sidretül münteha
Wed 15 September 2010, 04:56 pm GMT +0200
Zeydiyye mezhebinin temel ilkeleri 2
1-KİTAP VE MALUM SÜNNETİN NASSLARI
302- Bu konu, Muhammedi risaletin algılanmasını sağlayan, akim egemenliği konusunu takibeden ilk temel ilkeyi teşkil eder. Böylece ikinci sırayı Kur´an ve malum sünnetin zahirleri almış oluyor. Bu noktada iki hususu gözönünde bulunduruyoruz:
a) Zeydiyye usulcüleri Kur´an île malum hadisi yani mütevatir ve meşhur hadisi, kendileriyle delil getirmenin güçlülüğü ve islami hükümleri ortaya koymada birbirine yardımcı olmaları açısından birinci sırada saymaktadırlar. Şöyle ki, birinci sırada yer alan nasslann biri diğerine yardımcı olması suretiyle uzlaşma sağlanamadığı takdirde biri diğerini nesh veya tahsis eder.
b) "Nasslar" ve "zahirler" kelimeleri, istilahi anlamda kullanılmıştır. Konunun esası, nass ile zahirlerin arasını ayırdetmektir. Dolayisıyle önce bu ıstılahı, sonra da malum sünnetin ne olduğunu, onunla ilim elde etmenin .şartlarının neler olduğunu açıklamak zorunluğu vardır. Aynı zamanda Kur´an-ı Kerim´in Özellikleri konusunda da açıklama yapmak gerekiyor. Allah´ın yardımıyla biz Kur´an´dan, sünnetten ve sünnetin mertebelerinden kısaca sözedeceğiz. eUFusul el-Lu´luiyye´fen naklettiğimiz bu sıralamaya açıklık getirmek, ancak tevatür oluşu açısından Kur´an´in özelliklerini açıklamaya dört elle sarılmamızdan, aynca, zahir, nass, amm ve hass... gibi terimleri açıklamamızdan sonra elde edilebilir. [10]
KUR'AN
303- O, İslam´ın ilk kaynağıdır. Aynca O, kıyamete kadar geçerli olan Hüccetullah Teala´dır. Yine o, Allah´ın olaylara açıklık getiren nurudur. O, Allah´ın insanlara uzanmış ipidir. O, Allah Teala´nın, yaratıklarına mesajıdır. Kim ki o Kur´an´a kulak verirse, kendisine çağrıda bulunan, korkutan, müjdeliyen, irşad eden, yönlendiren, hidayet eden, hükümleri ile emir ve nehiylerini açıklayan, din ve dünyasını dengede tutan Allah Tea-Ia´ya kulak vermiş olur. Hiçbir haberi yoktur ki, insana çağrıda bulunmasın; hiçbir hayırlı çözüm yoktur ki, onu kapsamına almasın. O Kur´an, bütün hükümlerin ana kaynağıdır ki, hükümler kaynağını ondan alır.
Zeydiyye fıkhına ait usul kitapları, Kur´an-ı Kerim´i aşağıdaki şekilde tanımlamaktadırlar:
"O, Muhammed (s.a.v.)´e en küçük bir süresiyle yahut birçok mütevatir ayetleriyle kendisine karşı koyanları aciz bırakmak için indirilmiştir. O Kur´an, alimlerin icmaı ile, kendisine hiçbir şey eklenmeden son Arz´daki[11] ve kendisinden hiçbir şey çıkarılmadan ümmetin elinde bulunan bir kitaptır. îmamiyye´nin karşı çıkmasına rağmen onda hiçbir fazlalık da yoktur. Berae dışında her surenin başında bulunan "besmele"ler, Kur´an´ın asımdandır. Besmele fatiha suresinin başından bir ayet olduğu gibi, bir kısım selefin, İmam Malik, Ebu Hanife, Sevri, Evzai, Medine, Basra ve Şam kurralarınm karşı çıkmaları ile birlikte, selefin cumhuru, Şafiiler ve Mekke kurrasma göre de her surenin başından bir ayettir. İbn Müsseyyeb ve Muhammed b. Ka´b´ın söylediği gibi, ayrıca
İmam Şafii´den de yapılan ayrı bir rivayete göre besmele sadece Fatiha´dan bir ayettir."[12]
304- Şüphesiz bu açıklamanın içeriğinden aşağıdaki dört sonuca varılır:
1- Kur´an-ı Kerim Allah katından indirilmiştir ve Nebi (s.a.v.)´in en büyük mucizesi-dir. Bu mucizeliği sayesinde Arap toplumuna bir benzerini ortaya koymalanyla meydan okumuş, onlar da bunu yapmaktan aciz kalmışlardır. Bu defa uydurmuş bile olsalar benzer on sureyi ortaya koymaları ile meydan okumuş, bunu yapmaktan da aciz kalmışlardır. Nihayet tek bir surenin benzerini getirmeleri ile meydan okumuş, bundan da çaresiz kalmışlardır. İşte Kur´an böyle bir kitaptır. O. bizatihi mucizedir. Bu mucize oluşu da, insan eti değmeden meydana geldiğinin göstergesidir.
2- Alimlerin icmaıyla ona sonradan ne bir fazlalık, ne de bir noksanlık arız olmamıştır. îmamiyye´nin noksanlık konusunda muhalefet ettiği zikredilir. Bu iddiaya göre ona sonradan noksanlık arız olmuştur. Gerçek şu ki, îmamiyye´nin tamamı bu görüşte değildir. Bilakais İmamiyye içerisinden bir grup bu iddiada bulunmuş ve ellerimizdeki mushaflardan, Al-i Beyt´le ilgili ayetlerin hazf edildiğini, Ali (k.v.)´nin yanında hiçbir noksanlık arız olmayan tam mushafm bulunduğunu söylemiştir. Fakat başlarında el-Murtaza, Tusi ve diğerleri bulunan büyük bir İmamiyye toplululuğu bu görüşe karşı çıkmıştır. Hatta İmam Ebu Abdullah Cafer es-Sadık, böyle söyleyenlerin müslüman olmadıkları kanaatini belirtmiştir. Biz de Ebu Abdullah´ın görüşüne katılıyoruz. Bu İddiaları ileri süren kişinin el-Kufeyni olması ilginçtir. Zira onlara göre bu şahıs, rivayet konusunda hüccettir. Oysa böyle bir sapıklık, hatta böylesine apaçık küfür içerisinde bulunan kimsenin yaptığı rivayet nasıl kabul edilebilir?
