sumeyye
Thu 7 April 2011, 02:45 pm GMT +0200
ZEKÂT VERMEKTEN KAÇINMAK
Bir kimse zekât vermekden kaçınırsa, devlet başkanı ondan zekâtı zorla alır ve yerine sarfeder. Zira Allah (cc);
“Onların mallarından al.” [22] buyurdu. Hz. Peygamber (sas) de;
“Zekâtı insanların zenginlerinden al.” [23] diye emir buyurmuştur. Hz. Osman (ra) ın hilâfeti zamanına kadar zahirî ve batınî malların zekâtını tahsil etme hakkı devlet başkanına aitti. Ama o, insanların mallarını zâlimlarin kontrol etmelerinden korkarak, batıni malların zekâtını verme işini mal sahiplerine bıraktı ve mal sahipleri batınî mallarının zekâtını verme işinde devlet başkanının vekilleri gibi oldular. Devlet başkanı onların vermediklerini öğrenirse, kendilerinden talepde bulunur.
Haricî ve âsilerin zekât diye topladıkları şey, kendileri için hak olmaz. Çünkü onlar zekât verenleri korumakdan âcizdirler. Vergi ise himaye karşılığında alınır. Bu durumda onlara zekât vermiş olanlara kendileriyle Allah (cc) arasında (yani kazaen değil de diyaneten) yeniden zekât vermeleri gerektiğine dair fetva verilir. Zira biliyoruz ki, haricîlerle âsiler o malları zekât olarak almamışlar ve zekâtın sarfedileceği yerlere sarfetmemişlerdir.
Müteahhirîn uleması zamanımızdaki zâlim sultanların reayadan topladıkları mallar hususunda ihtilafa düşmüşlerdir: Belh uleması dediler ki; bu malları zekât olarak veren sahiplerine, zekâtlarını birinci mes'elede olduğu gibi yeniden vermeleri gerektiğine dair fetva verilir. Ebû Bekr el-A'meş dedi ki; “Zekâtı yeniden vermelerine dair fetva verilir; çünkü zekât fakirlerin hakkıdır. Zâlim sultanlarsa, o malları fakirlere sarfetmemişlerdir. Ama haraç olarak toplanan mallar hakkında yeniden vermeleri gerektiğine dair fetva verilmez. Çünkü haraç savaşma hakkıdır. Sultanlarsa, bu işi yaparlar. Öyle ki, İslama karşı bir düşman çıkarsa, onunla savaşırlar.
Şemsü'l-eimme es-Sarahsî dedi ki; “Esahh olan şudur ki; bunlar ödemeyi yaparlarken zekât vermeye niyyet ederlerse, üzerlerindeki bütün zekât mükellefiyeti kalkar. Kişiden alınan vergi, baç ve müsadere malları da hep bu hükme tabidirler. Çünkü sultanların ellerindeki mallar, halkın mallarıdır. Üzerlerindeki mükellefiyetler onların mallarının fevkindedir. Onlar borçlu ve fakirler mesabesindedirler.” Hatta Muhammed b. Seleme dedi ki; “Horasan valisi Ali b. İsa b. Mahan'ın zekât alması caizdir.”
Zekât veya sadaka-i fıtır borcu bulunan kimse ölürse, bu borç onun terekesinden alınmaz. Ama varisleri teberru ederlerse, terekesindan alınması caiz olur. Terekesinden alınması için vasiyette bulunmuşsa, bu vasiyet malının üçde birini geçmeyecek şekilde yerine getirilir. Çünkü bu bir ibadettir. İbadet mânasının tahakkuk etmesi için zekât ya kendisi tarafından, ya da naibi vasıtasıyla ödenir. Zira ibadet; itaatkârla âsiyi birbirinden ayırmak için teşri kılınmıştır. Bu da kişinin rızası ve kasdı olmaksızın tahakkuk edemez. Mal sahibi malının zekâtını vermekle emrolunmuştur; zekâtını verme işini kendisinden başkası yapmaz. Ya da kendisinin yerine kaim olduğu için naibi de yapabilir. Ama vârisi yapamaz. Çünkü vârisi; malına sahip olma hususunda cebren onun yerine geçmektedir. Bu hükme göre vârisinin onun yerine zekât vermesi caiz olmaz. Ancak biz bunu istihsanen caiz gördük ve vârisin ödemesiyle kendisinden zekât borcunun kalktığını söyledik. Çünkü Hz. Peygamber (sas) Has'amiye hadîsinde şöyle buyurmuştur:
“Allah (cc) ın borcu ödeme hususunda önceliklidir.” [24]
[22] Tevbe: 9/103.
[23] Bu hadîsi Buhari, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Neseî, İbn Mâce ve Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.
[24] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/208-209.