- Yeni Dost, Eski Düşman

Adsense kodları


Yeni Dost, Eski Düşman

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Rüveyha
Sat 1 November 2014, 12:01 pm GMT +0200
Yeni Dost, Eski Düşman

İbrahim Baran | Aralık 2013 | DÜNYA HALİ   


Amerika Birleşik Devletleri bugünlerde geleneklerine taban tabana zıt bazı adımlar atıyor. İran, ABD’nin kadim düşmanlarından biri. Amerika potansiyel terörist olarak gördüğü İran’a hep mesafeli durmuştur bu yüzden. Konu ile ilgili yaşananların, sert söylemlerin ve diyalogların tamamen danışıklı dövüş olduğu şeklinde spekülatif iddialar ortaya atılsa da tüm dünyanın gözü önünde gerçekleşen restleşmeler, olası bir savaş ihtimalini gündemde tutuyordu.

İran’ın eski muhafazakâr Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, ABD’yi şeytana hizmet etmekle suçluyor, Amerika’nın eski muhafazakâr başkanı da İran’ın “İslâmcı terör örgütleri”ni beslediğini iddia ediyordu. Bush’un koltuğunu demokrat Başkan Obama’ya devretmesiyle birlikte Amerika’nın İran’la ilgili söylemleri az da olsa yumuşadı. Fakat İran katı tutumundan vazgeçmedi. Ta ki yeni Cumhurbaşkanı Ruhani, Ahmedinejad’ın koltuğuna oturuncaya kadar.
Hayat tarzı, kıyafetleri ve duruşuyla Ahmedinejad’dan çok daha sert görünen Ruhani, dünyayı adeta ters köşeye yatırdı. Diplomatik bir dil kullanmaya çalışan İran’ın yeni Cumhurbaşkanı teamülleri alt üst ederek bugüne kadar hiç gerçekleştirilmemiş işlere imza attı. Bir twitter hesabı açtı kendine, Hıristiyan dünyasının ruhani lideri Papa’ya diyalog mesajı gönderdi, ABD’ye zeytin dalı uzattı. Selefi gibi nükleer silahları tehdit unsuru olarak kullanmak yerine uluslararası kamuoyunda tartışmaya açtı.

Kuşkusuz bu diyalogdan en rahatsız olan ülke İsrail. 1940’lı yılların sonlarından itibaren Ortadoğu’da Amerika’nın himayesinde bulunan -ya da öyle görünen- İsrail, bölgede manevra alanını kısıtladığı gerekçesiyle İran’ı bir tehdit unsuru olarak görüyor. İran’ın da İsrail’le ilgili olumlu bir düşüncesi olduğu söylenemez.

Birbirine düşman iki ülkenin psikolojik savaş halinde olduğu bir dönemde Amerika’nın İran’la kurduğu olumlu diyaloğun ardından bir de nükleer silah anlaşması için masaya oturması, güçlü lobileriyle Amerikan siyasetini ve ekonomisini yönlendiren İsrail’i çileden çıkardı. Başbakan Netanyahu’nun ABD Dışişleri Bakanı Kerry’e verdiği diplomatik ayarın nedeni de bu. Yıllardır İran düşmanlığını Amerika’nın desteğiyle dünyanın gündemine taşıyan İsrail, Amerika’nın, AB’nin ve Rusya’nın dostluğunu kazanan İran’dan son derece rahatsız oluyor. Canı istediği zaman, mesnetsiz gerekçelerle Filistin topraklarına saldıran İsrail, belki de ilerleyen süreçte aynı şekilde İran’a da saldırmayı düşünüyordu.

Ortada ciddiye alınması gereken bir iddia var. Buna göre Obama’nın ikinci döneminden bu yana Amerika’nın karşı karşıya kaldığı problemlerin temelinde, Obama yönetiminin bir önceki dönemde olduğu gibi İsrail’in saldırgan politikalarına destek vermemesi yatıyor. İsrail, kendisine düşman tayin ettiği ülkelerle “okyanus ötesindeki hâmisi”nin iyi ilişkiler kurmasının intikamını alıyor.

