ecenur
Thu 6 May 2010, 11:16 pm GMT +0200
Hidaye Tercümesi / Zekat
Hayvanların Zekâtı (Develer)
Sığırların Zekâtı
Davarların Zekâtı
Atların Zekatı
Bir Fasıl
Gümüşün Zekâtı
Altının Zekâtı
Ticaret Eşyası
Maden Ve Hazinelerin Zekâtı
Ekin Ve Hayvanların Zekâtı
Zekât Kimlere Verilebilir, Kimlere Verilemez?.
ZEKÂT BAHSİ
{Hür, baliğ, âkil ve müslüman olan kimse, eğer nisap denilen miktarda bir mala mâlik olur ve o malın üzerinden bir yıl geçerse, o malın zekâtı o kimseye vacip olur.) Zira Cenâb-ı Hak Kur´an-ı Kerim´in birçok âyetlerinde «Zekâtı verin» diye emrettiği gibi Peygamber Efendimiz de (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâm «Mallarınızın zekâtını veriniz- ([1]) buyurmuştur. Ayrıca zekâtın vücubu hakkında icma da vardır. Vacipten maksat farzdır. Çünkü vücubunda şüphe yoktur. Ancak farz olması için -metinde de geçtiği üzere- birtakım şartlar vardır:
1- Hür olmak. Çünkü kölenin elinde mal bulunsa bile, kendisinin değildir.
2 - Baliğ ve âkil olmak. Sebebi biraz sonra anlatılacaktır.
3 - Müslüman olmak. Çünkü zekât bir ibadettir. Müslüman olmayan kimsenin ibadeti ise makbul değildir.
4 - Malın nisap miktarı olması. Zira Peygamber Efendimiz (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) zekât düşen malların her bir çeşidi için ayrı bir miktar koyarak malın o miktardan az olduğu zaman ona z&-kât düşmediğini bildirmiştir. ([2])
5- Malın üzerinden bir yıl geçmesi. Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâm); «Hiç bir malda, üzerinden yıl geçmedikçe zekât yoktur» ([3]) buyurmuştur. Aynca, yılın içinde dört mevsim vardır. Malın fiatlan da çoğunlukla mevsimlere göre değiştiği için kişi elindeki malı bir yıl içinde nenıalandırabilir.
Sonra, zekâtın vücubu fevri midir? Yani zekât vacip olur olmaz hemen verilmesi gerekir mi, yoksa kişi istediği zaman vermekte serbest midir? Bunda ihtilâf edilmiştir. Kimisi: «Hemen verilmesi gerekir. Çünkü mutlak emir bunu gerektirir», Kimisi de : -Kişi istediği zaman vermekte serbesttir. Yani vacip olduğu zaman vermeyip yıllarca sonra da verse, günah işlemiş olmaz. Bunun içindir ki, zekâtı tehir edilip vacip olduğu zaman ödenmeyen bir malın ziyaâ uğraması halinde ödenmesi gerekmez- demiştir.
(Çocuk ile deliye zekât farz değildir.) Çünkü zekât -yukarıda da söylediğimiz gibi- bir ibadettir. Çocuk ile deli ise ibadet ile mükellef değillerdir. İmam-ı Şafii: «Zekât ibadetten çok, mali bir vergi olduğu için o da nihayet öşür ve haraç gibidir, .öşür ve haraç, nasıl kadının nafakası ve benzeri gibi zaruri masraflara kıyasen çocuk ile delinin maundan çıkanlıyorlarsa, zekât da öyledir- demiştir. Biz diyoruz ki: öşür ve haraç ile zekât arasında fark vardır. Zira haraç gayrimüslimlerden alındığı için tamamen toprak vergisidir. öşürde ise her ne kadar ibadet vasfı varsa da ondaki toprak vergisi olma vasfı daha galiptir. Eğer deli, az bir zaman dahi olsa yılın bir kısmında akh basma geliyorsa ona zekât farzdır, imam EbûYûsuf dan ise -Delilik kişide ister çocukluktan beri süregelen, ister büyüdükten sonra başgösteren bir hal olsun, yılın çoğu hangi halde geçerse o hal muteberdir- diye söylediği rivayet olunmaktadır. İmam Ebû Hanife de: «Çocukluğundan beri deli olan kimse, eğer iyileşirse iyileştiği tarihten itibaren yılı başlar. Nasıl ki çocuğun da yılı, çocuk baliğ olduktan sonra başlar» demiştir. (Efendisile hitabet akdi yapan köleye de zekat faiz değildir.) Çünkü, her ne kadar efendisile hitabet akti yapmış ise de, henüz köle olduğu için tam bir mülke sahip değildir. Bunun içindir ki eğer bu kölenin köleleri olursa onları azatlayamaz. (Nisap miktarı mab olup da, malı kadar borcu bulunan kimseye de zekât farz değildir.) Çünkü bu kimsenin her ne kadar nisap miktarı malı varsa da, bu malı ancak onun manevî hayatını kurtarabilecek miktarda olduğu için ona, susuz ve çıplak olan kimsenin muhtaç olduğu su ve zaruri elbise kadar lüzumludur. Bu itibar ile bu kimsenin malı varsa da yok hükmündedir.
