- Zekat

Adsense kodları


Zekat

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
Gulinur
Thu 25 November 2010, 05:17 am GMT +0200
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

ZEKAT

A. HAYVANLARIN ZEKATI


Naam denilen hayvanların zekâtını vermek vacibtir. Bunlar ehli olan deve, sığır, koyun ve keçidir. Ehli atlar ve ticaret için olma­yan köleler zekâta tabi değildir. Koyun veya keçi ile geyiğin birleş­mesinden meydana gelen hayvanlar da zekâta tabi değildir.

1. Develerin Zekâtı

Develerin sayısı beş olmadıkça zekâta tabi olmazlar. Beş deve için bir koyun veya bir keçi verilir. On deve için iki, on beş deve için üç, yirmi deve için dört koyun verilir. Yirmi beş deve için bir "Bint-i Mehad" verilir. Otuz altı deve için bir "Bint-i Lebûn", kırk altı de­ve için bir "Hikka", altmış bir deve için bir "Cez'a" verilir. Yetmiş altı deve için iki "Bint-i Lebûn" zekât olarak verilir. Doksan bir de­ve için iki "Hikka"; yüz yirmi bir deve için üç "Bint-i Lebûn" verilir. Bundan sonra her kırk deve için bir "Bint-i Lebûn" ve her elli deve için bir'"Hikka" verilir.

Bint-i mehad, bir yaşını tamamlayıp iki yaşma giren dişi deve­dir. Bint-i lebûn, iki yaşını tamamlayıp üç yaşma giren dişi devedir. Hikka, üç yaşını tamamlayıp dört yaşma giren dişi devedir. Cez'a, dört yaşını tamamlayıp beş yaşına giren devedir. Şat, bir yaşını ta­mamlayıp iki yaşma girmiş koyundur. Zayıf kavle göre cez'a, ön diş­leri düşmüş olsa bile altı ayını doldurmuş koyun veya iki yaşını ta­mamlayıp üç yaşına giren keçidir. Başka bir zayıf kavle göre ise, bir yaşını tamamlamış keçidir.

En sahih kavle göre, develer için zekât verilmesi halinde kişi koyun veya keçi vermekte serbesttir. Zekât verilecek davarın belde­de çoğunlukla bulunan davardan olması şart değildir. Koç veya teke­yi zekât olarak vermek caizdir. Keza sayısı yirmi beşten az olan de­veler için de koyun yerine bir yük devesi vermek caizdir.

Zekât olarak verilecek bint-i mehad yoksa bunun yerine ibn-i lebûn verilir. Ayıplı olan bint-i mehad yok hükmündedir. Kişi, en iyi bint-i mehadı vermekle mükellef değildir. Lakin en sahih kavle göre, ibn-i lebûnu vermekle mükelleftir. Bint-i mehad yoksa bunun yeri­ne bir hikka almır. En sahih kavle göre, bint-i lebûn yerine hikka alınmaz. İki yüz deve gibi iki fariza bir araya gelirse; mezhep alim-lerince kabul edilen rivayete göre, dört hikka verilecek diye takdir yapılmaz. Belki bu ikisinden biri, yani ya dört hikka veya beş bint-i lebun takdir edilir.

Zekât verilecek malda iki haktan biri bulunursa, (her ne kadar fakir için faydalı değilse de) mevcut olanı alınır. Her iki hak da mev­cut değilse, zekât memuru istediği hakkı tahsil eder. Zayıf kavle göre fakir için faydalı olanı alması vacibtir. Her iki hak mevcut ise, en sa­hih kavle göre fakir için faydalı olanı alınır. Şayet mal sahibi hile ya­parak en faydalı olanı gizler veya zekât memuru faydalı olanı seç­mekte ihmalkar davranırsa, iyi olmayanı zekât olarak almak caiz değildir. Mal sahibi iyi olanını gizlemez veya zekât memuru ihmal­kar davranmazsa, alınan hayvan zekât için geçerlidir. En sahih kav­le göre ise, alınan hayvan ile en iyi hayvan arasındaki değer farkını almak vacibtir. Bu farkı dirhem olarak almak caizdir. Zayıf kavle göre değer farkı tayin edilip alınır.

Bint-i mehad vermesi lazım gelen kişi bunu bulamazsa, varsa bint-i lebûn verir ve zekât verdiği kimseden ya iki koyun veya yirmi dirhem alır. Bint-i lebûn vermesi lazımken bulamazsa, bir bint-i me­had ile birlikte ya iki koyun veya yirmi dirhem verir. Veya bir hikka vererek, iki koyun veya yirmi dirhemi alır. Mal sahibi koyun veya dirhemi vermekte ve zekât toplama memuru ikisinden birini almak­ta serbesttir. En sahih kavle göre mal sahibi, derecesi yüksek veya düşük hakkı vermekte serbesttir. Yalnız vereceği devenin hastalık gibi bir ayıbı olmamalıdır.

Mal sahibi zekâtım verirken şart koşulan yaşlardan iki yaş büyük bir deveyi verebilir. Bu durumda aradaki yaş farkını, zekâtı alan kişiden alır. Aradaki farkı vermekle birlikte aşağı derecede olan bir deveyi vermek mümkündür. En sahih kavle göre bu, daha yakın yaştaki devenin bulunmaması şartı ile caizdir. Hoş karşılanan iki ve-cihten birine göre ceza'm yerine bir seniye ile birlikte bir yaş farkını almak caiz değildir. Ben diyorum ki, en sahih kavle ve alimlerin ço­ğunluğu göre caizdir. ALLAH daha iyi bilir. Bir yaş farkı için bir koyun ve on dirhem almak caiz değildir. İki yaş farkı için iki koyun ve yir­mi dirhem almak caizdir.

