meryem
Fri 18 February 2011, 05:16 pm GMT +0200
Zikir
Sözcük anlamı 'bir şeyi telâffuz etme, zihinde hazır etme, insanın edindiği şeyi korumasını sağlayan nefsin bir durumu, korunan, edinilen şeyin zihinde hazır hale getirilmesi, hatırlama, anma' demektir.[26]
Esasen, “Ayet, Zikr, Kur'an, Kitap” kavramlarının birbirleriyle oldukça yakın bağlantıları vardır. Her birini ayrı ayrı açıklamak gerçekten güç bir iştir; bu yüzden, bir takım tekrarlar kaçınılmaz olmaktadır.
Allah insanı yarattığı zaman ona insim” leri öğretmiştir. İsimler, hem Allah'ın isimlerine, hem de bu isimlerin tecellileri olarak evrende ortaya çıkan tüm varlıklara ve olaylara da işaret etmektedir. Allah bu isimlerle insanı bütün varlıklardan üstün kılmış, melekleri huzurunda secde ettirmiş, evrendeki her şeyi kullanımına vermiştir. Bu isimlerin evrendeki tecellileri Allah'ın ayetleri'dir de. (Bu ayetlerle evren okunur ve Allah'a ulaşılır.)
İnsan kendisine tanınan seçme özgürlüğünü kullanarak Allah'a isyan etmiştir; bu bir bakıma onun unutkanlığından kaynaklanmıştır, yaratılışı gereği unutkandır insan. Bu. gerçek Kur'an'da şöyle ifade edilir:
“Andolsun, önceden Adem'e ahd verdik de unuttu, onda bir azim görmedik.” (Taha: 115).
Şu kadar ki, unutan insan, unuttuğunu hatırlaması için “kelimeler” almıştır Rabbi'nden ve bu kelimelerle hatırlamaya, yani, “tezekkür” etmeğe başlamıştır. Unuttuğunu hatırlama imkân ve yeteneği vermiştir Allah insana.
Allah-ü Tealâ, varlığı kendinden bir Rabb'dır ki, hem içimizde, hem dışımızda (bk. Ayet), hem de evrende meydana gelen bütün olaylarda Kendini gösterir. Bizim ruhumuzun derinliklerinde, her şeyden evvel Allah'ın Zatı'na ait mutlak bir tasdik yatar; bu yüzden, Allah inancı fıtrîdir ve her şeyin başıdır. (Tümevarıcı bir yöntem izleyen Batı'nın bilimi bu fıtratı ve inancı reddederek yola koyulmuş ve bu yüzden, Gerçeğe varmak şöyle dursun, bilim adına ortaya çıkardığı şeylerle insanlığın başına tarihte görülmemiş belâlar açmıştır. Oysa İslâm'da bilgi dahil her şey, sabit ve değişmez bir gerçekten, Allah gerçeğinden ortaya çıkar ve incelemelerini bu temele oturtur.) İnsanın varlığında bu inkâr edilemez gerçek bir öz halinde mevcuttur. Ama, insan gittikçe çeşitli etkilerle bu gerçeği örtmeğe girişir; duyularını kapar, aklı, düşüncesi ölür, kalbi kararır ve tam bir unutkanlığın, gafletin içine düşer. . Bu zaman insana, bu kesin gerçeği hatırlatacak deliller, işaretler gerekir. Evren işte bu delil ve işaretlerle doludur. Kur'an, bu delil ve işaretleri bize hatırlattığı için, ez-Zikr adıyla da anılır. Demek oluyor ki, Zikr öncelikle Kur'an'dır, evrenin kendisidir. Ana Kttap'tır. Levh-i Mahfuz'dur. Nitekim, bir hadis-i şerifte, “Allah vardı ve başka hiç bir şey yoktu, arşı suyun üstündeydi ve Zikr'de her şeyi yazdı, sonra da yedi göğü yarattı” buyurulmuştur; bu hadis bir başka şekilde, “Levh-i Mahfuz'da her şeyin zikrini yazdı.” [27] olarak gelmektedir. Her iki şekil birbirini açıklar niteliktedir; birinci rivayette, Levh-i Mahfuz'un kendisi zikr olarak geçerken, ikincide zikr, Levh-i Mâh-fuz'u oluşturan 'şeyler' anlamında kullanılmaktadır ki, arada herhangi bir fark yoktur. Bu anlamda, “muhakkak zikr'i biz indirdik ve muhakkak onun koruyucusu da biziz”(Hıcr: 9) ayetinde geçen zikr, Levh-i Mahfuz' un tamamı olan Kur'an'ı veya, hem Kur'an'ı, hem Sünneti içine almaktadır (bk. Sünnet).
İnsanın nefsinde ruh ile bedenin girift bir bağlantısı vardır.' İnsanın dışa açılan pencereleri olan duyulardan sürekli olarak işaretler dolar içeri; bunlar, insanın çevresinden, gördüğünden, duyduğundan, dokunduğu, tattığı ve kokladığından meydana gelen işaretlerdir. Bu işaretler ilk aşamada bir anlam belirtirler. Sonra, bu anlamı bir bütün halinde nefs kavrar. Bu kavrayış kalpte yer eder, bunun sonucunda da bedende bir takım etkilenmeler olur. Sözgelimi, ekşi bir tadıştan diş kamaşır, sıcaklık halsizlik meydana getirir. kötü bir haber bir sarsıntı oluşturur.. Aynı şekilde, bedende meydana gelen bazı şeyler de ruha etki eder. Bunun gibi, insan diliyle zikirde bulunduğu, Allah'ı veya ayetlerini andığı, Melekût Alemi'ndeki aslını hatırladığı, evrendeki işaretler karşısında 'Allah' dediği, “Lâ ilahe illallah, sübhanellah, ve'1-hamdü lilâh, ve lâ ilahe illallahü ekber” dediği zaman hayalde bir eser ortaya çıkar. Hele, bir hadiste buyurulduğu gibi, “karşıdakilerin mecnun diyeceği derecede dil Allah'ı zikrettiği zaman”,[28] Kur'an'ın emriyle “Allah'ın zikri sürekli arttığı zaman” hayalde ortaya çıkan eser kalpte bir nur oluşturur; sonra bu nur kalpten dile, dilden hayale, hayalden akla yansır ve karşılıklı aynalar gibi, birbirlerini takviye eder, güçlendirirler. Bunun sonucu olarak kalp zikretmeğe başlar, iman tanı anlamıyla kalpte ortaya çıkar. Kalbin zikrinin bir sonu yoktur. Bu zikirden oluşan ışınlar insanın unuttuğu Melekût alemindeki gerçeklere, asıllara uzanır; bunun verdiği zevk daha bir hızlandırır zikri. Sonunda eşyanın gerçeğini görür, sağlam ve şaşmaz bilgiye ulaşır. İki Cihan Serveri Efendimiz, “Benim Allah ile bir vaktim vardır ki, onda bana ne en büyük melekler, ne de gönderilmiş bir nebî yanaşabilir” [29] buyurmuşlardır.
Kalbin zikri tabiî olarak bedenin zikrine yol açar. Bedenin her azası zikretmeğe, yani Gerçeğin, Kur'an'ın doğrultusunda eylemde bulunmaya başlar. Böylece, insan, unutan olmaktan yakın olmaya geçer, yani, varlıklar hiyerarşisinin en üstündeki yerini kazanır; düştüğü en alçak yerden en üste çıkar.
Kur'an'da.. zaman zaman zikr unutma ve gafletle zıt anlamda kullanılır:
“Nefsinde Rabbi'ni yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam zikret ve gafillerden olma.” (A'raf: 205).
“Kalbini zikrimizden gafil kıldığımız kişiye uyma.” (Kehf: 28).
“Onu zikretmemi (hatırlamanı) bana unutturan ancak Şeylan'dır.” (Kehf: 63).
İnsan, maddî arzularını doyurarak değil, ancak unuttuğu Gerçeği hatırlayarak, bu Gerçeğe ererek ve ermek için de Allah'ı hep zikrederek, mutluluğa ulaşır:
“Dikkat edin! Kalpler ancak Allah'ın zlkr'iyle doygunluğa ulaşır.” (Ra'd: 28).
İnsanların hayatı tam bir zikr olmalıdır; çünkü, zikr'i bırakanın arkadaşı ancak Şeytandır:
“Kim Rahman'ın zikrinden yüz çevirirse, ona Şeytan'ı musallat ederiz de, kendisine pek yakın olur.” (Zuhruf: 36).
Zikr Kur'an'da zaman zaman namaz anlamında da kullanılır. Şu kadar ki, namaz zikrin bir şekli, bir bölümüdür; zikr namazdan daha kapsamlıdır, daha büyüktür:
“Doğrusu namaz kötü ve iğrenç şeylerden alıkor, Allah'ın zikri ise ne büyüktür.” (Ankebut: 45).
Hz. Peygamber (s.a.v.) zikr toplantılarını 'Cennet bahçeleri' olarak nitelemişlerdir.
İmam Cafer es-Sadık şöyle buyurmuştur:
“Sınırı olmayan bir şey yoktur, ama, zikr müstesna. Allah farzları farz kıldı, bunları yerine getirmek bunların sonudur; Ramazan ayında oruç tutmak bu, ayın sonudur; haccın farzının sonu haccetmektir. Ama, Allah ziftrin azından razı olmaz, onun sonu yoktur, çünkü şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Allah'ı çok çok zikredin ve O'nu sabah akşam teşbih edin.” (Ahzab: 41, 42).
İçinde Kur'an okunan ve Allah'ın çok zikredildiği evin bereketi artar, orada melekler hazır olur, şeytanlar barınamaz..”
Hz. Ali de şöyle buyurmaktadır:
“Kim Allah'ı gizlide zikrederse, Allah onu açıkta zikreder; doğrusu münafıklar Allah'ı açıkta zikrederler, gizlide zikretmezler.” Allah şöyle buyurur:
“Münafıklar... insanlara karşı gösteriş yaparlar ve Allah'ı pek az zikrederler.” (Nisa: 142).[30]
Bu genel açıklamanın ışığında, Kur'an'da geçen”zikretti (zekera), zikredin, zikreder, zikredersiniz, zikrettir (hatırlat, öğüt ver), zikretsinler (bazı zaman: 'ibret alsınlar' anlamında), zikr (öğüt), tezkire (hatırlatma, öğüt), zikra(öğüt, hatırlatma, zikr)” gibi sözcüklerin anlamı daha kolay kavranabilir ve bunların üzerinde ayrı ayrı burada durmaya gerek yoktur. Şu kadar ki, “üzerine Allah'ın adı zikredilmeyenlerden, yemeyin” (En'am: 121) ayetinde olduğu gibi, “Ze-Ke-Ra” fiili 'ala' harf-i cer'i ile kullanılırsa, 'dille anmak' anlamına gelir. [31]
[26] Müfredat, 179, Külliyat, 187.
[27] Buhari, Tirmizî, Hakim, t. Hanbel gibi hadisçilerin bu konudaki rivayetleri için bk. Aclunî, Keşf'ul-Hafa, c. IX. s. 189.
[28] Hanbel, Beyhakl, Hakim ve İ. Hibban'ın rivayetleri için. a.g.e. I: 187.
[29] Hak Dini Kur'an Dili, I: 541.
[30] Usül-i Kâfi, C..IV. HN: 3195.
[31] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Yayınları: 34-39.