- Zikir İhtiyacı ve Gerekliliği

Adsense kodları


Zikir İhtiyacı ve Gerekliliği

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
bengisu
Tue 11 December 2007, 03:27 pm GMT +0200
Lisânî ve kalbî zikre olan ihtiyaç bilinen bir gerçektir. Bu ihtiyaç önceden olduğu gibi günümüzde de mevcuttur. Tarikatlar arasındaki tek fark, tatbik şekillerindedir.

   Sıddîkiye (Nakşibendi) tarikatına intisab edenler, önce "letâifi aşere"lerinde zikredip, kalplerinin tasfiyesine ve nefislerinin tezkiyesinde muvaffak olurlar. Sonra murakabe ile meşgul olurlar. Son olarak, Kur'an-ı Kerim okumak ve Kelime-i Tevhid'le görevlendirilmekle, bu feyiz deryasından istifade etmeye devam ederler.

   Müridin bunlarla meşgul olması, içtihad derecesine varan büyük evliyaların içtihadlarının ürünüdür. Bu dereceye ulaşamamış olanlara düşen yegâne görev, tabi olmaktır.

   Nakşibendi tarikatında yapılan zikir şekli, hâfî (gizli) zikirdir. Nitekim Peygamber Efendimiz (S.A.V)  bir  hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:

   "Zikrin en hayırlısı hâfî olanıdır." (Ahmed b. Hanbel; 1/172-180-187)

   Kalbi zikirlerin telkininde, bâtınî nisbetler ‘Allah’ lafz-i celalinin, nefy-i isbatın, murakabenin ve dili hareket ettirmeden huzurun telkin edilmesi ile elde edilebilir. Hafî zikir, Hz. Ebu Bekir (R.A)'a mahsus olarak, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'den teveccüh yoluyla bâtınî olarak verilmiştir. Hz. Peygamber Efendimiz (S.A.V) bu konu hakkında şöyle buyurmuştur:

   "Allah-u Teala, benim sadrıma (göğsüme) ne doldurduysa, onu olduğu gibi Ebu Bekir'in sadrına ilka ettim." (Keşfu-l-Hafa; 190)

   Allah-u Zülcelal'i zikretmek, ibadetlerin en şereflisidir. Zikir, hem dünya hem de ahirette mutlu olmanın sebebidir. Allah'ın rızasını celbedici ve rızkı kolaylaştırıcıdır. Zikir etmeye devam edenler, diğer insanlara karşı heybetli görünürler.

   Toprak, nasıl yağmurla bol mahsul vermeye muktedir ise zikir ile de insanın gönlünde, Allah-u Zülcelal'e karşı sevgi ve muhabbet meydana gelir. Zikir, kul ile Allah arasındaki yabancılık duygusunu giderir. Allah'ın zikri ile meşgul olan kimse bu zikre devam ettikçe; gıybetten, yalan söylemekten ve bütün günahlardan korunur. Muhabbetullah'ın (Allah sevgisinin) aslı zikirdir.

   Allah'ı unutmak, şekavete ve bedbaht olmaya sebeptir. Zikir maddi ve manevi lezzetlerin en üstünüdür. Zikreden kişi, maddeten ölse bile, manen diridir. Gafil ise bunun tam aksidir.

   Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:

   "Rabbini sabah akşam içinden yalvararak ve korkarak an, sakın gafillerden olma." (A’raf; 205)

   Diğer bir ayet-i kerimede de şöyle buyurmuştur:

   "Onlar; ayakta iken, otururken, yanları üstüne yatarken, hep Allah'ı hatırlayıp anarlar. Göklerin ve yerin yaradılışı hakkında inceden inceye düşünürler." (Al-i İmran; 191)

   Diğer bir ayet-i kerimede ise şöyle buyrulmuştur:

   "Allah'a teslim olan ve Allah'a iman eden, Allah'ın emirlerini yerine getiren, sâdık olan, güçlüklere katlanan, mütevazi olan, sadâka veren, oruç tutan, mahrem yerlerini koruyan, Allah'ı zikreden erkeklerle kadınlar yok mu? Cenab-ı Hak, onlara mağfiret ve büyük ecir (mükâfat) hazırlamıştır." (Ahzab; 35)

   Allah-u Zülcelal diğer bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:

   "Ey mü'minler! Allah'ı çok zikredin, sabah, akşam tesbih ve tenzih edin. Sizi karanlıktan aydınlığa çıkarmak için; üzerinize rahmetini, feyz ve bereketini gönderen O'dur. Melekler de sizin için mağfiret dilerler. Allah mü’minlere karşı merhametlidir. Onlar Allah'a kavuştukları gün, nail olacakları iltifat; selamdır. Allah onlara pek iyi bir mükâfat hazırlamıştır." (Ahzab; 41-43)

   Ebu Musa el-Eş’ari (R.A)'ın rivayet ettiğine göre, Peygamber Efendimiz (S.A.V) şöyle buyurmuştur:

   "Rabbini zikredenlerle, zikretmeyenlerin misali; diri ile ölü gibidir." (Buhari; Deavat:66, Müslim; Salatü’l-Müsafirin:211)

   Ebu Hureyre (R.A)'dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte de Hz. Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyurmuştur:

   "Aziz ve Celil olan Allah buyurdu ki: Ben kulumun zannına (itikâdına) göreyim. Beni zikrettiğinde, Ben onunlayım. (Rahmetim, yardım ve inayetim onunla beraberdir.) O Beni, kalbinde gizlice zikrederse, Ben de onu bu suretle anarım. Beni bir cemaat içinde zikrederse, Ben de kulumu o cemaat efradından daha hayırlı (Cebrail ve Mikail gibi) bir cemaat içinde (rahmetimle) anarım." (Buhari; Tevhid:15, Müslim; Zikir:6)

   Yine Ebu Hureyre (R.A)'ın rivayetine göre, Peygamber Efendimiz (S.A.V):

   "Müferridûn ilerlediler!" buyurdu. Ashab-ı Kiram:
   "Ya Rasulallah müferridûn kimlerdir?" diye sordular. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (S.A.V) şöyle buyurdu:
   "Onlar öyle kimselerdir ki, aziz ve celil olan Allah'ın zikrinde aşırı gidenlerdir. (çok zikredenlerdir.)" (Müslim; Zikir:4)

   Ebu Said El-Hudri (R.A)'dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (S.A.V) şöyle buyurmuştur:
   "Size mecnun (deli) denilinceye kadar Allah'i zikrediniz." (Ahmed b. Hanbel; 3/68-71)

   Yine, Ebu Said El-Hudri (R.A)'dan rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz (S.A.V) şöyle buyurmuştur:
   "Kıyamet günü derece bakımından insanların en üstünü, bol bol Allah'ı anan kimselerdir." ( Tirmizi; 3598)

   Muaz (R.A)'dan rivayet edilen diğer bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (S.A.V) şöyle buyurmuştur:
    "Ademoğlu kendisini Allah'ın azabından kurtaracak, zikirden daha üstün bir amel işlemedi." Sahabe-i Kiram dedi ki:
   “Allah yolunda cihad da mı... Ya Rasulallah?” Bu soru üzerine Peygamber Efendimiz (S.A.V) şöyle buyurdular:
   “Evet, Allah yolunda cihad da! Ancak kılıcı (silahı) çekersin, kırılıncaya kadar dövüşürsün. Sonra yine çekersin, kırılıncaya kadar yine dövüşürsün; Sonra yine çekersin, kırılıncaya kadar yine dövüşürsün; işte ancak bu ondan üstündür.” (Mecmaü’z-Zevaid:X/73;    Rüdani:5/234,hd. 9217)
 

Gulinur
Tue 11 January 2011, 08:11 pm GMT +0200


    "Aziz ve Celil olan ALLAH buyurdu ki: Ben kulumun zannına (itikâdına) göreyim. Beni zikrettiğinde, Ben onunlayım. (Rahmetim, yardım ve inayetim onunla beraberdir.) O Beni, kalbinde gizlice zikrederse, Ben de onu bu suretle anarım. Beni bir cemaat içinde zikrederse, Ben de kulumu o cemaat efradından daha hayırlı (Cebrail ve Mikail gibi) bir cemaat içinde (rahmetimle) anarım." (Buhari; Tevhid:15, Müslim; Zikir:6)

    Bunu hayal etmek bile öyle güzel ki..Rabbimiz tarafından anılıyor olmak..Ki O (c.c.) vadinden dönmez..

    Bize ne oluyorda...Rabbim ebeden razı olsun..Güzel paylaşımınız için..Değerli hocam..

saniyenur
Mon 9 May 2011, 05:52 pm GMT +0200
 Toprak, nasıl yağmurla bol mahsul vermeye muktedir ise zikir ile de insanın gönlünde, ALLAH-u Zülcelal'e karşı sevgi ve muhabbet meydana gelir. Zikir, kul ile ALLAH arasındaki yabancılık duygusunu giderir. ALLAH'ın zikri ile meşgul olan kimse bu zikre devam ettikçe; gıybetten, yalan söylemekten ve bütün günahlardan korunur. Muhabbetullah'ın (ALLAH sevgisinin) aslı zikirdir.