2.Sığırların Zekâtı:

Sığırların sayısı otuz olunca zekâtlarını vermek vacib olur. Otuz sığır için bir yaşını doldurmuş bir tebi (buzağı) verilir. Bundan sonra her otuz için bir tebi verilir. Sayıları kırk olunca bir müsinne (iki yaşını tamamlayıp üç yaşma giren buzağı) verilir.

3. Koyun Ve Keçilerin Zekâtı:

Koyun veya keçilerin sayısı kırk olunca zekâtlarını vermek va­cib olur. Kırk koyun veya keçi için bir şat

 (bir yaşım tamamlamış ko­yun veya iki yılını doldurmuş keçi) verilir. Sayıları yüz yirmi bir olunca iki şat verilir. İki yüz bir olunca üç, dört yüz olunca da dört şat verilir. Bundan sonra her yüz davar için bir şat verilir.

4. Aynı Türden Olan Koyun Veya Keçilerin Zekâtı

Maşiye'nin (koyun ve keçinin) çeşidi tek ise, mevcut olan çeşit­ten zekât alınır. Koyun yerine keçi, keçi yerine koyun almak en sa­hih kavle göre caizdir. Yalnız kıymet farkına riayet edilmesi şarttır. Koyun ve keçiler karışık ise bir kavle göre, sayısı fazla olandan ze­kat alınır. Her iki çeşidin sayısı eşit ise, zekât faydalı olandan almır. En zahir kavle göre, zekât memuru dilediği türden kıymetleri nispe­tinde alabilir. Keçilerin sayısı otuz, koyunların sayısı on olursa bun­dan zekât olarak dörtte üç keçi ve dörtte bir koyun değerinde bir ke­çi veya bir koyun alınır.

Hasta veya ayıplı olan hayvanı zekât olarak almak caiz değil­dir. Ancak hayvanların tümü aynı durumda ise, bunlardan mevcut olanın benzeri alınır. Hayvanlardan erkek olanı zekât olarak alın­maz. Ancak bir vücubiyet varsa alınır. Keza en sahih kavle göre ma-şiye'nin tümü erkek olursa bunlardan erkek olanı zekât olarak alınır.

İmamın son kavline göre; yavruların zekâtı yavru olarak alınır. Annelerinin Ölmesi durumunda bir yıllık süreleri anneleriyle birlik­te geçirdikleri süre ile tamamlanır. Yeni doğurmuş olan, besi için saklanan, gebe olan ve iyi olan davarlar zekât olarak alınmaz. An­cak mal sahibi razı ise almak caizdir.

Zekâtla yükümlü olup maşiye denilen hayvanlarda ortak olan­lar tek kişi gibi zekât verirler. (Sözgelimi, her birinin ellişer koyunu olan iki ortağın yüz koyunundan iki değil bir koyun alınır.) Keza komşuluk ortaklığına mahsus maşiyenin zekâtı, şu şartlarda tek ki­şinin malı gibi zekâta tabi olur: Birbirinden ayırt edilmeyecek şekilde sulama, istirahat, toplanma, sağım yerleri bir olmalıdır. En sahih kavle göre, koç ve çobanları da bir olmalıdır. En sahih kavle göre komşuluk ortaklığı için niyet etmek şart değildir. En zahir kavle görekomşuluk ortaklığı zekâtı; meyve, ekin, para ve ticaret malında da geçerlidir. Fakat bekçi, kurutulma yeri, dükkan, nöbetçi ve depo­ları bir olmalıdır.

Maşiye zekâtının vücub şartı ikidir:

1- Sahibinin mülkünde iken sürünün üzerinden bir yıl geçmiş olmalıdır. Nisaba ulaşmış sürünün yavruları annelerinin yılma göre zekâta tabi olurlar. Yani yavruların üzerinden bir yıl geçmesi şart değildir. Yıl içinde satış ve hibe gibi yollarla elde edilen mal, mevcut malın yılma mahsup edilmez. Bir kimse mevcut malın kârını sene sonunda elde ettiğini iddia ederse doğrulanır. Şayet bir itham varsa, kendisine yemin ettirilir. Bir kimsenin hayvanları yıl içerisinde mülkiyetinden çıkar, sonra bu malı satış veya hîbe yoluyla geri alır veya bir benzeri ile değiştirirse bir yıllık süre yeniden hesaplanır.

2- Hayvanlar sâime olmalıdır. Senenin fazlasında yemle besle­nen hayvanlar zekâta tabi olmazlar. Hayvana açık bir zarar dokun­mayacak şekilde ve yaşamasını sağlayacak miktarda yem verilirse, en sahih kavle göre zekâtını vermek vaciptir. Şayet onsuz yaşayama­yacak miktarda yem kendisine verilir veya onsuz yaşar da açık bir zarar dokunacaksa, zekâtını vermek vacib değildir. Kendi kendine otlayan veya yem ile beslenen hayvanlar ile çifte sürülen veya su çekmek gibi işlerde çalıştırılan hayvanlar en sahih kavle göre zekâ­ta tabi değildirler.

