- Yolcunun Hükmü

Adsense kodları


Yolcunun Hükmü

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
armi
Sun 10 January 2010, 12:44 pm GMT +0200
Yolcunun Hükmü Ve Yolculukta Güdülen Gayeler Hakkındadır
Mürid, imkan bulduğunda yolculuğa çıkabilir. Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Beldeler, Allah´ın belde­leridir, insanlar da O´nun kullarıdır. Rızkını bulduğun yere yerleş ve Allah´a hamdet [93]. Meşhur bir rivayette de şöyle buyrulmakta-dır: "Yolculuk edin ki ganimetler bulun". Ahiret ehlinin ganimetle­ri, ahiret ticaretinden elde edilen kârlardır.

Söz sahiplerinin en doğrusu olan Allah Teala şöyle buyurmuş­tur: "Allah´ın arzı geniş değil miydi? Onda hicret etseydiniz (Ni­sa/97); "De ki: Yer yüzünde yürüyün ve bakın!". (Rum/42); "Muhak­kak ki arzda yakin sahipleri için deliller mevcuttur. Nefslerinizde de deliller mevcuttur, görmüyor musunuz?". (Zariyaty20-21)

Delilleri nefsinin içinde kılman kimse, her şeyi görür ve idrak ederken delilleri ufuklara yerleştirilen kimseler devamlı gezmek durumundadırlar. Allah Teala bu meyanda da şöyle buyurmuştur: "Siz de sabah akşam onların diyarlarına uğrarsınız. Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?" (Saffat/137); "Göklerde ve yerde Allah´ın varlığım, birliğini, kudretini gösteren nice deliller vardır ki insan­lar yanlarından geçip gittikleri halde yüz çevirmelerinden dolayı farkına varmazlar". (Yusuf/105)

Yeryüzünü dolaşan kimse, edindiği bilgilerle belli bir basiret sa­hibi olur ve onun sayesinde ibret alıp akledebilir. Kimi insanlar de­lillerin yanlarından geçerken onlara dikkatli baktıkları için Allah Teala´nın lütfuyla Öğüt alır ve O´na yönelirler. Allah Teala, kullanna ´yayılmış beşik´ olarak vasfettiği arz üzerinde dolaşmalarım ve oradan kendileri için çıkarttığı rızıklardan yemelerini emretmiştir. O, bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Yeryüzünü size hizmete ha­zır bir , uysal bir binek gibi kılan da O! Haydi öyleyse onun omuz­larında rahatça dolaşın ve O´nun takdir ettiği rızıklardan yiyin". (Mülk/15) Ayetteki ´Menâkıb=Omuzlar" ile kasdedilenin çarşı pa­zarlar, köyler veya dağlar olabileceği söylenmiştir. Bize göre ´ahdâ-bü´l-arz=yeryüzünün sırtları´ ile kasdedilen köyler, ´menâkıb=omuz­lar ile kasdedilen ise dağlar olabilir. Çünkü omuzlar, canlıların yük­sek kısımlarıdır. Bişr-i Hâfı (ra) şöyle derdi: Ey Kur´an okuyucuları, seyahat edin güzellesin!

´Sefer=Yolculuk´ kelimesinin kökeniyle ilgili olarak da şunlar söylenebilir
: Su, bir yerde çoğalmaya başladığı zaman bunu ifade etmede ´sefere´ fiili kullanılır. Bir diğer görüşe göre, yolculuğun ´se­fer olarak isimlendirilmesinin sebebi insanın gerçek ahlakını orta­ya çıkarmasıdır. Çünkü ´Sefere´ fiilinin bir anlamı da açığa çıkart­maktır. Yolculuk, bir anlamdda Allah Teala´nm yeryüzüne yerleş­tirdiği delilleri de ortaya çıkarmaktadır.

Kişi bir yolculuğa niyetlendiği zaman iki rekat istihare namazı kılmalı ve Allah Teala´ya sağlam bir şekilde tevekkül etmelidir. Kendisini gözetmesi ve O´nunla sükunet bulması bakımından Al­lah Teala müslümana yetecektir. Kul, O´na tam olarak güvenmeli ve itimad etmelidir. Halini belli etmemeli ve Rabbinden tam olarak razı olmalıdır. Gidişi ve dönüşünün O´nunla olacağını bilmelidir. Yolculuğu esnasında karşılaşacağı delil ve eserlere bakmaya, üzer­lerinde dikkatlice düşünmeye ve ibretler almaya niyetlenmiş olma­lıdır. Yolculuğu ile Allah´ın lütfunu ummaya da niyetlenmelidir. Bü­tün bunlar, teşvik edilmiş yolculuk sebepleridir.