3- Kur´an-ı Kerim mütevatir olarak gelmiştir. Hiçbir kitabın Kur´an-ı Kerim düzeyinde mütevatir olduğu bilinmemektedir. İleride açıklayacağımız gibi müslümanlann cumhuru kadar zeydilere göre de Kur´an-ı Kerim bütün kıraat şekilleriyle mütevatirdir.
4- Berae suresi dışında her surenin başından bir parça, yahut yalnız Fatiha suresinden bir parça, yahut da hiçbir sureden bir parça olmaması açısından bu tafsilat ve bir lai-fenin bu üç görüşten her birine mensup oluşu, Zeydiyye fıkıh ve usulünün, cumhurun fıkıh ve usulüyle bağlantılı olmasının ölçüsünü aynca hangi fırkadan olursa olsun, Zey-diyye´nin selef fıkhına itimad ettiğini göstermektedir. [13]
Kur´an´m Kıraat Şekilleri ve Tevatür Oluşları
305- Zeydiyye fıkhıyla ilgili usul kitapları, Kur´an-ı Kerim´in kıraat şekilleri nedeniyle taarruza uğramıştır. Belki de kıraat şekillerine bu denli ilgi göstermeleri, İmam Zeyd (r.a.)´den miras olarak aldıkları konulardan birisidir. Nitekim Zeyd (r.a,) kendine özgü bir kıraat şekli rivayet eden kıraat imamları arasındadır.
Onun kıraat şekli, mütevatir kıraat kapsamı içerisindedir. Nitekim el-Fusul el-Lü´lu-iyye kitabında şöyle geçmektedir:
"Zeyd b. Ali Aleyhisselam´ın, kendisinden rivayet edilen bir kıraat şekli vardır." Bütün bu kıraat şekilleri, daha Önce nakletmiş olduğumuz hususlarda kendisine yapılan işareti ilettiğimiz Son Arza ile uyuşmaktadır. Bizim yaptığımız nakillerde şöyle geçer: "Son Arza´daki şekilden hiçbir noksan tarafı yoktur."
Son Arza mükemmel, aynca Nebi (s.a.v.)´in Cibril-i Emin´e noksansız ve ziyadesiz tam olarak okuduğu Arza olduğuna göre bütün kıraat şekilleri bu arza esas alınarak tah-ric edilmiştir. Bu kıraatlerin tamamı o Son Arza ile uyuşmaktadır.
Kendisinden, Kur´an-ı Kerim´in yedi harf üzere nazil olduğu, bunlardan altısının neshedilip, birisinin geriye kaldığı anlamı çıkanlan hadisi şerife gelince, bundan maksat kıraat şekilleri olmayıp, sadece Arap harfleri ve lehçeleridir. Bu yedi harfle okumak
Kur´an´ın nüzulünün ilk yıllarında mubah kılınmış, sonradan neshedilmiş ve geriye Ku-reyş lehçesi kalmıştır. Bu lehçe, Son Arza´yı oluşturan lehçedir. Bu Son Arza da, daha önce belirttiğimiz gibi bütün kıraat şekillerini kapsamaktadır.
306- Yedi kıraat şekli, cumhurun nazarında olduğu gibi Zeydilere göre de müteva-tirdir. Bu kıraatler, İcma suretiyle mütevatirdirler. Asıl kaynağın mütevatir olduğunda ittifak etmişlerdir. O asıl kaynak da, nassın bizatihi kendisidir. Nassın bizzat kendisi ile ilgili değli de, şekli ile ilgili olan med, vakıf ve diğerlerinden oluşan yapıya gelince, se-- nedinin sıhhati üzerinde ittifak oluşturmakla birlikte tevatürü konusunda ayrılığa düşülmüştür. Bir kısım Zeydiyye alimleri ile cumhur alimleri tevatür oluşun sadece nassın kendisinde bulunduğunu, med, vakıf ve diğerlerinden oluşan kıraatin yapısına gelince senedinin sıhhafliliğine rağmen tevatür derecesine yükselemediğini söylemişlerdir. Belki de bu tevatür oluş, sahabe döneminden sonra yaygınlık kazanmış ve tevatür oluşu ile ilgili haberler genişletilmiştir.
Fakat cumhur alimleri mütevatir oluşun, nassın aslım kapsadığı gibi şeklini ve kıraat yapışım da kapsadığı görüşündedirler. Bu takdirde Kur´an-ı Kerim´i tecvid ve tertil üzere okuyan kişinin, sadece Nebi (s.a.v.)´in Kur´an´ı okuduğu ses düzenine göre okumuş olduğu, kesinlik kazanmaktadır. Nitekim Allah Subhanehu, bu şekildeki okuyuşun Kur´an´ın kısım kısım iniş sebeplerinden birisi olduğunu zikretmiştir. Allah Teala Kur´an-ı Kerim´in parça parça inişine müşriklerin yaptığı itiraza cevap olarak şöyle buyurmuş ve Nebi (s.a.v.) de onların konuşmalarının karşılığını vermişti: "İnkar edenler, ´Kur´an O´na topluca indirilmeli değil miydi?´ dediler. Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle ("parça parça indirdik) ve onu tane tane (ayırarak) okuduk." (Fur-kan 32)
Bu yüce nassda itiraz ve cevap bir arada açıklanıyor, itiraz bölümü bizi ilgilendirmiyor. Zihinlerimizde çağrışım yapan bölüm sadece cevaptır. Bu cevap kısmı da iki bölümden oluşmaktadır:
Birincisi: Kur´an, Nebi (s.a.v.)´in ruhsal yapısını fazla aralıkla olmayan zaman dilimleri içinde vahyin ceste ceste indirilmesine alıştırmak, ayrıca Kur-´an-ı Kerim´in manalarını, hükümlerini ve lafızlarını Nebi (s.a.v.)´in kalbine ve parça parça inişin ezberlemelerini kolaylaştırdığı müminlerin safvetine yerleştirmek suretiyle gönülleri sağlamlaştırmıştır.