Hayvanlar su başına geldiklerinde, tek tek sayılmak suretiyle zekâtları alınır. Şayet su yerleri belli değilse, sahiplerinin evi önünde sayılırlar. Mal sahibi güvenilir biri ise hayvanların sayısı hu­susunda sözüne itibar edilir. Şayet mal sahibi güvenilir değilse, hay­vanlar dar bir yerden tek etk geçirilerek sayılırlar.

 

B. EKİN VE MEYVELERİN ZEKÂTI
 

Gıda sayılan ekin ve meyveler zekâta tabidir. Hurma ve üzüm gıda olan meyvelerdendir. Buğday, arpa, pirinç, mercimek ve tercih edilen sair gıda maddeleri ise hububattandır. İmamın ilk kavline göre zeytin, zaferan, yemen zaferanı, aspur ve balın zekâtını vermek vacibtir.

Ekin ve meyvelerin nisabı, beş vesaktır. Bu, Bağdat rıtılı ile bin altı yüz ritle eder. Şam rıtılı. ile (346) tam üçte iki rıtıl eder (346+3/2). Ben diyorum ki, en sahih kavle göre beş vesak, (342) rıtıl ile yedide birinin yedide altısı kadardır. Çünkü en sahih kavle göre bir Bağdat rıtılı, (128) tam ile yedide birinin yedide dördü kadardır. Zayıf kavle göre ise sadece (128) dirhemdir. Bir başka zayıf kavle göre ise (130) dirhemdir. ALLAH daha iyi bilir.

Şayet üzüm ve hurma kurutulursa nisapları kuru olanına, ku-rutulmazlarsa yaş olanına göre hesaplanır.

Hububatın nisabı, tanelerin kabuk ve samandan ayıklan­masından sonra beş vesak olarak hesaplanır. Pirinç ve ales buğdayı gibi kabuğuyla saklanan hububatın nisabı on vesak olarak hesaplanır.

Nisabı tamamlamak için cinsleri (arpa ve buğday gibi) ayrı olan mallar birbirine eklenemez. Fakat türleri ayrı olanlar birbirine eklenir. Zekâtları ise, her türden payına göre çıkarılır. Birbirine ek­lenen türlerin zekâtını ayırmak zor ise, vasat olanından çıkarılır.

Yemen'de San'alılarm yiyeceği olan ales cinsi buğdaya eklenir. Çünkü ales buğdayın bir türüdür. Süit denilen tür ise, müstakil bir cins olup başka cinslere eklenemez. Zayıf kavle göre süit, arpadır. Bir başka kavle göre ise buğdaydır.

Nisabı tamamlamak için bir yılın meyve veya ekini bir başka yılın mahsulüne eklenemez. Bir yıl içinde elde edilen meyveler, her ne kadar ayrı zamanlarda olgunlaşırlarsa da birbirine eklenirler.

Zayıf kavle göre ikinci mahsul birinci mahsul biçildikten sonra elde edilirse, birinci mahsule eklenemez. Bir yıl içinde elde edilen ekinler birbirine eklenirler. En zahir kavle göre, bir yılın ekinini bir­birine eklemek için hasadın aynı yıl içinde olması dikkate alınır.

Ekin veya meyveler yağmur suyu veya suya yakın olmaları se­bebi ile kökünden içmesi yoluyla sulanırsa, zekâtım onda bir oranın­da vermek vaciptir. Taşıma veya dolap suyu ile veya satın alınan su ile sulanan ekinler yirmide bir oranında zekâta tabi olurlar. En sahih kavle göre, su kanalları ile sulanan ürünlerin hükmü, yağmur suyu ile sulanan ürünlerin hükmü gibidir. Her iki sulama yöntemi ile eşit şekilde sulanan tarlanın ürünü, dörtte üç oranında zekâta tabidir. Her iki sulama yönteminden hangisi fazla kullanılıyorsa, bir kavle göre o su dikkate alınır. En zahir kavle göre zekâtın miktarı, ziraatın yetişmesine ve gelişmesine göre hesaplanır. Bir kavle göre ise, zekâtın miktarı sulama adedine göre hesaplanır.

Meyve ve ekinlerde zekâtın vacib olabilmesi için meyvelerin ol­gunlaşması, hububatın da tanelerinin sertleşmesi lazımdır.

Meyveler olgunlaşmca (yenilecek hale gelince), sahibinin mik­tarını tahmin edip zimmetine geçirmesi sünnettir. Meşhur kavle göre, meyvelerin tümü tahmine dahil edilir. Bir kişinin tahmin yap­ması kafidir. Tahmin eden kişinin adil olması şarttır. Keza en sahih kavle göre hür ve erkek olması da şarttır.

Hars (tahmin) yapıldığı zaman en zahir kavle göre, bu meyve­lerden fakirin hakkı kesilir. Bu takdirde kuru hale gelmelerinden sonra zekâtlarını vermek üzere üzüm ve hurma mal sahibinin zim­metine geçer. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, tahmi­ni yapan kişinin fakirin hakkını malikin zimmetine geçirdiğini ve mal sahibinin bu zimmeti kabul ettiğini açıklaması şarttır. Zayıf kavle göre ise, tahmin ile fakirin hakkı kesilmiş olur. Mal sahibinin malı zimmetine geçirdikten sonra tahmin edilen malın tümünde satış ve başka yollarla tasarruf yapması caizdir.