Meselenin bir de İran tarafı var kuşkusuz. İran’ın yıllarca şeytana hizmet ettiğini öne sürdüğü Amerika’yla iyi ilişkiler kurma çabası da pek hayra alamet değil. Yıllardır İran’ı gizliden gizliye yöneten perde arkasındaki el, strateji değiştirmiş olmalı. Yoksa Ahmedinejad gibi daha modern bir görüntü çizen bir liderin ardından, muhafazakâr izlenimi uyandıran Ruhani’nin sıra dışı icraatlarına bugüne kadar çoktan müdahale etmesi gerekirdi. Şunu da ifade etmekte fayda var: İran halkı da her türlü psikolojik baskıya rağmen polemik ve çatışma değil, huzur ve barış istiyor. İran’ın Suriye politikası, Rusya’yla kurduğu diyalogların devam etmesi, nükleer silah üretiminden tamamen vazgeçmek yerine başka devletleri de sürece dahil etmek istemesi farklı bir yöntemle kadim çıkarlarını devam ettirmek istediği anlamına geliyor.

Uluslararası politikada bir kural vardır; “Düşmanın düşmanı dosttur.” İsrail, Amerika ile İran arasındaki diyalog diplomasisinin ardından muhtemelen kendine yeni “dostlar” bulmaya çalışacak. İsrail’in yeni “dostları” Amerika ve İran’ın düşmanlarından biri olacak. Mevcut konjonktürde bu ihtimal de oldukça düşük görünüyor. Amerika’nın rakibi Rusya, İran’ın dostu. Suriye nedeniyle İran’la arası açılan Türkiye ise Amerika’yla yakın. İsrail’in sınır komşularından iyi geçindiği hiçbir ülke de yok. Görünen o ki İsrail, şartlar böyle devam ederse Ortadoğu’da yalnız kalacak.

Türkiye Şangay’a Göz Kırpıyor


Rusya, Suriye ile Türkiye arasında yaşanan kriz sürecinde olduğu gibi, komşu ülkelerle herhangi bir probleme mahal vermeksizin, çıkarları doğrultusunda adım atmaya çalışıyor. İran ve Suriye ile müttefik olurken, Türkiye ile de oldukça düzeyli ve stratejik bir ilişki kurmaya özen gösteriyor. Suriye’ye açık bir şekilde destek verdiği zaman bile -içerisinde silah kapsülleri olan uçağının Esenboğa’ya indirildiği günü hatırlayalım- Türkiye’yle krize sebebiyet verecek açıklamalar yapmaktan çekinmiş, maslahata uygun davranmıştı. O dönemde yapılan ikili görüşmelere de yansıyan bu tavır hâlâ devam ediyor.

Başbakan Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde Rusya’ya yaptığı gezide verilen mesajlar dikkate alındığında, Rusya’nın bu politikasından taviz vermediği anlaşılıyor. Erdoğan adeta dünyaya meydan okuduğu konuşmasında Suriye konusunu gündeme getirdi ve kimyasal silahlarla öldürülen bebeklerin dünya kamuoyunda tartışıldığını, ancak konvansiyonel silahlarla öldürülen 160 bin kişinin hiçbir şekilde konuşulmadığını vurguladı. Rusya Devlet Başkanı Putin de, “Suriye’de akan mazlum kanının durması gerekiyor” diyerek Erdoğan’ın ifadelerini destekleyen bir açıklamada bulundu.

Türkiye’nin 50 yıldır AB’ye girmeye çalıştığını ve bu konuda oldukça tecrübeli olduğunu da ifade eden Başbakan, daha önce yaptığı teklifi yineledi ve Putin’den Türkiye’yi Şangay İşbirliği Teşkilatı’na dahil etmelerini istedi. Putin de bu talebi tıpkı daha önce yaptığı gibi gülerek geçiştirdi.

Türkiye gündeminin oldukça yoğun olduğu bir dönemde, Erdoğan’ın St. Petersburg’tan verdiği bu mesajlar, Türkiye’nin küresel bir güç olma yolunda ilerlediğinin açık bir göstergesi. Yıllardır çeşitli iddialarla Türkiye’yi bünyesine dâhil etmeyen Avrupa Birliği, bu çıkışa nasıl bir tepki verecek merak ediliyor. AB’nin istediği her ayrıntıyı harfiyen yerine getirmesine rağmen Türkiye’nin AB’ye dahil edilmemesi art niyetten başka bir şey değil.

Ancak unutulmaması gereken bir detay var. Türkiye 50 yıldır AB’ye girme hayalleri kuruyor ve bu hayali gerçekleştirmek için hukuk sisteminde kimi kesimler için kabul edilmesi güç değişiklikleri hayata geçirdi. Bu değişiklikler bölgesel pek çok probleme sebep olma riskine rağmen gerçekleştirildiği halde Türkiye AB’ye alınmıyorsa, belki de bu rüyadan vazgeçilmeli. Doğu’ya yönelen bir Türkiye’nin, AB üyesi bir Türkiye’den daha güçlü ve etkin olacağı dahi iddia edilebilir. Şüphesiz ki Türkiye’nin 600 küsur yıl beraber yaşadığı milletlerle paylaşacak çok şeyi var.