Rabbim senin sevginle,zikrinle doldur kalplerimizi.Biz biliriz ki Kalpler ancak seni anmakla mutmain olur.Şu yalan dünyada yaşadığımız mutluluklar geçici mutluluk..Yine biz biliriz ki ebedi mutluluk yalnız Sende.Ebedi mutluluk ile şereflendir bizleri..Amin
Allah razı olsun hocam..

muhsin iyi
Mon 22 August 2011, 05:18 pm GMT +0200
Zikir, Zikrin Önemi.
Nedense pek çok kişi tefekkürün zikirden üstün oluşunu düşünerek Allah’ı (c.c.) zikretmeyi küçük bir ibadet olarak değerlendirmektedir. Bazı dini bütün insanların zikre karşı olmaları, Kuran-ı Kerim’deki ve hadis-i şeriflerdeki zikir kelimelerini tevil etmeye çalışmaları gerçekten ilginçtir. Ben önceleri onların art niyetli olduklarını ve kalplerinde büyük bir hastalık bulunduğunu düşünürdüm. Onlara göre zikir Allah’ı (c.c.) düşünmektir. Arka arkaya aynı kelimeyi söylemek bir anlam ifade etmez. Sürekli zikirle kastedilen şey her yerde, karşılaşılan bütün varlıklarda Allah’ın (c.c.) kudretini görüp O’nu hatırlamaktır. Halbuki kendileri de namaz sonunda çekilen tespihleri “zikir” olarak adlandırırlar. Gerçi Kuran-ı Kerim’de zikir kelimesi bildiğimiz anlam dışında ayrıca onların dediği gibi bazen namaz, bazen tefekkür, bazen de kutsal kitap anlamında da kullanılmıştır. Peygamberimiz (s.a.s) tevile müsait olmayan bir açıklıkla pek çok sahabeye değişik zikirler öğretmiş ve onlardan bunların çeşitli sayılarda veya sayısız olarak çekilmesini istemiştir. Şimdi ise bu dini bütün insanların zikre karşı olmalarını daha iyi anlamaktayım. Aslında sorun bu insanların fıtratlarından, mizaçlarından ve meşreplerinden kaynaklanmaktadır. Çünkü bu yapıdaki insanlar sadece zikre değil akıl ve mantıklarını yitirdikleri başka şeylere karşı da aynı veya benzer bir tutuma sahiptirler. Bunlardan kaygı duyarlar. Örneğin bunlar müzikten hiç hoşlanmazlar, çünkü müzik akıl ve mantığı duygu ve coşku seli ile eritir. Yine bu insanlar haram olduğu için değil fıtratları gereği alkolden de adeta ürkerler. Bilindiği üzere alkol de akıl ve mantığı devre dışı bırakmaktadır. Zikir de mahiyet olarak akıl ve mantığı etkisiz kılarak bir çeşit cezbe hali ile ilahi bir duygu ve coşku seline kendini bırakma olduğu için bu yapıdaki insanlar farkında olmadan kendi fıtri yapılarını savunmak için zikir aleyhine sözler söylemeye, bu konudaki açık olan ayet ve hadislerdeki zikir lafzını da kendi mizaç ve meşreplerine uygun olarak tevil etmeye yönelirler.  Bu tür insanları zikre yöneltmeye ve zikirden zevk almalarını sağlamaya çalışmak çok zordur. Tabii öyleleri belli sayıdaki zikri söylemede bir sorun yaşamazlar. Hatta virtlerini de düzenli olarak çekerler. Ama daimi zikir onlara çok ağır gelir. Zaten öylelerinde zikrin sonucu olarak meydana gelen cezbe ve letaiflerin açılması da hiçbir zaman gerçekleşmez. Bunların tarikat yolunda yükselmeleri ve Hakk’a vasıl olmaları gizli gerçekleşir. Bu tür insanların fıtratları, mizaç ve meşrepleri daha ziyade tefekküre uygundur. Tasavvufta bu yapıdaki insanlara salik-i gayr-i meczup denir.
    İnsanlar birbirinden ayrı fıtratta, mizaç ve meşrepte oldukları için farklı tarikatlar ortaya çıkmıştır. Bu nedenle tarikatlar aynı amaca değişik yöntemlerle ulaşmaya çalışırlar. Tarikatların amacı Allah’a (c.c.) ulaşmaktır. Bu bakımdan tarikatlar iki genel guruba ayrılırlar. Bunlardan bir gurubu nefsi tezkiye etmeyi amaçlar; bunun için erbaine (çileye) girme, hizmet etme, oruç tutma, riyazete uyma (az yeme, az uyuma ve az konuşma) gibi yollarla nefsin dünyaya dönük arzularını kırmaya, nefsi arındırmaya çalışırlar. Bu yolla çeşitli nefis makamları kat edilir. Sırasıyla nefis emmâre, levvâme, mülhime, mutmainne, raziyye, marziyye, kâmile makamlarına ulaştırılmaya çalışılır. Diğer guruptaki tarikatlarda ise ruhu tasfiye etme amaçlanır; bunun için de virt ve zikre ağırlık verilir. Ruh Allah’tan (c.c.) gelen bir nefha (soluk) olduğu için O’na yükselmek ister. Zikir bu yükselmeyi sağlar. Ruhun ayırıcı vasfı aşktır. Güzel şeylere karşı bir çekim duyar. Faziletleri edinmek, bunlarla kendini güzelleştirmek ister. Zikir Allah’a (c.c.) duyulan bir çeşit aşktır. Daha doğrusu kişide Allah’a (c.c.) karşı bir çeşit aşk hali yaratır. Bu aşk haline cezbe denir. Cezbeyi Allah’a (c.c.) duyulan aşk halinin eseri olarak düşünebiliriz. Cezbe letaiflerde etkisi somut olarak hissedilen bir durumdur. Letaifler (kalp, ruh, sır, hafi, ahfa) adeta ruhun duyu organlarıdır. Göğüste çeşitli noktalarda bulunurlar. Ruh çekilen zikirle letaiflerde meydana gelen cezbe sonucu Hakk’a yükselmeye, çeşitli manevi halleri yaşamaya başlar. Manevi haller zamanla nefsi etkisi altına alıp nefis makamlarının da kat edilmesini sağlar.
