- Zikir Dersi Tarifi

Adsense kodları


Zikir Dersi Tarifi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
neslinur
Mon 5 July 2010, 02:44 pm GMT +0200
ZİKİR DERSİ TARİFİ


1. Soru:

--Eskiden mürşidler, bir müride ders vermeden onun kabiliyetlerine ve sâiresine bakarlarmış; olmazsa, başka dergâha gönderirlermiş. Şimdi de böyle mi?


--Şimdi de öyle olabilir. Bizim Hocamız'dan gördüğümüz, merhametinin çokluğundan, herkesi kabul etmekti. Ama Gümüşhâneli Hocamız'dan görülen; benim dedem Gümüşhâneli Hocamız'a amcamla beraber gelmiş, dedeme vermiş, amcama vermemiş. Aynı köyden iki kardeş geliyor, birisine veriyor, birisine vermiyor. Böyle şeyler olabilir.

Bizim Hocamız herkese toptan ders verirdi. Meselâ Konya'da, Yüksek İslâm Enstitüsü'nün kubbeli camiinde, şöyle bir üslubla söyledi hattâ: "Herkes gittiği yere hediye götürür. Bu da benim size hediyem olsun, bu zikirleri yapın!" dedi, dersi öyle tarif etti.

Bu zamana göre değişiyor. Şu sözünü de hatırlıyorum Hocamız'ın: "Biz size hakîkî şeyh gibi davransak ve sizden gerçek bir dervişlik istesek, hepinizi savurup atarız, bir taneniz kalmaz!" Acıdığı için kabul ediyor, kusurunu görmüyor. Yavaş yavaş, zaman içinde belki adam olur diye, beş sene, on sene, yirmi sene sesini çıkartmıyor... İşareten hatâsını söylüyor...

Gördüğü hatâyı yüzüne söylemez mürşid insanın... "Sen şunu yapıyorsun!" demez. Başka türlü söyler. Remiz yoluyla, işaret yoluyla söyler. Başka şeyi anlatıyor gibi söyler. O da hissesini alacak. Herkes vaazı dinlerken, konuşmasını dinlerken hocasının, "Bu bana söyleniyor!" derse, o zaman anlar işin nereye geldiğini...


2. Soru:

--Müridin dergâha kabul edildiğini anlaması neyle mümkün olur?


--Hoca efendi kabul ettim deyince, kabul edildiği anlaşılır. Mühim olan müridliğin hakîkî müridlik olmasıdır. Allah tarafından sevilen bir mürid haline gelip gelememek durumudur. O da insanın zuhuratından, hallerinden belli olur. İkaz eder Allah... Veyahut taltif eder. Ordan anlaşılır müridin gerçekten mürid olup olmadığı...

Bazısı kabul edilmiştir, çabuk terakkî eder; bazısı etmez. Kabulde bir şey yok da, mühim olan kabul değil... Kabul kapımız açık, herkes girer. Başkalarının da öyle olabilir. Ama mühim olan kapıdan girmek değil, terbiyeyi alıp Allah'ın sevgili kulu olmaktır.

Tasavvufun gayesi nedir?.. Allah'ın sevdiği bir insan olmaktır. Allah'ı bilen, ârif; Allah tarafından sevilen, mahbûb bir kul olmaktır. İki tarafı var: Kendisi ma'rifetullaha erecek, Allah'ın rızâsını ve sevgisini de kazanmış olacak!.. Bunu yapamamışsa, maksad hasıl olmamış demektir. Bunu yapmak için çalışması lâzım!.. Yoksa, kırk dergâha kayıtlansa, gitse gelse, o olmadıktan sonra, Allah sevmedikten sonra kıymeti yok!..


3. Soru:

--Birisi cemaatimizi, tasavvufu takdir ediyor, seviyor; fakat bağlı değil... Böyle birisini acele edip hemen bağlanmaya mı teşvik edelim, yoksa biraz bekletelim mi?..


--Peygamber SAS buyuruyor ki:

(Accilû bis salâti kablel fevt ve accilû bit tevbeti kablel mevt) "Namazı kaçırıveririsiniz, namazı vaktinde hemen kılın! Tevbeyi çabuk yapın; çünkü ölüm geliverir, tevbe edemeden göçüverirsiniz." buyuruyor.

Hayırlı işlerde çabuk davranılır. "Kızınızı evlendirmekte acele edin!" diyor Peygamber Efendimiz... "Cenâzenizi kaldırmakta acele edin!" diyor Peygamber Efendimiz... Acele etmek iyi değil ama, bazı yerlerde acele etmek iyidir. Hayırlı bir işi yapmakta acele edilir.