Darbe Yönetimi Ateşle Oynuyor


Mısır’da darbenin üzerinden uzunca bir zaman geçmesine rağmen darbe yönetimi kan akıtmaya devam ediyor. İnsanları diri diri yakmayı, cesetleri iş makineleriyle ezmeyi, protesto hakkını kullananları uzun namlulu silahlarla “ortadan kaldırmayı” sıradan bir hadise gibi değerlendiren komitacılar, geçtiğimiz günlerde, Mısır’da eğitimin göz bebeği olan el-Ezher Üniversitesi’nde darbeye karşı çıkan öğrencileri bir gece baskınıyla katletti. Baltacılar ve Mısır polisinin ortaklaşa düzenlediği operasyonda 6 öğrenci hayatını kaybetti, yüzlercesi de yaralandı.

Yaşananların ardından Kahire, Beni Suveyf, Ayn Şems, Zekazik, İskenderiye, Mansura ve daha birçok yerde Ezher’e destek gösterileri başladı. Darbe Karşıtı Öğrenciler Birliği cunta yönetimine açık çağrıda bulundu. Operasyonların devam etmesi halinde canları pahasına müdahale edeceklerini söyleyen öğrenciler, herkesi yapılan zulme karşı çıkmaya davet etti. Darbe rejimi yalnızca öğrencileri öldürmekle de kalmadı, dünyanın en eski üniversitesi olan el-Ezher’in tarihî binasına da zarar verdi.

Mısır’da uzun süredir yaşanan insanlık dışı olaylara en sert tepkiyi veren Türkiye de darbeci rejimin tepkisini çekmişti. İlişkilerin askıya alınması ile yetinmeyen Mısır yönetimi, şimdi de ülkedeki Türk büyükelçisini sınır dışı etti. Arkasında kimler olduğu az çok bilinen zalimler topluluğunun belli ki gözü kara. Türkiye de bu yakışıksız tutuma tepkisiz kalmadı ve diplomatik olarak söylenmesi gereken sözü söyledi. Ülkenin belki de tek meşru Cumhurbaşkanı Mursi’nin makamından alaşağı edildiği ilk günlerde tavrını net bir şekilde ortaya koyan Türkiye, bu çizgisini korumaya devam ediyor. Büyükelçisinin Mısır’dan sınır dışı edilmesi Türkiye’nin geri adım atmasına sebep olacak bir gelişme değil. Kaldı ki Türkiye’nin Mısır’la ilgili tavrından hiçbir şekilde taviz vermeyeceği biliniyor. Bu durumda kaybeden taraf Türkiye değil, iktidarını gayri meşru şekilde inşa eden Sisi yönetimi olacaktır.

Mısır’da yaşananları bu satırlarda defalarca kez dile getirdik. Kazananın mazlumlar olacağını, zalimlerin er ya da geç hesap vereceğini, kardeş kanı dökenlerin iflah olmayacağını ısrarla vurguladık. Cinayetlere her geçen gün yenilerinin eklenmesi elbette bu öngörümüzü boşa çıkarmaz. Zulmü gelenek haline getirmiş topluluklar için dökülen kanın, katledilen insanların, zarar verilen tarihin hiçbir önemi yok. Mazi bize, zalimlerin en nihayetinde kaybedeceğini söylüyor. Mısır topraklarından ne Firavunlar geldi geçti. Ancak karşılarında hep bir Musa buldular. Yaşanan kıyıma her ne kadar dünya sessiz kalsa da ilahî adalet hiç şüphe yok ki tecelli edecek. Kan dökmekten zevk alan kitleler ne yaparlarsa yapsınlar, gün gelecek, yaptıklarının bedelini çok çetin bir şekilde ödeyecekler.