Konuyla ilgili olarak şöyle denilmiştir
: Allah Teala yola çıkacak kulunu meleklerine havale eder. Bu melekler, kulun yolculuk ni­yetlerini kontrol ederler. Herkese niyetine göre istediğini verirler. Eğer dünyalık peşinde ise dünyalık verip ahiretini eksilterek tasa­sını çoğaltırlar. Böylesi hırs ve arzularla dolu biri olup sürekli dün­ya ile meşgul edilir.

Yolculuk niyöti ahiret ve ahiret ehlini talep etmek olan kula da basiret ve idrak lütfedilir. Niyetiyle orantılı olarak ibret ve öğüt al­ma melekeleri güçlendirilir. Tasası da ahiret üzerinde toplanır. Kanaati sayesinde belli bir dünyalığı olur. Ama onu en çok meşgul eden, hırs değil zühddür. Görevli melekler sürekli onun için dua ve istiğfarda bulunurlar.

Yolcunun niyeti, kalbinin düzelmesi, nefsinin riyazeti, halinin açığa çıkarılması ve sıfatlarının %ınanmasıdır. Çünkü nefs, kendi yurdunda boyun eğme ve teslimiyete daha yatkındır. Muhtemelen yolculukta da kulun isteklerine boyun eğecek ve karşı gelmeyecek­tir. Ama yol halinin doğuracağı meşakkat ve sıkıntılar, ardarda öğ­reneceği hakikatlar nefsi alışmış olduğu mecradan çıkartacak ve gerçek yüzünün ortaya çıkmasına zemin hazırlayacaktır. Bu gibi durumlarda, nefsin bastırılmış istekleri ve dürtüleri de açığa çıka­bilir.

Sonuç itibarıyla yolcu, daha önce karşılaşmadığı ilim ve basiret­lerle donanarak nefsinin gizli kalmış yönlerini bunlar sayesinde öğ­renme fırsatını elde edebilir. Bir anlamda bunlar da, arzın gizlediği hususlar olup Allah Teala tarafından sevdiği kullarına dilediği za­man açılmaktadır. O bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Halbuki gök­lerde ve yerde gizli olan herşeyi açığa çıkaran Allah´a..." (Nahl/25)

Kul, ilim Öğrenmek  gayesiyle yola çıkıyorsa Allah Teala´nın şu buyruğunda bahsedilenler zümresine dahil olur: "Se­yahat edenler". (Tevbe/112) Buradaki ´seyahat edenler* ile ilim öğ­renmek için gurbete gidenlerin kasdedildiği bildirihniştir. Said b. el-Müseyyeb (ra), tek bir hadis için günlerce seyahat ederdi. Şa´bî de şöyle demiştir: Bir kimse, kendisine doğru yolu gösterecek tek bir kelime için Şam´dan Yemen´in en uç noktasına seyahat etse, yol­culuğunun boşa gittiğini asla düşünmem!

Cabir b. Abdullah (ra) ve diğer sahabiler, Abdullah b. Enis el-En-sari´den (ra) rivayet edilen tek bir hadisi bizzat ondan dinlemek için Medine´den Mısır´a bir ay süren bir yolculuk yapmışlardır. Ha­disi dinledikten sonra geri dönmüşlerdir. Allah Resulü´nün (sav) devrinden günümüze (Hicri IV. Asır) dek hadis öğrenmek için seya­hat edenler, sayılamayacak kadar çoktur.

Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "İlim öğrenmek için evinden çıkan kimse, dönünceye kadar Allah yolun­dadır".[94]Bir diğer hadis de şöyledir: "İlim aradığı bir yola giren kimseye Allah Teala da cennete götüren bir yol açar"[95]

İlim için harcanan paranın, Allah yolunda harcanan para gibi ol­duğu ve bir dirhemin yedi yüz dirhem hesap edileceği söylenmiştir. Salihlerle görüşmek üzere seyahat eden kimse de fazilet sahibidir. Sahabe´den bir zatın şöyle dediği rivayet edilmiştir: İnsanlar (sa­lihlerle) buluşmak için haccederlerdi. Hac, yolculukların en hayır-lısıdır. Görüldüğü gibi Sahabe haccı salihlerle buluşma vesilesi ola­rak görmüştür.

Yolculuğa çıkan kimse, dininin selameti bakımından daha fay­dalı olduğu düşüncesiyle taşraya yönelmeye niyetlenirse güzel dav­ranmış olur. Çünkü şehirlerde, dünyaya bağlanmak daha kolaydır. Kul, nefsini ezmek, şöhret fitnesinden kaçmak ve kendini Allah´a adamak için de yollara düşebilir. İnsanlardan uzaklaşarak kalbini düzeltme ve halinde istikamet bulma düşüncesiyle de seyahat ede­bilir. İnsanlardan uzaklaşmak, riyazet şekillerinden biridir.

Kişi, yakini imanı kuvvetleninceye ve kalbi itmi´nan buluncaya kadar yalnız kalma cihetine gidebilir. Bu seviyeye ulaştıktan son­ra, bir yerde ikamet etmesiyle yolculuk etmesi ve insanlardan uzaklaşması onun için farksız olacaktır. Çevresinde insanların bu­lunup bulunmaması ona tesir etmeyecektir. Çünkü tasasını onlar üzerinde yoğunlaştırmayacaktır.

Süfyan-ı Sevri (ra) bu hususta şöyle demiştir
: Öyle kötü bir za­mandayız ki, tanınmayan zelil kul bile güvende değilken meşhur­lar nasıl güvende olabilecektir! Bana göre bu zaman, kulun bir bel­deden diğerine intikal edeceği, tanınmaya başladığı bir yerden baş­ka bir beldeye taşınması gereken bir zamandır!

Ebu Nuaym şöyle demiştir
: Süfyan´ı destisini eline, azık torbası­nı sırtına almış bir halde gördüm. ´Hayırdır, yolculuk nereye ey Ebu Abdullah?´ dediğimde şöyle dedi: Ruhsatların yaşanabildiği bir yer duydum. Orada ikamet etmek istiyorum. ´Gerçekten de yapa­cak mısın?´ diye sorduğumda, ´Evet, bir yerde ruhsatların yaşana­bildiğim işittiğinde oraya yerleş, orası dinin için daha güvenli, ta­sa bakımından da daha azdır!´ dedi.

Seri es-Sekatî (ra) sufilere şöyle derdi: Kış çıkıp bahar girdiğin­de ve ağaçları yaprak sardığında yeryüzüne dağılmak gerekir!

Çıkılan yolculukların en hayırlısı; Allah yolunda cihad için, hac için, sınırlan beklemek için ve Allah Resulü´nün (sav) kabrini ziya­ret etmek için çıkılan yolculuktur. Bundan sonra Sahabe´nin me­zarlarını ziyaret etmek için çıkılan yolculuklar gelir. Bunlarda sırf Allah rızasını kazanmaya çalışmak esastır.

Bir din kardeşini ziyaret etmek için yola çıkmak da müstehap görülmüş ve teşvik edilmiştir. Ehli Beyt kanalıyla şöyle bir haber nakledilmiştir: Tevrat´ta şöyle yazılıdır: Hasta ziyareti için bir mil, cenaze teşyii etmek için iki mil, davete icabet için üç mil ve bir din kardeşini ziyaret etmek için dört mil yürü. Bir başka rivayette ise şöyle denilmiştir:

Adamın biri başka bir yerde ikamet eden din kardeşini ziyarete niyetlenmişti. Allah Teala yolunun ortasına bir meleği gözcü koy­du. Melek, yolda karşısına çıkıp ´Nereye gidiyorsun?´ diye sordu. Adam da, ´Palan yerdeki bir din kardeşimin ziyaretine´ dedi. Melek, ´İkinizin arasında ulaman gereken bir bağ (~sıla-i rahim ilişkisi) var mı?´ diye sordu. Adam, ´Hayır* dedi. Melek, ´Peki senin üzerin­de karşılık vermeni gerektirecek bir iyiliği var mı?´ diye sordu. Adam, ´Hayır, sırf kendisini Allah için sevdiğimden ziyaretine gidi­yorum´ dedi. Bunun üzerine melek şöyle dedi: Ben, Allah Teala´nın elçisiyim. O sana cenneti müjdeliyor ve kardeşini ziyaretinden do­layı günahlarını bağışladığını bildiriyor.