Şayet mal sahibi miktarı tahmin edilen meyvelerin hırsızlık gi­bi gizli veya yangın gibi görünen bir sebeple telef olduğunu iddia ederse, yemin ettirilerek sözü doğrulanır. Malın bilinmeyen bir se­beple telef olduğunu iddia ederse, en sahih kavle göre kendisinden delil getirmesi istenir. Sonra telefe sebep olan şey konusunda kendi­sine yemin ettirilir ve sözü tasdik edilir.

Mal sahibi tahmin yapanın haksızlık ettiğini veya yanıldığını iddia eder ve iddia ettiği bu yanılma işi genellikle uzak bir ihtimalle vuku bulan bir yanılma ise, iddiası delilsiz kabul edilemez. Şayet id­dia edilen yanılma ihtimal dahilinde ise, en sahih kavle göre iddiası kabul edilir.

 

C. ALTIN VE GÜMÜŞÜN ZEKÂTI
 

Gümüşün nisabı 200 dirhem (561 gr), altının nisabı ise Mekke ölçüsüyle 20 miskal (80.18 gr.)'dır. Nisab miktarı kadar olan altın ve gümüşün onda birinin dörtte biri (kırkta biri) zekât olarak verilir.

Külçe halinde bulunan altın ve gümüş, halis olarak nisab mik­tarı kadar olmadıkça zekâta tâbi olmaz. Altın ve gümüş karışımın­dan olan bir kabın zekâtı madeni çok olanına göre veya ateşte eriti­lip birbirinden ayırtılarak her birinin zekâtı ayrı ayrı verilir.

Süs için olsun veya olmasın, kullanılması haram sayılan altın ve gümüş eşya zekâta tâbidir. En zahir kavle göre, mubah olan süs eşyası zekâta tâbi değildir. Altın ve gümüş kaplar, erkeğin taktığı bi­lezik ve halhal haram olan süs eşyalarıdır.

Bir kimse giyme kastı olmaksızın veya altın işiyle iştigal edene kiraya vermek kastı ile bir bilezik edinse, en sahih kavle göre bu zekâta tâbi olmaz. Keza mubah olan süs eşyası kırılır da tamir kastı ile bekletilirse zekâta tâbi olmaz.

Altından süs eşyası kullanmak, erkek ve ersel olana haramdır. Ancak kesik burnu, parmak ucunu, düşmüş veya bozulmuş dişi altından  yaptırmak  veya  tutturmak  caizdir.  Yalnız  parmağın tümünün altından olması caiz değildir. En sahih kavle göre, erkeğin yüzüğünün taşını altınla tutturması haramdır. Gümüşten yüzük takması ise caizdir. Erkeğin kılıç, mızrak ve kemer gibi harp aletle­rini gümüşle süslemesi caizdir. En sahih kavle göre, gem ve eğer gi­bi giyim için sayılmayan eşyayı gümüşle süslemek caiz değildir.

Kadının harp aletlerini altın ve gümüşle süslemesi caiz değil­dir, fakat altın ve gümüşten çeşitli süs eşyası giymesi caizdir. Keza en sahih kavle göre, altın ve gümüşle dokunmuş elbiseleri giymesi caizdir.

En sahih kavle göre, mubah olan süs eşyasında aşırı şekilde is­rafa kaçmak haramdır. Mesela 200 dinar ağırlığında olan halhal, ke­za erkeğin israfa kaçarak harp aletlerini süslemesi gibi.

Kur'ân-ı Kerimi gümüş ile süslemek, keza kadının Kur'ân'ını altınla süslemesi caizdir.

Altın ve gümüşün zekâtı için nisab miktarı malın üzerinden bir yılın geçmesi şarttır. Lü'lü gibi sair değerli cevherler zekâta tâbi değildir.

 

D. MADEN VE HAZİNELERİN ZEKÂTI
 


Bir kimse altın veya gümüş bulursa, bunun kırkta birini (1/40) zekât olarak vermesi lazımdır. Bir kavle göre beşte birini (1/5), bir başka kavle göre ise, maden ocaktan zorlukla elde ediliyorsa kırkta birini, kolaylıkla elde ediliyorsa beşte birini vermelidir.

Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, elde edilen made­nin nisaba ulaşması şart olup üzerinden bir yılın geçmesi şart değildir.

Maden ocaktan arka arkaya çıkarılıyorsa, nisabı tamamlamak için birbirine eklenir. İmamın son kavline göre, arka arkaya elde et­mek şart değildir. Aletleri tamir emek gibi meşru bir sebeple çıkar­ma işlemine ara verilirse, madenler birbirine eklenir. Şayet çalışma mazeretsiz kesilirse bu takdirde ilk kez çıkarılan maden, ikinci kez çıkarılana eklenemez. Nisabı tamamlamak için veraset veya hîbe yo­luyla malik olunan miktara elde edilen maden eklendiği gibi ikinci kez çıkarılan maden de birinci kez çıkarılana eklenir.

Hazine beşte bir oranında zekâta tabidir. Meşhur kavle göre, hazineden elde edilen beşte bir oranındaki miktar, zekâtın harcandığı yerlere harcanır. Hazinenin zekâta tabi olabilmesi için nisa­ba ulaşması şarttır. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, madenin altın veya gümüş olması şarttır. Hazine gelirlerinin üzerin­den bir yılm geçmesi şart değildir.

Hazine, cahiliye dönemi halkı tarafından gömülen altın ve gümüş gibi maldır.

