- YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan

Adsense kodları


YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sun 1 July 2012, 08:49 am GMT +0200
YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan: Katsayı sorununu çözmeye kararlıyız
İbrahim BARAN • 61. Sayı / SÖYLEŞİ


Katsayı problemi uzun yıllardır ülke gündemini sürekli meşgul ediyor. Teknik ve mesleki eğitim veren lise ile imam-hatip liseleri mezunları katsayı problemi nedeniyle istedikleri bölümlerde okuyamıyorlar. Türkiye’de üniversitelerle ilgili en yetkili kuruluş olan Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) konuya ilişkin tavrı bugüne kadar hep çözümsüzlüğe yönelikti. Demokrat kişiliği ile bilinen Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ın YÖK Başkanı olması ile birlikte kurulda ilk gündeme gelen konulardan biri de katsayı problemi oldu. YÖK, sorunu çözmek için farklı formüller geliştirdi ama Danıştay kararları iptal ederek konunun tekrar tartışılmasına yol açtı. YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’la yalnızca katsayı problemini değil, üniversitelerle ilgili birikmiş sorunları ve olası çözüm önerilerini de konuştuk.

Katsayı problemi yıllardır binlerce öğrenciyi mağdur ediyor. Bu problemi çözmek için cesur adımlar attınız. Fakat Danıştay konuya ilişkin aldığınız kararları iptal ederek tartışmaları tekrar gündeme getirdi. Sizi bu sorunu çözmeye yönlendiren şey neydi?
Biliyorsunuz katsayı problemi Türkiye’nin en önemli problemlerinden biri. Son 11 yıldır birçok öğrenci bu politikadan çok fazla zarar gördü. Aşılması mümkün olmayan zararlar bunlar. Bazı zararlar vardır mesela biraz gayretle aşarsınız. Fakat bu böyle bir şey değil. Öğrencilerin önüne konulan baraj 180 soruluk bir sınavda 30 soruluk, puan olarak da 50 puanlık bir farkı ortaya çıkarıyor ki, bunu aşmak çok kolay görünmüyor. 50 puanlık bir farkı normal bir lise öğrencisinin kapatması mümkün değil. Bugüne kadar bu engeli geçmeyi başaran bir iki öğrenci hatırlıyorum. Onlar da çok müstesnaydı zaten. Temel nedeni buydu katsayı sorununa eğilmemizin. Bir defa çok büyük bir haksızlık var ortada. İkinci olarak bu politikanın uygulanmasıyla ortaya çıkan sonuçlar çok vahimdi. Teknik ve mesleki eğitimin ne kadar önemli olduğunu herkes vurguluyor. Nutuklar atılıyor, büyük sözler söyleniyor. Ama iş uygulamaya gelince kimsenin sesi çıkmıyor. Türk endüstrisinin en çok ihtiyaç duyduğu personel işte bu katsayı problemi mağduru olan teknik ve mesleki eğitim mezunu öğrencilerdir. Asıl meselemiz yalnızca katsayıyı halletmek değil Türkiye’nin önündeki bu problemi kaldırmaktır. Katsayı problemini hallettiğimizde göreceksiniz birkaç yıl içerisinde teknik ve mesleki eğitim kendine gelecek. İnsanlar eskiden olduğu gibi çocuklarını bu okullara gönderme hususunda birbiriyle yarışacaklar. Benim lisede okuduğum yıllarda elektrik-elektronik bölümüne girmek için torpil gerekiyordu. Mahallenin hatırı sayılır kişilerine gidilir, o bölüme girmek için araya girmeleri istenirdi. O zaman üniversite okumanın da çok bir önemi kalmıyordu. Fakat zaman içinde neler oldu hep birlikte gördük. Neredeyse sıfır prestije düştüler. Teknik ve mesleki eğitimi güçlendirmezsek Türk sanayicisinin ve iş adamının ihtiyaç duyduğu personeli üretemeyeceğiz. Bu durumda bu memlekette üretim doğru düzgün gerçekleşmeyecek. Az üretince içinde bulunduğunuz durumun mahkumu olacağız. O zaman birbirini etkileyen faktörler devam edip gidecek ve fasit daire içerisinde dönüp duracağız. Üçüncü bir nedeni de bu değişikliği her ne kadar teknik ve mesleki eğitim için yapıyor gözüksek de bu problemden asıl etkilenenler genel lise mezunları oluyor. Mesela benim oğlum üniversite sınavına girecek ve “hangi bölümde okuyayım?” diye meslek seçmekle uğraşıyor. Ama önünde birkaç alternatif olsa onu rahatlatırdı. Oğlum gibi binlerce öğrenciyi de rahatlatırdı. Böyle bir rahatlık da lazım. Öğrencileri belli koridorlara mahkum etmemeliyiz. “Sen ancak bu koridorda koşabilirsin, diğer koridora geçemezsin” diyemeyiz. Bu kötü bir şey. Çocuklar istedikleri bölüme giderlerse işini severek yapan başarılı bireyler yetiştirmiş oluruz. Orada o kadar büyük bir alan var ki bu alanda serbestlik oluşturmak lazım.