Kişi, sınır boylarında kırk gün veya üç gün nöbet beklemek ni­yetiyle yola çıktığında iyi etmiş olur. Eğer Abadan´a gitmek ve ora­da üç gün nöbet tutarsa, alimler ve abidlerden üç yüz zata denk ol­muş olur. Böylelikle daha yüce bir sıfatı haiz olur. Ali (kv) hakkın­da da şöyle bir hadise nakledilmiştir: O, Basra´da bir adamdan Abadan´da üç gün nöbet tutmasını ve kendisine refakat etmesini is­temişti.
Arıflerdn bir  zat şöyle demiştir: Bir çok belde mükaşefe yolula bana gösterildi. Bütün sınır boylarının Abadan önünde eğildikleligördüm.

Kişi, ziyareti teşvik edilen üç mescidden birine gitmek için de yola çıkabilir. Bu da faziletli bir davranıştır. Allah Resulü´nün (sav)hadisinde de bineklerin koşturulacağı mescidler[96] olarak bildirdiği bu mescidlerin ilki Mescid-i Haram´dır. İkincisi Mescid-i Nebevi, üçüncüsü de Aksa Mescidi´dir. Denilir ki: Bu üç mescidde de namaz kılan kimsenin bütün günahları bağışlanabilir. Hac veya umresine Aksa Mescidi´nden başlayıp Mescid-i Haram´a giden kimsenin ana­sından doğduğu andaki gibi günahlarından sıyrıldığı söylenmiştir. İbni Ömer (ra) Kudüs´e gitmek üzere Medine´den yola çıkmış ve orada beş vakit namaz kıldıktan sonra derhal Medine´ye geri dön­müştür. Süleyman (as) da Rabbine dua ederek Aksa Mescidi´ne an­cak namaz kılınmak için gelinmesini niyaz etmiş ve şöyle demiştir: Rabbim, mescidimde namaz kılan kimse orada durdukça bakışını ondan asla çevirme ve oradan ayrılırken anasından doğduğu gün­kü gibi günahlarından arındır! Allah Teala da bu duasını kabul bu­yurmuştur.

Allah Teala´nm Haremi olan Mescid-i Haram ile Resulü´nün (sav) Haremi olan Mescid-i Nebevi´nin faziletleri burada sayılama­yacak kadar çoktur.

Kişi, helalinden rızık temin etmek maksadıyla da gurbete gide­bilir. Böylelikle haramdan da emin olur. Bu, rıza-ı ilahiye iki nok­tada helal yeme ve haramdan sakınmada- yaklaşmayı ifade eder. Selef-i Salih her devirde bunu yapmışlardır.

Kul, yolculuğu ve gurbet hayatı esnasında tasasının toplu olma­sını gözetmeli, kalbini dağıtmaman, insanlara tamah etmekten ve el açmaktan uzak durmalıdır. Belli bir rızık vasıtası olmayan kula, Herşeyi Bilen (el-Allâm) ve kulunu Çok Seven (el-Vedûd) Allah Teala yeter. Kulun Allah´a giden yolu samimi bir tevekkül, yol azı­ğı da takva olmalı, insanlardan ümidi kesip Rabbinin imtihanına karşı sabır ve rıza içinde olmalıdır. Görülmez nimetleri için O´na sürekli şükranda bulunmalıdır. Bu nimetler, verme veya menetme, bolluk veya darlık şeklinde kendini gösterebilir. Çünkü kul, Rabbi­nin elindedir. Onu dilediği gibi çekip çevirir.

Tevekkül ehli nezdinde hakiki tevekkül; Sabûr olan Allah Te-ala´nrn emri karşısında sabırlı olmak ve hükmü Hâkim-i Mutlak olan Rabbine havale etmektir. O, bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "O kimseler ki sabrederler ve Rablerine tevekkül ederler". (Nahl/42); "Hüküm ancak Allah´ındır ve ben O´na tevekkül ettim". (Yusutf67)

Adamın biri Bişr b. el-Hars´a (ra) şöyle demişti
: Yolculuğa çık­mak istiyorum ama hiç param yok! Bişr şu cevabı verdi: Parasızlık seni yoldan alıkoymasın, niyetini gerçekleştirmek için yola çık, eğer para vermezse, başka birinin onun menettiğini sana verme gücü yoktur! İbrahim el-Havvas (ra) da şöyle derdi: Boş bir avuç, temiz bir kalp, dilediğin yere git!

Kişi, yaşadığı bir problem veya içine düştüğü bir zaruretten do­layı sabır ve gücü tükendiği için bir şey isterse, bu onu tevekkül da­iresinden çıkarmaz. Çünkü bu durumdaki bir kul, kendi için değil Rabbi için istemektedir. Onu buna sevkeden arzu değil ilimdir. Al­lah Teala´mn kendisine farz kılığı ibadetleri ifa etmek ve mükelle­fiyetine esas teşkil eden aklını muhafaza edebilmek belli bir beden gücüne ihtiyacı vardır. Konuyla ilgili bir rivayette şöyle denilmek­tedir: Her kim acıkır ve kimseden bir şey istemeden Ölürse cehen­neme girer. Bunun açıklaması şöyledir: Bu kimse, ölüm raddesine geldiği halde insanlardan bir şey istememek suretiyle Rabbine ita­atte gereken sabin bırakmış ve kendisini bile bile ölüme terketmiş durumdadır.

Sufilerden bir topluluk, Allah Resulü´nün (sav) "Kulun yediği en helal rızık el emeğidir"[97] buyruğunu şöyle yorumlamışlardır:
Bura­da kasdedilen ihtiyaç halinde el açmaktır. Şahsımı bu tür bir yo­rumdan tamamen tenzih ederim. Cafer el-Hâdi bunu sufi şeyhle­rinden birinden nakletmişti ve kendisi de bu görüşü yerinde bulu­yordu. Ama Ebu Said el-Harraz (ra) hayati ihtiyaç halinde elini uzatır ve şöyle derdi: Oraya Allah için koyun!

Cüneyd´in (ra) hocalarından Ebu Cafer el-Haddad´dan bu husus­ta bir bilgi rivayet edilmiştir. Ebu Cafer tevekkül sahasında derin bir ilme, hâl bakımından da zühde sahipti. O, günlük azığını temin etmek için akşam ile yatsı arasındaki zamanı tercih eder ve bu sü­rede bir veya iki kapıyı çalarak bir veya iki gün yetecek azığım top­lardı. Havastan hiç kimse onun bu davranışını ayıplamamıştır.

Adamın biri, süitlerden birine içinde bir kaç dirhem bulunan bir kese verilirken görmüştü. Sufî, dirhemleri tamamen dağıttıktan sonra yatsı namazının ardından azık konulması için elini açmıştı. Olayı gören kişi, bu hareketinden dolayı sufiyi kınamış ve şöyle de­mişti: Sana verileni sağa sola dağıttın, içinden akşam yemeğine ye­tecek kadarını ayırsan daha iyi olmaz mıydı? Bunun üzerine sufi şöyle dedi: O parayı akşama kadar yaşayacağımı sanmadığım için dağıttım. Eğer yaşayacağımı bilseydim dediğini yapardım. Bu ha­disede anlatılan sufi, emelini çok kısa tutan biriydi.

İnsanlara el açmak, havasın hemen hepsine göre kulu tevekkül dairesinden çıkarır.

Sehl (ra) şöyle derdi:
Tevekkül sahibi dilenmez, geri çevirmez, biriktirmez. Bana göre hayati ihtiyaç halinde el açması da onu te­vekkül dairesinden çıkarmaz. Sabır ve gücün bitmesi, Allah Te-ala´nın el açmak için izin vermesidir. Her işi Vekil Teala´ya bağla­yan kul için, böyle bir durumda el açması tevekkülüne halel getir­mez. Çünkü övgülerin en güzeline layık olan Allah Teala, dostunu halden hale sokabilir. Zahir ve batın ehlinin iki büyük imamının bu şekilde yemek istediklerini görmüyor musunuz? Çünkü islamm müslumanlar arasına koyduğu hürmetin gereklerinden biri de din kardeşinin açlığım gidermesidir.

Allah Resulü (sav) bu konuda şöyle buyurmuştur
: "Misafiri ağır­lamak farzdır"[98]Başka bir hadiste ise şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Konuğa ikram haktır".[99]Bir diğer hadîs ise şöyledir: "Onun malından bir gece yetecek kadarını alabilirsin". Bir diğer hadis de şudur: "Hangi yerleşim yerinde olursa olsun, müslüman birinin aç olarak sabaha çıktığı yerin halkının zimmeti yoktur"[100]

Süfyan-ı Sevri (ra) Hicaz´dan San´a´ya giden yollar üzerindeki vahalarda yardım isterdi. O bu hususta şöyle demiştir: Onlara Ab­dullah´ın (ra) konukseverlikle ilgili hadisini hatırlatırdım. Bunun üzerine bana yemek ikram ederler, ben de karnım doyuncaya ka­dar yer gerisini bırakırdım.

Yolcu, İbn-i Sebil´dir. Bu sıfatı ile de Allah Teala´nın zekat veril­mesini farz kıldığı zümrelerden birine dahildir. Çünkü ´sebil´ yol anlamındadır. Onda giden kimse de ´İbn-i Sebil´dir. Bu durumdaki biri için müslüman kardeşinin evinde misafir olabilmek için geçer­li olan üç günlük süre geçerli değildir. Zira o, gittiği yerde izin ve­rildiği kadar kalabilme hakkına sahiptir. Allah Resulü (sav) buyur­du ki: "Misafirlik üç gündür. Bundan fazlası sadakadır. Kimse üç günden fazla kalmasın".[101]

Görüldüğü üzere Allah Resulü (sav) üç günden fazla ikameti ya­saklamıştır. O bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Üç günden fazla kalmasın. Yoksa kendinden sıkılmasına neden olur".Üç günden fazlası sadakadır" sözünün yorumu ise şöyle yapılabilir: Yani mek­ruhtur ve teşvik edilmemiştir. Kişi eğer sadakayı tercih ederse nef­sini ondan aklamamış olur. Uç gün kalmak ise onun tabii hakkı, ev sahibinin de sorumluluğudur. Eğer ev sahibi üç günden fazla kal­masını ister veya o bunu sezerse bunda mahzur olmaz.

Sufilerden bir topluluk, Allah Resulü´nün (sav) Üç günden faz­lası sadakadır sözünün yorumunu şöyle yapmıştır: Üç günden faz­lası, misafirin ev sahiplerine bir sadakasıdır. O, evde kalmak sure­tiyle onlara sadaka vermiş gibi olur. Çünkü bundan sevap kaza­nanlar, ev sahipleridir. Bu yorum hoşumuza gitmemektedir.

Yolcu, namazlarını tam bir temizlikle ve erkanına bağlı kalarak vakitlerinde kılmaya özen göstermelidir. Kalbinin dağılmamasına da Özen göstermelidir. Yolculuk, müridin himmet ve tasasını dağı­tırken ariflerin tasasını yoğunlaştırır. Zayıf kimselerin kalplerini meşgul ederken, kuvvet sahiplerinin kalplerini rahatlatır.

Yolculuk bir tür imtihandır ve kulun ahlakını ortaya çıkarır. Ömer b. el-Hattab (ra) huzurunda bir adamın şahitliğini aklayan  birine şöyle demiştir: Onunla güzel ahlakı ortaya-ca çıkaracak bir yolculukta bulundun mu? Adam ´Hayır deyince şö-yle demiştir: Onu iyi tanıdığım sanmıyorum!

Selef-i Salih´ten bir zat da şöyle demiştir: Beldesindeki dostları tarafından olduğu gibi yol arkadaşları tarafından da övülen kimse­nin düzgünlük ve dürüstlüğünden şüphe etmeyin! Böyle olmasının sebebi, yol şartlarının insanın ahlakını bozması ve sıkıntıları art­tırmasıdır. Bu gibi ortamlarda nefsin hırs, azgınlık gibi gizli huyları birden ortaya çıkar. Yolculuktaki refakati güzel olan kimsenin ikametteki dostluğu da güzel olur. ikametteki arkadaşlığı güzel olan kimsenin yolculuktaki arkadaşlığı ise güzel olmayabilir.