Hazine müslümanlara ait arazide bulunur da sahibi bilinirse, kendisine verilir. Sahibi bilinmezse, hükmü lükatanm (buluntu malın) hükmü gibidir. Keza, müslümanlara mı, yoksa cahiliye döne­mi insanlara mı ait olduğu bilinmezse buluntu mal hükmündedir. Sahipsiz bir arazide veya ihya ettiği bir arazide hazine bulan kimse, onu mülkiyetine geçirir ve onun zekâtını vermesi lazımdır. Hazine bir mescid veya caddede bulunursa, mezhep alimlerince kabul edi­len rivayete göre, lükata hükmüne girer. Bir şahsın arazisinde bulu­nur ve o da kendisinin olduğunu iddia ederse hazine onun olur. Ken­disine ait olduğunu iddia etmezse, arazinin önceki sahibine verilir. İlk ihya edene ulaşıncaya kadar böyle devam eder.

Hazinenin kime ait olduğu konusunda satıcı ve müşteri, kira­ya veren ile kiralayan veya ödünç veren ile ödünç alan arasında ih­tilâf çıkarsa, araziyi elinde bulunduran kimseye yemin ettirilir ve sözü doğrulanır.

 

E. TİCARET MALININ ZEKÂTI
 

Ticaret malı zekâta tabi olması için üzerinden bir yıl geçmiş ol­ması ve nisabının yılın sonunda dikkate alınması şarttır. Bir kavle göre, yılın evvelinde ve sonunda nisaba ulaşmış olmalıdır. Bir başka kavle göre ise, sene boyunca nisabı devam etmelidir.

En zahir kavle göre ticaret malı yıl ortasında nisabdan az bir paraya çevrilir ve bununla bir mal alınırsa, en sahih kavle göre bir senelik süre kesilmiş olur. Bir yıllık süre, malın satın alındığı tarih­ten itibaren işlemeye başlar. Süre tamamlandığında malın kıymeti nisab miktarının altına düşerse, en sahih kavle göre süre yeniden başlar ve ilk süre geçersiz sayılır.

Ticaret malının ihtiyaç eşyasına dönüşmesi, kişinin buna niyet etmesiyle olur.

Bir mal, satış akdi gibi bir bedel karşılığında alındığı ve onun­la ticaret yapmaya niyet edildiği zaman ticaret malı olur. Keza en sa­hih kavle göre, mehir veya boşanma karşılığı olarak elde edilen bir malın da ticaret malı olabilmesi için ticaret niyetiyle alınması şart­tır. Ancak hîbe veya dağdan odun getirmek suretiyle elde edilen mal veya ayıbı sebebiyle geri iade edilen mal, ticaret malı sayılmaz.

Bir kimse, ticaret malını nisab miktarı kadar bir para ile mülküne geçirdiği zaman bunun süresi parayı mülküne geçirdiği ta­rihten itibaren hesaplanır. Şayet para nisab miktarından az ise veya kendi ihtiyacı için bulundurduğu bir mal ile almış ise, bu süre malı aldığı tarihten itibaren işlemeye başlar. Zayıf kavle göre, bir kimse saime diye tabir edilen hayvanlarının nisabı kadar ticaret malı mülkiyetine geçirmişse; sürenin kalan kısmı hayvanların geçirdiği süreye eklenir ve ticaret malı paraya çevrilmemişse, kâr sene sonun­da ana sermayeye eklenir. En zahir kavle göre, mal paraya çevril-rnişse kâr ana sermayeye eklenmez.

En sahih kavle göre, saime hayvanlar dışında ticari hayvan­ların yavruları, yünleri; ağaçların meyveleri, dalları ve yaprakları ti­cari mal olup, süreleri ana sermayenin süresine tabidir. Bu malların zekâtını değerlerine göre kırkta bir nisbetinde vermek vacibtir.

Ticaret malı, nisab miktarı kadar her hangi bir para ile satın alınmış ise, alındığı para ile değerlendirilir. Keza en sahih kavle göre, para nisab miktarından az ise de onunla değerlendirilir. Bir mal karşılığında satın alınmışsa, değeri beldenin yaygın parasına göre değerlendirilir.

Beldede iki tür para yaygın ise ve mal birisine göre nisaba ulaşıyorsa, nisaba ulaşan paraya göre değerlendirilir. Her ikisine göre nisabı dolduruyorsa fakirler için daha faydalı olan ile kıymetlendiri­lir. Zayıf kavle göre mal sahibi dilediği paraya göre takdir eder.

Bir kısmını para bir kısmını da mal karşılığı mülk edinmişse, para ile satın alman aynı para ile; geri kalanı da beldenin yaygın olan parası ile kıymetlendirir. Ticaret için olan kölelerin zekâtını vermek vacib olduğu gibi, fıtır sadakalarını da vermek vacibtir.

Ticaret malı, saime hayvanlar olur ve para veya ticaret malın­dan hangisine göre nisaba ulaşırsa, o malın nisabına göre zekâtını vermek  vacib  olur.   Hem  para  hem  de  ticaret  malında  nisaba ulaşırlarsa, imam'm son görüşüne göre, hayvanların kendilerinden zekât verilir. Bu takdirde, süresi işlenmiş bir mal ile mesela, bir kim­se altı aylık bir süreyi dolduran ticaret malı ile nisab miktarı kadar koyun satın alırsa, en sahih kavle göre yıl tamamlanınca tüm malın zekâtını vermesi vacib olur. Sonra bu koyunların süresi yeniden iş­lemeye başlar ve devamlı her yılın sonunda zekâtları verilir.