Konu ile ilgili dünyada uygulama nasıl?
Dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir uygulama yok. Türkiye’dekinin tam tersine, geçişlere ne kadar izin verirseniz aradaki bariyerleri ne kadar kaldırırsanız sistem o kadar makbul oluyor.

Türkiye’de de ne kadar engel konulursa o kadar iyiymiş gibi bir anlayış var.
Tabii. Maalesef böyle bir durum var. Bunlardan kurtulmak için katsayıyı kaldıralım, daha başarılı bir sistem olsun, başarılı bireyler yetişsin istiyoruz. Çünkü başarı oldukça önemli. “Eğer başarılı biriyseniz, kabiliyetleriniz, çalışkanlığınız sizi bir yerlere götürecekse buyurun gidin” demek istiyoruz. “Burada başladınız, başka seçeneğiniz yok, buradan ilerlemeye çalışın” demek istemiyoruz. Bizim öğrencilerimiz okula giderken kendi iradesiyle gitmiyor. Öğrencilerimize yardım eden insanlar var. Annesi, babası, öğretmenleri filan… Onların etkisiyle öğrencilerimiz bir yerlere gidiyorlar. 13-14 yaşındaki bir çocuk ne kadar rasyonel bir tercih yapabilir?

Aileler de çocukları lise bittikten sonra işsiz kalmasınlar diye meslek liselerine gönderiyorlar.
Bence böyle yaparak akıllıca bir iş yapıyorlar. Bir klasik lise mezunu ile teknik okul mezununu mukayese ederseniz, teknik okul mezunu mezuniyetten sonra kötü de olsa bir iş bulacak kendine. Klasik lise mezunu içinse aynı şeyi söylememiz mümkün değil.

Burada aslında düz liseler için bir dezavantaj durumu söz konusu olmuyor mu?

Düz liseler için müthiş bir dezavantaj söz konusu. Liseyi bitirdiğinde hiçbir iş bulamayacaksa çok kötü bir durum ortaya çıkıyor. Ama mesela marangozdur, tornacıdır. Kendisine iyi kötü bir iş bulabilir.

Üniversitelileşme oranının işsizlikle ters orantılı olduğu konuşuluyor. Üniversite mezunu ne kadar çok olursa yaptığı işten tatmin olma o oranda artıyor. Üniversite mezunu bir kişi meslek lisesi mezunu birinin yaptığı işi yapmayı kolay kolay kabullenmiyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Kesinlikle böyledir. Üniversite mezunu insanlar haliyle eğitimlerine uygun işlerde çalışmak isteyeceklerdir. Bu doğal. Üniversite mezunu olmak işsizliği azaltır gibi genel bir kanıya sahip olmak bizim gibi ülkelerde çok kolay görünmüyor. Buradaki sorun da bence ekonomik gelişmişlik düzeyi ile ilgili.

