sumeyye
Tue 26 April 2011, 12:48 pm GMT +0200
Zehebî'nin Sünnet Anlayışı
«Ben onda ekseri hadis alimlerinde görülen donukluğu ve nakil ulemasında bulunan kuruluğu görmedim. O bizzat görüş sahibi bir fakih, alimlerin ve selefin mezheb sahibi imamlarının görüşlerinde fevkalade bilgi sahibi idi. Onun eserlerinde en çok hoşuma giden taraf "bir hadisi sevkedip geçmez, onun metnindeki zayıflığı, senedindeki karanlık tarafı açıklaması idi." İşte ben bu faydayı diğer hadis sevkedenlerde göremedim».
İşte talebesi Salahüddin Safedi 'El-Vâfi bil-Vefeyat"ında (2/163) böyle söylüyor.
Zehebî, Mizzî'nin yolunda yürüyerek hadis metni ve rical ilminde onların elde ettikleri neticeye kendi çalışmasını ekleyince, bu sahada müthiş bir isim oldu. Birzalî'nin Tarih anlayışını geliştirip hadisle bütünleştirdi.
İbni Teymiye'nin kuru fıkıh nakline karşı çıkması ve fıkhı Kitab ve sünnetle süslemesinden etkilenerek "Fıkhüssüne"'de ta'bir edilen bir fıkıh anlayışına büründü. Şu kadarki o, İbni Teymiye ve diğerlerinde görülen aşırılıkları görmüş bunları kendi bilgi süzgecinden geçirmiş olduğundan İbni Teymiye'ye göre daha insaflı daha müsamahalı, sünnet ruhuna daha uygun bir karar merciî haline geldi.
O insanlar hemen tekfire yönelmeyen aksine, onları mümkün mertebe sünnet içinde tutmaya çalışan bir yapıya kavuşmuştu. Şiayı hiç sevmediği halde pek çok yerde şia alimlerini yererken çok defa onlardan sika olanlarını övüp "şiadır ama sikadır, sözüne güvenilir" demiştir.
İşte Şeyhi Ahmed b. Abdü'l Münim el-Kazvini'yi anlatırken "Mu-cemde" Zehebî'nin Sünnet anlayışının ne kadar geniş olduğu ortaya çıkar. Zehebi:
«Nafi, İbni Ömer (r.a.)'ın Efendimiz (s.a.v.)'in kabri şerifine elle dokunmayı mekruh gördü» dediği haberi şöyle yorumlar:
-Evet, İbni Ömer bunda bir edepsizlik gördüğü için bunu mekruh saymıştır. İmam Ahmed b. Hanbel, Peygamber (s.a.v.)'in kabrine el sürupte öpme konusu kendine sorulunca, "bunda bir sakınca görmemiştir." Bu haberi oğlu Abdullah nakletmiştir. İşte burada:
"Peki, öyle ise Ashabın böyle bir örnek yapmış olması gerekmezmiydi" diye bir soru yöneltilirse şöyle cevap verilir:
«-Ashab-ı kiram bizzat Efendimiz (s.a.v.)'i görmüş, nice yıllar ondan faydalanıp elini öpmüşlerdir. Onun abdest suyunu teberrüken almak için kapışırlardı. Hacc-ı Ekber günü onun saçlarını bölüştüler. Tükürse sanki tükrüğü yere düşmeden biri havada eliyle kapar yüzünü ovalamak isterdi. İşte bizim devrimizin böyle muazzam nasibden hissemiz yok. Bunun için onu tazim etmek, onunla olabilmek, selamlamak ve öpmek için kendimizi onun kabrine atarız. Sabit el-Bü-nani'nin, Enes (r.a.)'ın elini öpüp yüzüne koyarak "Peygamberin eline değen bu ellerdir" dediğine bir baksana...»