Kâr oraklığı zekâtında amil (şirketi çalıştıran ortak), kârın belli olmasıyla hissesine malik olmaz dediğimiz takdirde; mal sahibi yıl sonunda tümünün zekâtını vermelidir. Sermayeden öderse, en sahih kavle göre zekât kârdan hesaplanır. Kârın belli olmasıyla amil hissesine malik olur dediğimiz takdirde; mal sahibi sermaye ve kâr­dan olan hissesinin zekâtını vermesi lazımdır. Mezhepçe kabul edi­len rivayete göre, amil de hissesinin zekâtını vermesi lazımdır.

 

F. FITIR ZEKÂTI
 

En zahir kavle göre fıtır zekâtı, bayram gecesinin ilk vaktinde (güneşin batması anında) vacib olur. Güneş battıktan sonra ölen kimsenin fitresi verilmelidir. Fakat güneş battıktan sonra doğan ço­cuk için fitre verilmez .

Fitreyi bayram namazından önce vermek sünnettir. Bayram gününden sonra vermek ise haramdır.

Kafire fitre vacib değildir. En sahih kavle göre kafirin, geçi­minden sorumlu olduğu müslüman kölesinin ve müslüman akra­basının fitresini vermesi kendisine vacibtir. Köleye de fitre vacib de­ğildir. Mukâteb köle hakkında bir vecih vardır: Mukâteb kölenin kendisinin ve zevcesinin fitresini vermesi vacibtir. Bir kısmı hür olan bir kölenin hür kısmının fitresini vermesi vacibtir.

Fakir olan kimseye fitre vacib değildir. Bayram günü ve gecesin­de hem kendisine hem de nafakasından sorumlu olduğu kimselere ye­tecek nafakadan fazla bir mala sahip olmayan kimse fakir sayılır. En sahih kavle göre fıtır zekâtım veren kimsenin, mesken ve muhtaç ol­duğu hizmetçisinin dışında fazla bir mala sahip olması şarttır.

Kendi fitresini vermekle yükümlü olan kimse, kendisine nafa­kası vacib olan (karısı, babası, annesi... gibi) kişilerin de fitresini vermekle yükümlüdür. Ancak müslüman olan kimse kafir olan kölesinin, yakınlarının ve karısının fitresini vermekle yükümlü olmaz. Köleye zevcesinin fitresi, çocuğa da üvey annesinin fitresi vacib de­ğildir. Çocuk hakkında bir vecih vardır. (Yani üvey annesinin fitresi­ni vermesi vacibtir.)

Hür olan kadının kocası fakir veya köle ise, onun fitresini ver­mesi ezher görüşe göre lazımdır. Keza cariyenin fitresinin de efendi­si tarafından verilmesi lazımdır. Ben diyorum ki, en sahih kavle ve İmamın kesin görüşüne göre, hür olan kadının fakir veya köle olan kocasının fitresini vermesi lazım değildir. ALLAH daha iyi bilir.

Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, haberi kesilen kölenin fitresini hemen vermek vacibtir. Zayıf kavle göre, fitresini döndüğü zaman vermek vacibtir. Bir kavle göre ise fitresini vermek gerekmez.

En sahih kavle göre fitrenin bir kısmına malik olan kişinin, önce kendi fitresini vermesi gerekir. Birkaç fitreye malik olan kim­senin ise; önce kendi fitresini, sonra zevcesinin, sonra küçük çocuk­larının, sonra anne ve babasının ve daha sonra büyük çocuklarının fitresini vermesi lazımdır.

Fitre bir sa'dır. Bir sa' (693) tam (1/3) dirhemdir. Ben diyorum ki, ekinlerin zekâtı bölümünde geçtiği gibi, en sahih kavle göre bir sa' (685) tam (5/7) dirhemdir. ALLAH daha iyi bilir.

Fitre yaşam için gerekli olan gıda maddesinden verilir. Keza en zahir kavle göre keş peynirinden de vermek caizdir. Fitreyi beldenin gıda maddesinden vermek vacibtir. Zayıf kavle göre kişi, fitresini kullandığı gıda maddesinden verir. Bir başka zayıf kavle göre ise, di­lediği gıda maddesinden verir.

Değersiz gıdanın yerine daha değerli olanı vermek caizdir. Fa­kat bunun aksini yapmak caiz değildir. Bir veçhe göre, gıda madde­sinin değerli ve değersiz olanı kıymetine göre takdir edilir. En sahih kavle göre fitre, azık olarak en çok kullanılan maddeye göre takdir edilir. Buğday, hurma ve pirinçten iyidir. En sahih kavle göre arpa, hurma ve kuru üzümden iyidir. Hurma da kuru üzümden iyidir. Ki­şi kendi fitresini kullandığı gıda maddesinden, yakınlarının fitresini ise daha iyi olanından verebilir.

Fitrenin yarısını bir cinsten yarısını da başka bir cinsten ver­mek caiz değildir.

Beldede birkaç gıda maddesi olur da genelde kullanılan biri ol­mazsa, kişi dilediği gıdadan fitresini verir. Gıda maddesinin en fazi­letlisi en kıymetli olanıdır.

Kişinin kölesi bir başka beldede olursa, en sahih kavle göre fit­resi o beldenin gıda maddesine göre dikkate alınır.

Ben diyorum ki; fitreyi sağlam (kırılmamış) hububattan ver­mek vacibtir. Bir kimse zengin çocuğunun fitresini onun malından verirse bu caizdir. Bunun hükmü, kendi malından fitresinin veril­mesi için başkasına izin veren kimsenin hükmü gibidir. Yalnız ergin­lik çağında olan çocuğun izni olmadan onun fitresini vermek caiz de­ğildir.

