armi
Sun 10 January 2010, 12:44 pm GMT +0200
Yolcunun Hükmü Ve Yolculukta Güdülen Gayeler Hakkındadır
Mürid, imkan bulduğunda yolculuğa çıkabilir. Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Beldeler, Allah´ın beldeleridir, insanlar da O´nun kullarıdır. Rızkını bulduğun yere yerleş ve Allah´a hamdet [93]. Meşhur bir rivayette de şöyle buyrulmakta-dır: "Yolculuk edin ki ganimetler bulun". Ahiret ehlinin ganimetleri, ahiret ticaretinden elde edilen kârlardır.
Söz sahiplerinin en doğrusu olan Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Allah´ın arzı geniş değil miydi? Onda hicret etseydiniz (Nisa/97); "De ki: Yer yüzünde yürüyün ve bakın!". (Rum/42); "Muhakkak ki arzda yakin sahipleri için deliller mevcuttur. Nefslerinizde de deliller mevcuttur, görmüyor musunuz?". (Zariyaty20-21)
Delilleri nefsinin içinde kılman kimse, her şeyi görür ve idrak ederken delilleri ufuklara yerleştirilen kimseler devamlı gezmek durumundadırlar. Allah Teala bu meyanda da şöyle buyurmuştur: "Siz de sabah akşam onların diyarlarına uğrarsınız. Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?" (Saffat/137); "Göklerde ve yerde Allah´ın varlığım, birliğini, kudretini gösteren nice deliller vardır ki insanlar yanlarından geçip gittikleri halde yüz çevirmelerinden dolayı farkına varmazlar". (Yusuf/105)
Yeryüzünü dolaşan kimse, edindiği bilgilerle belli bir basiret sahibi olur ve onun sayesinde ibret alıp akledebilir. Kimi insanlar delillerin yanlarından geçerken onlara dikkatli baktıkları için Allah Teala´nın lütfuyla Öğüt alır ve O´na yönelirler. Allah Teala, kullanna ´yayılmış beşik´ olarak vasfettiği arz üzerinde dolaşmalarım ve oradan kendileri için çıkarttığı rızıklardan yemelerini emretmiştir. O, bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Yeryüzünü size hizmete hazır bir , uysal bir binek gibi kılan da O! Haydi öyleyse onun omuzlarında rahatça dolaşın ve O´nun takdir ettiği rızıklardan yiyin". (Mülk/15) Ayetteki ´Menâkıb=Omuzlar" ile kasdedilenin çarşı pazarlar, köyler veya dağlar olabileceği söylenmiştir. Bize göre ´ahdâ-bü´l-arz=yeryüzünün sırtları´ ile kasdedilen köyler, ´menâkıb=omuzlar ile kasdedilen ise dağlar olabilir. Çünkü omuzlar, canlıların yüksek kısımlarıdır. Bişr-i Hâfı (ra) şöyle derdi: Ey Kur´an okuyucuları, seyahat edin güzellesin!
´Sefer=Yolculuk´ kelimesinin kökeniyle ilgili olarak da şunlar söylenebilir: Su, bir yerde çoğalmaya başladığı zaman bunu ifade etmede ´sefere´ fiili kullanılır. Bir diğer görüşe göre, yolculuğun ´sefer olarak isimlendirilmesinin sebebi insanın gerçek ahlakını ortaya çıkarmasıdır. Çünkü ´Sefere´ fiilinin bir anlamı da açığa çıkartmaktır. Yolculuk, bir anlamdda Allah Teala´nm yeryüzüne yerleştirdiği delilleri de ortaya çıkarmaktadır.
Kişi bir yolculuğa niyetlendiği zaman iki rekat istihare namazı kılmalı ve Allah Teala´ya sağlam bir şekilde tevekkül etmelidir. Kendisini gözetmesi ve O´nunla sükunet bulması bakımından Allah Teala müslümana yetecektir. Kul, O´na tam olarak güvenmeli ve itimad etmelidir. Halini belli etmemeli ve Rabbinden tam olarak razı olmalıdır. Gidişi ve dönüşünün O´nunla olacağını bilmelidir. Yolculuğu esnasında karşılaşacağı delil ve eserlere bakmaya, üzerlerinde dikkatlice düşünmeye ve ibretler almaya niyetlenmiş olmalıdır. Yolculuğu ile Allah´ın lütfunu ummaya da niyetlenmelidir. Bütün bunlar, teşvik edilmiş yolculuk sebepleridir.
Konuyla ilgili olarak şöyle denilmiştir: Allah Teala yola çıkacak kulunu meleklerine havale eder. Bu melekler, kulun yolculuk niyetlerini kontrol ederler. Herkese niyetine göre istediğini verirler. Eğer dünyalık peşinde ise dünyalık verip ahiretini eksilterek tasasını çoğaltırlar. Böylesi hırs ve arzularla dolu biri olup sürekli dünya ile meşgul edilir.
Yolculuk niyöti ahiret ve ahiret ehlini talep etmek olan kula da basiret ve idrak lütfedilir. Niyetiyle orantılı olarak ibret ve öğüt alma melekeleri güçlendirilir. Tasası da ahiret üzerinde toplanır. Kanaati sayesinde belli bir dünyalığı olur. Ama onu en çok meşgul eden, hırs değil zühddür. Görevli melekler sürekli onun için dua ve istiğfarda bulunurlar.
Yolcunun niyeti, kalbinin düzelmesi, nefsinin riyazeti, halinin açığa çıkarılması ve sıfatlarının %ınanmasıdır. Çünkü nefs, kendi yurdunda boyun eğme ve teslimiyete daha yatkındır. Muhtemelen yolculukta da kulun isteklerine boyun eğecek ve karşı gelmeyecektir. Ama yol halinin doğuracağı meşakkat ve sıkıntılar, ardarda öğreneceği hakikatlar nefsi alışmış olduğu mecradan çıkartacak ve gerçek yüzünün ortaya çıkmasına zemin hazırlayacaktır. Bu gibi durumlarda, nefsin bastırılmış istekleri ve dürtüleri de açığa çıkabilir.
Sonuç itibarıyla yolcu, daha önce karşılaşmadığı ilim ve basiretlerle donanarak nefsinin gizli kalmış yönlerini bunlar sayesinde öğrenme fırsatını elde edebilir. Bir anlamda bunlar da, arzın gizlediği hususlar olup Allah Teala tarafından sevdiği kullarına dilediği zaman açılmaktadır. O bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Halbuki göklerde ve yerde gizli olan herşeyi açığa çıkaran Allah´a..." (Nahl/25)
Kul, ilim Öğrenmek gayesiyle yola çıkıyorsa Allah Teala´nın şu buyruğunda bahsedilenler zümresine dahil olur: "Seyahat edenler". (Tevbe/112) Buradaki ´seyahat edenler* ile ilim öğrenmek için gurbete gidenlerin kasdedildiği bildirihniştir. Said b. el-Müseyyeb (ra), tek bir hadis için günlerce seyahat ederdi. Şa´bî de şöyle demiştir: Bir kimse, kendisine doğru yolu gösterecek tek bir kelime için Şam´dan Yemen´in en uç noktasına seyahat etse, yolculuğunun boşa gittiğini asla düşünmem!
Cabir b. Abdullah (ra) ve diğer sahabiler, Abdullah b. Enis el-En-sari´den (ra) rivayet edilen tek bir hadisi bizzat ondan dinlemek için Medine´den Mısır´a bir ay süren bir yolculuk yapmışlardır. Hadisi dinledikten sonra geri dönmüşlerdir. Allah Resulü´nün (sav) devrinden günümüze (Hicri IV. Asır) dek hadis öğrenmek için seyahat edenler, sayılamayacak kadar çoktur.
Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "İlim öğrenmek için evinden çıkan kimse, dönünceye kadar Allah yolundadır".[94]Bir diğer hadis de şöyledir: "İlim aradığı bir yola giren kimseye Allah Teala da cennete götüren bir yol açar"[95]
İlim için harcanan paranın, Allah yolunda harcanan para gibi olduğu ve bir dirhemin yedi yüz dirhem hesap edileceği söylenmiştir. Salihlerle görüşmek üzere seyahat eden kimse de fazilet sahibidir. Sahabe´den bir zatın şöyle dediği rivayet edilmiştir: İnsanlar (salihlerle) buluşmak için haccederlerdi. Hac, yolculukların en hayır-lısıdır. Görüldüğü gibi Sahabe haccı salihlerle buluşma vesilesi olarak görmüştür.