Ben, "Birisi falan şehirde, sizden ders almak istiyor." denilince, "Aman şu kâğıdı gönder, kabul ettim; bunları yapadursun, sonra da görüşürüz." diyorum.

--Neden?..

--Ertesi gün ben ölürsem, korkuyorum vebal altında kalırım diye... O bir istekte bulunmuş, "Biz bir ay sonra, iki ay sonra geleceğiz!" diyerek, geciktirmiş oluruz diye korkuyorum.

Onun için, hayırlı bir iş mi bu?.. Hayırlı bir iş!.. Hemen yap!.. Bir dakika geçirirse, bir gün eksik kalırsa, uygun olmaz!.. Mâdem seviyor, gelsin hemen başlasın!..


4. Soru:

--Kitabınızda intisabın el tutularak, musafaha yapılarak yapılacağını buyurmuşsunuz; şimdi bu kalabalıkta ben ne yapayım?


--Bir hatırayla cevap vereyim: Muhterem kardeşlerim! Hocamız Konya'ya gitmişti. Konya'da ricâ etmişler, iki minareli, koca kubbeli büyük bir camide Hocamız konuşma yaptı. Yüksek İslâm Enstitüsü'ydü o zaman... Oranın talebeleri ve cemaat gelmişti, çok kalabalıktı. Onların hepsine orda ders tarifi yaptı. Yâni, müridlik vazifesini onlara verdi. Ders tarifi yaptı ama, böyle uzaktan tarif etti. Neden?.. Kalabalık olduğundan... Kalabalık olunca, mâzeret oluyor kalabalık... Peygamber Efendimiz de, Vedâ Hutbesi'nde bütün Arafat meydanı doluydu. Hepsiyle musafaha etse, vakit kalır mıydı?..

Onun için sakin zamanda, tek başına olsa, protokol olur. Ama tek başına olmayıp kalabalık olduğu zamanda olunca, bunlar mühim değil... Mühim olan müridin mürşidini sevmesi, ona bağlılığı hissetmesi...


Hattâ ben size bir şey daha anlatayım: Hocamız'ı Adapazarı'na çağırmışlar. Temiz hava alsın biraz, manzaralı yerdir diye Esentepe'ye götürmüşler. Tam o sırada Esentepe mezarlığına bir cenâze gelmiş. Hocamız gitmiş cenazenin başına... Cenaze namazını Hocamız kıldırmış.

İstanbul'dan Adapazarı'na misafir gidiyor... Adapazarı'nda evsahibi arabasıyla onu Esentepe'ye götürüyor... Esentepe'de bir cenâze geliyor... Namazı kılınmamış daha, mezarlığın orda namazı kılınacak... Hocamız imam oluyor, namaz kılınıyor...

--Ne var bunda?..

--Öyle bir şey var ki!.. Bu adam Hocamız'a intisab etmek isteyen bir kimseymiş meğerse... Üç defa gelmiş buraya, Hocamız seyahatte imiş. Üç defa İskenderpaşa'ya gelmiş, Hocamız'ı bulamamış, boynu bükük dönmüş. Ölüm gelmiş, ölmüş.

--Kim kıldırdı cenâze namazını?..

--Hocamız!..

Anladınız mı şimdi işin esrârını?.. Bak Allah'ın işine!..


Peygamber SAS Efendimiz hadis-i şerifinde buyuruyor ki:

(İnnemel a'mâlü bin niyyât) "Ameller niyetlere göredir." Sen kalbinden öyle istedin mi, Allah nasib ediyor. Senin kalbin bozuk olsa, el tutmak fayda etmez!..

Münafıklar, Allah'ın sevmediği kimseler, Kur'an'da aleyhinde ayet indirilmiş kimseler, Peygamber Efendimiz'i yalanladılar. Musafaha ettiler mi?.. Ettiler. Ne oldu, musafaha etmeleri bir fayda verir mi?.. Vermez!.. Münafık olduğundan, kalbi fâsit, kalbi fâsık, kalbi bozuk olduğundan vermez. Kalbi temiz oldu mu, Allah cenâze namazında nasib eder.


Bir gün ben buraya geldim, pazar günü hadis dersini yapmaya... Evden çıktım ben, şurda bir cenâzecik var dışarda... "Allah rahmet eylesin! Bu kimin cenâzesi, kimmiş bu zavallı?" dedim ben... Kimse bilemedi. İkindi namazını kıldık, cenâze namazını kılacağız. Burası dolu, avlu dolu... Elhamdü lillâh, tıklım tıklım her taraf dolu...