Imam-ı Şafiî: «Bu kimse her ne kadar borluç ise de, mülkiyetinde nisap miktarı mal bulunduğu için ona zekât farzdır» demiştir. (Borçlu olup da malı borcundan fazla olan kimseye ise, eğer fazla olan malı nisap miktarı varsa o miktarın zekâtını vermesi farzdır.) Borçtan maksat, kullann alacağı olan borç olup, nezir, keffâret ve fitre gibi dini borçlar zekâtm farziyetine mâni değildir. Fakat zekât borcu, dinî bir borç olduğu halde eğer zekâtı ödenmiyen mal henüz duruyor ve onunla mal nisabın altına düşüyorsa, zekâtm vücübuna manidir.
îmam Ebû Hanife ile îmam Muhammed´e göre, zekâtı ödenmeyen mal durmuyorsa da yine manidir. Çünkü eğer zekâtı ödenmeyen mal, hayvanlar ise devlet bu borcu kendisinden ister. Diğer mallar ise bu görevde kendisi devletin yerine kaimdir İmam Züfer de; -Zekâtı ödenmeyen mal ister dursun ister durmasın zekât borcu zekâtın vücübuna mani değildir. Yani onunla mal nisabın altına da düşse, zekâtınm verilmesi gerekir- demiştir. Rivayete göre İmam Ebû Yûsuf da: -Zekâtı ödenmeyen mal eğer duruyorsa manidir, durmuyorsa mani değildir» demiştir.
(Mesken evleri, giyilen elbiseler, ev eşyası, binek hayvanları, hizmet köleleri ve kullanılan silâhlara zekât düşmez.) Çünkü bunların hepsi kişi için ihtiyaç maddeleridir ve aynı zamanda bunlardan gelir de sağlanamaz, tlim ile uğraşan kimsenin kitapları ile sanatkârın sanata ile ilgili âletleri de öyledir.
(Eğer bir kimse bir başkasında alacağı olur ve fakat o başkası İnkâr ettiği için bir türlü tahsil edemez, ancak yıllardan sonra is-bat edip tahsil ederse, geçen yılların zekâtı kendisine lâzım gelmez.) İmam Züfer ile îmam-ı Şâfin -Lazım gelir» demişlerdir. Nerede olduğu bilinmeyen veyahut kaybolan, ya da gasbedilip .de gasbedildigi isbat edilemeyen veyahut denize düşen mal ile efendisini bırakıp kaçan köle de elegeçtikleri zaman öyledirler. Aynı ihtilâf, kaçan, ya da kaybolan veyahut gasbedilen kölenin fitresi efendisine vacip midir, değil midir? meselesinde de caridir. imam Züfer.ile Imam-ı Şafii bu meselelerin hepsinde: «Mal sahibinin elinde değilse de onun mülkü olduğu için zekâtı kendisine vaciptir. Elinde olmaması vücûba halel vermez. Nasıl ki yolculukta olan kimsenin kölesi beraberinde olmadığı halde fitresi ona vaciptir» demişlerdir. Biz ise, H z. Ali (Radıyallâhü anh}´in «Ele geçeceği umulmayan mala zekât düşmez» mealindeki mevkuf hadisine dayanıyoruz. ([4]) Hem de zekat ancak, sahibine kazanç sağlayan mala düşer. Sahibinin elinde olmayan maldan ise kâr sağlamak mümkün değildir. Yolculukta olan kimse ise, kölesi tasarrufu altında olduğu için ondan kâr sağlayabilir. Nitekim onu satabilmesi de tasarrufu altında olduğu içindir.