İkincisi: Kur´an-ı Kerim´in tertilidir. Zira kolayca ezberlenebilmesi Kur´an-ı Kerim´in kağıtlar üzerinde ezberlenmesinden önce gönüllerde ezberlenmesini sağlamıştır. Onun ezberlenmesine büyük ilgi duyulması ve Kur´an´ı direkt olarak Nebi (s.a.v.)´den alma gayreti, ondan örnek alarak okuyanların tıpkı Nebi (s.a.v.)´in okuyuşu gibi okumaları sonucunu doğurmuştur. Sonra da bu tertille okuyuşu kendilerini takibeden kitlelere aktarmışlardır. Böylece her kuşak Kur´an´ı, Nebi (s.a.v.)´den geldiği ve aynen onun okuduğu tarik üzere günümüze kadar nakletm işlerdir. îşte bu şekilde onun yalnız lafzı değil, bilakis lafzı ile birlikte tertil üzere okuyuş tariki de, kıraat şekilleri adını alan ve Nebi (s.a.v.)´den maktu1 olarak rivayet edilen kıraatler biçiminde tevatür derecesine ulaşmıştır. Dolayısıyle alimler şöyle derler. Kıraat, aynı şekliyle izlenen bir sünnettir. Yani o kıraatte hiçbir tağyir ve tebdil sözkonusu değildir.
307- Böylece anlaşılıyor ki, kıraatlerin tümü gerek asıl, gerekse yapı açısından mü-tevatirdir. Buna göre med, imale ve diğer hususlar mütevatir olarak gelen kıraat şekille-rindendir. Birisi şöyle sorabilir: Kur´an´ın kıraat şekilleri acaba niçin değişiklik arzetmiş-tir? Bu sorunun cevabını, Zeydiyye mezhebindeki usul alimleri vermiştir. Nitekim el-Fusul el-Lü´lüiyye´de metni aşağıda bulunan şu husus geçmektedir:
"Kıraat şekillerinin değişiklik arzetmesi ya asıl gerçek olanı ortaya çıkarmak ve sapmaları önlemek, yahut özerinde icma edilen hükmü yakalamak veya ayrılığa düşmüş iki hükmün arasını birleştirmek, belki de hiç bilinemiyecek olanları yoruma kavuşturmak, ya da zahiri manası ters anlamını verdirecek hükmün izahım sağlamak içindir."
Bu açıklama, çeşitli kıraat şekillerinde birtakım gizli yararlann bulunduğunu göstermektedir:
1- İslam şeriati´nin ve Muhammedi risaletin doğruluğu anlamındaki hakkın aslını ortaya çıkarmak. Zira her kıraat şekli bizatihi mucizedir. Böylece karşıtlarını aciz bırakmanın ve tariklerinin sayısı çoğalır. Her kıraat şekli başhbaşma mucize olduğuna göre, bu kıraatler hakkın en şiddetli destekçisi ve en güçlü.
2- Bu kıraatler, kesinleşmiş hükümleri açıklığa kavuşturur. ŞöyJe ki, bazı kıraatlerin delaletlerinin zanni olması durumunda, şayet diğer kıraatlerde onunla uyum sağlıyorsa bu delaletin katileşmesini sağlar. Zira bu tür uyuşum, zanni oluşun nedenini teşkil eden ihtimalleri ortadan kaldırır. Böylece iki kıraatin bir araya gelmesiyle delalet katileşir.
3- İki kıraatten birisinin delaleti, anlaşılması açısından bakış açılarının ayrılığa düştüğü çok ihtimalli durumda olabilir. Bu durumda diğer bir kıraat, iki ihtimalden birisine açıklık getirici ve ihtimalleri ortadan kaldırıcı olarak gelir. Böylece bakış açılarının ayrılığa düşmesi ortadan kalkar. Bunun sonucunda, hiçbir zikzaklı yola sapmadan hakkı, Hakk´m rızasına uygun olarak taleb eden kişilerin nezdinde tek bir görüş meydana gelir.
4- Kıraatlerin ihtilafının, bir ayetten iki hükmün ortaya çıkarılmasına neden oluşudur. Böylece kıraatlerin birisi bir hükmü ifade ederken, ikincisi de kendi ifade ettiği ile birincisinin ifade ettiği arasında hiçbir çelişme bulunmayan yeni bir hüküm ifade eder. Özlü bir nass, aynı ibare ile iki hüküm ifade edebilir. Bu da icazın esranndandır. Kur´an ise, en ince manaları belirtmesinin yanında en mükemmel özlü ifadedir.
5- İki kıraatten birisinin, diğer kıraati tefsir etmesidir. İkisi beraberce, içinde hiçbir kapalılık bulunmayan tefsir edilmiş bir hüküm meydana getirir. Böylece delilden kaynaklanan hiçbir ihtimal ortada kalmaz.