Kısa Kısa

Osmanlı’dan bize miras kalan pek çok şeyi elimizin tersiyle ittik maalesef. 90 yılda kaybettiklerimiz yalnızca kitaplar, vesikalar, kültürel ve manevî değerler değil, ecdadımızın el emeği göz nuru ile inşa ettiği binaları da kaybettik. Pek çok medresenin, caminin yerinde yeller esiyor. İstanbul’un fethi sırasında bir kilise olan ve daha sonra camiye çevrilen Zeyrek Camii, bir dönem hurdacıların deposu olarak kullanıldı sonra da kaderine terk edildi. Neyse ki son yıllarda restorasyon çalışmaları yapıldı ve bu eserler teker teker kurtarılmaya ve aslî işlevleri için kullanılmaya başlandı. Bunlardan biri de Siyavüş Paşa Medresesi. Üst katına kaçak yapı çıkılan medreseyi şimdilerde restore ettirmeye çalışıyorlar. Ancak kaçak olarak yapılan kısım için izin alınabilmiş değil. Biri gelmiş sormadan mahvetmiş, şimdi birileri düzeltmek için sormak zorunda kalıyor! Ne tuhaf ülkeyiz…

***

Fatih Sultan Mehmet Han, 560 yıl önce Konstantiniyye’yi fethederek Doğu Roma İmparatorluğu’nu tarihin tozlu sayfalarına gömmüştü. Onun fetihten anladığı elbette toprak ele geçirmek değildi. Konstantiniyye’yi İstanbul yapıp imar ve inşa ettiğinde tam olarak fethettiğini söylüyordu. Hatta tarihçiler fethin Süleymaniye Camii’nin bitişiyle birlikte tamamlandığını söylüyorlar. İşte Fatih’in torunları bugün dedelerinin girmediği topraklara gidip onların dünyaya sunduğu güzellikleri göstererek gönülleri fethediyorlar. Geçtiğimiz günlerde, İtalya’da yaşayan gravür sanatçısı Fatih Mika, Vatikan’a ait Cancelleria Sarayı’nda, “Mezlaka-i Akdâm” adlı kişisel bir sergi açtı. Ebru, tezhip ve hat sanatlarını icra ettiği eserleri İtalyanlar’a sergileyen Mika’nın çalışmasının ana teması da Şeyh Galip’in “Hüsn-ü Aşk” adlı eseri. Fatih Mika, Mezlaka-i Akdâm’ın Allah’a giden yolda kişinin karşısına çıkan engeller anlamına geldiğini ve bunlarla mücadele edilerek Allah’ın rızasına ulaşılabileceğini söylüyor. Böyle çalışmaların devamının geleceğini ümit ederek sanatçımıza başarılar diliyoruz.

***

Dünya, daha önce pek çok kez karşı karşıya kaldığı doğal afetlerle son dönemde daha fazla yüzleşmeye başladı. Depremler, tayfunlar, tsunamiler insanlığın maruz kaldığı acı olaylar olarak karşımızda duruyor. Her türlü probleme bir çözüm bulabileceğini düşünen insanoğlu, böyle bir imtihanla karşı karşıya kaldığında eli kolu bağlanıyor ve çaresizlik içinde kendisine uzanacak yardım elini bekliyor.

Filipinler’de yaşanan tayfunda da binlerce kişi hayatını kaybetti. Oluşan maddi hasar da tahminlerin çok üzerinde. Yaşananlar şu hakikatin altını çiziyor aslında: Bilim ve teknolojisiyle her sorunu bertaraf edecek güce sahip olduğunu zanneden insan, bir felaket ile karşılaşınca yeryüzünde Allah’ın iradesiyle nefes alabildiğini idrak ediyor. Diğer taraftan uzmanlar bu felaketin insan kaynaklı küresel ısınmanın neticesi olduğunu söylüyor. Yeryüzünde böbürlenen insanın kendi eliyle kendine ne yaptığına dönüp bakma zamanı geldi, geçiyor.

***

Türkiye Yazarlar Birliği ülkemizin kültür dünyasına hizmet eden önemli sivil kuruluşlarından biri. Pek çok kültürel faaliyete imza atan kuruluş, artık geleneksel hale getirdiği Edebiyat Mevsimi’nin bu yılki programını gerçekleştirdi. İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun ve pek çok davetlinin katılımıyla başlayan etkinliğin açılış töreninde önemli mesajlar verildi. “Ustaların İzinde” temasıyla altı gün sürecek etkinliklerde; Necip Fazıl Kısakürek, Nurettin Topçu, Cemil Meriç, Sezai Karakoç ve Nuri Pakdil gibi fikir ve dava adamları ele alındı. Yüze yakın şair ve yazarın katılımıyla gerçekleşen program, Edebiyat Özel Ödülleri’yle taçlandırıldı. Türkiye Yazarlar Birliği’ni kutlamak lazım, çünkü kültür alanında böyle etkinliklere öncü oluyor. Türkiye’de kültürel hizmetler yapmaya çalışan vakıf ve dernekler için önemli birer örnek mesabesinde olan bu faaliyetlerin hiç durmaksızın devam etmesi gerekiyor.