Evde gömülen mala, çıkarılması mümkün olduğu için zekât düşer. Tarlada gömülen malda ise ihtilâf edilmiştir.
Eğer bir kimsenin bir başkasında alacağı olur da, o başkası -ister zengin, ister fakir olsun- borcunu inkâr etmiyorsa, o alacağa zekât düşer. Zira inkâr edilmeyen borcun zenginden tahsili kendiliğinden, fakirden de icra yolu ile mümkündür. Eğer o başkası borcunu inkâr ediyor ve fakat alacaklının ya şahitleri vardır, ya da hakim durumu biliyorsa -aynı sebebe binaen- yine hüküm böyledir. Eğer borçlunun müflis olduğuna hüküm de edilirse - imam Ebû H a n i f e´ ye göre- yine böyledir. Zira ona göre herhangi bir kimse hakkında verilen iflâs hükmü geçersizdir. 1 m a m M u -h a m m e d ise: -Bu durumda o alacağa zekât düşmez. Çünkü borçlunun müflis olduğuna hükmedildiği için ondan borcun tahsili mümkün değildir» demiştir. İmam Ebû Yûsuf´a gelince : fakirlerin menfaatini gözeterek, iflâs hükmünün geçerli olup olmadığı konusunda imam Muhammed´in, görüşüne o alacağa zekât düşüp düşmediği konusunda da imam Ebû Hani f e ´ nin görüşüne katılmıştır. (Eğer bir kimse bir taşıtı ticaret için aldıktan sonra onu satmaktan vazgeçerek hizmette kullanmaya niyet ederse, o taşıtın zekâtını verme vücubu sakıt olur.) Çünkü burada satmaktan vaz geçme niyetiyle vaz geçme fiili beraberdir. (Eğer hizmet için aldıktan sonra niyetini ticarete çevirirse, onu satmadıkça ona zekât düşmez. Zekât ancak taşıtı sattıktan sonra kaça satarsa o paraya düşer.) Çünkü burada niyet ile amel biribirinden ayrıdırlar. Zira taşıtı satmaya niyet etmekle, onu bilfiil satmak ayn ayrı şeylerdir. Fakat eğer bir mala miras yolu ile malik olduktan sonra o malı ticaret için satmaya niyet ederse, o mal hemen ticaret malı olup ona zekât düşer. Çünkü burada yalnız niyet vardır, amel yoktur. Zira bir şeye miras yolu ile malik olmak amel değildir. Eğer bir şeye hibe, vasiyet, nikâh, hukuk veya kısas yerine paraya razı olmak yolu ile malik olur ve ondan sonra o şey ticaret niyetini getirirse, İmam Ebû Yûsuf: «O şey ticaret malı olur. Çünkü o şeyi kabul etmek ameli ile onu satmak niyeti beraberdirler.»
imam Muhammed ise: -Ticaret malı olmaz. Çünkü o şeyi satmaya niyet etmekle, onu bilfiil satmak ameli beraber değillerdir» demişlerdir. Kimisi: «İmam Ebû Yûsuf ile İmam Muhammed arasındaki ihtilâf bunun tersidir» demiştir.
(Zekât denirken veyahut Ödenmesi gereken miktar anamaldan ayrılırken zekât niyeti getirilmezse zekât ödenmiş olamaz.) Çünkü zekât bir ibadet olduğu için onda niyet şarttır. Niyette de amel ile beraberlik asıldır. Ancak zekât muhtelif kimselere verildiği için her bir kimseye verildiğinde eğer niyet şart okırsa güç olur. Bunun için, oruca başlamazdan önce getirilen niyet nasıl orucun sıhhati için kâfi geliyorsa, zekâtın sıhhati için de ödenmesi gereken miktar anamaldan ayrılırken zekât niyetini getirmek kâfidir.