6- Bir kısım kıraatlerin dış görünüşü, İslam hükümlerinin ortaya koyduğu asıl kaynakla uyuşmayan bir mana verilmesine neden olabilir. Bu durumda diğer kıraat şekli, Şeriat´in hükmünü netîeştirici ve şeriat´in o emirden net bir açıklamayla istemiş olduğu hususa açıklık kazandırıcı olarak gelir.
308- Kur´an´ın kıraat şekilleri tevatür derecesinde olduğuna göre, mütevatir olmayan kıraat şekilleri Kur´an sayılmaz. Zira Kur´an-i Keriın´in kendisinden ayrılmayan özelliği, onun mütevatir oluşudur. Mütevatir olmayanlar ise Kur´an sayılamaz.
Şüphesiz Kur´an-ı Kerim, kuşaktan kuşağa mütevatir olarak intikal etmiştir. Nebi (s.a.v.) onu ezberlemiş ve Refiki A´lasma göç etmeden önce de Cebrail´e okumuştur. Ayrıca o Kur´an´ı Nebi (s.a.v.)den aldıkları şekliyle ashabı (r.a.) ezberlemiş, onlardan da tabiin aynen alarak ezberlemişlerdir. Kur´an-ı Kerim sahabe döneminde mushaflara yazılı olmasına rağmen tabiin ve daha sonra gelenler, Kur´an´ı ezberlerken yalnız mushaflara itimad etmiyorlardı. Onu ezberleyen her öğrenci, bir önceki hocasından almış olduğu tertiî ile okuyuşu kendisine intikal ettirmesi için, bir hafızın huzurunda okuyordu. Hatta bu tertil üzere okuyuşun isnad zinciri Nebi (s.a.v.)´e kadar uzanıyordu. Böylece Kur´an´ın nassı tevatür derecesine ulaştığı gibi, aynı zamanda bütün kıraat şekillerinin yapısı da mütevatir oluyordu. Bu durum, günümüze kadar aynı şekliyle devam etmiştir. Böylece Allah Teala´nın "Şüphesiz Kur´an-ı Kerim´i biz indirdik, Onu biz koruyacağız biz." (Hicr 9) fermanı gerçekleşmiş oldu, Kur´an-! Kerim´in mütevatir oluşu, onu ´senedi kati´ bir duruma getirdi. Fakat bazan nassların delaleti zanni olabilir. Bu durumda ihtimal, nassın delaletine döndürülür, fakat senedine döndürülmez. Zira o sened, asla şüpheye yer bırakmayacak şekilde mütevatirdir.
309- Fusui el-Lü´lüiyye´ de Kitap açısından delil getirmede ilk sıranın onun nassla-nna ait olduğu belirtilmiştir. Hemen onların yanına da malûm sünnet´İn nasslan iliştirilmiştir. Bu ikisinden sonraki sıraya da Kitap ve malûm sünnet´İn zahirleri yerleştirilmiştir. Ma´lûm sünnet, mütevatir sünnet demektir. Böylece adı geçen kitap, kendisinden hüküm istinbat edilmesi açısından, her ne kadar mütevatir Sünnet´İn Nebi (s.a.v.)´in sözü ve Kur´an-ı Kerim´in ise Allah Sübhanehu ve Teala´nın kelamı oluşu, öte yandan Rasu-lullah (s.a.v.)´in kelamı, cevami´ul-kelam türünden olsa bile mucizelik özelliği bulunmadığı halde Kur´an´ın mucize oluşu nedeniyle ayrı düşseler dahi mütevatir sünnet-i Kur´an-ı Kerim ile aynı sıraya koymuştur. Şüphesiz nasslar mertebesi ve bir de zahirler mertebesi tarzındaki bu iki mertebe konusundaki açıklamalar, usul alimlerinin mebahi-sü´I-Iafziyye konusu kapsamında ele aldıkları bu ıstılahi deyimleri izah ederken bizi ayrıntıya dalmaya mecbur ediyor. Dolayısıyle bu bahislerle ilgili tanımlan vermeye girişiyoruz. Ayrıca açıklamalarımızın, Zeydiyye fıkhının usul kitaplarından kaynaklanmasına gayret edeceğiz.
310- Zeydiyye usul´ı fıkıh alimleri, Kur´an-ı Kerim´de geçen lafızları muhkem ve müteşabih olarak iki kısma ayırmaktadırlar. Bu taksimi yaparken Allah Teala´nın şu ayetine uyarlar:
"Sana Kitab´ı indiren O´dur. O´nun (Kur´an´ın) bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab´ın esasıdır. Diğerleri de müteşabihtir." (Al-i İmran 7)
el-Bahru´z-Zıhar adlı kitabın altıncı cildinde, metni aşağıda bulunan ifadeler geçer.[14]
"Bize göre muhkem, kendisiyle zahiri anlamının hilafı kastedilmeyen bir kelam iken, müteşabih ise kendisi ile zahirinin hilafı murad edilen kelamdır. İbn Hacib´e göre de muhkem, manası açıkça anlaşılan kelam iken, müteşabih bunun karşıtı olandır."
Şu anda, ahkam ayetlerinde müteşabihlik yönü bulunamayacağı tarzındaki görüş üzerinde fukaha cumhuru arasında ittifak sağlandığından dolayı, müteşabih üzerindeki tartışmalar bizi ilgilendirmiyor. Yine Allah Teala´nın zatı ve fiilleri ile ilgili bir kısım Kur´an lafızlarında müteşabihük bulunduğu şeklindeki tartışmalar da şu anda bizi alakadar etmiyor. Buradaki muhkem kavramı, Hanefi fıkıh usulünde adı geçen muhkemin aynısı değildir. Zira oradaki muhkem kavramı, te´vil, tahsis ve neshi kabul etmeyen nass anlamındadır. Buradaki muhkem ise Kur´an-ı Kerim´in kullandığı şekliyle uyuşmaktadır. Zira Allah Sübhanehu ve Teala bu kavramı müteşabih´in karşıtı kılmıştır. Manası açık olan her nass ister bizatihi neshedilebilsin, isterse edilemesin, müteşabihin karşıtıdır. Her ne kadar ahkam nasslannın tümü Nebi (s.a.v.)´m vefatından sonra ahkam nasslannın neshi söz konusu değildir. [15]
Zeydiyye´ye Göre Muhkemin Kısımları
311- Zeydiyye fıkhına ait usul kitapları, kendisiyle, lafzının zahiri anlamı dışında birşey murad edilmeyen yahut daha açık ifade ile, te´vil kabul etmeyen anlamındaki muhkem nassı aşağıdaki şekilde bölümlere ayırmaktadır:
1- Manası aşikar olan nass (Celi Nass).