Yolculuğa çıkan kimse, dininin selameti bakımından daha faydalı olduğu düşüncesiyle taşraya yönelmeye niyetlenirse güzel davranmış olur. Çünkü şehirlerde, dünyaya bağlanmak daha kolaydır. Kul, nefsini ezmek, şöhret fitnesinden kaçmak ve kendini Allah´a adamak için de yollara düşebilir. İnsanlardan uzaklaşarak kalbini düzeltme ve halinde istikamet bulma düşüncesiyle de seyahat edebilir. İnsanlardan uzaklaşmak, riyazet şekillerinden biridir.
Kişi, yakini imanı kuvvetleninceye ve kalbi itmi´nan buluncaya kadar yalnız kalma cihetine gidebilir. Bu seviyeye ulaştıktan sonra, bir yerde ikamet etmesiyle yolculuk etmesi ve insanlardan uzaklaşması onun için farksız olacaktır. Çevresinde insanların bulunup bulunmaması ona tesir etmeyecektir. Çünkü tasasını onlar üzerinde yoğunlaştırmayacaktır.
Süfyan-ı Sevri (ra) bu hususta şöyle demiştir: Öyle kötü bir zamandayız ki, tanınmayan zelil kul bile güvende değilken meşhurlar nasıl güvende olabilecektir! Bana göre bu zaman, kulun bir beldeden diğerine intikal edeceği, tanınmaya başladığı bir yerden başka bir beldeye taşınması gereken bir zamandır!
Ebu Nuaym şöyle demiştir: Süfyan´ı destisini eline, azık torbasını sırtına almış bir halde gördüm. ´Hayırdır, yolculuk nereye ey Ebu Abdullah?´ dediğimde şöyle dedi: Ruhsatların yaşanabildiği bir yer duydum. Orada ikamet etmek istiyorum. ´Gerçekten de yapacak mısın?´ diye sorduğumda, ´Evet, bir yerde ruhsatların yaşanabildiğim işittiğinde oraya yerleş, orası dinin için daha güvenli, tasa bakımından da daha azdır!´ dedi.
Seri es-Sekatî (ra) sufilere şöyle derdi: Kış çıkıp bahar girdiğinde ve ağaçları yaprak sardığında yeryüzüne dağılmak gerekir!
Çıkılan yolculukların en hayırlısı; Allah yolunda cihad için, hac için, sınırlan beklemek için ve Allah Resulü´nün (sav) kabrini ziyaret etmek için çıkılan yolculuktur. Bundan sonra Sahabe´nin mezarlarını ziyaret etmek için çıkılan yolculuklar gelir. Bunlarda sırf Allah rızasını kazanmaya çalışmak esastır.
Bir din kardeşini ziyaret etmek için yola çıkmak da müstehap görülmüş ve teşvik edilmiştir. Ehli Beyt kanalıyla şöyle bir haber nakledilmiştir: Tevrat´ta şöyle yazılıdır: Hasta ziyareti için bir mil, cenaze teşyii etmek için iki mil, davete icabet için üç mil ve bir din kardeşini ziyaret etmek için dört mil yürü. Bir başka rivayette ise şöyle denilmiştir:
Adamın biri başka bir yerde ikamet eden din kardeşini ziyarete niyetlenmişti. Allah Teala yolunun ortasına bir meleği gözcü koydu. Melek, yolda karşısına çıkıp ´Nereye gidiyorsun?´ diye sordu. Adam da, ´Palan yerdeki bir din kardeşimin ziyaretine´ dedi. Melek, ´İkinizin arasında ulaman gereken bir bağ (~sıla-i rahim ilişkisi) var mı?´ diye sordu. Adam, ´Hayır* dedi. Melek, ´Peki senin üzerinde karşılık vermeni gerektirecek bir iyiliği var mı?´ diye sordu. Adam, ´Hayır, sırf kendisini Allah için sevdiğimden ziyaretine gidiyorum´ dedi. Bunun üzerine melek şöyle dedi: Ben, Allah Teala´nın elçisiyim. O sana cenneti müjdeliyor ve kardeşini ziyaretinden dolayı günahlarını bağışladığını bildiriyor.
Kişi, sınır boylarında kırk gün veya üç gün nöbet beklemek niyetiyle yola çıktığında iyi etmiş olur. Eğer Abadan´a gitmek ve orada üç gün nöbet tutarsa, alimler ve abidlerden üç yüz zata denk olmuş olur. Böylelikle daha yüce bir sıfatı haiz olur. Ali (kv) hakkında da şöyle bir hadise nakledilmiştir: O, Basra´da bir adamdan Abadan´da üç gün nöbet tutmasını ve kendisine refakat etmesini istemişti.
Arıflerdn bir zat şöyle demiştir: Bir çok belde mükaşefe yolula bana gösterildi. Bütün sınır boylarının Abadan önünde eğildikleligördüm.
Kişi, ziyareti teşvik edilen üç mescidden birine gitmek için de yola çıkabilir. Bu da faziletli bir davranıştır. Allah Resulü´nün (sav)hadisinde de bineklerin koşturulacağı mescidler[96] olarak bildirdiği bu mescidlerin ilki Mescid-i Haram´dır. İkincisi Mescid-i Nebevi, üçüncüsü de Aksa Mescidi´dir. Denilir ki: Bu üç mescidde de namaz kılan kimsenin bütün günahları bağışlanabilir. Hac veya umresine Aksa Mescidi´nden başlayıp Mescid-i Haram´a giden kimsenin anasından doğduğu andaki gibi günahlarından sıyrıldığı söylenmiştir. İbni Ömer (ra) Kudüs´e gitmek üzere Medine´den yola çıkmış ve orada beş vakit namaz kıldıktan sonra derhal Medine´ye geri dönmüştür. Süleyman (as) da Rabbine dua ederek Aksa Mescidi´ne ancak namaz kılınmak için gelinmesini niyaz etmiş ve şöyle demiştir: Rabbim, mescidimde namaz kılan kimse orada durdukça bakışını ondan asla çevirme ve oradan ayrılırken anasından doğduğu günkü gibi günahlarından arındır! Allah Teala da bu duasını kabul buyurmuştur.
Allah Teala´nm Haremi olan Mescid-i Haram ile Resulü´nün (sav) Haremi olan Mescid-i Nebevi´nin faziletleri burada sayılamayacak kadar çoktur.
Kişi, helalinden rızık temin etmek maksadıyla da gurbete gidebilir. Böylelikle haramdan da emin olur. Bu, rıza-ı ilahiye iki noktada helal yeme ve haramdan sakınmada- yaklaşmayı ifade eder. Selef-i Salih her devirde bunu yapmışlardır.
Kul, yolculuğu ve gurbet hayatı esnasında tasasının toplu olmasını gözetmeli, kalbini dağıtmaman, insanlara tamah etmekten ve el açmaktan uzak durmalıdır. Belli bir rızık vasıtası olmayan kula, Herşeyi Bilen (el-Allâm) ve kulunu Çok Seven (el-Vedûd) Allah Teala yeter. Kulun Allah´a giden yolu samimi bir tevekkül, yol azığı da takva olmalı, insanlardan ümidi kesip Rabbinin imtihanına karşı sabır ve rıza içinde olmalıdır. Görülmez nimetleri için O´na sürekli şükranda bulunmalıdır. Bu nimetler, verme veya menetme, bolluk veya darlık şeklinde kendini gösterebilir. Çünkü kul, Rabbinin elindedir. Onu dilediği gibi çekip çevirir.