(Eğer bir kimse, malının hepsini yardıma muhtaç kimselere dağıtırsa zekât farzı istihsanen sakıt olur.) Zira zekât malın bir kısmı olduğu için hepsi verilince zekât da verilmiş olur. (Eğer malının bir kısmını dağıtırsa, İmam Muhammed´e göre dağıtılan kısmın zekâtı ödenmiş olur. Çünkü zekât malın her bir parçasında mevcut olduğuna göre bir kısmı dağıtılınca o kısmın zekâtı da beraberinde verilmiş olur. imam Ebû Yûsuf ise: -Zekâttan hiç bir şey ödenmiş olamaz. Çünkü maldan hangi kısmın zekât olduğu belli değildir. Ancak ne zaman ki malın hepsi harcanıp da zekât olarak verilmesi gereken miktar yalnız kalırsa, işte o zaman kalan kısmın zekât olduğu anlaşılmış olur- demiştir.[5]
Hayvanların Zekâtı (Develer)
(Sayısı beşten aşağı olan deve sürüsüne zekât düşmez. Ancak ne zaman ki sayısı beş olur ve üzerinden de bir yıl geçerse, dokuza varıncaya kadar bir koyun, on olursa ondörde varıncaya kadar iki koyun, onbeş olursa ondokuza kadar üç koyun, yirmi olursa yirmi dörde kadar dört koyun, yirmi beş olursa otuz dört oluncaya kadar ikinci yaşma basan bir dişi deve yavrusu, otuz beş olursa kırk beşe varıncaya kadar üçüncü yaşına basan bir dişi deve yavrusu, kırk altı olursa altmışa kadar, dördüncü yaşma basan bir dişi deve, altmış olursa yetmiş beşe kadar, beşinci yaşma basan bir dişi deve, yetmiş altı olursa doksana kadar, üçüncü yaşına basan iki tane dişi deve yavrusu, doksan bir olursa yüz yirmiye kadar, dördüncü yaşma basan iki tane dişi deve lâzım gelir.) Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zekât memurlarına yazdığı mektuplarında develerin zekâtı hakkında bu şekilde talimat verdiği meşhurdur. ([6])
(Bundan sonra yenıbaştan başlayarak daha önce ne lâzım geliyor idiyse, yine aynısı lâzım gelir. Yani yirmiye kadar artan her beş deve için, daha önce lâzım gelen develer dışında bir koyun ve artan develer yirmi beş olunca, sürünün sayısı yüz kırk dokuz oluncaya kadar, ikinci yaşma basan bir dişi deve yavrusu lâzım gelir ve yüz elli olunca dört yaşmdaki dişi develerin sayısı üç olur. Bundan sonra bir daha yenibaştan başlayarak yirmiye kadar her beş deve için yine bir koyun ve artan develer yirmi beş olunca iki yaşında, otuz altı olunca üç yaşında bir dişi deve lâzım gelir ve sürünün sayısı yüz doksan altı olunca, iki yüze kadar, lâzım gelen dört yaşmdaki dişi develerin sayısı dört olur. Bundan sonra yine yenibaştan başlayarak yüz elliden sonraki hesaba göre zekât lâzım gelir ve artık böylece devam eder.) Biz Hanefilere göre böyledir. İmam Şafii: ise: «Develerin sayısı yüz yirmiyi aşınca üç tane üç yaşına basan dişi deve yavrusu ve yüz otuz olunca bir tane dört yaşına, iki tane de üç yaşına basan dişi deve, ondan sonra her bir kırk deve için bir tane üç yaşma basan ve her bir elli deve için bir tane dört yaşına basan dişi deve lâzım gelir, Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâm) «Develer yüz yirmiyi aşmca her ellide, bir tane dört yaşına ve her kırkta, bir tane üç yaşma basan dişi deve yavrusu lâzım gelir» buyurmuştur» demiştir. Biz diyoruz ki: Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Amr b. Hazm´e yazdığı mektubun sonunda «Develer bundan az olursa her beş deve için bir koyun lâzım gelir- diye yazdığı ([7]) için biz ziyade ile amel ederiz. Zekât düşmede (Arap develeriyle melez develer arasmda fark yoktur.) Zira deve kelimesi her ikisine de şamildir.[8]
Hayvanların Zekâtı (Develer)
Sığırların Zekâtı
Davarların Zekâtı
Atların Zekatı
Bir Fasıl
Gümüşün Zekâtı
Altının Zekâtı
Ticaret Eşyası
Maden Ve Hazinelerin Zekâtı
Ekin Ve Hayvanların Zekâtı
Zekât Kimlere Verilebilir, Kimlere Verilemez?.