2- Kendisinden daha kuvvetli bir karşıtı bulunmadığı takdirde zahir mana,
3- Dil ile ifade edilen karşıt bir ifade (mantûk) olmadığı takdirde anlaşılan mana (mefhum),
4- Karşın bir amm olsa bile hass lafız ve karşıtı mutlak bir lafız olsa bile mukayyed lafız.
5- Aklın güzel karşılamasına muvafakat eden lafız.
6- Karinesi zorunlu veya aşikar olan mecazi lafız.[16]
Yukarıda sayılanlar, muhkeme ait altı kısımdır. Son şıkkı terkedelim. Zira o konuda açıklama yapmak bizi sarf ilminin lügat çalışmalarına çekip götürür. Lakin bu konuda özetle şunu söylüyoruz: Karinesi açık veya zorunlu mecazın, sarih lafızdan başkası olma imkanı yoktur. Bu çeşit mecaz, müteşabih konusuna girmez. "Sultan elini şehrin üzerine koydu" derken egemenlikten "el" ifadesi ile söz etmenin, müteşabih olması mümkün değildir. Yine bunun gibi zorunlu karine, mecazi manayı ifade ederken lafzı ihtimale yer vermeyecek duruma getirir. Allah Teala´nın Kur´an-ı Kerim´inde:
"Kendimi rüyada şarap sıkarken görüyorum" (Yusuf 36) kavlinde olduğu gibi. Şüphesiz şarap, sıkılmasını akim kabul etmeyeceği bir sividır.Aksine sıkma işi, sıkılabi-lecek şeyler için geçerlidir. O da, ileride şaraba dönüşecek olan üzümdür.
Bu kısım üzerinde bu kadarıyla yetiniyoruz. Şimdi diğer kısımlara geçelim. Zira onlar, ahkam ayetlerinin tefsiri, gösterdikleri delaletler konusundaki lafızların ve istinbat edildikleri şer´i manaların açıklamasıdır. .
İmam Zeyd´in, bu lafızların manalarına ve delaletlerinin kuvvetine açıklık getirme, ayrıca bu ıstılahları o lafızlar için vâz etme konularına da derinlemesine bilgi sahibi olduğunu farzedemeyiz. Her ne kadar da fıkıh, beyan ve mantık ilimlerinin zevki, bizi imam Zeyd´in istinbatını yaparken bu delaletlerin kuvvetini gözönünde bulundurduğunu varsaymaya zorluyorsa da, bu tarz bir açıklama onun zamanının fıkıh anlayışının hedeflerinden değildi. Buna göre bu gibi ıstılahların İmam Zeyd (r.a.)´dan sonra ortaya çıkması, böylesine ıstılahların birçok durumlarda İmam Zeyd´in fıkhı ile bağdaştığını söylememizi engellemez.
Bu nedenle muhkemin kısımlarını teker teker ele alıyoruz. Fer´i meselelerin bir bölümü hakkında İmam Zeyd´in o şekilde hüküm vermediği hususun başka bir tarik ile kesinlik kazanmasının elimizde olması dışında, bu usullerin İmam Zsyd´in fıkıh anlayışına ters düştüğünü farzedemeyiz. [17]
Manası Aşikar (Celi) ve Gizli (Hafi) Olan Nass
312- Kur´an-i Kerim ve mutevatir sünnetteki bütün nasslar, Zeydİyye´ye göre hükümler hakkında, kendisiyle karar verilenlerin en güçlüsü sayılmıştır. Nitekim bu kapsama giren nasslan el-Fusul el-Lü´lüiyye sahibi, muhkemin kısımları arasında saymıştır.
Zeydiler nassı, manasına delalet etmesi açısından ihtimal kabul etmeyen lafız olarak tanımlamışlardır. Bu nass, aşikar (celî) nass ve gizli (hafî) nass olmak üzere iki kısma ayrılır.
Celî nass, konulduğu lügat manasının yani kullanıldığı mananın kesinlik ifade etmesi dolayısryle belirttiği mananın dışında bir ihtimal taşımayan nassdir. "Zina eden kadın ve erkeğin her birisine yüz değnek vurunuz" (Nur 2) ayetinde olduğu gibi. Buradaki "yüz değnek" ifadesi konulduğu lügat manasının kesinlik ifade etmesi nedeniyle delalet ettiği mananın dışında bir ihtimal taşımaz. Zira "yüz" kelimesi, asla kendisinden başka ihtimal taşımayan bu sayı için konulmuştur.
Hafi (gizli) nass, aklın düşünerek bulduğu mananın kesinlik ifade etmesi nedeniyle kapsamında hiçbir ihtimal olmayan lafızdır.Bu husus, daha çok itikadla ilgili nasslarda
meydana gelir.