Tevekkül ehli nezdinde hakiki tevekkül; Sabûr olan Allah Te-ala´nrn emri karşısında sabırlı olmak ve hükmü Hâkim-i Mutlak olan Rabbine havale etmektir. O, bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "O kimseler ki sabrederler ve Rablerine tevekkül ederler". (Nahl/42); "Hüküm ancak Allah´ındır ve ben O´na tevekkül ettim". (Yusutf67)
Adamın biri Bişr b. el-Hars´a (ra) şöyle demişti: Yolculuğa çıkmak istiyorum ama hiç param yok! Bişr şu cevabı verdi: Parasızlık seni yoldan alıkoymasın, niyetini gerçekleştirmek için yola çık, eğer para vermezse, başka birinin onun menettiğini sana verme gücü yoktur! İbrahim el-Havvas (ra) da şöyle derdi: Boş bir avuç, temiz bir kalp, dilediğin yere git!
Kişi, yaşadığı bir problem veya içine düştüğü bir zaruretten dolayı sabır ve gücü tükendiği için bir şey isterse, bu onu tevekkül dairesinden çıkarmaz. Çünkü bu durumdaki bir kul, kendi için değil Rabbi için istemektedir. Onu buna sevkeden arzu değil ilimdir. Allah Teala´mn kendisine farz kılığı ibadetleri ifa etmek ve mükellefiyetine esas teşkil eden aklını muhafaza edebilmek belli bir beden gücüne ihtiyacı vardır. Konuyla ilgili bir rivayette şöyle denilmektedir: Her kim acıkır ve kimseden bir şey istemeden Ölürse cehenneme girer. Bunun açıklaması şöyledir: Bu kimse, ölüm raddesine geldiği halde insanlardan bir şey istememek suretiyle Rabbine itaatte gereken sabin bırakmış ve kendisini bile bile ölüme terketmiş durumdadır.
Sufilerden bir topluluk, Allah Resulü´nün (sav) "Kulun yediği en helal rızık el emeğidir"[97] buyruğunu şöyle yorumlamışlardır: Burada kasdedilen ihtiyaç halinde el açmaktır. Şahsımı bu tür bir yorumdan tamamen tenzih ederim. Cafer el-Hâdi bunu sufi şeyhlerinden birinden nakletmişti ve kendisi de bu görüşü yerinde buluyordu. Ama Ebu Said el-Harraz (ra) hayati ihtiyaç halinde elini uzatır ve şöyle derdi: Oraya Allah için koyun!
Cüneyd´in (ra) hocalarından Ebu Cafer el-Haddad´dan bu hususta bir bilgi rivayet edilmiştir. Ebu Cafer tevekkül sahasında derin bir ilme, hâl bakımından da zühde sahipti. O, günlük azığını temin etmek için akşam ile yatsı arasındaki zamanı tercih eder ve bu sürede bir veya iki kapıyı çalarak bir veya iki gün yetecek azığım toplardı. Havastan hiç kimse onun bu davranışını ayıplamamıştır.
Adamın biri, süitlerden birine içinde bir kaç dirhem bulunan bir kese verilirken görmüştü. Sufî, dirhemleri tamamen dağıttıktan sonra yatsı namazının ardından azık konulması için elini açmıştı. Olayı gören kişi, bu hareketinden dolayı sufiyi kınamış ve şöyle demişti: Sana verileni sağa sola dağıttın, içinden akşam yemeğine yetecek kadarını ayırsan daha iyi olmaz mıydı? Bunun üzerine sufi şöyle dedi: O parayı akşama kadar yaşayacağımı sanmadığım için dağıttım. Eğer yaşayacağımı bilseydim dediğini yapardım. Bu hadisede anlatılan sufi, emelini çok kısa tutan biriydi.
İnsanlara el açmak, havasın hemen hepsine göre kulu tevekkül dairesinden çıkarır.
Sehl (ra) şöyle derdi: Tevekkül sahibi dilenmez, geri çevirmez, biriktirmez. Bana göre hayati ihtiyaç halinde el açması da onu tevekkül dairesinden çıkarmaz. Sabır ve gücün bitmesi, Allah Te-ala´nın el açmak için izin vermesidir. Her işi Vekil Teala´ya bağlayan kul için, böyle bir durumda el açması tevekkülüne halel getirmez. Çünkü övgülerin en güzeline layık olan Allah Teala, dostunu halden hale sokabilir. Zahir ve batın ehlinin iki büyük imamının bu şekilde yemek istediklerini görmüyor musunuz? Çünkü islamm müslumanlar arasına koyduğu hürmetin gereklerinden biri de din kardeşinin açlığım gidermesidir.
Allah Resulü (sav) bu konuda şöyle buyurmuştur: "Misafiri ağırlamak farzdır"[98]Başka bir hadiste ise şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Konuğa ikram haktır".[99]Bir diğer hadîs ise şöyledir: "Onun malından bir gece yetecek kadarını alabilirsin". Bir diğer hadis de şudur: "Hangi yerleşim yerinde olursa olsun, müslüman birinin aç olarak sabaha çıktığı yerin halkının zimmeti yoktur"[100]
Süfyan-ı Sevri (ra) Hicaz´dan San´a´ya giden yollar üzerindeki vahalarda yardım isterdi. O bu hususta şöyle demiştir: Onlara Abdullah´ın (ra) konukseverlikle ilgili hadisini hatırlatırdım. Bunun üzerine bana yemek ikram ederler, ben de karnım doyuncaya kadar yer gerisini bırakırdım.
Yolcu, İbn-i Sebil´dir. Bu sıfatı ile de Allah Teala´nın zekat verilmesini farz kıldığı zümrelerden birine dahildir. Çünkü ´sebil´ yol anlamındadır. Onda giden kimse de ´İbn-i Sebil´dir. Bu durumdaki biri için müslüman kardeşinin evinde misafir olabilmek için geçerli olan üç günlük süre geçerli değildir. Zira o, gittiği yerde izin verildiği kadar kalabilme hakkına sahiptir. Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Misafirlik üç gündür. Bundan fazlası sadakadır. Kimse üç günden fazla kalmasın".[101]
Görüldüğü üzere Allah Resulü (sav) üç günden fazla ikameti yasaklamıştır. O bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Üç günden fazla kalmasın. Yoksa kendinden sıkılmasına neden olur".Üç günden fazlası sadakadır" sözünün yorumu ise şöyle yapılabilir: Yani mekruhtur ve teşvik edilmemiştir. Kişi eğer sadakayı tercih ederse nefsini ondan aklamamış olur. Uç gün kalmak ise onun tabii hakkı, ev sahibinin de sorumluluğudur. Eğer ev sahibi üç günden fazla kalmasını ister veya o bunu sezerse bunda mahzur olmaz.
Sufilerden bir topluluk, Allah Resulü´nün (sav) Üç günden fazlası sadakadır sözünün yorumunu şöyle yapmıştır: Üç günden fazlası, misafirin ev sahiplerine bir sadakasıdır. O, evde kalmak suretiyle onlara sadaka vermiş gibi olur. Çünkü bundan sevap kazananlar, ev sahipleridir. Bu yorum hoşumuza gitmemektedir.
Yolcu, namazlarını tam bir temizlikle ve erkanına bağlı kalarak vakitlerinde kılmaya özen göstermelidir. Kalbinin dağılmamasına da Özen göstermelidir. Yolculuk, müridin himmet ve tasasını dağıtırken ariflerin tasasını yoğunlaştırır. Zayıf kimselerin kalplerini meşgul ederken, kuvvet sahiplerinin kalplerini rahatlatır.
Yolculuk bir tür imtihandır ve kulun ahlakını ortaya çıkarır. Ömer b. el-Hattab (ra) huzurunda bir adamın şahitliğini aklayan birine şöyle demiştir: Onunla güzel ahlakı ortaya-ca çıkaracak bir yolculukta bulundun mu? Adam ´Hayır deyince şö-yle demiştir: Onu iyi tanıdığım sanmıyorum!
Selef-i Salih´ten bir zat da şöyle demiştir: Beldesindeki dostları tarafından olduğu gibi yol arkadaşları tarafından da övülen kimsenin düzgünlük ve dürüstlüğünden şüphe etmeyin! Böyle olmasının sebebi, yol şartlarının insanın ahlakını bozması ve sıkıntıları arttırmasıdır. Bu gibi ortamlarda nefsin hırs, azgınlık gibi gizli huyları birden ortaya çıkar. Yolculuktaki refakati güzel olan kimsenin ikametteki dostluğu da güzel olur. ikametteki arkadaşlığı güzel olan kimsenin yolculuktaki arkadaşlığı ise güzel olmayabilir.