Biri zengin diğeri fakir iki kişi bir kölede ortak iseler zengin olan payına düşen kısım için yarım fitre vermesi lazımdır. Her iki or­tak zengin olur da beldelerindeki fitre cinsi ayrı ayrı olursa en sahih kavle göre, her birinin kendi beldesinin fitresi cinsinden yarım fitre vermesi lazımdır. ALLAH daha iyi bilir.

 

G. ZEKÂTIN FARZ OLMASININ ŞARTLARI VE ZEKÂTA TABİ OLAN DİĞER MALLAR
 


Bir kimseye zekâtın vacib olması için müslüman ve hür olması şarttır. Mürtedin temlik hakkı askıya alındığı takdirde, İslam'a dönmesi halinde zekât vermesi lazımdır. Mukâteb köle zekât ver­mekle yükümlü değildir.

Çocuğun ve delinin malından zekât vermek vacibtir. Keza en sahih kavle göre, yarısı hür olan kölenin malı nisaba ulaşırsa zekât vermesi vacibtir.

En zahir kavle göre gasp edilmiş, denize düşmüş veya çalınmış olan malın zekâtını vermek vaciptir. Ancak sahibinin eline geçme­dikçe zekâtı verilmez.

Müşterinin mülkiyetine geçirmediği mal, daha satıcının elinde iken yılını doldurursa, zekâtını vermek müşteriye vacibtir. Zayıf kavle göre ise bunda iki kavil vardır.

Bir kimse kayıp olan malım elde etme imkanına sahipse, zekâtını derhal vermesi vacibtir. Şayet elde etme imkanına sahip değilse, bunun hükmü gasp edilmiş malın hükmü gibidir.

Borç olarak verilen davarın veya mukâteb köleden alınması ge­rekli olmayan malın zekâtını vermek vacib değildir. Borç ticaret malı veya para olursa, İmamın ilk kavline göre, zekâtını vermek va­cib değildir, imam'ın son kavline göre borcun peşin olması veya borçlunun darda olması veya kayıp olması gibi bir sebeple borç tah­sil edilemezse, bunun hükmü gasp edilmiş malın hükmü gibidir. Şa­yet borç kolayca tahsil edilebiliyorsa, vaktinde zekâtını vermek va-cibtir. Borç vadeli ise, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre hükmü, gasp edilmiş malın hükmü gibidir. Zayıf kavle göre kişinin, vadeli borcunu elde etmeden zekâtını vermesi vacibtir.

Ezher görüşlere göre borç, zekâtın vacib olmasına mani değil­dir. Üçüncü bir kavle göre ise borç, gizli olan malın zekâtının veril­mesine manidir. Gizli olan mal, para ve ticaret malıdır.

En zahir görüşe göre, borç sebebiyle kısıtlılık altında bulunan kişinin malı kısıtlılık müddeti esnasında yılını doldurursa, hükmü gasp edilmiş malın hükmü gibidir. Bir kimsenin terekesine hem zekât hem de insanlara ait bir borç taallûk ederse, önce zekât takdir edilip verilir. Bir kavle göre önce borç ödenir. Bir başka kavle göre ise ikisi de aynı seviyededir.

Ganimet malının zekâtına gelince, henüz mal taksim edilme­den savaşçılar mülkiyetlerine geçirip üzerinden bir yıl geçer ve malın tümü zekâta tabi olur da herkesin payı nisaba ulaşırsa veya mal toplu halde iken nisaba ulaşmış ise, zekâtının verilmesi vacibtir. Şayet bu şartlar mevcut değilse zekâtını vermek vacib olmaz.

Bir kadın saime hayvanların nisabı kadar mehir alır, mülkiye­tine geçirir ve üzerinden bir yıl geçerse, zekât vermesi lazımdır.

Bir kimse bir evi 80 dinara dört yıl kiraya verir ve parayı alır­sa, en zahir kavle göre mülkiyetine geçirdiği paranın zekâtını ver­mesi lazımdır. Şöyle ki; birinci yılın sonunda 20 dinarın zekâtım ve­rir, ikinci yılın sonunda 20 dinarın bir yıllık, ikinci 20 dinarın da iki yıllık zekâtını verir. Zira birinci 20 dinarın üzerinden bir yıl, ikinci yirmi dinarın üzerinden iki yıl geçmiş oluyor. Üçüncü yılın sonunda ise, 40 dinarın bir yıllık, 20 dinarın üç yıllık; dördüncü yılın sonun­da, 60 dinarın bir yıllık, 20 dinarın da dört yıllık zekâtını verir. İmamın son kavline göre, birinci yılın sonunda 80 dinarın zekâtını verir. Çünkü bu parayı mülkiyetine geçirmiştir. Bunun hükmü, mehrine karşılık olarak aldığı 40 koyunun zekâtım birinci yılın so­nunda veren kadının hükmü gibidir.

 

H. MALIN ZEKÂTINI VERMEK
 


Mümkün ise, zekâtı acele üzere vermek vacibtir. Mümkün ol­mak demek, zekât malı ile zekâtı hak eden kişilerin mevcut olmaları demektir.

Kişi, gizli olan malının (para ve ticaret malının) zekâtını ken­disi vermelidir. Keza imam'ın son kavline göre, açık olan mallarının zekâtını da kendisi vermelidir.