Nitekim el-Fusul el-Lü´lüiyye sahibi bu tanımlardan bahsetmekte ve şöyle demektedir:
"Celî anlamındaki nass, konulduğu mananın kesinlik ifade etmesi nedeniyle başkasına ihtimali olmadığını gösteren lafızdır. Hafi nass ise, düşünmek suretiyle başka manaya ihtimali olmadığını gösteren nassdir. Gazali ve Taberi bu nassı, birincisinin sınırları içerisinde düşünmüştür."[18]
Biz de, müşterek nass olarak kabul edilmesi durumunda fıkhi nasslann hafi nass türünden olduğu eğilimindeyiz. Çünkü örneğin kur kelimesi ancak bir miktar düşündükten ve araştırma yaptıktan sonra "temiz" veya "hayız" manasım gösterir. Bu kelime hanefi-lere göre aklın yargısıyla, ihtimal kabul etmeyen bir nass olarak yalnız "hayız" anlamını belirtir. İmam Şafii (r.a.)´a göre ise bu kelime düşünmek ve araştırmak suretiyle başka anlama gelme si kabil olmayan "temizlik" manasım belirtir.
313- Bu konumda bizim, usulleri açısından Zeydiyye´nin görüşüyle fukaha amme-siyle aynı görüşü taşıyan usul alimlerinin anlayışları arasını dengelememiz gerekmektedir.
Şüphesiz malikiler nassın, belirttiği manadan başka hiçbir ihtimal taşımayan lafız olduğunu söylemişlerdir. Ancak kabul etmeyeceği söylenen ihtimalin anlamı nedir? Acaba nassın delilden kaynaklanan ihtimali kabul etmeyeceği anlamındaki "delilden kaynaklanan ihtimal" midir?
Örneğin bütün öncüllerin, ihtimali olan "zina" kelimesi gibi ki buradaki ihtimal delilden kaynaklanan türden değildir. Yoksa o, sayı belirten lafızlar gibi mutlak anlamda ihtimalleri kapsamına almayan lafız mıdır? Bir kısım malikiler ile şafiiler, bu lafzın sayı belirten lafızlar gibi mutlak anlamda ihtimali kabul etmeyen lafız olduğunu iddia ederken, bir bölümü de, delilden kaynaklanan ihtimali, kabul etmeyen lafız olduğunu belirtmişlerdir.
Zeydiyye´nin, bu lafzın "ihtimal kabul etmeyen lafız" olduğu anlayışı, adı geçen her iki görüş ile de yorumlanabilir. Benim anladığıma göre zeydiler, mutlak anlamda ihtimalin olumsuzluğunu kastedmektedirler. Çünkü onlar o lafzı, konulduğu lügat manasının asıl olması nedeniyle, ihtimal kabul etmeyen lafız olarak tanımlamışlardır. Konulduğu lügat manasının asıl olması nedeniyle ihtimali nefyetmek, bütüiî ihtimalleri nefyetmek anlamında kesin konuşmak olur. Ama biz lafızların lügat açısından delaletinin za-nin olmayıp mutlaka kati olduklarım söyleyecek olursak, bu da sadece zeydilerin tercih ettiği görüştür.
Hanefiler nassı tanımlarken, Zeydiyye ve diğerleri dışında başka bir metod kullanmaktadırlar. Onlar şöyle söylerler:
"Nass, ihtimal taşıyıp taşımamasına bakılmaksızın lafzın gidişatının gösterdiği manadır." Allah Teala´nın faiz konusundaki şu ayeti buna misaldir:
"Onların bu hali, "alış-veriş (ticaret) de faiz gibidir." demeler indendir. Oysaki Allah, ticareti helal, faizi haram kılmıştır." (Bakara 275)
Burada alış-verişin helal olduğunu belirten ifade bulunmaktadır. Fakat lafız, bu manayı belirtmek için kullanılmamış, aksine faizle alış-veriş arasında fark bulunduğunu açıklamak için getirilmiştir. Böylece alışverişin helalliği birinci amaçla değil, ikinci amaçla gelmiştir. Başka bir ifade ile, tabi bir cümle olarak gelmiştir. Yoksa asıl amaçlanan cümle olarak gelmemiştir.
Aynca ihtimal kabul etmeyen bir kısım ibareler vardır. Fakat hanefiler onlan zahir kabilinden saymışlardır. Çok kadınla evlenme konusundaki Allah Teala´nın şu kavli buna örnektir:
"Adalet yapamayacağınızdan korkarsanız bir tane alın." (Nisa 3) Buradaki adaletli olma isteği, hanefilere göre nass ile değildir. Çünkü kelamın akışı, adaleti istemek için değildir. Lakin böyle bir mana, hiçbir ihtimali kabul etmez. Zira İslam´da adalet, kıyamete kadar sürecek kesinlik ifade eden bir fonksiyondur. [19]
2- KİTAP VE MALUM SÜNNETİN ZAHİRLERİ
314- Kur´an ve mütevatir sünnetin her ikisinin de hükümleri aynıdır ve müteva-tirdirler. Zira bu tür hadis de senedi açısından kat´tdir.
Önceden de belirttiğimiz gibi, bunlann arkasından zahirleri gelir. Nitekim Zeydiyye, zahiri, mercuh (tercih edilebilir) manaya ihtimali olmakla birlikte racih (tercihe şayan görülen) manası akla düşen lafız biçiminde tarif etmiştir. Ve ilk bakışta o lafızdan zuhur etmeyen manaya ihtimali olması nedeniyle ameli hükümlerde zan belirttiğini, fakat lafızdan anlaşılan hususun doğruluğuna delil olarak getirildiğinden, yahut da zahiri manasının batıl oluşundan dolayı ilmi konularda kesinlik ifade ettiğini söylemişlerdir. Böyle bir lafızla hüküm verilmez; zira ameli konular kesinlik ifade eden lafızlara dayanır.
Bu tanım, şafii ve malikilerin tanımıyla uyuşmakta, aynca metodlanyla da bağdaşmaktadır. Çünkü onlar, delilden kaynaklanmasa bile ihtimal taşıyabilen kelimeleri zahir olarak saymışlardır.
Hanefiler ise, nass´m tanımında olduğu gibi, zahirin tanımında da cumhura karşı çıkarlar. Onlara göre zahir, kendisini ifade etmek için kullanılmayan kelamı gösteren manadır. Hanefiler buna, Allah Teala´nın:
"Allah alış-verişi helal, ribayı haram kıldı." (Bakara 275) ayetindeki alış-verişin helal olduğuna delalet etmesi açısından riba ayetini örnek göstermişlerdir. Buna yukan-.esjnmiştik. Diğer bir örnek olarak da, Allah Teala´nın kısas konusundaki kavlini
vermişlerdir:
"Tevrat´ta onlara şöyle yazdık. Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak,
dişe diş (cezadır).Yaralar da kısastır. Kim bunu bağışlarsa kendisi için o kejfaret olur. Kim Allah ´in indirdiğiyle hükmetmezse iste onlar zalimlerdir." (Maide 45)
Şüphesiz bu değerli nass, zahiri manasıyla, bahsedilen durumlarda kısasın gerekli olduğunu belirtiyor. Zira mananın gelişi bu hükmün, müslümanlar için getirilen bir açıklama değil, sadece yahudiler için getirilen bir açıklama olduğunu, ayrıca Musa Aleyhisselam´la gönderilen şeriatlerine karşı çıktıklarını ve Hz. Musa´yı göçe zorladıklarını, kendilerine Tevrat´ın hükümlerinden kurtaracak bir yol bulurlar ümidiyle başkalarının nezdindeki hükümlerden yardım bekleyip durduklarım açıklamak için geldiğini belirtmektedir.
315- Bunu böylece belirttikten sonra; Zeydiyye kitaplarının, nass ve zahir´in muhkem ve mübeyyin kabilinden olduğunu net olarak açıkladıklarım söyleyelim. Nassa nis-betle bunun manası açıktır. Zira nass da ihtimal kabul etmez. Tahsis veya başka bir manaya ihtimali olduğu için, ameli konular kendisine dayandırılamaz. Zahire gelince, o açıklanmaya muhtaç bir hususu karara bağlayan lafızdır. Bu, zahir konusundaki ihtimal-li olmanın gereğinin, mantıki olarak, ihtimal ortadan kalkıncaya kadar kendisiyle amel etmemenin zorunlu olduğu anlamındadır. Fakat onlar, zihne ilk düşen mananın, karşıtı bir delil ortaya çıkıncaya kadar kendisiyle hüküm verilmesi gereken asıl kaynak olduğunu söylemişlerdir. Zira kelamın akla ilk düşen manası, akla henüz gelmeyen manaya ait bir delil bulununcaya kadar geçerliliğini yitirmez. Zihne ilk düşen manayı hiçbir delil olmaksızın başka bir mananın ortaya çıkması ihtimalinden dolayı terk etmek, aklın kabul edeceği birşey değildir. Aksi halde herşey askıda kalırdı. Şeriat´in nasslan konusunda askıda bırakılan hiçbir şey yoktur. Zira usul kurallarından birisi, lafızları amel ettirmenin, mücmel bırakmaktan daha evla olduğu şeklindedir.
Zahir mana, Allah Teala´nın aşağıdaki kavlinde olduğu gibi ancak daha güçlü bir delaleti olan nass ile çelişinceye kadar, ihmal edilemez:
iman eden ve iyi şeyler yapanlara, hakkıyla sakınıp iman ettikleri ve salih işler yaptıkları, sonra yine hakkıyla sakınıp iman ettikleri, sonra da hakkıyla sakınıp yaptıklarını ellerinden geldiğince güzel yaptıkları takdirde (haram kılınmadan önce) tattıkla-nndan dolayı günah yoktur. Allah, iyi ve güzel yapanları sever." (Maide 93)
Şüphesiz bu ayetin zahiri manası, her yiyecek şeyin, imanın hakikati amel-i salih ile gerçekleştiği sürece helal olduğu tarzındadır. Fakat bu ayet, domuz etinin, kanın, aynca s abın, te´vil ve ihtimal taşımayan nasslarla haram edilişi gibi, bir kısım yiyecekleri haram talan nasslarla çelişmektedir.
Dolayısıyle Zeydiyye zahir mana ile amel edebilmek için kendisinden daha güçlü bir delille çelişmemesini şart koşmaktadır.
Zeydiler usul kitaplarında, umuma delalet etmesi açısından umum belirten lafızların zahir lafızlardan olduğunu belirtmişlerdir. İmam Zeyd´in istinbatlannda umum-hususla ilgili kaynak haberleri bulunduğu için, konuya ilişkin özel bir bölüm ayırıyoruz. Amelî hükümler belirten birçok lafızlar umumilik ifade ederler. Dolayısıyle kısaca alimlerin bu konudaki görüşlerini ve Özellikle İmam Zeyd´in görüşünü açıklamamız gerekir. [20]
a) Am ve Has
316- Umumilik belirten lafız, mutlak anlamda müştereklik belirten bir husus olması itibariyle yani "adam", "adamlar" ve "kadın" kelimelerinde olduğu gibi herhangi bir müştereklik belirtmeleri itibariyle isim verildikleri şeylerin tamamını belirten lafızdır. Bu tarif cumhur nezdinde usul alimlerinin tarifleri ile yakınlık arzetmektedir. Onlar şöyle derler:
"Umumîlik belirten lafız, tek bir varlığa verilmiş olması açısından uygun düştüğü her şeye delaleti hususunda kapsamına aldığı birçok şeyleri belirten lafızdır. "Adamlar" kelimesi, umumilik belirten bir lafızdır. Çünkü o, birşeyin adı olması itibariyle uygun düştüğü her şeyi kapsadığını göstermektedir."
Yaptıkları bu tanımla, umumilik belirten lafızlarla, tebadül yoluyla birden çok manayı belirten lafız anlamındaki müşterek lafızların arasını ayırmaktadırlar. "Ayn" kelimesinde olduğu gibi. Bu kelime, görme organı, bir şeyin kendisi, casus anlamlarını belirtiyor. Fakat bu anlamlara, tek bir varlığa ad olarak verilmesi itibariyle değil, birçok varlığa ad olarak verilmesi, ayrıca tebadül yoluyla işaret eder. Zikrettiğimiz bu tanım, Zeydiyye´ye göre "müştereklik" anlayışım dışlamaktadır. Çünkü Zeydiyye, bireyler arasında müşterek olan durumu göz önüne almak gerektiğini ve bu anlayışın, müşterek lafızda bütün yönleriyle gerçekleşmediğini belirtir. Mesela "akan göze" ile "gören göz" arasında ortak bir durum sözkonusu değildir. Hanefiler, umumumilik belirten lafzın tanımında ister lafız ve isterse mana ile olsun cemi´ olarak düzenlendiğini söylerler, Birincisinin örneği "adamlar" kelimesi, aynı zamanda Allah Teala´nın: "Sizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, kendi başlarına (evlenmeden) dört ay on gün beklerler..." (Bakara 234) kavlinde olduğu gibi ismi mevsullerdir. Manası ile umumilik belirten ikinci tür lafızlara örnek olarak da "elif lam" ile belirli kılınan cins isimlerdir.
Umumilik belirten lafzın bu tarifinden, infirad yoluyla (çok manayı teke indirgeme) tek bir mana için konulan lafız anlamındaki hususilik belirten lafzın tarifi açığa çıkmaktadır. Bu mana, isimlendirilen şeyler tek bir varlığı belirttiği sürece ister "hayvan" kelimesi gibi başına "elif lam" getirilmeyen bir cins isim olsun, ister "insan" kelimesi gibi bir türü, yahut "Zeyd" ve "İbrahim" kelimeleri gibi bir şahsı belirtsin, değişmez. [21]
Umumîlik Belirten Lafzın Delaleti
317- el-Fusul el-Lü´lüiyye kitabında, metni aşağıda bulunan şu husus geçmektedir: "Kitap, delaleti açısından nass olan lafızlar anlamındaki "kafi" ile, delaletleri açısından nass olmayanlar anlamındaki "zanni" olarak iki kısma ayrılır. Eğer mübeyyin lafız ise manası, kendisinden, yok eğer mücmel ise, beyanından tanınır. Rasul, şeriat´in mücmel yönlerini açıklamak suretiyle hususi duruma getirir."[22]
Acaba umumilik belirten lafzın delaleti hangi türdendir, kapsamına almış olduğu bütün hususlar konusunda zan mı ifade eder? Zeydiyye´nin yorumu, zan ifade ettikleri şeklindedir. Zira Zeydiyye zannilik konusunda onun zahir kabilinden olduğunu belirtmiştir. Zahir lafızlar, onlara göre, delaleti açısından ihtimal götüren lafız oldukları için, zannidir. Zira zahir, nass´ın karşılığıdır. Aynı görüşü, maliki, şafii, hanbeliler de paylaşmaktadır. Kuşkusuz umumilik belirtenler, kapsamına aldığı her şeye kafi bir delaletle delalet etmemekte, bilakis genellikle delaletleri zanni olmaktadır. Çünkü onların da delaleti, tahsise ihtimali olan zahir kabili ndendir.
Kur´an´da tahsis ihtimali pek çoktur. Çünkü Kur´an da tahsis edilmeyen umûmi bir lafız yoktur. Araştırma yaptığımız takdirde tahsis olayının birçok umûmî lafızlar İçerisine girdiğini görürüz. Bu husus tahsis ihtimalini ayakta tutan şeylerdendir. Tahsis ihtimalinin bulunduğu her yerde, kafi oluşun söylenmesi ihtimali kalmaz.
Hanefiyye, Zeydiyye´ye ve fukaha cumhuruna karşı çıkarak derler ki; umumilik belirten lafzın delaleti ve bütün ferdlerini kapsamına alışı, kat´ilik belirttiği anlamındadır. Allah Teala´nın: "Kadınlarınız içinden adetten kesilmiş olanlarla, henüz adetini görmemiş bulunanlardan eğer şüphe ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır." (Talak 4) kavli, hayızdan kesilmek yahut küçük yaşta olmak sebebiyle hayız görmeyip, id-detini dolduran herkesi kapsar. Bu ayrılık ister boşanma, ister sahih bir akdi feshetme, veyahut da fasid bir akdi karşılıklı terketmeden dolayı olsun, değişmez. Hanefilerin müsbet gördükleri kafi oluşun manası, delilden kaynaklanan ihtimali nefyetmektir. Ayrıca hanefiler umûmi bir lafzın kafi olabilmesi için, kapsamına tahsisin girmemesini şart koşarlar. Eğer kapsamına tahsis girerse, diğerlerine delaleti zanni duruma düşer. [23]
[10] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 318-319.
[11] Son Arz:a: Nebinin Cibril-i Emine son defa Kur´an´ı baştan sona arz etmesi (okuması)
[12] el-Bahru´z-Zihar, Mısır Kütüphanesi 6. Ve el-Fusül el-Lü´lüiyye, Mısır Kütüphanesi Varak no: 44.
[13] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 320-321.
[14] el-Bahru´z-Zıhar, 6. Varak no: 9.
[15] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 321-325.
[16] el-Fusül el-Lü?lüiyye, Varak no: 46.
[17] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 325-326.
[18] Varak no:98.
[19] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 326-328.
[20] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 328-330.
[21] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 330.
[22] el-Fusul, el-Lûplü´iyye Varak: 48.
[23] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 331.