- Yüce Allah´ın Fiilleri

Adsense kodları


Yüce Allah´ın Fiilleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
ezelinur
Mon 5 April 2010, 08:30 pm GMT +0200
Yüce Allah´ın Fiilleri

Allahu Teâlâ´nın Fiilleri

HALKI EF´AL-İ İBAD

Cebriye Mezhebi
B) Kaderiyye Ve Cumhurr Mü´tezile Mezhebi
C) Eş´ariyye Mezhebi
D) Matürîdîyye Mezhebi

Hayır Ve Şer
A) Mutezile Mezhebi
B) Ehli Sünnet Mezhebi Ve Delilleri

Kaza Ve Kader

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM


Allahu Teâlâ´nın Fiilleri


Hak Teâlâ´mn Fiilleri, Zât llâhî´nin muktezâsı ve icabı olma­yıp, İlim, İrade, Kudret ve Tekvin sıfatlarının birer taallûku olarak «mümkinât» denilen câizâttandır. Hikmet-i ilâhiyye´ye uygun ola­rak vukua gelen bu fiiller, sıfât-i zâtiyye gibi «vâcibat» dan değil­dir. Çünkü Hak Teâlâ´mn Fiilleri, Zâtullah´dan, îcâb tarikiyle zarurî olarak sudur etmez. Zira; hayat, ilim ve kudret sahibi olan Allah´ın Fiilleri, şüphe yok ki O´nun kudret, irade ve ihtiyarıyla meydana gelir. Esasen, kudret ve irade eseri olmayan fiillere, fiil demek caiz değildir. Meselâ güneşten çıkan ışık ve ısı, güneşin fiili midir? Ha­yır. Çünkü fiil, irade ve kudretle yapılır. Işık ve ısı ise, güneşten zarurî ve tabiatı icabı olarak meydana geldiği için, ışık ve ısı gü­neşin fiili olmayıp, ancak Hak Teâlâ´mn ona verdiği tabiat ve kuv­vetin bir eseridir. Şüphe yoktur İd Allah´ın Fiilleri, güneşin ışığı cinsinden zaruri bir eser olmayıp, Hak Teâlâ´mn irade ve ihtiyarıy­la meydana gelen bir fiildir. Esasen fiil, hayat ve şuuru olmayan cansız varlıklardan değil, hayat, irade ve kudreti olan canlı varlık­lardan meydana gelir. O halde her hayat sahibinin kendine mah­sus bir fiili vardır. Hak Teâlâ, en yüce ve en mükemmel hayatın sahibi olduğu için, O´nun fiilleri de en yüce ve en mükemmeldir.

Sıfatullah bahsinde Hak Teâlâ´mn bütün kemal sıfatlarla mut-tasıf, en mükemmel ve en yüce varlık olduğunu gördük. Bütün pey­gamberler, bütün mukaddes kitaplar ve her akl-ı selim, Hak Teâlâ1* mn en mükemmel bir hayat, en geniş bir ilim ve en kuvvetli bir ira­de ve kudret sahibi, dolayısıyla dilediği fulleri yapan «Fâil-i Muhtar»

olduğuna şahadet etmektedir. Hülâsa bu kâinattaki her türlü canh ve cansız varlıklar, O´nun bir «Fâil-i Muhtar» olduğuna delâlet eder.

Hakk Teâlâ´nım Fiilleri Zât-i ilâhî ile kaaimdir. Selef ulemâsına göre bu fiillerin herbirinin birer hakikati vardır. Bu fiiller başlıca tiç gurupta mütalâa olunabilir :

Halk ve icâd : Yaratma´nın her türlüsü,

Bi´set : Peygamberler göndermek,

Ba´s : Ölüleri diriltmek ve kabirlerinden çıkarmak.

Peygamber göndermek, Peygamberlik ve onunla ilgili konular geniş olduğundan ve Özel bir önem taşıdığından «Nübüvvât» adı ve­rilen kısımda, Ölümden sonra dirilmek, dirilmenin keyfiyyeti,_Haşir ve Nesir, Sırat ve Hesap, Cennet ve Cehennem gibi Ba´s ve İkine? Hayat´Ia ilgili «Galbiyyât» denilen konular da, özellik ve önemlerin­den, «Sem´îyyât» adı verilen diğer bir kısımda olmak üzere, kita­bımızın ikinci cildinde incelenecek ve bu konularda etraflı bilgiler verilecektir.

Bu bölümde ise, halk ve icâd denilen «yaratmak» fiili ile ilgili en önemli konulan göreceğiz. Bu konuların başında, kâinatın ya­ratılması gelmekte ise de, Kelâmcılar ve Filozoflar arasında uzun ve çetin tartışmalara sebebiyet verdiğinden, bu konunun incelen­mesini daha geniş ve müsait bir fırsata bırakmayı uygun buluyo­ruz.

Bundan sonra dikkatle incelenmesi gereken konu, Kelâmcılar arasında «Malk-ı erâl-i ibâd» adıyla anılan, «Kulların ihtiyari ola­rak yaptıkları fiillerin yaratılması» meselesidir. Bu konu önemli ol­duğu kadar da, zor ve insan aklını acze düşüren çetin ve karışık bir konudur. Fakat, îmân esaslarından biri olarak inanmamız ge­reken «Kas» ve Kader» meselesini anlamak, bu konuyu anlamaya ve çeşitli görüşlerin esasını kavramaya bağlıdır. Bundan başka, Ha­yır ve Şer, Bızık ve Ecel mes´eleleri «Ef âl>i Ibâd» konusundaki mez-heb ve görüş ayrılıklarından doğan ve aynı esas ve ihtilâfa daya­nan fer´î mes´elelerdir. İşte bütün bu sebeblerle, Hak Teâlâ´nm halk etme (yaratma) fiili ile ilgili olan bu konuyu öne alarak inceliye-ğiz.[1]

I HALKI EF´AL-İ İbad

(Kulların Yaptığı îşlerin Yaratılması)

Kelâmcılar arasında çeşitli görüş ayrılıklarına ve çetin tartış­malara sebebiyet veren bu mühim kelâm mes´elesini incelemeye, her mezhebin görüşünü ve delillerini beyâna geçmeden önce, bu mes´e^ lenin hangi esastan ve nasıl doğduğunu kısaca belirtmeyi lüzumlu buluyoruz.

Malûm olduğu üzere insan, kâinatta mevcut yaratıkların en mükemmelidir. İnsan, Yüce Allah´ı bilmek ve O´na ibadet etmek için olduğu kadar, bu dünyayı îmâr etmek için de yaratılmıştır. Bu sebeple Hak Teâlâ insana, her türlü maddî vasıflar yanında, onu diğer varlıklara üstün kılan ve insan yapan, akıl ve ruh gibi iki ma­nevî cevher vermiştir. O, akıl ve iradesiyle, diğer varlıkların yapa­mayacağı birçok işleri yapma kudretine sahiptir. İnsana verilen bü­tün bu melekelerin menşei ve maadan. Allah´ın kemâl sıfatlarıdır.

Fakat gerçek şudur ki; insana verilen bu sıfatların hiçbiri, tam ve sınırsız olmayıp, Allah´ın Kemâl Sıfatlarına nazaran çok noksan ve pek mahduttur. Zira insan, gerek aklı ve gerekse diğer beşerî sı­fatlan, belirli sınırlar içinde ve muayyen bir dereceye kadar kulla­nabilir.

Yani insan, iradesini ve diğer sıfatlarını kullanırken, muayyen ölçülere ve ilâhî kanunlara tâbidir. Gerçi iradesini kullanırken çe­şitli engeller ile karşılaşabilir. Fakat bu engellere rağmen insan, iradesini kendi sınırlan içinde kullanmakta ve dilediği istikamete yönelmekte serbesttir.

Hülâsa insan, muayyen ölçü ve sınırlar içinde hareket edebile» hür bir varlıktır. O halde insanın kendi ihtiyariyle yaptığı bir ta­kım işler vardır. Ve yaptığı bu gibi işlerden de sorumludur.

İşte bu sebebledir kî ilâhî dinler, akıl, irade ve ihtiyar sahibi olan insanları, bir takım ibadet ve vazifeleri .yapmakla mükellef tutmuş ve yaptığı her iş karşılığında ceza veya mükâfat verilece­ğini bildirmiştir.

O halde din nazarında insanlar, irade ve ihtiyarlan sebebiyle mükelleftirler ve bu «teklif esası» na istinaden sevab ve ikaba müs­tahak olurlar. Aksi halde insanlar, mükellef ve yaptıkları işlerden mes´ul ve sorumlu olmazlar. Teklif ve mes´uliyet (sorumluluk), se­vap ve ikab esaslarını kabul etmemek ise, bütün ilâhî dinlerin esas ve gayesine aykırıdır.