KATSAYI SİSTEMİNİN ADİL OLMASI GEREKİYOR

Danıştay’ın verdiği son kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Son derece yanlış bir karar. Bir örnek vereyim –sıkça veriyorum bu örneği zaten– fen lisesi mezunu bir öğrenci düşünelim. Çok başarılı bir öğrenci. Üniversite sınavına girdi ve bütün soruları çözdü. Alacağı puan 300. Ağrılıklı orta öğretim başarı puanı da 100 olsun. Alan içi bir yere giderse 100 puan 0.8 ile çarpılır ve 80 olur. 300 ile toplarsak 380 olur ve bu puanla istediği her yerde okuyabilir. Ama mesela bu çocuk vazgeçti fen bilimleri ile ilgili bir bölümde okumaktan ve siyasal bilgiler fakültesine gidip diplomat olmak istedi. Fen bilimleri dışında bir alana yöneldiği için 0.3 ile çarpılacak puanı, 30 puan olacak 300 puan da diğer tarafta var, toplarsak 330 puan olacak. 330 puanla siyasal bilgiler fakültesine giremeyecek. Birilerinin iyi dediği, savunduğu, adaletli bulduğu sistemle Türkiye’nin en başarılı öğrencisi, fen lisesini birincilikle bitirmiş, üniversite sınavındaki bütün soruları doğru cevaplamış, ağırlıklı orta öğretim başarı puanı 100 olan bu çocuk siyasal bilgiler fakültesinde uluslararası ilişkiler bölümüne gidemiyor. Ben adil bir sistemden adalet beklerim. Niçin vermediğinin başka nedenleri vardır herhalde. Ama adaleti en yalın şekliyle bize sunması lazım. Yoksa insanların adalete olan güvenleri azalır ve adaletin olmadığı yerde de hiçbir zaman tatminkâr idareler olmaz.

Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararının ardından siz sorunun çözümüne ilişkin başka bir proje geliştirdiniz. Fakat Danıştay yeniden kararı bozdu. Sorunu kesin bir şekilde çözmek için geliştirdiğiniz başka projeler var mı? Katsayı problemini kesin bir şekilde çözmeye kararlı mısınız?

Danıştay 1. yürütmeyi durdurma kararını verdikten sonra iki hususa dikkat çekti. Birincisi alanlar meselesiydi. Diyor ki “öğrenciler bu eğitim sistemi içerisinde bir alana yönlendiriliyorlar. Siz de bu yönlendirmeyi dikkate alın. Bu alanı muhafaza edin”. “Bir makas kullanın” demekti bu bir anlamda. “Her öğrenciyi aynı statüye koymayın. Sosyal bilimler bölümü mezunuysa ona uygun bir katsayı uygulayın, fen bilimleri bölümü mezunuysa başka türden bir katsayı uygulayın, eşit ağırlıklı bölümü mezunuysa başka türden bir katsayı uygulayın” diyordu. İkincisi “ölçülülüğe dikkat edin” diyordu. Ölçülülük Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan bir hüküm. Buna göre bölümler arasına bir fark konulduğunda o anlamlı bir fark olmalı. Göstermelik bir fark olmamalı. Öyle bir fark olmalı ki alanlardaki geçişi yansıtmalı. “Sosyal bilimler bölümünden mezun olan öğrenci kendi alanından tercih yapacağı zaman avantajlı bir duruma gelsin. Fakat alan dışı bir tercih yaptığında bu durum onun için dezavantaj oluştursun.” İlk aldığımız kararda bu hususa dikkat etmiştik aslında. 0.15 ve 0.13 farklılığında farklı bölümde tercih yapıldığı vakit 0.02’lik bir oynama oluyor puanlar arasında. Sembolik bir şey yapmak isteseydik o farklılığı 0.001 yapardık. Bu sembolik bir fark olurdu. 1 milyon kişinin girdiği bir sınavda bizim uygulamak istediğimiz sistemde bölüm dışı tercihlerde 8 soruluk bir fark ortaya çıkıyor ki, bu da aslında iddia edildiği gibi küçük bir fark değil. Danıştay’ın kararları karşısında elbette biz yeni projeler geliştireceğiz. Katsayılar arası farklılıkları değiştirebiliriz. Sorun artık matematiksel bir probleme dönüştüğü için sonsuz sayıda çözüm var yani.