Selef-i Salih´ten bir zat şöyle demiştir: Üç kimse vardır ki can sıkıntısından dolayı kınanmazlar: Oruçlu; Hasta ve Yolcu.
Yolcu, yola çıkarken şu dört şeyi yanma almalıdır: Su kırbası, iplik, iğne ve makas. İbrahim el-Havvas (ra) tevekkül ehlindendi ve bu dördünü yanından eksik etmezdi. O, bu dördü için ´Onlar dünyalıktan sayılmaz´ derdi. Sufilerden biri de şöyle demiştir: Fakirin yanında su kırbası ve ip bulunmaması, dininin eksikliğini gösterir.
Kalp erbabından ve halleri ayne´l-yakin müşahede etmiş bir topluluk, nefsleri bir şehre ısındığında veya bir yerde sükunet bulduğunda, alışkanlıktan kurtulmak, azlık ve zilleti yeğlemek niyetiyle oradan ayrılmaya çalışırlardı. Onların bu konuda söyledikleri şu söz çok güzeldir: Mümin; azlık, zillet veya illetten uzak kalamayan kimsedir! Onlar insanlara yaltaklanan gözlerle bakmaya başlamaktan endişe ettiklerinde hemen yolculuğa çıkarlardı. Böylece istemedikleri bir hale düşmekten uzaklaşmış olurlardı. İbrahim el-Havvas (ra) bir şehirde kırk günden fazla kalmazdı. Kırk günden fazla kalmayı, tevekkülü bakımından illet ve zaaf olarak görürdü. O, nefsini sürekli sınar ve halini daima açmaya çalışırdı. Haflt içinde onbır gün yaşadım. Bu süre zarfında hiçbir şey yemedim. Nefsim, halkın kuru otlarının üstüne çıkmak istedi. O anda Hızır´ın (as) bana doğru geldiğini gördüm. Kendisinden kaçmaya yeltenirken arkadan baktığımda, dönüp gittiğini gördüm. Bakınız, bir Allah dostu tevekkülümü bozmaktan nasıl uzaklaştı? Bunun üzerine ´Ondan neden kaçtın?´ diye soruldu. O da, ´Nefsim, yiyecek bir şeyler getirmesini´ , arzu etmişti´ dedi.
Kalp ehli yolculara düşen; kalbin belli bir yere ısınması ve yolculuğa çıkmak ile, nefsin her ikisine ısınması hallerini birbirinden ayırmaları gerekir. Bu iki kalplerinin karışmasına neden olabilir. Basireti olmayan, halini sürekli izlemeyen ve hallerinde sıdk sahibi olamayan kimseler, nefsin ısınmasının kalbin ısınması olduğunu sanabilirler. Bu, kendilerinde eksilmeye yol açtığı halde bunun farkına da varamazlar.
Kalbi o ikisinden birine meylediyorsa şuna iyi bakmalıdır: Acaba o, dininin istikameti, ahiretinin imarı ve Rabbinin muhabbetine daha mı yakındır? Eğer öyle ise, sözkonusu tercih kalbe aittir. Çünkü kalp, ancak iman ahlakına ve ilmin gösterdiğine ısınır. Eğer nefis kaynaklı ise, o zaman da arzularını tatmine, dünyasını imara ve nevasına daha yakın olur. Zira nefs, bu tür nefsani arzulara daha çok ısınır.
Bu gibi durumlarda ya yerleştiği şehirden ayrılarak gurbete çıkmalı, ya da gurbeti bırakıp kendi şehrine geri dönmelidir. Yolculuğu bu gibi titiz kıstaslara dayanmayan, halini iyi tanımayan ve yolculuk hükümlerine uymayan kimsenin yolculuğu arzu ve fitne için yolculuk ediyor demektir. Yolculuğu, kendisi için bir imtihan ve sınamadan ibarettir.
Yolcu ve yolculukla ilgili olarak söyleyebileceğimiz nihai fikirleri şöyle sıralayabiliriz: Yolculukta kendini oyalayacak bir hâl, Allah´a hasredilen bir tasa, hakim olabileceği bir süreç, barınacağı bir mesken, bâtını açısından kazanacağı bir azık, aliminden öğreneceği bir ilim bulunmayan kimse için, bulunduğu yerde kalması hem kendi hali, hem kalbinin salâhı, hem de nefsinin sükûnu için yolculuktan daha uygundur.
Böyle biri yolculuğa çıkması halinde iç dünyası bakımından dağılacak, tasası bakımından farklı farklı mecralara kayacak, kimi zaman belli bir rızka sahip olurken, kimi zaman yitirdiği bir alışkanlığın özlemini duyacak, kimi zaman insanlara yaltaklanarak bakarken kimi zaman da kalbi bakımdan zaafa kapılacaktır. Kimi zaman insanlara minnet ederek güç kazanacak, kimi zaman da sahip olduklarını kaybetme korkusuna kapılacaktır. Bu niteliklerde birinin yolculuğu, eksikliğini arttırmaktan başka bir işe yarayacaktır.
Yolculuk, irade ve iman bakımından kuvvetli olanların tasasını birleştirirken zaaf içinde olanların kalelerini ise tamamen dağıtır. Bunlar bu yolun başındakilere mahsus hususlardır. Diğer taraftan kalbi düzgün olmayan kimsenin hali de istikamet üzere olmaz. Bu durum kendi beldesinde veya yolculukta olmasına da bağlı değildir. Seyahat ehlinden biri gurbet hakkında şöyle bir şiir söylemiştir:
Yalnızlığa ve gurbete Öyle alıştım ki, Her gün onun yumağını sararım.
Bir yerde geçirdiğim bir günün nimetleri, Ve bir gün çiseler üzerime nikbetleri. Gurbet kuşunun nefsini hoş eden yalnız, Sözü tatlı olan bir dostun sohbetleri.
Allah Resulü (sav) kişinin yalnız yolculuk etmesini yasaklamıştır. O, sefere üç kişi çıkılmasını tavsiye etmiştir. O bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Yolculukta üç kişi olursanız birini emir sahibi seçin". [102] Sahabe de bu sünneti tatbik eder ve içlerinden biri için ´Filan, Allah Resulü´nün (sav) tayin ettiği emirdir´ derlerdi. Bizce de müstehap olan budur.
Yolculukla ilgili olarak şöyle bir bilgi rivayet edilmiştir: Dostların en hayırlısı dörttür. Yolculuklar ve gezintiler ancak toplulukla yapılır. Topluluğun asgari sayısı da iki ve üçtür. Asgari sayının en hayırlısı dörttür.
Yolculuğun en güzel şekli yalnızlık üzere olandır. Aynı niyetle bi-raraya gelen üç yolcu, tek kimse gibidirler. Çünkü onların halleri de kalpleri de birdir. Onlar, tek bir kul hükmundedirler. Bu şekilde olan üç kişinin seyahati de güzeldir. Ayrıca bunda iyilik ve takva üzerinde yardımlaşma da sözkonusudur.
Allah Teala yardımlaşma ve sohbet nimetlerinden mahrum ettiği kimseler hakkında şöyle buyurmaktadır: "Onlar kendi kendilerine bile yardım edemezler, Bizim tarafımızdan da bir sohbet (destek) bulamazlar". (Enbiya/43) Allah Teala´nın nefsine karşı yardım ettiği kimse, O´nun dostudur. Allah Teala´nm dostluk ve desteğinden mahrum olan kimsenin nefsi kendisine musallat olur ve emrine teslim olur.