Selef-i Salih´ten bir zat şöyle demiştir
: Üç kimse vardır ki can sı­kıntısından dolayı kınanmazlar: Oruçlu; Hasta ve Yolcu.

Yolcu, yola çıkarken şu dört şeyi yanma almalıdır
: Su kırbası, ip­lik, iğne ve makas. İbrahim el-Havvas (ra) tevekkül ehlindendi ve bu dördünü yanından eksik etmezdi. O, bu dördü için ´Onlar dün­yalıktan sayılmaz´ derdi. Sufilerden biri de şöyle demiştir: Fakirin yanında su kırbası ve ip bulunmaması, dininin eksikliğini gösterir.

Kalp erbabından ve halleri ayne´l-yakin müşahede etmiş bir top­luluk, nefsleri bir şehre ısındığında veya bir yerde sükunet buldu­ğunda, alışkanlıktan kurtulmak, azlık ve zilleti yeğlemek niyetiyle oradan ayrılmaya çalışırlardı. Onların bu konuda söyledikleri şu söz çok güzeldir: Mümin; azlık, zillet veya illetten uzak kalamayan kimsedir! Onlar insanlara yaltaklanan gözlerle bakmaya başla­maktan endişe ettiklerinde hemen yolculuğa çıkarlardı. Böylece is­temedikleri bir hale düşmekten uzaklaşmış olurlardı. İbrahim el-Havvas (ra) bir şehirde kırk günden fazla kalmazdı. Kırk günden fazla kalmayı, tevekkülü bakımından illet ve zaaf olarak görürdü. O, nefsini sürekli sınar ve halini daima açmaya çalışırdı. Haflt içinde onbır gün yaşadım. Bu süre zarfında hiçbir şey yemedim. Nefsim, halkın kuru otlarının üstüne çıkmak istedi. O anda Hızır´ın (as) bana doğ­ru geldiğini gördüm. Kendisinden kaçmaya yeltenirken arkadan baktığımda, dönüp gittiğini gördüm. Bakınız, bir Allah dostu tevek­külümü bozmaktan nasıl uzaklaştı? Bunun üzerine ´Ondan neden kaçtın?´ diye soruldu. O da, ´Nefsim, yiyecek bir şeyler getirmesini´ , arzu etmişti´ dedi.

Kalp ehli yolculara düşen; kalbin belli bir yere ısınması ve yol­culuğa çıkmak ile, nefsin her ikisine ısınması hallerini birbirinden ayırmaları gerekir. Bu iki kalplerinin karışmasına neden olabilir. Basireti olmayan, halini sürekli izlemeyen ve hallerinde sıdk sahi­bi olamayan kimseler, nefsin ısınmasının kalbin ısınması olduğunu sanabilirler. Bu, kendilerinde eksilmeye yol açtığı halde bunun far­kına da varamazlar.

Kalbi o ikisinden birine meylediyorsa şuna iyi bakmalıdır: Aca­ba o, dininin istikameti, ahiretinin imarı ve Rabbinin muhabbetine daha mı yakındır? Eğer öyle ise, sözkonusu tercih kalbe aittir. Çün­kü kalp, ancak iman ahlakına ve ilmin gösterdiğine ısınır. Eğer ne­fis kaynaklı ise, o zaman da arzularını tatmine, dünyasını imara ve nevasına daha yakın olur. Zira nefs, bu tür nefsani arzulara daha çok ısınır.

Bu gibi durumlarda ya yerleştiği şehirden ayrılarak gurbete çık­malı, ya da gurbeti bırakıp kendi şehrine geri dönmelidir. Yolculu­ğu bu gibi titiz kıstaslara dayanmayan, halini iyi tanımayan ve yol­culuk hükümlerine uymayan kimsenin yolculuğu arzu ve fitne için yolculuk ediyor demektir. Yolculuğu, kendisi için bir imtihan ve sı­namadan ibarettir.

Yolcu ve yolculukla ilgili olarak söyleyebileceğimiz nihai fikirle­ri şöyle sıralayabiliriz:
Yolculukta kendini oyalayacak bir hâl, Al­lah´a hasredilen bir tasa, hakim olabileceği bir süreç, barınacağı bir mesken, bâtını açısından kazanacağı bir azık, aliminden öğrenece­ği bir ilim bulunmayan kimse için, bulunduğu yerde kalması hem kendi hali, hem kalbinin salâhı, hem de nefsinin sükûnu için yolcu­luktan daha uygundur.

Böyle biri yolculuğa çıkması halinde iç dünyası bakımından da­ğılacak, tasası bakımından farklı farklı mecralara kayacak, kimi za­man belli bir rızka sahip olurken, kimi zaman yitirdiği bir alışkan­lığın özlemini duyacak, kimi zaman insanlara yaltaklanarak bakar­ken kimi zaman da kalbi bakımdan zaafa kapılacaktır. Kimi zaman insanlara minnet ederek güç kazanacak, kimi zaman da sahip ol­duklarını kaybetme korkusuna kapılacaktır. Bu niteliklerde birinin yolculuğu, eksikliğini arttırmaktan başka bir işe yarayacaktır.

Yolculuk, irade ve iman bakımından kuvvetli olanların tasasını birleştirirken zaaf içinde olanların kalelerini ise tamamen dağıtır. Bunlar bu yolun başındakilere mahsus hususlardır. Diğer taraftan kalbi düzgün olmayan kimsenin hali de istikamet üzere olmaz. Bu durum kendi beldesinde veya yolculukta olmasına da bağlı değildir. Seyahat ehlinden biri gurbet hakkında şöyle bir şiir söylemiştir:

Yalnızlığa ve gurbete Öyle alıştım ki, Her gün onun yumağını sararım.

Bir yerde geçirdiğim bir günün nimetleri, Ve bir gün çiseler üzerime nikbetleri. Gurbet kuşunun nefsini hoş eden yalnız, Sözü tatlı olan bir dostun sohbetleri.

Allah Resulü (sav) kişinin yalnız yolculuk etmesini yasaklamış­tır. O, sefere üç kişi çıkılmasını tavsiye etmiştir. O bu meyanda şöy­le buyurmuştur: "Yolculukta üç kişi olursanız birini emir sahibi se­çin". [102] Sahabe de bu sünneti tatbik eder ve içlerinden biri için ´Fi­lan, Allah Resulü´nün (sav) tayin ettiği emirdir´ derlerdi. Bizce de müstehap olan budur.

Yolculukla ilgili olarak şöyle bir bilgi rivayet edilmiştir: Dostla­rın en hayırlısı dörttür. Yolculuklar ve gezintiler ancak toplulukla yapılır. Topluluğun asgari sayısı da iki ve üçtür. Asgari sayının en hayırlısı dörttür.

Yolculuğun en güzel şekli yalnızlık üzere olandır. Aynı niyetle bi-raraya gelen üç yolcu, tek kimse gibidirler. Çünkü onların halleri de kalpleri de birdir. Onlar, tek bir kul hükmundedirler. Bu şekilde olan üç kişinin seyahati de güzeldir. Ayrıca bunda iyilik ve takva üzerinde yardımlaşma da sözkonusudur.

Allah Teala yardımlaşma ve sohbet nimetlerinden mahrum etti­ği kimseler hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Onlar kendi kendileri­ne bile yardım edemezler, Bizim tarafımızdan da bir sohbet (des­tek) bulamazlar". (Enbiya/43) Allah Teala´nın nefsine karşı yardım ettiği kimse, O´nun dostudur. Allah Teala´nm dostluk ve desteğin­den mahrum olan kimsenin nefsi kendisine musallat olur ve emri­ne teslim olur.

Sonuç itibarıyla yolculuk, niyet ve ihlas gerektiren amellerden biridir. Hüküm bakımından da farklı türleri vardır. Masiyetten ka­çış noktasında farz, Allah Teala´ya itaat noktasında fazilet, ticari maksatların bulunması halinde mubahtır. Fesad ve bozgunculuk maksadıyla yapılan yolculuk ise masiyet ve günah olarak bilinir. [103]