ZEKÂT BAHSİ
{Hür, baliğ, âkil ve müslüman olan kimse, eğer nisap denilen miktarda bir mala mâlik olur ve o malın üzerinden bir yıl geçerse, o malın zekâtı o kimseye vacip olur.) Zira Cenâb-ı Hak Kur´an-ı Kerim´in birçok âyetlerinde «Zekâtı verin» diye emrettiği gibi Peygamber Efendimiz de (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâm «Mallarınızın zekâtını veriniz- ([1]) buyurmuştur. Ayrıca zekâtın vücubu hakkında icma da vardır. Vacipten maksat farzdır. Çünkü vücubunda şüphe yoktur. Ancak farz olması için -metinde de geçtiği üzere- birtakım şartlar vardır:
1- Hür olmak. Çünkü kölenin elinde mal bulunsa bile, kendisinin değildir.
2 - Baliğ ve âkil olmak. Sebebi biraz sonra anlatılacaktır.
3 - Müslüman olmak. Çünkü zekât bir ibadettir. Müslüman olmayan kimsenin ibadeti ise makbul değildir.
4 - Malın nisap miktarı olması. Zira Peygamber Efendimiz (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) zekât düşen malların her bir çeşidi için ayrı bir miktar koyarak malın o miktardan az olduğu zaman ona z&-kât düşmediğini bildirmiştir. ([2])
5- Malın üzerinden bir yıl geçmesi. Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâm); «Hiç bir malda, üzerinden yıl geçmedikçe zekât yoktur» ([3]) buyurmuştur. Aynca, yılın içinde dört mevsim vardır. Malın fiatlan da çoğunlukla mevsimlere göre değiştiği için kişi elindeki malı bir yıl içinde nenıalandırabilir.
Sonra, zekâtın vücubu fevri midir? Yani zekât vacip olur olmaz hemen verilmesi gerekir mi, yoksa kişi istediği zaman vermekte serbest midir? Bunda ihtilâf edilmiştir. Kimisi: «Hemen verilmesi gerekir. Çünkü mutlak emir bunu gerektirir», Kimisi de : -Kişi istediği zaman vermekte serbesttir. Yani vacip olduğu zaman vermeyip yıllarca sonra da verse, günah işlemiş olmaz. Bunun içindir ki, zekâtı tehir edilip vacip olduğu zaman ödenmeyen bir malın ziyaâ uğraması halinde ödenmesi gerekmez- demiştir.
(Çocuk ile deliye zekât farz değildir.) Çünkü zekât -yukarıda da söylediğimiz gibi- bir ibadettir. Çocuk ile deli ise ibadet ile mükellef değillerdir. İmam-ı Şafii: «Zekât ibadetten çok, mali bir vergi olduğu için o da nihayet öşür ve haraç gibidir, .öşür ve haraç, nasıl kadının nafakası ve benzeri gibi zaruri masraflara kıyasen çocuk ile delinin maundan çıkanlıyorlarsa, zekât da öyledir- demiştir. Biz diyoruz ki: öşür ve haraç ile zekât arasında fark vardır. Zira haraç gayrimüslimlerden alındığı için tamamen toprak vergisidir. öşürde ise her ne kadar ibadet vasfı varsa da ondaki toprak vergisi olma vasfı daha galiptir. Eğer deli, az bir zaman dahi olsa yılın bir kısmında akh basma geliyorsa ona zekât farzdır, imam EbûYûsuf dan ise -Delilik kişide ister çocukluktan beri süregelen, ister büyüdükten sonra başgösteren bir hal olsun, yılın çoğu hangi halde geçerse o hal muteberdir- diye söylediği rivayet olunmaktadır. İmam Ebû Hanife de: «Çocukluğundan beri deli olan kimse, eğer iyileşirse iyileştiği tarihten itibaren yılı başlar. Nasıl ki çocuğun da yılı, çocuk baliğ olduktan sonra başlar» demiştir. (Efendisile hitabet akdi yapan köleye de zekat faiz değildir.) Çünkü, her ne kadar efendisile hitabet akti yapmış ise de, henüz köle olduğu için tam bir mülke sahip değildir. Bunun içindir ki eğer bu kölenin köleleri olursa onları azatlayamaz. (Nisap miktarı mab olup da, malı kadar borcu bulunan kimseye de zekât farz değildir.) Çünkü bu kimsenin her ne kadar nisap miktarı malı varsa da, bu malı ancak onun manevî hayatını kurtarabilecek miktarda olduğu için ona, susuz ve çıplak olan kimsenin muhtaç olduğu su ve zaruri elbise kadar lüzumludur. Bu itibar ile bu kimsenin malı varsa da yok hükmündedir.