BAŞÖRTÜSÜ MESELESİ BİR İKİ YILA KADAR ÇÖZÜLÜR

Bayan öğrencilerin başörtüsü ile üniversitelerde eğitim yapması meselesi de uzunca bir süre tartışıldı. Konuya ilişkin üniversite rektörlerine isteyenlerin başörtüsü ile üniversiteye girebileceğine dair talimat göndermiştiniz. Buna rağmen bazı rektörler bu talimata aykırı hareket ettiler ve sorun yine kesin olarak çözülmedi.
Bu problemin kendi halinde çözüleceğine inanıyorum. Zaman içerisinde kimse karışmazsa, siyaseten herhangi bir müdahale olmazsa insanlar başörtüsü meselesinin çok büyük bir sorun olmadığını anlayacaklar. “Bir kız öğrenci üniversiteye başörtüsü ile girse ne olur ki?” diye düşünecekler. Bir iki yıl içerisinde düzeleceğini zannediyorum.

ÜNİVERSİTELERİN SORUNU TAMAMEN EKONOMİK

Türkiye’de üniversite denilince akıllara ya katsayı sorunu ya da başörtüsü sorunu geliyor. Bunlar maalesef kronikleşmiş sorunlar. Dünyanın ilk 500 üniversitesi arasına Türkiye’den ya 1 üniversite giriyor ya da hiç biri giremiyor. Türkiye’deki üniversitelerin durumunu nasıl buluyorsunuz?
Dünyanın ilk 500 üniversitesi arasına girmek bir başka mesele. Bir ülkenin bilimsel alandaki yerini tespit edebilmek için o ülkenin bilime ne kadar harcama yaptığına bakmak lazım. Herhangi bir alana çok yatırım yaparsanız o alanla ilgili çıktınız da o kadar iyi olur. Mesela TÜBİTAK’ın bütçesi 600 ila 700 milyon dolar arasında. Singapur’da TÜBİTAK benzeri bir kuruluşun bütçesi 13,5 milyar dolar. Arada çok ciddi bir fark var. O 4,5 milyonluk ülke bizden çok daha fazla üretim yapıyor. Mesela bir doktora öğrencisine verdikleri burs 2000 dolar. O doktora öğrencisi yeterlilik sınavını da geçerse 500 dolar daha ekliyorlar bursuna ve 2500 dolar alıyor. Bu bursu verdikleri öğrenci çok güzel bir tez yazıyor, tezi de belki bir buluş oluyor. Teknolojide de istifade ediyorlar o buluştan. Bir şey daha söyleyeyim; dünya ülkelerinin ekonomik düzeylerini sıralamaya tabi tuttuğumuzda Türkiye’nin o sıralamadaki yeri ile bilimsel yayınlar sıralamasındaki yeri birbirine çok yakındır. Bu tezden hareketle “bilime ne kadar para ayırırsanız o derece verim alırsınız” iddiamızı da doğrulamış oluyoruz. İlk 500 listesine girebilmemiz için bilimsel çalışmalara epey bir para ayırmamız gerekiyor. Anadol arabası olan birine “Cadillac kadar hız yap” diyemeyiz. Biraz da zamana ihtiyaç var. Üniversitelerde bilimsel çalışmalardaki artışı bir anda bir noktaya ulaştırmamız da mümkün değil. Gayet yavaş yükselen bir eğri gibi bir şey bu. Türkiye’de mazisi çok olan üniversiteler böyle bir gösterge sunabilirler bize. Onlar şu an iyi durumdalar. Yeni kurulmuş üniversiteler zorlanıyorlar bu hususta. Teknik imkânları yeterli olmadığı için böyle oluyor. Henüz emekleme çağındalar. Onların da gelişip bilimsel yayınlar alanında iyi bir yere gelebilmeleri için biraz zaman geçmesi gerekiyor. Bence biz ilk 500’e girmeden önce üniversiteler arasındaki kalite farkını ortadan kaldırmakla uğraşmalıyız. Arada uçurumlar var. Hâlbuki kalite bakımından birbirine yakın olmaları gerekiyor.