Şimdi aşağıdan kâğıt geliyor: "Hocam! Kadınlar kısmı rutubetli, havasız bir yer... Daha geniş bir yer yapamaz mısınız?" Allah râzı olsun, teveccüh çok, geliyorsunuz ondan... Tenhâ olsa bu hava yeter ama, kalabalık... Bu rutubetin de bereketi var, bu terin de bereketi var...

Hocamız zikir yaptıktan sonra camları açmak isteyenlere açtırtmazdı, bereket kaçmasın diye... Kızardı hem de, "Açmayın!" derdi.

Zikir olmuş Hocamız'ın salonunda, ter kokuyor... Ter ceketimizin üstüne çıkmış, sırılsıklam... Cemaat gitti, Hocamız kaldı orda... Evdekiler camları açıp havalandırmak istedikleri zaman, "Açma, havayı değiştirme!" derdi.


Şimdi içerisi dolu, dışarısı dolu, avlu dolu... Cenâze namazı kılacağız, çâre ne?.. "Ey cemaat-i müslimîn, buyurun cenâze namazı kılacağız, dışarı çıkın!" desek, dışarısı dolu... Çare?.. Cenâzeyi getirdik ön tarafa...

Cenâzenin caminin içinde namazının kılınması mekruh... Burada mecburiyet var... Cemaate dışarı çık desek, çıkamaz; zâten dışarısı dolu... Olmayacak bir şey... Cenâzeyi caminin içine, ön tarafa getirdik, namazını kıldık.

Sonradan içerde öğrendim ki, bizim ihvânımızdan, bir boynu bükük has derviş... İyi dervişti hâ... Cömertti, evinde hep ziyafet verirdi. Râmuz dersleri olurdu evinde... Mücâhiddi, mühendisti, kimsenin sakalı olmadığı zamandan sakallıydı. Şeceresi vardı, Peygamber Efendimiz'in soyundandı, sülâle-i tâhiredendi, seyyid idi. Şeceresi vardı ama, boynu büküktü. Benden yaşı iki kat fazla idi, elimi öpmek isterdi; ben elimi öptürmeğe utanırdım. Mütevâzi idi, dervişliği tamdı.

Ankara'daydı, İstanbul'a gelmiş, vefat etmiş. Cenâzesi aşık olduğu cemaatin camiinde nasib oluyor, içinde nasib oluyor. Kimseye nasib olmaz yâni... Kimseye öyle caminin içinde kıldırmazlar. Ancak Mekke-i Mükerreme'de, Medine-i Münevvere'de kılınır caminin içinde... Burda caminin içinde kıldık. Nasıl yaşarsa insan, ona uygun ölüm oluyor. Soylu insanın hali başka oluyor.


Şekil hiç önemsiz değil, şeklin de önemi var!.. Şeklin önemi olmasa, Peygamber Efendimiz safları düzeltmezdi. Kimisini yakasından öne çekip, kimisini göğsünden geriye itip, "Safları muntazam yapın!" diye meşgul olmazdı.

Şekil önemli ama, öz, iç çok daha önemli!.. İnsanın kalbi önemli!.. Allah insanın dışına bakmaz, kalbine bakar. Kalbi temiz oldu mu, cenâze namazını hocasına kıldırtır. İntisab edemediği hocasına cenâze namazını kıldırtır.

Ne diyor Peygamber Efendimiz SAS: "Bir insan candan, içten, samîmiyetle şehid olmayı arzu ederse, yatağında bile ölse Allah onu şehidler makamına çıkartır. (Velev mâte alâ firâşihî) Yatağında bile ölse, Allah onu şehid makamına ulaştırır. Çünkü, niyeti güzel...

Onun için, niyetinizi güzel yapmağa bakın, kalbinize bakın!.. Şekil de önemli ama, öz, kalb çok önemli!..


5. Soru:

--Bizim cemaatte niye ders alırken istihare yaptırılmıyor?


--Ben istihare yapılmaz diye söylemedim. İstihare yapılabilir ama, gel de şimdi sen şu cami cemaatine istihare yaptır da, istiharelerini dinle!.. Beşyüz kişi ders alıyor. Hadi bakalım hocaefendi geç, bunların istiharelerini dinle; olacak şey değil!..

Bu neden?.. Bu berekettir. Bu tekkenin bereketi var... Siz başındaki kimseye bakmayın, mübarek bir yer burası... Belki dünyanın etkin merkezlerinden birisi burası... Büyüklerin himmeti var burda, ruhâniyeti var...