Sonuç itibarıyla yolculuk, niyet ve ihlas gerektiren amellerden biridir. Hüküm bakımından da farklı türleri vardır. Masiyetten kaçış noktasında farz, Allah Teala´ya itaat noktasında fazilet, ticari maksatların bulunması halinde mubahtır. Fesad ve bozgunculuk maksadıyla yapılan yolculuk ise masiyet ve günah olarak bilinir. [103]
Mürid, imkan bulduğunda yolculuğa çıkabilir. Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Beldeler, Allah´ın beldeleridir, insanlar da O´nun kullarıdır. Rızkını bulduğun yere yerleş ve Allah´a hamdet [93]. Meşhur bir rivayette de şöyle buyrulmakta-dır: "Yolculuk edin ki ganimetler bulun". Ahiret ehlinin ganimetleri, ahiret ticaretinden elde edilen kârlardır.
Söz sahiplerinin en doğrusu olan Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Allah´ın arzı geniş değil miydi? Onda hicret etseydiniz (Nisa/97); "De ki: Yer yüzünde yürüyün ve bakın!". (Rum/42); "Muhakkak ki arzda yakin sahipleri için deliller mevcuttur. Nefslerinizde de deliller mevcuttur, görmüyor musunuz?". (Zariyaty20-21)
Delilleri nefsinin içinde kılman kimse, her şeyi görür ve idrak ederken delilleri ufuklara yerleştirilen kimseler devamlı gezmek durumundadırlar. Allah Teala bu meyanda da şöyle buyurmuştur: "Siz de sabah akşam onların diyarlarına uğrarsınız. Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?" (Saffat/137); "Göklerde ve yerde Allah´ın varlığım, birliğini, kudretini gösteren nice deliller vardır ki insanlar yanlarından geçip gittikleri halde yüz çevirmelerinden dolayı farkına varmazlar". (Yusuf/105)
Yeryüzünü dolaşan kimse, edindiği bilgilerle belli bir basiret sahibi olur ve onun sayesinde ibret alıp akledebilir. Kimi insanlar delillerin yanlarından geçerken onlara dikkatli baktıkları için Allah Teala´nın lütfuyla Öğüt alır ve O´na yönelirler. Allah Teala, kullanna ´yayılmış beşik´ olarak vasfettiği arz üzerinde dolaşmalarım ve oradan kendileri için çıkarttığı rızıklardan yemelerini emretmiştir. O, bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Yeryüzünü size hizmete hazır bir , uysal bir binek gibi kılan da O! Haydi öyleyse onun omuzlarında rahatça dolaşın ve O´nun takdir ettiği rızıklardan yiyin". (Mülk/15) Ayetteki ´Menâkıb=Omuzlar" ile kasdedilenin çarşı pazarlar, köyler veya dağlar olabileceği söylenmiştir. Bize göre ´ahdâ-bü´l-arz=yeryüzünün sırtları´ ile kasdedilen köyler, ´menâkıb=omuzlar ile kasdedilen ise dağlar olabilir. Çünkü omuzlar, canlıların yüksek kısımlarıdır. Bişr-i Hâfı (ra) şöyle derdi: Ey Kur´an okuyucuları, seyahat edin güzellesin!
´Sefer=Yolculuk´ kelimesinin kökeniyle ilgili olarak da şunlar söylenebilir: Su, bir yerde çoğalmaya başladığı zaman bunu ifade etmede ´sefere´ fiili kullanılır. Bir diğer görüşe göre, yolculuğun ´sefer olarak isimlendirilmesinin sebebi insanın gerçek ahlakını ortaya çıkarmasıdır. Çünkü ´Sefere´ fiilinin bir anlamı da açığa çıkartmaktır. Yolculuk, bir anlamdda Allah Teala´nm yeryüzüne yerleştirdiği delilleri de ortaya çıkarmaktadır.
Kişi bir yolculuğa niyetlendiği zaman iki rekat istihare namazı kılmalı ve Allah Teala´ya sağlam bir şekilde tevekkül etmelidir. Kendisini gözetmesi ve O´nunla sükunet bulması bakımından Allah Teala müslümana yetecektir. Kul, O´na tam olarak güvenmeli ve itimad etmelidir. Halini belli etmemeli ve Rabbinden tam olarak razı olmalıdır. Gidişi ve dönüşünün O´nunla olacağını bilmelidir. Yolculuğu esnasında karşılaşacağı delil ve eserlere bakmaya, üzerlerinde dikkatlice düşünmeye ve ibretler almaya niyetlenmiş olmalıdır. Yolculuğu ile Allah´ın lütfunu ummaya da niyetlenmelidir. Bütün bunlar, teşvik edilmiş yolculuk sebepleridir.
Konuyla ilgili olarak şöyle denilmiştir: Allah Teala yola çıkacak kulunu meleklerine havale eder. Bu melekler, kulun yolculuk niyetlerini kontrol ederler. Herkese niyetine göre istediğini verirler. Eğer dünyalık peşinde ise dünyalık verip ahiretini eksilterek tasasını çoğaltırlar. Böylesi hırs ve arzularla dolu biri olup sürekli dünya ile meşgul edilir.
Yolculuk niyöti ahiret ve ahiret ehlini talep etmek olan kula da basiret ve idrak lütfedilir. Niyetiyle orantılı olarak ibret ve öğüt alma melekeleri güçlendirilir. Tasası da ahiret üzerinde toplanır. Kanaati sayesinde belli bir dünyalığı olur. Ama onu en çok meşgul eden, hırs değil zühddür. Görevli melekler sürekli onun için dua ve istiğfarda bulunurlar.
Yolcunun niyeti, kalbinin düzelmesi, nefsinin riyazeti, halinin açığa çıkarılması ve sıfatlarının %ınanmasıdır. Çünkü nefs, kendi yurdunda boyun eğme ve teslimiyete daha yatkındır. Muhtemelen yolculukta da kulun isteklerine boyun eğecek ve karşı gelmeyecektir. Ama yol halinin doğuracağı meşakkat ve sıkıntılar, ardarda öğreneceği hakikatlar nefsi alışmış olduğu mecradan çıkartacak ve gerçek yüzünün ortaya çıkmasına zemin hazırlayacaktır. Bu gibi durumlarda, nefsin bastırılmış istekleri ve dürtüleri de açığa çıkabilir.
Sonuç itibarıyla yolcu, daha önce karşılaşmadığı ilim ve basiretlerle donanarak nefsinin gizli kalmış yönlerini bunlar sayesinde öğrenme fırsatını elde edebilir. Bir anlamda bunlar da, arzın gizlediği hususlar olup Allah Teala tarafından sevdiği kullarına dilediği zaman açılmaktadır. O bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Halbuki göklerde ve yerde gizli olan herşeyi açığa çıkaran Allah´a..." (Nahl/25)
Kul, ilim Öğrenmek gayesiyle yola çıkıyorsa Allah Teala´nın şu buyruğunda bahsedilenler zümresine dahil olur: "Seyahat edenler". (Tevbe/112) Buradaki ´seyahat edenler* ile ilim öğrenmek için gurbete gidenlerin kasdedildiği bildirihniştir. Said b. el-Müseyyeb (ra), tek bir hadis için günlerce seyahat ederdi. Şa´bî de şöyle demiştir: Bir kimse, kendisine doğru yolu gösterecek tek bir kelime için Şam´dan Yemen´in en uç noktasına seyahat etse, yolculuğunun boşa gittiğini asla düşünmem!
Cabir b. Abdullah (ra) ve diğer sahabiler, Abdullah b. Enis el-En-sari´den (ra) rivayet edilen tek bir hadisi bizzat ondan dinlemek için Medine´den Mısır´a bir ay süren bir yolculuk yapmışlardır. Hadisi dinledikten sonra geri dönmüşlerdir. Allah Resulü´nün (sav) devrinden günümüze (Hicri IV. Asır) dek hadis öğrenmek için seyahat edenler, sayılamayacak kadar çoktur.
Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "İlim öğrenmek için evinden çıkan kimse, dönünceye kadar Allah yolundadır".[94]Bir diğer hadis de şöyledir: "İlim aradığı bir yola giren kimseye Allah Teala da cennete götüren bir yol açar"[95]
İlim için harcanan paranın, Allah yolunda harcanan para gibi olduğu ve bir dirhemin yedi yüz dirhem hesap edileceği söylenmiştir. Salihlerle görüşmek üzere seyahat eden kimse de fazilet sahibidir. Sahabe´den bir zatın şöyle dediği rivayet edilmiştir: İnsanlar (salihlerle) buluşmak için haccederlerdi. Hac, yolculukların en hayır-lısıdır. Görüldüğü gibi Sahabe haccı salihlerle buluşma vesilesi olarak görmüştür.