Prestij bakımından fark olmaz mı?
İlla ki olur ama az bir fark bu. Başka bir şey daha söyleyeyim; bizim üniversitelerimizden çıkan öğrenciler dünyanın iyi üniversitelerinden kabul alıyorlarsa bu iyiye işarettir. Bu gerçekleşiyorsa Türkiye’deki üniversitelerin iyi olduğuna emin olabiliriz. Öğrencilerini dünyanın en iyi üniversitelerine kabul ettiren üniversiteler o okul kadar iyi olamasa da ona yakın kalitededir diyebiliriz. Mesela ben Türkiye’deki üniversitelerin orada olmasını ilk 500’de olmalarına tercih ederim.

Akademisyenlerin “özgür bir ortamda bilim üretemiyoruz” gibi bir şikâyetleri var. Sizce akademisyenler Türkiye’de yeterince özgür bir ortamda çalışma yapabiliyorlar mı?
Yapıyorlar bence. Hiç kimse akademisyenleri herhangi bir konu seçip o konu ile ilgili çalışmalarına müdahale etmiyor ki. Türkiye’de hiçbir öğretim üyesinin çıkıp “benim dersi şöyle anlatmamı istediler” dediğini hatırlamıyorum. Maddi özerkliğimiz yok diyebilirler, katılırım. Bu yıla kadar üniversitelere bir bütçe veriyorduk ve bu bütçeyi nasıl harcayacaklarını söylüyorduk. Bunun dışına çıkmalarına pek müsaade etmiyorduk. Ama bu yılın başında bu uygulamayı da kaldırdık. Bütçeyi veriyoruz istedikleri yere harcıyorlar, sene sonunda bize hesap veriyorlar. Şimdi biraz mali özerklik geldi. Akademik özerkliklerinde bir problem olduğunu zannetmiyorum. Akademik özerklik nedeniyle zarar görmüş bir akademisyen hatırlamıyorum kendim de dâhil olmak üzere.

Yükseköğretim Kurulu’nun konumuna ilişkin “Yükseköğretim Kurulu’nun yetkilerini kısıtlardım” şeklinde bir açıklamanız olmuştu…
Yükseköğretim Kurulu, yetkileri çok güçlü olan bir kurum. Rektörlerin üniversitedeki yetkisi ne kadarsa, Yükseköğretim Kurulu Başkanı’nın burada yetkisi o kadar fazla. Bence bu yetkiler kısıtlanmalı. Mesela üniversitelerin politikalarını belirleyen, 20 yıl sonrası için onlara hedefler gösteren, think-tank kuruluşu gibi bir kurum olmalı. Yükseköğretim Kurulu Başkanı her şeyden sorumlu olmamalı mesela. Rektörler üniversitelerin kendileri tarafından seçilmeli. Üniversiteler kendi işlerini kendileri yapmalı. Bu anlamda belki özerklik lazım üniversitelere.

ÜNİVERSİTELER SOKAKTA ÖĞRENCİ ARAYACAKLAR

Türkiye’de her geçen gün yeni üniversiteler açılıyor. Bu kadar çok üniversite gerekli mi?

Bizim yaptığımız çok kaba rafine olmayan hesaplara göre Türkiye 200 üniversiteyi kaldıracak güce sahip. 97 devlet üniversitesi, 47 tanesi de vakıf üniversitesi olmak üzere 141 üniversite var Türkiye’de. Şu an ihtiyaç var üniversiteye. Bunu da Türk toplumunu hesap ederek söylüyoruz. Mesela bundan 20 sene sonra Türkiye’nin nüfusu 90 milyonu bulacak. Böyle bir nüfusta üniversite eğitimi çağındaki insanların toplamı 1.2 milyon oluyor. O zaman liseyi bitiren her 100 öğrenciden 50’sini okutmayı başarabilsek 600 bin üniversite öğrencimiz olacak demektir. Bu yıl 540 bin kontenjanı bu arkadaşlar için hazırladık. Geriye 50-60 binlik bir kontenjan kalıyor. O da bir iki yıl içerisinde tamamlanacak ve bu sistem doymuş olacak. Şimdi mevcuttan daha fazla okul açarsak açtığımız yerlere öğrenci bulamayacağız. Onun için son dönemde YÖS’ü kaldırdık ki dışarıdan da öğrenci alalım, bu sistem yalnızca Türk öğrenciler için dönmesin. Çünkü birkaç sene sonrasını görebiliyoruz. Üniversiteler sokakta promosyonla öğrenci arayacaklar. Üniversite imtihanı da kalmayacak, bununla beraber üniversiteler öğrenci avına çıkacak. Sistem bu hale gelmeden önce de insanlar lise mezunlarına rica ederlermiş, üniversite açtık gelin okuyun diye. Aynı durum ortaya çıkacak.