Hocamız evliyâullahın çok büyüklerinden... Zamanında bilen bildi, bilmeyen bilmedi. Aleyhinde bile konuşan oldu ama, kerametleri silindir gibi ezip geçti. Herkese sorsan, nelerini biliyorlar, nelerini görmüşler!..


Kerametlerinden bir tanesini söyleyeceğim: Şu anda belki aramızdadır.İhvânımızdan Dr. Sedat Bey lisede okurken, rüyasında üç defa bir zatı görmüş. Sedat Bey'e demiş ki, o mübârek zat:

"--Evlâdım bana gel, yanıma gel!.."

Allah Allah!.. Üç defa bir şahıs rüyasına girdi, "Gel yanıma!" diyor ama, nereye gidecek?.. Kim bu?.. Adres yok, telefon yok... Rüyada "Bana gel!" deniliyor sadece...

Tabii, liseyi bitirmiş, tıbbiyeyi kazanmış, üniversiteye İstanbul'a gelmiş. Kumkapı yakınında, Kadırga Yurdu diye bir yurt var; orda kalıyorlarmış. Yurdun mescidi var... Muhtelif fakültelere giden arkadaşlar da orda namaz kılıyorlar; akşamları, yatsıları, sabahları... Fakat bazı akşamlar, yurttaki dindar arkadaşlar bir yere kaybolup gidiyorlarmış. Bir gün dayanamamış, demiş ki:

"--Siz nereye gidiyorsunuz bazı akşamlar?.. Kayboluyorsunuz. Aranızda fıs fıs bir şeyler konuşuyorsunuz, topluca bir yere gidiyorsunuz. Nereye gidiyorsunuz?.."

Demişler ki:

"--Bir hoca var, Mehmed Zâhid Hoca diye... Zeyrek'te Ümmü Gülsüm Camii'nde sohbetler yapıyor. Çok mübarek bir insan... Onun sohbetlerine gidiyoruz. Yâni gizli değil, istersen sen de gel!.." demişler.

O da "Peki!.." demiş, o da dindar... İlk defa o da kalkmış, o arkadaşlarıyla beraber bizim Zeyrek Ümmü Gülsüm Camii'ne gelmiş. Kendisi birkaç defa anlattı da, ben ondan şu kulaklarımla duydum. "Bir de baktım ki, beni rüyada üç defa çağıran şahıs, o şahıs!.." diyor. "Namazdan sonra caminin ortasında oturdum. Cemaat biraz dışarı çıktıktan sonra ben hâlâ oturuyordum. Bana işaret etti, 'Yanıma gel!' dedi. Yanına gittim." diyor. "Beni biraz beklettin be evlâdım!" demiş. Yâni, "Gel dedim de, çabuk gelmedin!" demiş. "Otur!" demiş, ders vermiş. Hocamız öyle bir insan...


Bak ben çok aciz bir kardeşinizim... Hiç beni tanımadan, hiç İskenderpaşa'yı bilmeden, rüyada "İskenderpaşa Camii'ne gideceksin, ordaki filânca hocadan ders alacaksın!" denilen ve elinde adresle gelip benden ders alan kardeşlerimiz var...

Onun için kalbinizi temiz bir kalb yapmağa gayret edin! Şekil, merasim önemli değil...


6. Soru:

--Bazı hanımlara beyleri derse gelmelerine izin vermiyormuş. "Video-kasetten ders tarifini seyretsek dersli sayılır mıyız?" diyorlar.


--Gümüşhaneli Hocamız diyor ki: "Bizi seven, bizim kitaplarımızı okuyan bizdendir." Bu bir gönül bağıdır, esas itibariyle böyledir. Fakat aynı zamanda, Peygamber Efendimiz'e bağlılık gibi bir bağlılık olduğu için, biraz daha yakın bir tanışma halinde olması temenni edilir. Gelemiyorsa, birisiyle haber gönderir; vekâleten konuşur, ders veririz. Böylece özel olarak, belirli olarak irtibat kurmak faydalıdır.


7. Soru:

--Sizden ders almayıp da, sizin tayin ettiğiniz bir kimseden ders almakla tarikata girmiş olur muyuz?


--Girmiş olursunuz. O bizim vekilimizdir. Biz vekil tayin etmişiz, bazı kardeşlerimize vekâlet vermişiz. Tamamdır, bu gibi meselelerde vekâlet caizdir. Nikâhta bile câizdir. Kız gelmiyor karşınıza, birisini vekil tayin ediyor. Onun namına nikâhı kıyıyoruz. Vekâleti sahih olduktan sonra, kıyılıyor. O bakımdan normaldir, tereddüt etmeyin!..