    Zikir büyük bir nimettir. Kamil ve mükemmil (olgun ve olgunlaştırıcı) bir mürşitten böyle bir zikri alan gerçekten büyük bir devlete ermiştir. Gerçi insan kendi başına da zikir edinebilir. Kitaplardan faziletli zikirleri okuyup alabilir. Ama bununla ancak sevap kazanabilir. Bu yolla  zikrin faziletine erip kalp tasviyesi ve nefis tezkiyesi gerçekleşmez. Ehlinden alınan zikirle ancak feyz kapıları açılır. Çünkü mürşidin eli silsile yolu ile ta peygambere (s.a.s) kadar uzanır. Peygamber (s.a.s) ile Allah (c.c.) arasında ise doğrudan bir irtibat vardır. Ehlinden alınan bir zikir kişiyi önce mürşidinde (fenafi’ş-seyh), sonra peygamberde (fenafi’r-resul), en sonunda da Allah’ta (c.c.) fani (fenafi’l-lah) kılar. Tabii bu yolda ve bu mesafelerin kat edilmesinde zikrin yanında en büyük iş rabıtaya düşmektedir. Rabıtasız bu nimetlere ulaşmak mümkün değildir. Mürşid-i kamilsiz böyle bir yola yani zikir yoluna girenler, şeytanların çeşitli oyunlarına, hilelerine, komplolarına maruz kalabilirler. Zikreden kişi, gerek Rahmani gerekse şeytani çeşitli haller yaşayacağı için bunları ancak bir mürşid-i kamilin kılavuzluğu ile bilebilir. Ayırt edebilir. Gerekli tedbirlerini alabilir.
    Bir insanın zikre iradesiyle sahip olduğunu düşünmesi doğru değildir. Zikir bir ilan-ı aşk olduğu için kişinin bunun kendisine Allah’ın (c.c.) bir lütfu olduğunu bilmesi gerekir. Allah (c.c.) güzel ismini veya güzel isimlerini sevdiği kimselerin zikretmesini ister. Bundan dolayı zikir erbabının öncelikle böyle bir devlete sahip olduğu ve seçildiği için her zaman bunun şükrünü dile getirmesi, eda etmesi ve Allah’a (c.c.) daimi olarak  hamd u senada bulunması gerekir.
    İnsan dışındaki bütün canlı ve cansız varlıklar, yaratılışları istikametinde kendi dilleri ile zikir halindedirler. Mikro âlemde maddenin en küçük parçası atomun çekirdeği etrafındaki elektronlar sınırsız bir hızla dönerek bu zikir halini gerçekleştirirken; makro âlemde dünya gerek kendi ekseni  gerekse güneşin etrafında yaptığı dönüşlerle ayrı ayrı zikirlerde bulunur. Güneş sisteminin belli bir yörüngede Vega yıldızına doğru akışı da başka bir zikir halidir. Bitkiler ve hayvanlar da zikirden asla gafil değillerdir. Yalnız bu dünyada imtihana tabi tutulmakta olduğu için insanların büyük bir kısmı zikirden uzak bir hayat yaşamaktadır: “Yedi kat gök, dünya ve onların içinde olan herkes Allah’ı tespih  eder. Hatta hiçbir şey yoktur ki O’na hamd ile O’nu tespih etmesin. Lakin siz onların bu tespihlerini anlayamazsınız. Muhakkak O kullarına karşı Halîm ve Gafûr’dur ( İsrâ suresi, 44).”
    Aslında Allah’ı (c.c.) zikir insana düşen bir iş değildir. Bu daha ziyade Allah’ın (c.c.) şanına yakışan bir ibadettir. Yani Allah’ı (c.c.) ancak Kendi’si hakkıyla zikredebilir. Ama yüce Allah (c.c.) rahmeti ve lütfuyla bazı kullarının Kendi’sini zikretmesini istemiştir. Kalbinde Kendi’sine karşı muhabbet duyan bazı kullarına zikir devletini münasip görmüştür. Onlara böyle ilahi bir bağışta bulunmuştur. Onlara çeşitli vesilelerle bu kapıyı açar. Böylece yüce Allah (c.c.) bu kullarının dilleriyle Kendi’sini yine Kendi’si zikretmiş olmaktadır. İnsanın yaptığı zikri kendisinden bilmesi büyük bir aldanıştır. Hatadır. Zikirde nefsimize ait olan tek şey, içerisinde bulunduğumuz gaflettir:
    Ehl-i keşif zikir ehlinin öldüğünde kabirde de zikrettiğini, Allah’ın (c.c.) nurunu alma yeteneği ile kendisini hemen diğer kabirler arasından belli ettiğini söylemektedir.
    Pek çok ayet-i kerime ve hadis-i şerif zikrin çok büyük bir ibadet biçimi olduğunu belirtmektedir: “Ey iman edenler, Allah’ı çok zikredin (Ahzab Suresi, 41).”
    Peygamberimiz (s.a.s.), sahabenin hazır bulunduğu bir mecliste şöyle buyurmuşlardır:“Size amellerinizin en hayırlısını, Allah katında en temiz olanını, derecelerinizi en fazla yükselteneni ve sizin için altın ve gümüş infak (Allah yolunda harcama) etmekten, düşmanlarınızı muharebe meydanında öldürmekten yada şehit olmanızdan daha hayırlısını  haber vereyim mi?”  Sahabeler “Evet, ya resûlallah!”  deyince, Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz:“Allah’ın zikridir.” diye cevap vermiştir.       
    Aslında tefekkürle zikri birbirinden ayırmak da doğru değildir. Zikir tefekkürü doğurur. Doğrusu zikir olmadan tefekkürün gerçekleşebileceğini de pek sanmıyorum. Çünkü insanın kafasını genellikle hoşlandığı şeyler meşgul eder.  İnsan, sevdiği şeyler üzerinde düşünmekten zevk alır. Bununla ilgili çeşitli hayaller kurar, duygular yaşar. Sevmediği, nefret ettiği şeylerden kaçar. Onları düşünmek bile istemez. Kişi zikirle Allah’la (c.c.) kendi  arasında bir ünsiyet kurar. Bu yavaş yavaş bir dostluğa dönüşür. Derken tefekkürün zirvesi olan Allah’ın (c.c.) güzel isimleri üzerinde düşünmek bir yaşam biçimi haline gelmeye başlar.