Bu öngörünüz kaç yıl sonrası için?

10 yıl sonra böyle olacak diyebilirim. Biz bu hızla kontenjan açmaya devam edersek 10 yıl sonra üniversiteler sokaktan öğrenci toplayacaklar. Bir de öğrenciler her açık kontenjana gitmiyorlar. Bu yıl 103 bin boş kontenjan kaldı. Bunların 65 bini meslek yüksekokullarına ait. Onları bir kenara bırakalım. Geriye kalan 35 bin kontenjan boş kaldı. Çocuklar çok bilinçli artık. “Kazandım” diye uzak bir yerdeki üniversiteye gitmiyorlar artık. Birkaç yıla kadar da küçük ilçelerde çeşitli nedenlerle açtığımız meslek yüksekokullarını da kapatmak zorunda kalacağız. Köylerde ilkokullar boş kaldı. Çünkü çocuk yok. Aynı durum üniversiteler için de geçerli olacak.
Üniversitelerde okuldan atılma meselesini kaldıracağınızı söylediniz. Bu konu ne zaman uygulanmaya girecek?
Çalışmaları tamamladık. Kısa bir süre sonra uygulamaya geçecek. Kredi takibini esas alan bir sistem bu. Mesela herhangi bir bölümden mezun olmak için 40 krediye ihtiyaç var. Bu kredi ne zaman tamamlanırsa öğrenci o zaman mezun olacak. Zamanında tamamlanmadı diye öğrenci okuldan atılmayacak.

Bu kazanılmış bir hak çünkü.
Hem öyle hem de atılmanın bir faydası yok. Öğrenci okuldan atıldıktan birkaç sene sonra af çıkıyor. “Tekrar gelin” diyoruz. Bu sefer o kadar büyük güçlükler çıkıyor ki, o ders ortadan kalkıyor, hocası gidiyor, müfredatı değişiyor. Hem öğrenci hem de üniversiteler çok büyük zorluklarla karşılaşıyorlar. Ne gerek var bütün bunlara? Yurt dışında olduğu gibi öğrenci gelsin, her dönem geciktirdiğinde biraz fazla harç ödesin. Öğrencilerin de sorunları oluyor. Anne babası hasta oluyor, çalışmak zorunda kalıyor. O öğrenci “bir iki sömestr bırakayım da sonra devam edeyim” der. Sonra gelir okulunu okur. Bence bu çok hoş bir sistem. Taslağı Milli Eğitim Bakanlığı’na gönderdik.

Kimdir:
Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan 5 Mart 1951’de doğdu. Ankara Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden 1973 yılında mezun oldu. 1973-1975 yılları arasında aynı bölümde asistan olarak görev yaptı. Sosyoloji eğitimine ABD’deki Chicago Üniversitesi’nde devam etti, yüksek lisansını 1978 yılında, doktorasını 1981 yılında tamamladı. ABD’den dönüşünün ardından 1981 yılında ODTÜ’de öğretim görevlisi olarak çalışmalarını sürdürdü. Aynı yıl yardımcı doçent, 1989 yılında doçent, 2003 yılında profesör oldu. Bir süre ODTÜ Sosyoloji Bölüm Başkanlığı görevini de yürüten Prof. Dr. Özcan sosyoloji, araştırma metotları, oy verme davranışı, polis, sosyal istatistik, istatistik, sosyal kontrol ve sapma, sosyal tabakalaşma ve hareketlilik konularında uluslararası ve ulusal düzeyde çok sayıda kitap, makale ve çalışma yayınladı.