Yolculuğa çıkan kimse, dininin selameti bakımından daha faydalı olduğu düşüncesiyle taşraya yönelmeye niyetlenirse güzel davranmış olur. Çünkü şehirlerde, dünyaya bağlanmak daha kolaydır. Kul, nefsini ezmek, şöhret fitnesinden kaçmak ve kendini Allah´a adamak için de yollara düşebilir. İnsanlardan uzaklaşarak kalbini düzeltme ve halinde istikamet bulma düşüncesiyle de seyahat edebilir. İnsanlardan uzaklaşmak, riyazet şekillerinden biridir.
Kişi, yakini imanı kuvvetleninceye ve kalbi itmi´nan buluncaya kadar yalnız kalma cihetine gidebilir. Bu seviyeye ulaştıktan sonra, bir yerde ikamet etmesiyle yolculuk etmesi ve insanlardan uzaklaşması onun için farksız olacaktır. Çevresinde insanların bulunup bulunmaması ona tesir etmeyecektir. Çünkü tasasını onlar üzerinde yoğunlaştırmayacaktır.
Süfyan-ı Sevri (ra) bu hususta şöyle demiştir: Öyle kötü bir zamandayız ki, tanınmayan zelil kul bile güvende değilken meşhurlar nasıl güvende olabilecektir! Bana göre bu zaman, kulun bir beldeden diğerine intikal edeceği, tanınmaya başladığı bir yerden başka bir beldeye taşınması gereken bir zamandır!
Ebu Nuaym şöyle demiştir: Süfyan´ı destisini eline, azık torbasını sırtına almış bir halde gördüm. ´Hayırdır, yolculuk nereye ey Ebu Abdullah?´ dediğimde şöyle dedi: Ruhsatların yaşanabildiği bir yer duydum. Orada ikamet etmek istiyorum. ´Gerçekten de yapacak mısın?´ diye sorduğumda, ´Evet, bir yerde ruhsatların yaşanabildiğim işittiğinde oraya yerleş, orası dinin için daha güvenli, tasa bakımından da daha azdır!´ dedi.
Seri es-Sekatî (ra) sufilere şöyle derdi: Kış çıkıp bahar girdiğinde ve ağaçları yaprak sardığında yeryüzüne dağılmak gerekir!
Çıkılan yolculukların en hayırlısı; Allah yolunda cihad için, hac için, sınırlan beklemek için ve Allah Resulü´nün (sav) kabrini ziyaret etmek için çıkılan yolculuktur. Bundan sonra Sahabe´nin mezarlarını ziyaret etmek için çıkılan yolculuklar gelir. Bunlarda sırf Allah rızasını kazanmaya çalışmak esastır.
Bir din kardeşini ziyaret etmek için yola çıkmak da müstehap görülmüş ve teşvik edilmiştir. Ehli Beyt kanalıyla şöyle bir haber nakledilmiştir: Tevrat´ta şöyle yazılıdır: Hasta ziyareti için bir mil, cenaze teşyii etmek için iki mil, davete icabet için üç mil ve bir din kardeşini ziyaret etmek için dört mil yürü. Bir başka rivayette ise şöyle denilmiştir:
Adamın biri başka bir yerde ikamet eden din kardeşini ziyarete niyetlenmişti. Allah Teala yolunun ortasına bir meleği gözcü koydu. Melek, yolda karşısına çıkıp ´Nereye gidiyorsun?´ diye sordu. Adam da, ´Palan yerdeki bir din kardeşimin ziyaretine´ dedi. Melek, ´İkinizin arasında ulaman gereken bir bağ (~sıla-i rahim ilişkisi) var mı?´ diye sordu. Adam, ´Hayır* dedi. Melek, ´Peki senin üzerinde karşılık vermeni gerektirecek bir iyiliği var mı?´ diye sordu. Adam, ´Hayır, sırf kendisini Allah için sevdiğimden ziyaretine gidiyorum´ dedi. Bunun üzerine melek şöyle dedi: Ben, Allah Teala´nın elçisiyim. O sana cenneti müjdeliyor ve kardeşini ziyaretinden dolayı günahlarını bağışladığını bildiriyor.
Kişi, sınır boylarında kırk gün veya üç gün nöbet beklemek niyetiyle yola çıktığında iyi etmiş olur. Eğer Abadan´a gitmek ve orada üç gün nöbet tutarsa, alimler ve abidlerden üç yüz zata denk olmuş olur. Böylelikle daha yüce bir sıfatı haiz olur. Ali (kv) hakkında da şöyle bir hadise nakledilmiştir: O, Basra´da bir adamdan Abadan´da üç gün nöbet tutmasını ve kendisine refakat etmesini istemişti.
Arıflerdn bir zat şöyle demiştir: Bir çok belde mükaşefe yolula bana gösterildi. Bütün sınır boylarının Abadan önünde eğildikleligördüm.
Kişi, ziyareti teşvik edilen üç mescidden birine gitmek için de yola çıkabilir. Bu da faziletli bir davranıştır. Allah Resulü´nün (sav)hadisinde de bineklerin koşturulacağı mescidler[96] olarak bildirdiği bu mescidlerin ilki Mescid-i Haram´dır. İkincisi Mescid-i Nebevi, üçüncüsü de Aksa Mescidi´dir. Denilir ki: Bu üç mescidde de namaz kılan kimsenin bütün günahları bağışlanabilir. Hac veya umresine Aksa Mescidi´nden başlayıp Mescid-i Haram´a giden kimsenin anasından doğduğu andaki gibi günahlarından sıyrıldığı söylenmiştir. İbni Ömer (ra) Kudüs´e gitmek üzere Medine´den yola çıkmış ve orada beş vakit namaz kıldıktan sonra derhal Medine´ye geri dönmüştür. Süleyman (as) da Rabbine dua ederek Aksa Mescidi´ne ancak namaz kılınmak için gelinmesini niyaz etmiş ve şöyle demiştir: Rabbim, mescidimde namaz kılan kimse orada durdukça bakışını ondan asla çevirme ve oradan ayrılırken anasından doğduğu günkü gibi günahlarından arındır! Allah Teala da bu duasını kabul buyurmuştur.
Allah Teala´nm Haremi olan Mescid-i Haram ile Resulü´nün (sav) Haremi olan Mescid-i Nebevi´nin faziletleri burada sayılamayacak kadar çoktur.
Kişi, helalinden rızık temin etmek maksadıyla da gurbete gidebilir. Böylelikle haramdan da emin olur. Bu, rıza-ı ilahiye iki noktada helal yeme ve haramdan sakınmada- yaklaşmayı ifade eder. Selef-i Salih her devirde bunu yapmışlardır.
Kul, yolculuğu ve gurbet hayatı esnasında tasasının toplu olmasını gözetmeli, kalbini dağıtmaman, insanlara tamah etmekten ve el açmaktan uzak durmalıdır. Belli bir rızık vasıtası olmayan kula, Herşeyi Bilen (el-Allâm) ve kulunu Çok Seven (el-Vedûd) Allah Teala yeter. Kulun Allah´a giden yolu samimi bir tevekkül, yol azığı da takva olmalı, insanlardan ümidi kesip Rabbinin imtihanına karşı sabır ve rıza içinde olmalıdır. Görülmez nimetleri için O´na sürekli şükranda bulunmalıdır. Bu nimetler, verme veya menetme, bolluk veya darlık şeklinde kendini gösterebilir. Çünkü kul, Rabbinin elindedir. Onu dilediği gibi çekip çevirir.
Tevekkül ehli nezdinde hakiki tevekkül; Sabûr olan Allah Te-ala´nrn emri karşısında sabırlı olmak ve hükmü Hâkim-i Mutlak olan Rabbine havale etmektir. O, bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "O kimseler ki sabrederler ve Rablerine tevekkül ederler". (Nahl/42); "Hüküm ancak Allah´ındır ve ben O´na tevekkül ettim". (Yusutf67)
Adamın biri Bişr b. el-Hars´a (ra) şöyle demişti: Yolculuğa çıkmak istiyorum ama hiç param yok! Bişr şu cevabı verdi: Parasızlık seni yoldan alıkoymasın, niyetini gerçekleştirmek için yola çık, eğer para vermezse, başka birinin onun menettiğini sana verme gücü yoktur! İbrahim el-Havvas (ra) da şöyle derdi: Boş bir avuç, temiz bir kalp, dilediğin yere git!
Kişi, yaşadığı bir problem veya içine düştüğü bir zaruretten dolayı sabır ve gücü tükendiği için bir şey isterse, bu onu tevekkül dairesinden çıkarmaz. Çünkü bu durumdaki bir kul, kendi için değil Rabbi için istemektedir. Onu buna sevkeden arzu değil ilimdir. Allah Teala´mn kendisine farz kılığı ibadetleri ifa etmek ve mükellefiyetine esas teşkil eden aklını muhafaza edebilmek belli bir beden gücüne ihtiyacı vardır. Konuyla ilgili bir rivayette şöyle denilmektedir: Her kim acıkır ve kimseden bir şey istemeden Ölürse cehenneme girer. Bunun açıklaması şöyledir: Bu kimse, ölüm raddesine geldiği halde insanlardan bir şey istememek suretiyle Rabbine itaatte gereken sabin bırakmış ve kendisini bile bile ölüme terketmiş durumdadır.
Sufilerden bir topluluk, Allah Resulü´nün (sav) "Kulun yediği en helal rızık el emeğidir"[97] buyruğunu şöyle yorumlamışlardır: Burada kasdedilen ihtiyaç halinde el açmaktır. Şahsımı bu tür bir yorumdan tamamen tenzih ederim. Cafer el-Hâdi bunu sufi şeyhlerinden birinden nakletmişti ve kendisi de bu görüşü yerinde buluyordu. Ama Ebu Said el-Harraz (ra) hayati ihtiyaç halinde elini uzatır ve şöyle derdi: Oraya Allah için koyun!
Cüneyd´in (ra) hocalarından Ebu Cafer el-Haddad´dan bu hususta bir bilgi rivayet edilmiştir. Ebu Cafer tevekkül sahasında derin bir ilme, hâl bakımından da zühde sahipti. O, günlük azığını temin etmek için akşam ile yatsı arasındaki zamanı tercih eder ve bu sürede bir veya iki kapıyı çalarak bir veya iki gün yetecek azığım toplardı. Havastan hiç kimse onun bu davranışını ayıplamamıştır.
Adamın biri, süitlerden birine içinde bir kaç dirhem bulunan bir kese verilirken görmüştü. Sufî, dirhemleri tamamen dağıttıktan sonra yatsı namazının ardından azık konulması için elini açmıştı. Olayı gören kişi, bu hareketinden dolayı sufiyi kınamış ve şöyle demişti: Sana verileni sağa sola dağıttın, içinden akşam yemeğine yetecek kadarını ayırsan daha iyi olmaz mıydı? Bunun üzerine sufi şöyle dedi: O parayı akşama kadar yaşayacağımı sanmadığım için dağıttım. Eğer yaşayacağımı bilseydim dediğini yapardım. Bu hadisede anlatılan sufi, emelini çok kısa tutan biriydi.
İnsanlara el açmak, havasın hemen hepsine göre kulu tevekkül dairesinden çıkarır.
Sehl (ra) şöyle derdi: Tevekkül sahibi dilenmez, geri çevirmez, biriktirmez. Bana göre hayati ihtiyaç halinde el açması da onu tevekkül dairesinden çıkarmaz. Sabır ve gücün bitmesi, Allah Te-ala´nın el açmak için izin vermesidir. Her işi Vekil Teala´ya bağlayan kul için, böyle bir durumda el açması tevekkülüne halel getirmez. Çünkü övgülerin en güzeline layık olan Allah Teala, dostunu halden hale sokabilir. Zahir ve batın ehlinin iki büyük imamının bu şekilde yemek istediklerini görmüyor musunuz? Çünkü islamm müslumanlar arasına koyduğu hürmetin gereklerinden biri de din kardeşinin açlığım gidermesidir.
Allah Resulü (sav) bu konuda şöyle buyurmuştur: "Misafiri ağırlamak farzdır"[98]Başka bir hadiste ise şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Konuğa ikram haktır".[99]Bir diğer hadîs ise şöyledir: "Onun malından bir gece yetecek kadarını alabilirsin". Bir diğer hadis de şudur: "Hangi yerleşim yerinde olursa olsun, müslüman birinin aç olarak sabaha çıktığı yerin halkının zimmeti yoktur"[100]
Süfyan-ı Sevri (ra) Hicaz´dan San´a´ya giden yollar üzerindeki vahalarda yardım isterdi. O bu hususta şöyle demiştir: Onlara Abdullah´ın (ra) konukseverlikle ilgili hadisini hatırlatırdım. Bunun üzerine bana yemek ikram ederler, ben de karnım doyuncaya kadar yer gerisini bırakırdım.
Yolcu, İbn-i Sebil´dir. Bu sıfatı ile de Allah Teala´nın zekat verilmesini farz kıldığı zümrelerden birine dahildir. Çünkü ´sebil´ yol anlamındadır. Onda giden kimse de ´İbn-i Sebil´dir. Bu durumdaki biri için müslüman kardeşinin evinde misafir olabilmek için geçerli olan üç günlük süre geçerli değildir. Zira o, gittiği yerde izin verildiği kadar kalabilme hakkına sahiptir. Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Misafirlik üç gündür. Bundan fazlası sadakadır. Kimse üç günden fazla kalmasın".[101]
Görüldüğü üzere Allah Resulü (sav) üç günden fazla ikameti yasaklamıştır. O bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Üç günden fazla kalmasın. Yoksa kendinden sıkılmasına neden olur".Üç günden fazlası sadakadır" sözünün yorumu ise şöyle yapılabilir: Yani mekruhtur ve teşvik edilmemiştir. Kişi eğer sadakayı tercih ederse nefsini ondan aklamamış olur. Uç gün kalmak ise onun tabii hakkı, ev sahibinin de sorumluluğudur. Eğer ev sahibi üç günden fazla kalmasını ister veya o bunu sezerse bunda mahzur olmaz.
Sufilerden bir topluluk, Allah Resulü´nün (sav) Üç günden fazlası sadakadır sözünün yorumunu şöyle yapmıştır: Üç günden fazlası, misafirin ev sahiplerine bir sadakasıdır. O, evde kalmak suretiyle onlara sadaka vermiş gibi olur. Çünkü bundan sevap kazananlar, ev sahipleridir. Bu yorum hoşumuza gitmemektedir.
Yolcu, namazlarını tam bir temizlikle ve erkanına bağlı kalarak vakitlerinde kılmaya özen göstermelidir. Kalbinin dağılmamasına da Özen göstermelidir. Yolculuk, müridin himmet ve tasasını dağıtırken ariflerin tasasını yoğunlaştırır. Zayıf kimselerin kalplerini meşgul ederken, kuvvet sahiplerinin kalplerini rahatlatır.
Yolculuk bir tür imtihandır ve kulun ahlakını ortaya çıkarır. Ömer b. el-Hattab (ra) huzurunda bir adamın şahitliğini aklayan birine şöyle demiştir: Onunla güzel ahlakı ortaya-ca çıkaracak bir yolculukta bulundun mu? Adam ´Hayır deyince şö-yle demiştir: Onu iyi tanıdığım sanmıyorum!
Selef-i Salih´ten bir zat da şöyle demiştir: Beldesindeki dostları tarafından olduğu gibi yol arkadaşları tarafından da övülen kimsenin düzgünlük ve dürüstlüğünden şüphe etmeyin! Böyle olmasının sebebi, yol şartlarının insanın ahlakını bozması ve sıkıntıları arttırmasıdır. Bu gibi ortamlarda nefsin hırs, azgınlık gibi gizli huyları birden ortaya çıkar. Yolculuktaki refakati güzel olan kimsenin ikametteki dostluğu da güzel olur. ikametteki arkadaşlığı güzel olan kimsenin yolculuktaki arkadaşlığı ise güzel olmayabilir.