    Zikirle ulaşılmak istenen hal murakabedir. Murakabe, kişinin kendisini Allah’ın (c.c.) karşısında olduğunu hissedip O’nun kendisini her yönü ile kuşattığını, içindeki duygu ve düşünceleri bildiğini, söylediği sözleri işittiğini, yaptığı işleri gördüğünü düşünmesidir. Ayrıca kendi varlığının, her şeyin yok olup yüce Allah’ın (c.c.) zatının var olduğunu düşünmek de murakabedir. Bir hadisi-i şerifte bu durum, İslam ve imandan sonra “ihsan” olarak adlandırılan bir manevi makam olarak açıklanmıştır. İşte zikir kalpte bu ihsanı oluşturduğunda amacına ulaşmış olur. Kişi bu halle Allah’ın (c.c.) rahmetine, feyzine ve nisbetine erer. Yüce Allah (c.c.) böyle birisini nurlarına gark ederek ona velilik yolunu açar. Murakabe hali kendiliğinden doğmaz. Murakabe hali zikirle başlar, zikirle olgunlaşır, ancak zikrin sonunda yavaş yavaş bir ilahi bir armağan olarak hissedilir. Böyle bir anda zikrin kesilerek hareketsiz bir biçimde murakabe haline devam edilmesi tavsiye edilmiştir. 
    Zikir, Allah’a (c.c.) bir ilan-ı aşktır. Kişinin Allah’ı (c.c.) kara sevdaya tutulmuşçasına sevdiğinin işaretidir. Belki zikreden kişinin gönlünde daha böyle bir aşk henüz oluşmamıştır. Yapılan şey bir aldatmacadır. Dilinden yada içinden Allah’ı (c.c.) zikrederken kişi kalbinde dünya ile alışverişini sürdürmekte olabilir. Yani kişinin daha kalbinde Allah (c.c.) aşkı şöyle dursun O’nun emir ve yasaklarına uyabilecek düzeyde bile bir aydınlanma olmayabilir. Zikir ona tatsız tuzsuz bir şey gibi gelebilir. Hatta zikirden hoşlanmayabilir de. Ama tüm bu olumsuzluklara karşın iradesiyle zikrin önemi ve değerine inanarak ona devam ederse sonunda tıpkı iki gencin birbirine sevdalanması gibi Allah (c.c.) ismi yada Allah’ın (c.c.) güzel isimleri kişinin iç dünyasını canlandırmaya, gönlüne Allah’tan (c.c.) gelen feyizleri, nurları, rahmeti akıtmaya başlar. Bu ilahi aşkta ilk adımdır. Bundan ötesi ancak bu yolda daha önce yürümüş olgun bir insanla, mürşid-i kamille mümkündür. Kişinin yalnız başına gitmesi bazı manevi tehlikeleri de beraberinde getirecektir: Gurur, kibir, şeytanın oyuncağı olma gibi. Şeytan zikreden kişi ile adeta harbe girer. Ama ağzı bir küçük kaşık bala değen kişinin artık hayaline nasıl bunun ziyafeti de gelmeye başlarsa zikirde böyle bir ilk adımı atan kişinin de bunun devamını getirmek istemesi, adeta iç dünyasında bir zorunluluk olarak algılanır. Çünkü tattığı şey ona o kadar büyük bir zevk verir ki bunu dünyada başka bir şeyle kıyaslamak doğru değildir. İşte kişinin Allah’ı (c.c.) kara sevdaya tutulmuşçasına sevmeye başladığının belirtisi de o zaman algılanmaya başlar. Zira nasıl mecazi bir aşkın kıskacında olan kişi, sevdiğini her an düşünür, onun ismini anmakla yada isminin anılması ile heyecanlanırsa  Allah’ın (c.c.) ismi yada güzel isimleri de böyle bir etkiyi kişide oluşturmaya başlar.
    Bazı şeyler için “Tadan bilir.” sözü kullanılır. Bu durum Allah’ın (c.c.) zikri için çok yerindedir. Allah’ın (c.c.) zikrinden gafil yada bunun tadını alamamış olanlar, yaşanan zevkin soyut, hayali ve gerçek ötesi olduğunu sanırlar. Oysa Allah’ın (c.c.) zikri ile kalpte oluşan zevk genellikle somut, gerçek ve yaşanan bir olgudur. Bunun ilerisinde gerçekleşecek olan letaiflerin açılması da bu tür bir zevk pınarının çağlayana dönüşmesini andırır. Tabii bu yolda alınan bu dünyevi zevkin önü daima açıktır. Sonunda insan bedeninin her hücresinin Allah’ı (c.c.) zikretmesine ulaşılır ki (sultani zikir), gerçek anlamıyla zikrin zevkine işte o zaman varılır. Ondan önce yapılanlar bu sonuca ulaşmada birer basamak gibi görünür. Allah’ın (c.c.) ahirette bu zikre karşı gelen nimetlerini ise bilememekteyiz.
    Allah’ın (c.c.) zikri o kadar büyük bir ibadettir ki, onun büyüklüğünü Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’de şöyle ifade etmektedir: “Siz beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim (Bakara suresi, 152).” Zikrin büyüklüğünü gösteren bu ayet-i kerimenin işaret ettiği anlam, insanı dehşete sürükleyecek cinstendir. İnsanın dünyada içerisinde bulunduğu gaflet durumu olamasa bu ayetle aklını yitirir, yemeden içmeden kesilir, her nefesini zikirle verip kendini helak ederdi. Çünkü ezeli ve ebedi olan Allah’ın (c.c.) kulunu  zikretmesi, evrendeki en büyük olaydır. O’nun zikri yaratılmışlar gibi basit bir söz değildir. O kulunu sonsuz merhameti, affı, cömertliği ile zikreder. Bu ise insan bilincinin kaldırabileceği bir yük değildir. Allah (c.c.) âşıkları, ârifleri için bu ayet-i kerime, duyguları coşturur, tutkuları alevlendirir. Şevke ve aşka getirir. Zikri âdet olarak yerine getirilen ve nefse ağır gelen bir ibadet olmaktan çıkararak aşk ve şevkle kendinden geçilen bir coşku seline çevirir.