Imam-ı Şafiî: «Bu kimse her ne kadar borluç ise de, mülkiyetinde nisap miktarı mal bulunduğu için ona zekât farzdır» demiştir. (Borçlu olup da malı borcundan fazla olan kimseye ise, eğer fazla olan malı nisap miktarı varsa o miktarın zekâtını vermesi farzdır.) Borçtan maksat, kullann alacağı olan borç olup, nezir, keffâret ve fitre gibi dini borçlar zekâtm farziyetine mâni değildir. Fakat zekât borcu, dinî bir borç olduğu halde eğer zekâtı ödenmiyen mal henüz duruyor ve onunla mal nisabın altına düşüyorsa, zekâtm vücübuna manidir.
îmam Ebû Hanife ile îmam Muhammed´e göre, zekâtı ödenmeyen mal durmuyorsa da yine manidir. Çünkü eğer zekâtı ödenmeyen mal, hayvanlar ise devlet bu borcu kendisinden ister. Diğer mallar ise bu görevde kendisi devletin yerine kaimdir İmam Züfer de; -Zekâtı ödenmeyen mal ister dursun ister durmasın zekât borcu zekâtın vücübuna mani değildir. Yani onunla mal nisabın altına da düşse, zekâtınm verilmesi gerekir- demiştir. Rivayete göre İmam Ebû Yûsuf da: -Zekâtı ödenmeyen mal eğer duruyorsa manidir, durmuyorsa mani değildir» demiştir.
(Mesken evleri, giyilen elbiseler, ev eşyası, binek hayvanları, hizmet köleleri ve kullanılan silâhlara zekât düşmez.) Çünkü bunların hepsi kişi için ihtiyaç maddeleridir ve aynı zamanda bunlardan gelir de sağlanamaz, tlim ile uğraşan kimsenin kitapları ile sanatkârın sanata ile ilgili âletleri de öyledir.
(Eğer bir kimse bir başkasında alacağı olur ve fakat o başkası İnkâr ettiği için bir türlü tahsil edemez, ancak yıllardan sonra is-bat edip tahsil ederse, geçen yılların zekâtı kendisine lâzım gelmez.) İmam Züfer ile îmam-ı Şâfin -Lazım gelir» demişlerdir. Nerede olduğu bilinmeyen veyahut kaybolan, ya da gasbedilip .de gasbedildigi isbat edilemeyen veyahut denize düşen mal ile efendisini bırakıp kaçan köle de elegeçtikleri zaman öyledirler. Aynı ihtilâf, kaçan, ya da kaybolan veyahut gasbedilen kölenin fitresi efendisine vacip midir, değil midir? meselesinde de caridir. imam Züfer.ile Imam-ı Şafii bu meselelerin hepsinde: «Mal sahibinin elinde değilse de onun mülkü olduğu için zekâtı kendisine vaciptir. Elinde olmaması vücûba halel vermez. Nasıl ki yolculukta olan kimsenin kölesi beraberinde olmadığı halde fitresi ona vaciptir» demişlerdir. Biz ise, H z. Ali (Radıyallâhü anh}´in «Ele geçeceği umulmayan mala zekât düşmez» mealindeki mevkuf hadisine dayanıyoruz. ([4]) Hem de zekat ancak, sahibine kazanç sağlayan mala düşer. Sahibinin elinde olmayan maldan ise kâr sağlamak mümkün değildir. Yolculukta olan kimse ise, kölesi tasarrufu altında olduğu için ondan kâr sağlayabilir. Nitekim onu satabilmesi de tasarrufu altında olduğu içindir.