Bir kimse, malının zekâtını hak sahiplerine dağıtması için bir vekil tayin edebilir. Aynı şekilde hak sahiplerine dağıtmak üzere dev­let başkanına da teslim edebilir. En zahir kavle göre, zekâtı devlet başkanına teslim etmesi daha faziletlidir. Yalnız devlet başkam ada­letli değilse, mal sahibinin zekâtını bizzat dağıtması daha faziletlidir.

Zekâtı verirken niyet etmek vacibtir. Niyet ederken: "Bu malımın farz olan zekâtıdır." veya "Bu malımın farz olan sada-kasıdır." şeklinde niyet edilmelidir. Sadece "Bu malımın farzıdır." demesi niyet için yeterli değildir. Keza "Bu malımın sadakasıdır." demesi de en sahih kavle göre kafi değildir.

Niyette malı tayin etmek vacib değildir. Şayet mal tayin edilir de zekâtı verildikten sonra malın telef olduğu anlaşılırsa, verilen zekât başka bir mal için geçerli olmaz.

Çocuk veya delinin malının zekâtını verirken velinin niyet et­mesi lazımdır. En sahih kavle göre müvekkilin (vekil tayin edenin) vekiline yetki verdiği anda niyet etmesi kafidir. Zekâtın dağıtılması esnasında vekilin niyet etmesi gerekmez. Fakat zekâtın verilmesi anında vekilin niyet etmesi daha faziletlidir.

Şayet mal sahibi zekâtını devlet başkanına teslim ederse, tes­lim anında niyet etmesi yeterlidir. Eğer niyet etmezse, en sahih kav­le göre zekât geçerli olmaz. Devlet başkanı dağıtım esnasında niyet etse de geçerli olmaz. En sahih kavle göre, zekâtını vermeyen kim­seden güç kullanarak zekâtı alan devlet başkanının o esnada niyet etmesi lazımdır. Zira bu durumda onun niyet etmesi kafidir.

 

I. ZEKÂTI PEŞİN VERMEK
 


Nisab miktarından az aynî mala malik kimsenin zekâtını peşin vermesi sahih değildir. Yıl tamamlanmadan zekâtı peşin vermek ise caizdir. En sahih kavle göre, iki yılın zekâtı peşin verilmez. Rama­zanın ilk gecesinde fıtır sadakasını vermek caiz olup en sahih kavle göre, ramazan ayı girmeden fıtır sadakasını ayrıca taneleri sertleşme­den hububatın zekâtını vermek caiz değildir. Fakat meyveler olgun­laştıktan ve habbeler sertleştikten sonra zekâtlarını vermek caizdir.

Zekâtı peşin vermenin caiz olması şu şartlara bağlıdır: Mal sa­hibi sene sonuna kadar zekât vermeye ehil ve zekâtı alan kişi sene sonunda zekâtı hak etmiş olmalıdır. Zayıf kavle göre kişi, sene so­nunda dinden çıkma gibi bir sebeple zekâtı hak etmiş olmaktan çıkarsa aldığı mal zekât sayılmaz. Fakat aldığı zekât sebebiyle zen­gin olursa bunun zararı yoktur.

Peşin verilen zekât, herhangi bir mani nedeniyle zekât sayıl­maz da mal sahibi malını geri istemeyi şart koşmuş ise geri isteye­bilir. En sahih kavle göre mal sahibi sadece "Bu peşin olan zekâtımdır." demiş ise, malını geri isteyebilir. Peşin olarak verilen zekât için bir mani çıkmaz ve zekâtı alan kişi bunun peşin zekât ol­duğunu bilmezse, mal sahibi malını geri isteyemez. Zekât sahibi ile zekâtı alan kişi istirdadın tespiti konusunda anlaşmazlığa düşerler­se, malı elinde bulundurana yemin ettirilir ve sözü tasdik edilir. İstirdat sabit olup mal telef olmuşsa, alan kişi zamin olur. En sahih kavle göre, malın verildiği günkü değer dikkate alınır. Şayet mal noksan bulunursa, elinde bulunduran eksiklik payı (ersi) ödemez. Ayrıca mala bitişik olmayan artışı da iade etmez.

Zekât mevcut iken geciktirilir ve telef olursa tazmin edilir. An­cak zekât mümkün olmadan bir kasıt olmaksızın telef olursa, tazmin etmek vacip olmaz. Bir kısmı telef olursa, en zahir kavle göre geriye kalan kısmı borç olarak kalır.Malm yılı dolduktan sonra zekât daha mümkün olmadan sahibi tarafından telef edilirse zekât sakıt olmaz.

Zekât, malın bizzat kendisine ve ortaklık mala taallûk eder. Bir kavle göre rehineye de taallûk eder. Bir başka kavle göre ise re­hinenin bizzat kendisine değil de kişinin zimmetine taallûk eder. Zekâtı verilmemiş bir mal satılırsa en zahir kavle göre satış, zekât miktarı malda değil geri kalan kısımda geçerli olur.

 


ceren
Sat 17 December 2016, 03:51 pm GMT +0200
Essleamu aleyküm.Zekat vermesi gereken tüm şartları sağlayan tüm kardeşlerimizin zekatlarını hakkıyla ve vaktinde vermelerini nasip etsin rabbim inşallah...

Bilal2009
Sat 17 December 2016, 03:57 pm GMT +0200
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri malını Allah yolunda harcayanlardan eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun