah (c.c) da şöyle buyurmaktadır:

"Allah'a ve peygamberine düşman olanlar, işte onlar en aşa­ğıların arasındadırlar." (Mücade­le, 58/20)                                                                       

Allah'a ve Rasûlune düşman olmanın en önemlisi ve en büyük düşmanlık Allah'ın hükmünden, O'nun şeriatından, Peygamberi'nin sünnetinden uzaklaşmak ve bunlardan Yüz çevirmek, bunlara sırt ver­mektir. Acaba bugün yeryüzünde yaşayan müslümanların çekmekte oldukları nasıl bir zillet ve aşağılık hayattır bu? Evet, bu, gayet tabii ve doğal bir sonuçtur. Çünkü günümüz müslümanları Allah (c.c)'ın şeriatını terketmişlerdir. İşte bunlar, yani bu tarz müslümanlar günü­müzde bir hayli çokturlar. Fakat bunlar tıpkı selin üzerindeki çer çöp ya da köpük misalidirler. Sel önünde hiç bir varlık gösteremezler. En aşağılık milletler onlar için ümide kapıldılar ye insanların en aşağılık­ları oların başlarına üşüştüler. Gerçekten Hz. Peygamber'in peygam­berliğinin doğruluğunu onun şu sözü ne kadar da gerçekçi bir şekilde açık seçik olarak ortaya koymaktadır.

"Tıpkı aç kimselerin sofradaki yemek tabağına üşüştükleri gibi yakın bir gelecekte milletler de sizin üzerinize öylesine üşüşeceklerdir." Bunun üzerine, bir zat:

"Acaba O gün bizim az oluşumuzdanmı olacaktır bu?" diye so­rar. Rasûlullah (s.a) da şu cevabı verirler:

"- Aksine o gün siz çok daha fazla olacaksınız. Ancak o gün siz tıpkı sel üzerindeki köpük (çer-çöp) gibisiniz. Allah (c.c), kesinlikle, düşmanlarınızın gönlünden sizden duydukları korkularını çıkarıp ata­caktır ve Allah (c.c), sizin kalplerinize kesinlikle "Vehen" atacaktır.

Oradakilerden biri şöyle sordu:

"-Vehen nedir? Ey Allah'ın Rasûlü!" Rasûlullah (s.a) ise şöyle­ce vap verdiler:

"- Dünya sevgisi ve ölümden hoşlanmak (ölüm korkusu.)"[111]

Aslında bu gün müslümanların hayatına musallat olmuş en bü­yük inhiraf ve dinden uzaklaşma şu noktadan gelmektedir ve bu en büyük tehlikeyyide oluşturmuştur: Bazi kimseler âlim süsüne bürün­mek suretiyle, değişik şeyleri insanlara süsleyerek, allayıp pullayip sun-maktalar. Böylece beşerin arzu ve isteklerini ön plana sokarak, Al­lah'ın şeriatını ortadan kaldırıyorlar. İşte bu kimseier, kendi günah­larını yüklendikleri gibi kıyamet gününde hak yoldan saptırdıkları kim­selerin de günahlarım yükleneceklerdir. İslâm bütün bunlardan uzak­tır. Böylelerinin hiç birisi ile ilgisi yoktur. Allah (c.c), selef âlimlerine rahmetiyle muamele buyursun ki, hepsi de İslâm sınırının bekçileri ve hamileriydiler. Öyle ki bunlar tarafından İslâm'a hiç bir şey (leke) ge­tirilmemiştir.

İşte değerli âlim Hafız İbn Kesir (r.a), ünlü tefsirinde, Tatarların (Moğolların) baskısı sırasında müslümanların başlarına gelenleri, "Yok­sa onlar (İslâm öncesi) cahiliyyet idaresini (hükmünü) mi arıyorlar." (Mâide, 5/50) âyetinin tefsirini yaparkan şöylece aktarmaktadır:

"Allah (c.c), kendisinin sapa sağlam ve muhkem olan, her türlü iyilik ve hayrı içinde bulunduran, aynı zamanda tüm kötülükleri ve şerri yasaklayan, uydurma heves ve isteklere, arzulara meyletmeyi ön­leyen Allah'ın şeriatının ve hükümlerinin dışına çıkanları reddetmek­tedir. İnsanların kendi elleriyle uydura geldikleri ve Allah'ın hüküm­lerine dayanmayan yasaları, cahiliyyet hükümlerinin sapıklıklarını ve tüm bilgisizliklerini reddetmektedir. Zira Allah (c.c), insanların bu hü­kümleri ve sapıklıkları sırf kendi görüş ve istekleri sonucu ortaya çı­kardıklarını bildirmektedir. Tıpkı Tatarların, Cengiz Han olarak bili­nen krallarından krallık yasalarını almaları gibi. İşte bunlar bu kral­lık emir ve buyrukları, hükümleri yürütmekte idiler ki, bunu onlara "Yasa" adıyla kralları uydurmuştur. Bir araya getirilen bu yasalar yahudi hristiyan ve İslâm dinine bağlı farklı toplumlardan alınmak suretiyle toplanıp bir araya getirilmiş hükümlerdi. Aynı zamanda bu ya­sada yer alan bir çok maddeler, bizzat Cengiz Han'ın kendi görüş ve düşüncelerinin ürünü olan maddelerdi. Cengiz bu yasayı kendi çocukları için izlenilmesi ve uğurunda gidilmesi gereken bir yol olarak kabul et­tirmişti. Onlar Allah'ın Kitab'ından ve Rasûlü'nün Sünnetinden önce bu yasa ile hüküm verirler ve buna uyarlardı. Onlardan böyle davra­nıp bu yasaya uyanlar kâfirdir ve kesinlikle öldürülmeleri gerekir. Evet böyleleri ya o yasaları bırakıp Allah ve Rasûlü'nün hükmüna döner­ler veya dönmemeleri halinde öldürülürler. Zira ister az ister çok ol­sun, Allah'ın hükümleri dışında hiç bir kanuna ve hükme başvuru­lamaz."[112]

 
Kişiyi Küfre Götüren Durumlar
 

Şeyh Muhammed b. İbrahîm merhum, hakimin işlemesi halinde kendisini dinden çıkarıp kâfir yapan durumları şöylece açıklamakta­dırlar:[113]

1- Allah'ın indirdiği hükümlerin dışındaki hükümlerle hüküm ve­ren hâkim (ve kimseler), Allah'ın ve Rasûlü'nün hükümlerinin daha gerçekçi ve hak olduğunu inkâr ederse, kişi kâfir olur. Bu, İbn Abbas (r.a)'tan yapılan rivayetin ortaya koymuş olduğu bir manadır. Nite­kim bu rivayeti İbn Cerîr de tercih etmiştir. Zira Allah'ın indirmiş ol­duğu şer'î bir hükmün inkârı, tüm ilim erbabınca ittifakla küfür sa­yılmıştır. Zira dinin asıl temellerinden bir tanesini veya üzerinde itti­fak olunan fer'î delillerden bir tanesini ya da Allah Rasûlü'nün getir­diği şeyin bir tek harfini bile inkâr edilmesi halinde bu, kesinlikle kişi­yi dinden çıkaran bir küfürdür.[114]

2- Şayet hakim, Allah'ın indirdiğiyfe ve Rasûlü'nün de hükmüy­le hükmetmenin hak ve gerçek olduğunu inkâr etmiyor fakat Allah ve Rasûlü'nün koyduğu hükümlerin dışındaki hükümlerle hükmetme­nin daha güzel olduğuna inanıyorsa yine kesinlikle küfre girmiş olur. Yani Allah ve Rasûlü'nün hükümlerinin dışındaki hükümlerin daha

mükemmel, daha yeterli olduğuna, zamanla meydana gelen problem­leri ve insan ihtiyaçlarını çözmede yeniliklere gitmenin gerekliliğine ina­nıyorsa, zamanların değişmesiyle durumlar da değişir deyip, Allah ve Rasûlünün hükümlerini bir kenara itiyorsa bu da aynı şekilde küfür­dür. Çünkü burada mahlûkatın yani insanların ortaya koymuş oldu­ğu hükümleri Allah ve Rasülü'nün hükümlerinden üstün tutmak du-rumu bulunmaktadır. Böylece zihinde beliren çöplük misâli düşünce ve fikirleri alıp, her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan hikmet sa­hibi yüce Allah'ın hükümlerini bir kenara itip, kendi zihnî çöplükleri­ne geçerlilik kazandırmaktır ki bu da küfürdür.

Kaldı ki hiç bir mesele ve problem yoktur ki, o mesele ya da prob­lemin Allah'ın kitabında, Rasûlünün de Sünnetinde ya açık olarak bir nassi ve delili bulunmasın, ya da istinbat (mevcut mesele ve hükümle­re bakarak bunlardan hüküm çıkarmak) yoluyla bir delili bulunma­sın. Evet bu ve benzeri yollarla hükümler elde olunabilir. İşte bunu bilen, zaten bilgisi olduğu için bilir, bilmeyen de bu konuda herhangi bir bilgiye sahip olmadığı için bilinemez.

3-  Başka hükümlerin Allah ve Rasülü'nün hükümlernden daha güzel olamayacağına itikad etmek ve inanmakla birlikte, Allah ve Ra­sülü'nün hükümleri dışındaki hükümlerle hüküm vermenin de en azın­dan onun gibi olacağına inanmak ve böyle itikad etmek. İşte bu üçün­cü madde de bir önceki iki madde gibi kişiyi dinden çıkaran bir kü­fürdür. Zira işi böyle düşünüp ve böyle inanmakla yaratılanla yarata­nı aynı seviyede düşünmek, ikisi arasında bir eşitlik ortaya koymaktır ki, küfürdür.

4- Bir de kişi, Allah'ın ve Rasülü'nün hükümleriyle hükmetmek gerektiğine inandığı gibi bunun dışındaki hükümlerle hükmetmenin de caiz olacağına inanır ve böyle bir itikada sahip olursa önceki madde­de olduğu gibi küfürdür.

5- Bunlardan daha büyüğü ve en önemlisi sırf Allah'ın şeriatına karşı bir büyüklük taslamak, inadetmek ve Allah'ın hükümleri karşı­sında kendisini büyük görmek. Böylece Allah'a ve Rasûlü'ne muhale­fette bulunmak: Meselâ insan aklının ürünü olan mahkemeler icad ede­rek buralarda yine insanlar tarafından ortaya konan kanun ve yasala­rı uygulamak. Tıpkı Fransa, Amerika, İngiltere veya başka kafir sis­temlere ait kanun ve yasaları uygulama alanına koymak gibi. Artık bir kimse Hz. Muhammed (s.a)'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şahitlik ettikten sonra böyle bir çelişkiye düşmesi halinde bundan daha büyük bir çelişki düşünülebilir mi?[115]

6- Bir çok kabile reislerinin ve büyüklerinin, bir çok toplum li­derlerinin ve benzeri kimselerin ata ve dedelerinden aldıkları efsane­lerle, adet, gelenek, töre ve ilkelerle hareket etmeleri ve bunu da ken­dileri için bir çıkış yolu olarak görüp böyle isimlendirmeleri, hep; Al­lah'ın hükmünden uzak durmak ve ondan yüz çevirmek amacına; da­yanır.

Kişiyi dinden uzaklaştırmayan küfür ise ki bu, İbn Abbas (r.a) tarafından: "Asıl küfrün dışındaki bir küfür" diye varid olmuş idi. Yine şu ifadeler de ona ait bulunmaktadır: "Bu, sizin ileri sürdüğü­nüz küfür değildir." Bu, tıpkı şuna benzemektedir. Bir meselede hak olanın Allah ve Rasülü'nün hükmünün geçerli olduğuna inanmakla birlikte sırf şehvet ve isteklerinin esiri olarak Allah'ın ve Rasülü'nün indirdiği hükmün dışındaki bir hükümle hüküm vermesi gibi. Bunu yaparken de kendisinin hatalı olduğunu itiraf eder ve doğru yoldan uzaklaştığını söylerse böyle bir kimse dinden çıkmış manâsında küfre girmemiş olur. Gerçi bu kimse her ne kadar dinden çıkmaz ise de, bü­yük bir masiyet işlemiş olur. Meselâ zina etmek, içki içmek ve hırsız­lık vb. gibi şeyleri yapmak gibi. Bunlar da masiyettirler. Ancak bu gi­bi masiyetlere ve isyana Allah (c.c) küfür adını vermemiştir. Bu iti­barla bir masiyet eğer Allah tarafından küfür diye adlandırılmışsa Al­lah tarafından küfür diye adlandırılmayan masiyetten çok daha bü­yük bir küfür olmaktadır.[116]

Aslında burada bizim tüm incelikleriyle araştırıp ortaya koymak istediğimiz hakimiyet ile ilgili meseleler, bunun etraflı bir biçimde du­rumlarının ortaya konması pek büyük bir öneme haizdir. Zira konu­nun en tehlikelisi ve en önemlisi bu olmaktadır. Çünkü Allah'ın in-dirdiğiyle hükmetmeyen kimselere dostluk beslemek, onların yanında yer almak, böylelerinin ortaya koymuş olduğu yasaları ve.kanunları kabullenmek, kendilerince helâl koymak ve haram yapmak, Allah'ın izin vermediği bii konuda söz söylemeye kalkışmak, asıl itibariyle "Al-lah'dan başka hiç bir ilah yoktur" kelimesiyle çelişmektedir. Çünkü şehadet kelimesi bütün kalplerin ilah olarak kabullenip sevdiği ve saygı gösterdiği, itaat ederek boyun eğdiği bir tek varlığın O olduğunu bize bildirmiştir.

Aynı şekilde bu kelime, Allah'ın Rasûlü olan Hz. Muhammed'in peygamberliğine şahitlikte bulunmakla da bir çelişki meydana getir­mektedir. Çünkü o peygamberin emrettiği ve yasakladığı şeylerde ken­disine itaat etmekle emrolunmuşuzdur. İşte gerçekten insanlar bu in­celiğin farkına varmış olsalar, böyle bir durumda yeryüzünde hiç bir azgının ve tağutun varlık göstermesi ve kanun koyması mümkün ola­maz, zaten böyle bir gücü kendisinde bulamaz.

 
Müşriklerle Münasebet
 

İkinci nokta: Müşriklere önem verip müslümanlara yardımı bı­rakarak müşriklere yardımda bulunmak ve bunların yanında yer al­mak. Bunun delili ise Rabbimizin şu âyetidir:

"İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır." (Mâide, 5/51)

îşte işin bu yönü, bugün dünyada yaşayan insanların bir çokları­nın yaşamış bulunduğu çelişkilerdendir. Böyle davranan müslüman-lar her halleriyle kafirlerin ve İslâm düşmanlarının, müşriklerin ya­nında yer almalarına rağmen, halen kendilerini müslüman saymaları ve İslâm isimlerini almış olmalarıdır. İşte çelişkinin bu ikinci nokta­sında meseleyi çok iyi bilmemiz ve bu hususta tedbir almamız gerekir. Zira bu manâda tedbir almak bize vacibtir. Öyle bir çağda yaşıyoru ki, adam: "kâfir olanbir kimseye "Ey kâfir" demekten çekiniyor. Hatta bunun daha önemlisi de vardır. Allah'ın düşmanlarından korkmak, onlara sevgi duymak, büyük görme gibi hastalıklar alabildiğince ço­ğalmış, adeta bunlara saygıyla bakılır olmuştur. Bunlar neredeyse ör­nek alınacak kimseler olarak gösterilmektedir. Evet imam zayıf olan­lar rıezdinde bu "kâfirler örnek alınacak kimseler olarak gösterilmekte ve böylece değerlendirilmektedir. Bu kâfirlere o derece bir saygınlıkla bakılıyor ki, her halükarda onlar gibi olmalarını isteyip durmaktalar. Böyleleri bir kelerin deliğine de girmiş olsalar, onlara imrenenler de derhal oraya gireceklerdir.

Bu gibi kâfirlere öylesine bir özenti ve bağlılık gösterilmektedir ki, bu, değişik tarzlarda kendisini göstermektedir. Kalbî sevgi ve bağ­lılıktan tutun da bir çok değişik tarzda bağlılıklar. Kimileri bunların

dinsizlik olan görüş ve düşüncelerini benimseyip onların koymuş ol­duğu yasalar ve,kanunlar gibi kanunlar ortaya koyarak işe girişiyor. Meselâ müslümanlarm hanımlarının örtülerini atıp, onları açıp çıplak ortaya sürmek gibi. Kısaca hayatlarında küçük büyük her davranış ve uygulamayı onların hayatına da geçirmek istiyorlar. Allah'ın izniyle biz bu konuyu, "dostluğun boyutları" bahsinde etraflı bir şekilde açık­layacağız.                                                                       

Şimdi bizim burada gerçek manâda akidenin temelini ye aslını id­rak edip öğrenmiş olmamız, bununla çelişki meydana getiren şeyleri de o oranda öğrenmemiz, bizi "Velâ Berâ" meselesinde dikat olmaya itecektir. Kısaca müslümanın akidesi konusunda bu, kefil durumun­dadır. Böylece doğru şer'î ölçüyü ele alacak ve buna göre durum de­ğerlendirmesinde bulunacaktır. Yoksa beşerin heva ve isteklerine da­yalı bir mikyas ile değerlendirmeye gitmeyecektir.

Bu konuda: "Kişi sadece Allah'ı, Rasûlü'nü, O'nun dinini ve mü'-minleri dost edinecek, bunları dost bilecek, yetkisini bunlara verecek­tir. Aynı zamanda tabi olunan, peşinden gidilen, Allah ve Rasûlü'ne savaş açmış olanlardan da uzak duracaktır, o manadaki J)ir ümitten veya bir korkudan kendisini uzak tutacaktır."
     

[97] bkz. Seyyid Kutub, ilgili âyetin tefsiri, Fî Zilâl, III, 1297. Ayrıca İbn Kesîr Tefsiri

[98] bkz. Tahkîmü'l-Kavanîn, 1.

[99] Medaricu's-Salikîn, I, 337.

[100] Mecmuatu'l-Tevhîd, 12. Risale, 278.

[101] et-Tefsîru'l-Kayyım, 396.

[102] İbn Kayyım, MedaricuVSalikîn, 1/337-338.

[103] Bu ifadeye, Muhammed Hamid el-Fakî şöyle bir açıklama getiriyor: "Bu, günü­müzdeki mülhidleerin, inkarcı dinsizlerin küfrüdür. Bunlar isimleriyle İslama müntesip olduklarını da söylemektedirler. Halbuki bunlar Yahudi ve hırıstiyan gibi frenkleri taklid ederler. Halbuki her türlü ahlaktan ve faziletten de yoksundurlar. Tüm cahiliklerine ve aşağılıklarına rağmen, bu yolun ilerleme ve medeniyet, uygarlık yolu olduğunu savunurlar. (Medaricu's-Salikîn, 1/228, Haşiye).

[104] et-Tevbe9/31.

[105] Tirmizî, Tefsîr VIII, 248. Tirmizî bu hadisin Garîb bir hadis olduğunu bildirmiş­tir, tbn Kesîr, ilgili âyet, IV, 77; İbn Kesîr, Hadisi, Ahmed b. Hanbel'e ve İbn Ce-rîr'e nisbeı etmiştir. Elbanî, Hasen olduğunu bildirmiştir, bkz. Ğayctü'l-Merâm, fi Tahrîci'l-Heİâl'i ve'l-haram, 20.

[106] Mecmuatü't-Tevhid, 3.

[107] el-Fetâvâ, 28/434.

[108] Şeyh Hamd b. Atîk, ed-Difa (Savunma), 28; et-TeşrfıTt-Cİnfli (İslam ceza hukuk), 11/708; Kitabu'r-Rıddeti beynel-emsi ye'1-Yevm, 33.

[109] ed-Düreru's-Seniyye, VIII, 89-90; M.Abdulvahhab Müellefatı, V/212-214.

[110] er-Resailu'l-Münîre, 1, 139.

[111] Ebû Davûd, melahİm, 5; {Mişkâtu'I-Mesabîh'te deniyor ki, Beyhakî bu hadisi Delaİtü*n-Nübüvve'de rivayet etmiştir. Elbânî de, hadisin sahih olduğunu bildir­miştir) Mişkât, IV, 1475

[112] İbn Kesîr, Tefsir, IV, 123.

[113] Şeyh Muhammed b. İbrahîm, Sûûdluların müftüsü idi. 1311/1893 de doğdu, bir ilim yuvasında yetişip büyüdü, 11 yaşında Kur'ân-i ezberledi. 14 yaşında gözlerini kaybetti. Sabır gösterdi. Şeyh sa'd b. Atîk'ten ders aldı. 1389/1969'da 80 yaşında iken Ramazan ayında vefat etti. bkz. Bessâm, Necd Alimleri, I, 88.

[114] Tahkîmu'l-Kavanîn,5.

[115] Bkz. Önceki kaynak, 7

[116] Bk. Önceki kaynak, 8.