    Allah’ı (c.c.) zikrin pek çok faydaları vardır. Bunların hepsini burada saymak olanaksızdır. Biz bu faydalardan birkaç tanesine değinmeden geçemeyeceğiz:
    Allah’ı (c.c.) zikreden insana bu dünyada iken yüzüne genellikle bir nur ihsan edilir. Bu nur, zikrine göre o insanda kuvvet bulur. İhtiyarladıkça da yüzü ışıldar. Halbuki zikirden uzak, özellikle Müslüman olmayan insanların yüzlerine yaşlandıkça genellikle bir meymenetsizlik, çirkinlik gelir. Öyle ki bazılarının yüzüne insan bakmak bile istemez. Baktığında nursuzluktan ve fersizlikten rahatsız olur. Zikrinde olan bir müminin yüzü, Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliğine nuru ile adeta şahitlik eder.
    Zikir ruhun, kalbin gıdasıdır. Çağımızın stres, kaygı, depresyon, panik atak, melankoli… gibi psikolojik hastalıklarına deva ancak zikirle olur. Bu hastalıklar manevi birer boşluktan doğarlar. Bunları ilaçlarla tedavi etmek de doğalarına aykırıdır. Çünkü ilaç bedene tesir eder, bu rahatsızlıklar ise ruhsal bir özellik taşırlar. Zikir bu tür rahatsızlıkları kökünden kazır. Çünkü zikir hem bu hastalıklar gibi ruhsal bir mahiyete sahiptir hem de doğrudan ruha tesir eder. Evinden çıkıp da nereye gideceğini bilemeyen bir insanın başıboşluğu, derbederliği ve serseriliği yerine  zikir insanı yaratılış amacına sevk ederek bütün ruhsal boşluklardan, sıkıntılardan ve hastalıklardan korur. Allah’ı (c.c.) zikreden bir insanın ruhu ve kalbi sağlıklıdır.
    Zikir insanın evine, işine bir bereket getirir. Allah’ı (c.c.) zikreden bir insan, şükür ve kanaat ile bir doygunluk ve yeterlik duygusu içerisinde bulunur. Öyle ki böyle birisi kimseye muhtaç olmaz. Zenginliği ve tokluğu başkalarını da kendisine imrendirir.
    Zikirle insana sırlar dünyası açılır. Allah’ın (c.c.) rızasının ve veliliğin yolu zikirledir.
    Namaz ve diğer ibadetlerden zevk alma zikirle kolaylaşır. İbadetler nefse önce ağır gelir. Nefis ibadetlerden başlangıçta hiç hoşlanmaz. Zikir ibadetlere bir tat ve anlam katar. Zikirle kalp ve letaifler açılır. Üzerlerindeki günah kirleri temizlenir. Allah’tan (c.c.) gelen rahmet, nur ve feyz dalgalarını hissetmeye başlanır. Bu nur alışverişi sayesinde ibadetler nefsin de hoşuna gider. Böylelikle zikir ibadetlere bir derinlik ve boyut katar.
    Allah’ı (c.c.) zikirde nefsin takılıp kaldığı bazı engeller vardır. Onun için zikir herkese nasip olan bir devlet değildir. Allah’ı (c.c.) zikreden insanlar adeta özel olarak seçilmişlerdir.
    Zikirde nefsin belini büken şey, virttir. Virt, zikir dersidir. Gün içerisinde bitirilmesi gereken belli sayıdaki zikre denir. Böyle bir dersi ehil birisinden, mürşid-i kâmilden alan büyük bir devlete sahip olmuştur.
    Virt ile nefsin belinin bükülmesinin nedeni, nefsin alışkanlıklara olan bağımlığından kaynaklanır. Nefis hoşuna gitmese de alışkanlıklara karşı büyük bir bağımlılık gösterir. Onları yapamadan duramaz. İşte onun bu eğilimi, sigara ve içki içmede kötüye kullanılır. Ama her türlü ibadetin yerine getirilmesinde ve özellikle virdi çekmekte büyük bir işe yarar.
    Virt sürekli zikir için bir başlangıç olmalıdır. Virt olmadan sürekli zikre geçiş yapılamaz, ama sürekli zikre geçmeden virdin de tek başına bir yararı olmaz. Sürekli zikir sayıya vurmadan her uygun fırsatta Allah’ı (c.c.) zikretmek, her an düşünmek demektir.
    Nefis Allah’ı (c.c.) zikirde önce hoşlanmaz, ama Allah (c.c.) kalbe verdiği genişlikle, cezbe; nisbet, rahmet ve feyz ile nefsin bu olumsuz duygusunu da ortadan kaldırır. Zikir nefsin de hoşuna giden bir ibadet durumuna dönüşür.
Allah’ın (c.c.) zikrinde gözetilecek asıl amaç, O’nun rızasıdır. O’nun güzel isimleri ile dünyalık isterken utanmamız gerekir. Zira Allah’ın (c.c.) indinde bu dünyanın hiçbir değeri yoktur. Bu konuya peygamberimiz (s.a.s) bir hadis-i şeriflerinde şöyle işaret etmişlerdir: “Eğer Allah’ın yanında dünyanın bir sivrisinek kanadı kadar değeri olsaydı kafirler ondan bir yudum su içemezlerdi.” Başka bir hadis-i şeriflerinde de “Dünya lanetlidir, dünyada olan her şey lanetlidir; yalnız Allah için olan bunun dışındadır.”  buyurmuşlardır. Allah (c.c.) ahirette inanan kulları için akla gelemeyecek, hayal edilemeyecek nice nimetler yaratmıştır. Kuşkusuz cehennemden sığınmak, cenneti istemek de güzel şeylerdir. Ama Allah’ın (c.c.) rızası bunlardan daha öte, daha güzel olan bir amaçtır. O’nun rızası kazanıldığı zaman elbette cehennem bizden uzak, cennet de bizim mekanımız olacaktır. Allah’a (c.c.) geçek anlamıyla iman eden âşıklar ve ârifler O’nun cemalini görmek için cennete de değer vermemişlerdir.