Evde gömülen mala, çıkarılması mümkün olduğu için zekât düşer. Tarlada gömülen malda ise ihtilâf edilmiştir.
Eğer bir kimsenin bir başkasında alacağı olur da, o başkası -ister zengin, ister fakir olsun- borcunu inkâr etmiyorsa, o alacağa zekât düşer. Zira inkâr edilmeyen borcun zenginden tahsili kendiliğinden, fakirden de icra yolu ile mümkündür. Eğer o başkası borcunu inkâr ediyor ve fakat alacaklının ya şahitleri vardır, ya da hakim durumu biliyorsa -aynı sebebe binaen- yine hüküm böyledir. Eğer borçlunun müflis olduğuna hüküm de edilirse - imam Ebû H a n i f e´ ye göre- yine böyledir. Zira ona göre herhangi bir kimse hakkında verilen iflâs hükmü geçersizdir. 1 m a m M u -h a m m e d ise: -Bu durumda o alacağa zekât düşmez. Çünkü borçlunun müflis olduğuna hükmedildiği için ondan borcun tahsili mümkün değildir» demiştir. İmam Ebû Yûsuf´a gelince : fakirlerin menfaatini gözeterek, iflâs hükmünün geçerli olup olmadığı konusunda imam Muhammed´in, görüşüne o alacağa zekât düşüp düşmediği konusunda da imam Ebû Hani f e ´ nin görüşüne katılmıştır. (Eğer bir kimse bir taşıtı ticaret için aldıktan sonra onu satmaktan vazgeçerek hizmette kullanmaya niyet ederse, o taşıtın zekâtını verme vücubu sakıt olur.) Çünkü burada satmaktan vaz geçme niyetiyle vaz geçme fiili beraberdir. (Eğer hizmet için aldıktan sonra niyetini ticarete çevirirse, onu satmadıkça ona zekât düşmez. Zekât ancak taşıtı sattıktan sonra kaça satarsa o paraya düşer.) Çünkü burada niyet ile amel biribirinden ayrıdırlar. Zira taşıtı satmaya niyet etmekle, onu bilfiil satmak ayn ayrı şeylerdir. Fakat eğer bir mala miras yolu ile malik olduktan sonra o malı ticaret için satmaya niyet ederse, o mal hemen ticaret malı olup ona zekât düşer. Çünkü burada yalnız niyet vardır, amel yoktur. Zira bir şeye miras yolu ile malik olmak amel değildir. Eğer bir şeye hibe, vasiyet, nikâh, hukuk veya kısas yerine paraya razı olmak yolu ile malik olur ve ondan sonra o şey ticaret niyetini getirirse, İmam Ebû Yûsuf: «O şey ticaret malı olur. Çünkü o şeyi kabul etmek ameli ile onu satmak niyeti beraberdirler.»
imam Muhammed ise: -Ticaret malı olmaz. Çünkü o şeyi satmaya niyet etmekle, onu bilfiil satmak ameli beraber değillerdir» demişlerdir. Kimisi: «İmam Ebû Yûsuf ile İmam Muhammed arasındaki ihtilâf bunun tersidir» demiştir.
(Zekât denirken veyahut Ödenmesi gereken miktar anamaldan ayrılırken zekât niyeti getirilmezse zekât ödenmiş olamaz.) Çünkü zekât bir ibadet olduğu için onda niyet şarttır. Niyette de amel ile beraberlik asıldır. Ancak zekât muhtelif kimselere verildiği için her bir kimseye verildiğinde eğer niyet şart okırsa güç olur. Bunun için, oruca başlamazdan önce getirilen niyet nasıl orucun sıhhati için kâfi geliyorsa, zekâtın sıhhati için de ödenmesi gereken miktar anamaldan ayrılırken zekât niyetini getirmek kâfidir.
(Eğer bir kimse, malının hepsini yardıma muhtaç kimselere dağıtırsa zekât farzı istihsanen sakıt olur.) Zira zekât malın bir kısmı olduğu için hepsi verilince zekât da verilmiş olur. (Eğer malının bir kısmını dağıtırsa, İmam Muhammed´e göre dağıtılan kısmın zekâtı ödenmiş olur. Çünkü zekât malın her bir parçasında mevcut olduğuna göre bir kısmı dağıtılınca o kısmın zekâtı da beraberinde verilmiş olur. imam Ebû Yûsuf ise: -Zekâttan hiç bir şey ödenmiş olamaz. Çünkü maldan hangi kısmın zekât olduğu belli değildir. Ancak ne zaman ki malın hepsi harcanıp da zekât olarak verilmesi gereken miktar yalnız kalırsa, işte o zaman kalan kısmın zekât olduğu anlaşılmış olur- demiştir.[5]
Hayvanların Zekâtı (Develer)
(Sayısı beşten aşağı olan deve sürüsüne zekât düşmez. Ancak ne zaman ki sayısı beş olur ve üzerinden de bir yıl geçerse, dokuza varıncaya kadar bir koyun, on olursa ondörde varıncaya kadar iki koyun, onbeş olursa ondokuza kadar üç koyun, yirmi olursa yirmi dörde kadar dört koyun, yirmi beş olursa otuz dört oluncaya kadar ikinci yaşma basan bir dişi deve yavrusu, otuz beş olursa kırk beşe varıncaya kadar üçüncü yaşına basan bir dişi deve yavrusu, kırk altı olursa altmışa kadar, dördüncü yaşma basan bir dişi deve, altmış olursa yetmiş beşe kadar, beşinci yaşma basan bir dişi deve, yetmiş altı olursa doksana kadar, üçüncü yaşına basan iki tane dişi deve yavrusu, doksan bir olursa yüz yirmiye kadar, dördüncü yaşma basan iki tane dişi deve lâzım gelir.) Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zekât memurlarına yazdığı mektuplarında develerin zekâtı hakkında bu şekilde talimat verdiği meşhurdur. ([6])
(Bundan sonra yenıbaştan başlayarak daha önce ne lâzım geliyor idiyse, yine aynısı lâzım gelir. Yani yirmiye kadar artan her beş deve için, daha önce lâzım gelen develer dışında bir koyun ve artan develer yirmi beş olunca, sürünün sayısı yüz kırk dokuz oluncaya kadar, ikinci yaşma basan bir dişi deve yavrusu lâzım gelir ve yüz elli olunca dört yaşmdaki dişi develerin sayısı üç olur. Bundan sonra bir daha yenibaştan başlayarak yirmiye kadar her beş deve için yine bir koyun ve artan develer yirmi beş olunca iki yaşında, otuz altı olunca üç yaşında bir dişi deve lâzım gelir ve sürünün sayısı yüz doksan altı olunca, iki yüze kadar, lâzım gelen dört yaşmdaki dişi develerin sayısı dört olur. Bundan sonra yine yenibaştan başlayarak yüz elliden sonraki hesaba göre zekât lâzım gelir ve artık böylece devam eder.) Biz Hanefilere göre böyledir. İmam Şafii: ise: «Develerin sayısı yüz yirmiyi aşınca üç tane üç yaşına basan dişi deve yavrusu ve yüz otuz olunca bir tane dört yaşına, iki tane de üç yaşına basan dişi deve, ondan sonra her bir kırk deve için bir tane üç yaşma basan ve her bir elli deve için bir tane dört yaşına basan dişi deve lâzım gelir, Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâm) «Develer yüz yirmiyi aşmca her ellide, bir tane dört yaşına ve her kırkta, bir tane üç yaşma basan dişi deve yavrusu lâzım gelir» buyurmuştur» demiştir. Biz diyoruz ki: Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Amr b. Hazm´e yazdığı mektubun sonunda «Develer bundan az olursa her beş deve için bir koyun lâzım gelir- diye yazdığı ([7]) için biz ziyade ile amel ederiz. Zekât düşmede (Arap develeriyle melez develer arasmda fark yoktur.) Zira deve kelimesi her ikisine de şamildir.[8]