Bu tür hareketler müslümanın Peygamberini aşırı derecede sevmesini harekete geçirir. Müslüman ise zaten canından da malından da, evladından da, bütün insanlardan da cennet ve hurilerinden de daha fazla Allah'ı ve Rasülünü sevmekle emrolunmuştur. Hatta mü' minierden bir kısmı Ebû Bekir (r.a.)'a söğen birini duyunca kılıcını sıyırıp başını vurmuş. Kesinlikle inanıyorum ki; kendine yada babasına söğerken duysaydı adamın kanını helal görmezdi
Hem görmüyormusun ki Ashab Peygamberi sevmede son derece ileri giderek: "Sana secde edelim mi?" diye sormuşlardı da, O da: "Hayır" buyurmuş idi. Eğer izin verseydi sahabe ona ibadet secdesi değil ululama ve ta'zim etme secdesi yapmış olacaktı. Nitekim Yusuf (a.s)ın kardeşlerinin Yusuf (a.s.)'a yaptıkları secdede bu kabil şeylerdendir.
İşte bir müslümanın ta'zim kasdı ile Peygamber (sav)in kabrine karşı secde etmesi hakkındaki hükümde böyle olup böyle yapan birine asla kâfir oldu denemez. Ancak onun âsi olduğuna hükmedilip bunun yasak olduğu o kişiye anlatılır.
İşte hafız Zehebî'nin kabirlere karşı (bir kısım şianın hala yaptığı gibi) namaz kılan kimse hakkındaki hükümde budur.
(Konuyu İbni Teymiye Fetava cilt. 27/106-110 arasında uzun uzadıya tartışır.) Görüldüğü gibi Zehebî burada Şiayı tekfire yanaş mıyor. Yine Zehebî, küfür gibi görünen bir sözü iyiye hamlede bilecek bir yanı varsa ona hamleder. Mesela İbni Hibban'ı Tezkeretü'l Huffazında ve Tarihü'l İslammda ve Siyerinde müdafa eder. Zira Abdullah b. Muhammed el Ensarî "Zemmü'l Kelam1' adlı eserinde İbni Hibbanın "Peygamberlik ilim ve ameldir" dediğinden zemmedilip halifeye yazıldığını, onunda öldürülmesine hükmettiğini anlatır.. Zehebî buna cevaben derki;
«Bu acayib bir hikayedir. İbni Hibban büyük İslam imamlarından biridir. Onun hata etmeyecek derecede masum olduğunu iddia etmiyoruz. Ancak bu sözü müslüman söylese birşeye, kafir söylese başka bir şeye atfedilir. Müslüman onu uygun olmayan bir şeye itlak etse ma'zur sayar ve o bununla söylediği şeyde bulunan anlamın bizzat kendini kasdetmedi deriz. Peygamberimizin; "Hac arafa günüdür." sözü de böyledir. Malumdur ki kişi sırf arafa günü vakfeye durmakla hacı olmaz. Diğer farzlanda yapacaktır. Efendimiz burada haccin en mühimi üzerinde durdu. Yoksa haccın ne olduğunu haber vermek istemedi. İşte İbni Hibbanda bu sözüyle peygamberliğin en önemli rüknünü belirtiyor. Çünkü peygamberlerin en kamil sıfatı ilim ve ameldir. Hiç kimse bu ikisi olmadan asla peygamber olamaz. Bu ikisi kendinde olan herkeste peygamber olamaz. Zira peygamberlik hak vergisidir. Onu elde etmeye kulun çaresi yoktur. Aksine Nübüvvet ile İlmi Ledünni ve salih amelde meydana gelir.
Bu sözü kafir filozof söylediğinde ise "Peygamberlik ilim ve amel sonucu elde edilebilir" demektedirki bu küfürdür. İbni Hibban ise asla bunu kasdetmiyor.»[38] diyor.[39]
[38] Bak Zehebî Siyeri alamın -nübele 16/95.96. Tezkeretül Huffaz, 3/921, Mizan 3/507
[39] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/53-56