saniyenur
Mon 22 August 2011, 07:57 pm GMT +0200
"Ey mü'minler! ALLAH'ı çok zikredin, sabah, akşam tesbih ve tenzih edin. Sizi karanlıktan aydınlığa çıkarmak için; üzerinize rahmetini, feyz ve bereketini gönderen O'dur. Melekler de sizin için mağfiret dilerler. ALLAH mü’minlere karşı merhametlidir. Onlar ALLAH'a kavuştukları gün, nail olacakları iltifat; selamdır. ALLAH onlara pek iyi bir mükâfat hazırlamıştır." (Ahzab; 41-43)

Zikir Allah'ı anmaktır. Zikir sadece dil ile yapılır diyenler, Allah'ı tanımamış demektir.Zikir, yüreğin tesbihidir. İlk sufi Hz. Adem'dir. Allah, ona bütün Esmayı öğretmiştir. Esma kainata yayılmıştır. Dağa bakmak da zikirdir. taş da zikreder, bakıra vuran çekiç de zikreder. Bir yetimin başını okşamak, yerdeki taşı kimseye zarar dokunmasın niyeti ile kaldırmak, bir hayvanın susuzluğuna çare bulmak da zikirdir.

muhsin iyi
Sun 18 September 2011, 08:23 am GMT +0200
elbette zikirdir bunlar da. ama bir terim olarak zikir de var. sen de yazıda değindiğim sınıftan görünüyorsun. sizin gibileri iyi tanıyorum kardeşim. fıtaratınız neyi kaldırıyorsa ona yönelin. yeterki Allahın rızasını elde edin. ama zikir ehline sakın laf söylemeyin. (hak şarabı tabii) şarabın halinden içen anlar.