Diğer taraftan, eğer insanlar yaptıkları her işi mecburî oîaraji yaparlar diye düşünsek, cebir lâzım gelir. Yani insanlar, ihtiyarlan olmadan yaptıkları işlerden sorumlu tutulmuş olurlar ki, bu, ilâhî adalete aykırıdır.

İşte kulların kendi ihtiyarları ile yaptıklan işler, bir tarafdan çok mühim dînî bir esas olan «Teklif ve Mes´uliyet» kâidesiyle ilgi­lidir. Diğer tarafdan da, Hak Teâlâ´nın Vahdaniyyeti ve yaratma. (icad ve halk) sıfatında yegâne Halik olmasiyle ilgilidir.

Bu bakımdan insan, birbiriyle zor bağlaşan iki esaslı inanç-karşısmda kalıyor :

Birincisi : «Allah her şeyin halikı (yaratıcısı) dır.» [2] âyetine uyarak, Hak Teâlâ´nın yegâne yara­tıcı olduğuna ve bu sıfatda hiç bir ortağı bulunmayacağına inan­maktır.

İkincisi ise: Kul, Allah´ın emirlerine uymak, yasaklarından kaçınmakla mükellefdir. Emirlerine uyarsa sevaba, nehiylerinden kaçınmazsa ikâba müstahak olur, diye inanmak... Fakat bu ikinci inanç bizi, kulun ihtiyariyle yaptığı işlerden sorumlu olabilmesi için, o işleri bizzat kendisinin îcadetmesi gerekir, neticesine götüre­bilir. Bu netice ise, «Allah her şeyin yegâne halikıdır.» diyen birinci esasa aykırıdır.

İşte inanmamız gereken bu iki esas arasındaki bu çelişkinin kaldırılmasının zorluğu, insan aklını tereddüde ve ihtilâfa düşürmüş ve bu konuda bir çok mezheblerin doğmasına sebebiyet vermiştir.

İhtilâfın Esası :

İnsanların «Ef´âl-i ihtiyariye» denilen, kendi irade ve ihtiyar-lariyle yaptıkları işleri yaratmak, Allah´ın fiillerinden midir? YaniE bu ihtiyarî fiillerin halikı Hak Teâlâ mıdır, yoksa bizzat o işin sa­hibi olan kul mudur? mes´elesidir.

Bu konudaki bütün mezhebler şu hususlarda ittifak halinde­dirler :

1- Hak Teâlâ, birdir, ortağı (şeriki) ve benzeri (nazîri) yoktur. O, ibâdete lâyık olan müstakil ve tek yaratıcıdır,

2- Allah, bütün yaratıkların zatları ile, kullann (uyumak, büyümek, hazmetmek gibi) iradeleri olmadan izdırârî ve zorunlu olarak yaptıkları fiillerin yaratıcısıdır.

3- Kullann kendi irade ve ihtiyarlanyla yaptıkları fiiller, bizzat Allah´ın fiilleri olmayıp, o kulun fülidir. Çünkü fiil, hakikat-, ta, o işi bilfiil yapan zâta isnad edilir. Meselâ yemek fiili, yiyen in­sana, içmek fiili, içen insana, yazmak ve okumak fiilleri de, bizzat okuyan ve yazan insanlara izafe ve isnâd edilir. Zira bir fiili "işle­mek başka, o fiili yaratmak başkadır. O halde Kelâmcılar ve Filo­zofların ihtilâf ettikleri husus, «Kulların kendi ihtiyarlanyla yap­tıkları işlerin yaratıcısı kimdir?» meselesidir.

Bu konudaki en meşhur görüşler, şu dört mezhebdedîr :

1- «Cehmiyye» adıyla anılan Cehm b. Safvan´ın mezhebi.

2- Mû´tezile ulemâsının büyük çoğunluğunca da benimsenen «Kaderiyye» ve «Cumhûr-ı Mû´tezile» mezhebi.

3- «Cebr-i Mutavassıt» olduğu söylenen «Eş´ariyye» mezhebi.

4- Cebir ve ihtiyarın tam ortasında görülen «Mâtürîdîyye»mezhebidir.


İlk iki mezheb, birbirinin nakîzi olan mutlak cebir ve mutlak ihtiyar esaslanna dayanan ve Cumhuru Ulema´ya göre bu konuda ifrat ve tefrite kayan bâtıl mezheblerdir.

Son iki mezheb ise, ifrat ve tefrit arasında bulunan mutavassıt hak mezheblerdir. Her ikisi de Ehl-i Sünnet mezhebinin görüşünü temsil ederler.

Şimdi bu mezheblerin her birini delilleri ile birlikte beyan ede­rek, bu konuda inanmamız gereken en doğru görüşün nasü olması gerektiğini izah edelim. [3]

Cebriye Mezhebi


1- Mezhebin Beyanı ve Delilleri :

Bu mezhebin görüşü ve delilleri şöylece özetlenebilir :

İnsan, kudret ve iradesi olmayan, âdeta, cansız ve hareketsiz bir varlık durumundadır. Havada sağa, sola rastgele hareket eden bir tüy, bir yaprak gibidir. Işığın güneşe isnad edilmesi gibi, yap­tığı işler de ona mecazen isnad edilir. Gerçekte ise, bu fiillerin hâ~ lıkı (Yaratıcısı) Allah´dır. Her fiil, Allah´ın mutlak kudret ve ira­desiyle insandan sudur eder. İnsan, bütün bu işleri yapmağa mec­bur, muzdar ve mahkûmdur. Vani; yaptığı işlerde kendisinin hiç­bir rolü yoktur. O işleri halkeden kendisi olmadığı gibi, kesbedip kazanan da kendisi değildir. Çünkü insan hiçbir kudret ve İradeye sahip değildir. O halde, hiçbir fiili Allah´dan başkasına, herhangi bîr mahlûkuna isnad etmek caiz değildir. Yüce Allah, insan üzerin­de, her türlü hareketlerini ve sükunları fiilen icra edip düzenler. Bu icraat ve hakimiyetin eseri insanda görülür. Hayır olsun, şer olsun, güzel veya çirkin olsun herşeyi yaratan Yüce Allah´dır.

2- Tahlil ve Tenkid :

Akl-ı selimin ve sağduyu sahiplerinin asla kabul edemiyeceğt bu görüş ile Cebriye, Hak Teâlâ´ya. hâşâ zulüm İsnad etmiş oluyor. Çünkü onlara göre, küfür, zina, adam öldürmek, hırsızlık ve her türlü kötülüğü yaratan Allah´dır. Bütün bu kötülükleri işlemekde insanın hiçbir rolü, kudret ve iradesi yoktur. Çünkü insan, o işleri yapmağa mecburdur. Buna rağmen Allah, bu gibi fena işleri ya­panlara azab verecektir!..

Böyle bir iddia, Yüce Allah´a zulüm isnad etmekten başka bir-şey değlidir. Çünkü Allah (onlara göre hiçbir kudret ve iradesi ol­mayan) kula hem ?meselâ? zina yaptırmış, hem de, niye yaptın ziye azab etmiş oluyor. Bunun zulüm olduğu aşikârdır. Allah´a zu­lüm isnâd etmek ise küfür ve dalâlettir. Çünkü Allah, her türlü noksandan münezzeh ve beridir. Çok kötü bir sıfat olan zulüm, pek büyük bir noksanlıktır. Zât-ı ilâhî böyle bir noksandan kesin­likle uzaktır. Nitekim Hak Teâlâ, birçok âyetlerde zulümden Zât-ı İlâhîsini tenzih buyurmuştur.[4]

Cebriye; böyle küfrü gerektiren bir sonuca varmamak için «insan, yaptığı işleri yapmağa mecburdur. Buna rağmen, irade ve kudreti bulunmadığı için, mükellef ve sorumlu değildir.» dese, mü­him bir dînî esas olan «Teklif ve Mes´ûliyet», «Sevab ve îkâb», «He­sap, Cennet ve Cehennem» mefhumlarını inkâr durumuna düşer ki, bunun nasıl bir küfür ve dalâlet (sapıklık) olduğu aşikârdır.

İnsana mutlak cebri isnad etmek suretiyle, onu cansız bir var­lıktan farksız ve değersiz bir hale düşüren bu mezhebin bâtıl oldu­ğunu beyan hususunda, daha fazla söz söylemeğe lüzum görmüyo­ruz.

Bu sebeple, bu çarpık fikir müslümanlar arasında tutunama­mış, kısa bir zaman sonra münkariz olmuş ve ortadan kalkmıştır.

Hayret edilecek bir cihettir ki :

Cebriye böyle yanlış ve bâtıl bir görüşe, Hak Teâlâ´yı tenzih ve O-nu tebcil etmek isterken düşmüştür. Çünkü, «Allahu Teâlâ bir takım sıfatlarla muttasıftır» dersek, Zât-ı îlâhî´yi mahlûkâtma benze´iniş oluruz. Bu bakımdan Yüce Allah, yalnız, mahlûkâtm asla vasıflandırılamıyacağı «fiil ve halk» sıfatlarıyla muttasıftır. O hal­de her türlü fiil ve icâd, yalnız Allah´a mahsustur. Kul hiçbir fiili yapmak ve yaratmak kudretine sahib değildir.» demişlerdir.

Mutlak cebir fikrini benimsemelerine delil olarak da; bazı âyetlerin zahirî mânâlarım ve ilm-i ezelîyi göstermişlerdir. Yânî :

«Allah ilm-i ezelîsiyle, her şeyi ve insanların neler yapacakla­rını ezelde bilir, tnsan, Allah´ın ilm-i ezelîsinin taallûk ettiği, ezel­de belli, sabit ve mukadder olan şeyler dışında bir şey yapamaz. Onları aynen yapmağa mecbur, muzdar ve mahkûmdur» demişler­dir.

Halbuki, Yüce Allah´ın, her şeyi daha Önceden ve vâki olma­dan bilmesi, o işi yapanın irade ve tercihi üzerinde hiçbir tesir yap­maz. Çünkü ilim; bilinmeyeni ortaya çıkarmak ve onu keşfettiren bir sıfat olduğundan, iradeye tesir ederek, ihtiyar ve seçme mele­kesini kaldıran bir kuvvet değildir. Yani Allah´ın ezelde herşeyi bil­mesi, ilminin herşeyi ihatası (kapsaması) insan iradesini ortadan kaldırıp, cebri icabettirmez. Zira, hâdiseler ve kulun yaptığı İşler, Allah´ın onları ezelde bilmesinden dolayı vukua gelmez. Belki Allah onları, vukua geleceği için bilir. Nitekim Astronomi ilmine vâkıf olan bir âlim senelerce sonra belirli gün, saat ve dakikada güneşin tutulacağını hesap ederek bilir. Zamanı gelince de güneş tutulur. Şüphe yok ki bu hâdise, Astrologun bilmesinden ve daha önce onu tesbit etmesinden dolayı vukua gelmedi. Gerçekte astrolog, o hâdi­senin olacağım bildiği için yazdı, işte bunun gibi, Hak Teâlâ´nın meselâ benim ilerde neler yapacağımı ezelde bilip yazması, o işi ira­demle yapmama mâni olup, beni o işi yapmağa mecbur etmez.

Bütün bu gerçekler, Cebriyenin görüşlerinin ne kadar mesnet­siz ve yanlış olduğunu ortaya koymaktadır. [5]

ceren
Fri 5 August 2016, 08:23 pm GMT +0200
Esselamu aleyküm.Allahın sıfatlarını bilen ve ona göre yaşayıp allahın rahmetine kudretine faziletine erişen kullardan olalım inşallah...

Rüveyha
Sun 7 August 2016, 03:52 pm GMT +0200
Ve aleykumusselam.Âmin ecmain İnşaAllah...Allahın sıfatlarını ,fiillerini hakkıyla bilirsek o derece ihlas sahibi oluruz.Mevlam yardımcımız olsun İnşaAllah

ceren
Fri 7 December 2018, 02:04 pm GMT +0200
Esselamu aleyküm. Allahın birliğine ve yarattıklarını fiillerine inanan iman eden ve onun rızasında yaşayan kullardan olalım insallah.rabbim razı olsun bilgilerden kardeşim..

Bilal2009
Fri 7 December 2018, 03:04 pm GMT +0200
Ve aleykümüsselam Rabbim paylaşım için razı olsun

Safiye_06
Sat 8 December 2018, 03:15 pm GMT +0200
Ve aleyküm selam. Allah`ın 99 ismi vardır. Kim bunları ezberlerse (îman eder ve ezbere sayarsa) Cennete girer."...

Sevgi.
Sun 9 December 2018, 12:47 am GMT +0200
Aleyküm Selam.  Rabbim bizlere hakkıyla sıfatlarını öğrenebilmeyi nasip etsin inşaAllah

ceren
Fri 2 August 2019, 08:58 pm GMT +0200
Esselamu aleyküm.Rabbim razı olsun bilgilerden kardeşim...

Melek Nur Çelik koü
Sat 3 August 2019, 03:14 pm GMT +0200
Paylaşım için Allah razı olsun..

gulsahkilicaslan
Sun 4 August 2019, 01:13 am GMT +0200
Rabbim yazandan ulaştıran ve sebep olanlardan razı olsun inşallah selam ve dua ile...