Selef-i Salih´ten bir zat şöyle demiştir: Üç kimse vardır ki can sıkıntısından dolayı kınanmazlar: Oruçlu; Hasta ve Yolcu.
Yolcu, yola çıkarken şu dört şeyi yanma almalıdır: Su kırbası, iplik, iğne ve makas. İbrahim el-Havvas (ra) tevekkül ehlindendi ve bu dördünü yanından eksik etmezdi. O, bu dördü için ´Onlar dünyalıktan sayılmaz´ derdi. Sufilerden biri de şöyle demiştir: Fakirin yanında su kırbası ve ip bulunmaması, dininin eksikliğini gösterir.
Kalp erbabından ve halleri ayne´l-yakin müşahede etmiş bir topluluk, nefsleri bir şehre ısındığında veya bir yerde sükunet bulduğunda, alışkanlıktan kurtulmak, azlık ve zilleti yeğlemek niyetiyle oradan ayrılmaya çalışırlardı. Onların bu konuda söyledikleri şu söz çok güzeldir: Mümin; azlık, zillet veya illetten uzak kalamayan kimsedir! Onlar insanlara yaltaklanan gözlerle bakmaya başlamaktan endişe ettiklerinde hemen yolculuğa çıkarlardı. Böylece istemedikleri bir hale düşmekten uzaklaşmış olurlardı. İbrahim el-Havvas (ra) bir şehirde kırk günden fazla kalmazdı. Kırk günden fazla kalmayı, tevekkülü bakımından illet ve zaaf olarak görürdü. O, nefsini sürekli sınar ve halini daima açmaya çalışırdı. Haflt içinde onbır gün yaşadım. Bu süre zarfında hiçbir şey yemedim. Nefsim, halkın kuru otlarının üstüne çıkmak istedi. O anda Hızır´ın (as) bana doğru geldiğini gördüm. Kendisinden kaçmaya yeltenirken arkadan baktığımda, dönüp gittiğini gördüm. Bakınız, bir Allah dostu tevekkülümü bozmaktan nasıl uzaklaştı? Bunun üzerine ´Ondan neden kaçtın?´ diye soruldu. O da, ´Nefsim, yiyecek bir şeyler getirmesini´ , arzu etmişti´ dedi.
Kalp ehli yolculara düşen; kalbin belli bir yere ısınması ve yolculuğa çıkmak ile, nefsin her ikisine ısınması hallerini birbirinden ayırmaları gerekir. Bu iki kalplerinin karışmasına neden olabilir. Basireti olmayan, halini sürekli izlemeyen ve hallerinde sıdk sahibi olamayan kimseler, nefsin ısınmasının kalbin ısınması olduğunu sanabilirler. Bu, kendilerinde eksilmeye yol açtığı halde bunun farkına da varamazlar.
Kalbi o ikisinden birine meylediyorsa şuna iyi bakmalıdır: Acaba o, dininin istikameti, ahiretinin imarı ve Rabbinin muhabbetine daha mı yakındır? Eğer öyle ise, sözkonusu tercih kalbe aittir. Çünkü kalp, ancak iman ahlakına ve ilmin gösterdiğine ısınır. Eğer nefis kaynaklı ise, o zaman da arzularını tatmine, dünyasını imara ve nevasına daha yakın olur. Zira nefs, bu tür nefsani arzulara daha çok ısınır.
Bu gibi durumlarda ya yerleştiği şehirden ayrılarak gurbete çıkmalı, ya da gurbeti bırakıp kendi şehrine geri dönmelidir. Yolculuğu bu gibi titiz kıstaslara dayanmayan, halini iyi tanımayan ve yolculuk hükümlerine uymayan kimsenin yolculuğu arzu ve fitne için yolculuk ediyor demektir. Yolculuğu, kendisi için bir imtihan ve sınamadan ibarettir.
Yolcu ve yolculukla ilgili olarak söyleyebileceğimiz nihai fikirleri şöyle sıralayabiliriz: Yolculukta kendini oyalayacak bir hâl, Allah´a hasredilen bir tasa, hakim olabileceği bir süreç, barınacağı bir mesken, bâtını açısından kazanacağı bir azık, aliminden öğreneceği bir ilim bulunmayan kimse için, bulunduğu yerde kalması hem kendi hali, hem kalbinin salâhı, hem de nefsinin sükûnu için yolculuktan daha uygundur.
Böyle biri yolculuğa çıkması halinde iç dünyası bakımından dağılacak, tasası bakımından farklı farklı mecralara kayacak, kimi zaman belli bir rızka sahip olurken, kimi zaman yitirdiği bir alışkanlığın özlemini duyacak, kimi zaman insanlara yaltaklanarak bakarken kimi zaman da kalbi bakımdan zaafa kapılacaktır. Kimi zaman insanlara minnet ederek güç kazanacak, kimi zaman da sahip olduklarını kaybetme korkusuna kapılacaktır. Bu niteliklerde birinin yolculuğu, eksikliğini arttırmaktan başka bir işe yarayacaktır.
Yolculuk, irade ve iman bakımından kuvvetli olanların tasasını birleştirirken zaaf içinde olanların kalelerini ise tamamen dağıtır. Bunlar bu yolun başındakilere mahsus hususlardır. Diğer taraftan kalbi düzgün olmayan kimsenin hali de istikamet üzere olmaz. Bu durum kendi beldesinde veya yolculukta olmasına da bağlı değildir. Seyahat ehlinden biri gurbet hakkında şöyle bir şiir söylemiştir:
Yalnızlığa ve gurbete Öyle alıştım ki, Her gün onun yumağını sararım.
Bir yerde geçirdiğim bir günün nimetleri, Ve bir gün çiseler üzerime nikbetleri. Gurbet kuşunun nefsini hoş eden yalnız, Sözü tatlı olan bir dostun sohbetleri.
Allah Resulü (sav) kişinin yalnız yolculuk etmesini yasaklamıştır. O, sefere üç kişi çıkılmasını tavsiye etmiştir. O bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Yolculukta üç kişi olursanız birini emir sahibi seçin". [102] Sahabe de bu sünneti tatbik eder ve içlerinden biri için ´Filan, Allah Resulü´nün (sav) tayin ettiği emirdir´ derlerdi. Bizce de müstehap olan budur.
Yolculukla ilgili olarak şöyle bir bilgi rivayet edilmiştir: Dostların en hayırlısı dörttür. Yolculuklar ve gezintiler ancak toplulukla yapılır. Topluluğun asgari sayısı da iki ve üçtür. Asgari sayının en hayırlısı dörttür.
Yolculuğun en güzel şekli yalnızlık üzere olandır. Aynı niyetle bi-raraya gelen üç yolcu, tek kimse gibidirler. Çünkü onların halleri de kalpleri de birdir. Onlar, tek bir kul hükmundedirler. Bu şekilde olan üç kişinin seyahati de güzeldir. Ayrıca bunda iyilik ve takva üzerinde yardımlaşma da sözkonusudur.
Allah Teala yardımlaşma ve sohbet nimetlerinden mahrum ettiği kimseler hakkında şöyle buyurmaktadır: "Onlar kendi kendilerine bile yardım edemezler, Bizim tarafımızdan da bir sohbet (destek) bulamazlar". (Enbiya/43) Allah Teala´nın nefsine karşı yardım ettiği kimse, O´nun dostudur. Allah Teala´nm dostluk ve desteğinden mahrum olan kimsenin nefsi kendisine musallat olur ve emrine teslim olur.
Sonuç itibarıyla yolculuk, niyet ve ihlas gerektiren amellerden biridir. Hüküm bakımından da farklı türleri vardır. Masiyetten kaçış noktasında farz, Allah Teala´ya itaat noktasında fazilet, ticari maksatların bulunması halinde mubahtır. Fesad ve bozgunculuk maksadıyla yapılan yolculuk ise masiyet ve günah olarak bilinir. [103]