yagmur_7-c
Thu 10 July 2014, 03:01 pm GMT +0200
Esselamu aleykum;
Elbette zikir insanı Allah 'a bağlar..Yatarken,uyurken Allah demek
bile sevap kazandırır..O yüzden zikir her açıdan önemlidiir.
Diğer bir ayet-i kerimede de şöyle buyurmuştur:

   "Onlar; ayakta iken, otururken, yanları üstüne yatarken, hep ALLAH'ı hatırlayıp anarlar. Göklerin ve yerin yaradılışı hakkında inceden inceye düşünürler." (Al-i İmran; 191)

Allah c.c. bize onu her dakika,her gün zikretmemiz için güç ve imkan vasıl eylesin..Mevlam razı olsun...

Kaan8/B
Mon 27 April 2015, 08:22 pm GMT +0200
Kalbi zikirlerin telkininde, bâtınî nisbetler ‘Allah’ lafz-i celalinin, nefy-i isbatın, murakabenin ve dili hareket ettirmeden huzurun telkin edilmesi ile elde edilebilir. Hafî zikir, Hz. Ebu Bekir (R.A)'a mahsus olarak, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'den teveccüh yoluyla bâtınî olarak verilmiştir. Hz. Peygamber Efendimiz (S.A.V) bu konu hakkında şöyle buyurmuştur:

   "Allah-u Teala, benim sadrıma (göğsüme) ne doldurduysa, onu olduğu gibi Ebu Bekir'in sadrına ilka ettim.

mevlüde06
Wed 29 July 2015, 01:04 pm GMT +0200
Toprak, nasıl yağmurla bol mahsul vermeye muktedir ise zikir ile de insanın gönlünde, Allah-u Zülcelal'e karşı sevgi ve muhabbet meydana gelir. Zikir, kul ile Allah arasındaki yabancılık duygusunu giderir. Allah'ın zikri ile meşgul olan kimse bu zikre devam ettikçe; gıybetten, yalan söylemekten ve bütün günahlardan korunur. Muhabbetullah'ın (Allah sevgisinin) aslı zikirdir.

Ve aleykumusselam ve rahmetulalh;
Allahım bize seni zikretmemiz,sana şükretmemiz için imkan ve istek ver.gönüllerimizi zikrinle coştur.
Bizi Senden gafil eyleme..amin amin amin

ceren
Wed 29 July 2015, 06:50 pm GMT +0200
Aleykümselam.Rabbim razı olsun paylaşımdan kardeşim.Müslüman zikir ettikçe Allahı andıkça ,kalbini ve aklını besler,günahdan alı oyar,nefsine hakim olup kendini günahdan alı koyar.Rabbimi zikir eden ve faziletine eren kullardan olalım inşallah....

Bilal2009
Thu 30 July 2015, 02:39 pm GMT +0200
Ve aleykümüsselam ve rahmetüllah,  Zikir gönül sularının taşıp dile vurmasıdır.  Ve zikir bizlerin saadet kaynağıdır.  Rabbim ( celle celaluhu ) bizleri zikirden gafil eylemesin.

Sevgi.
Sat 12 August 2017, 04:00 am GMT +0200
Rabbimizi zikretmek kalbe huzur mutluluk neşe verir. Herdaim hakkıyla zikredenlerden olalım inşaAllah