hafiza aise
Wed 11 May 2011, 05:12 pm GMT +0200
Yeni Bir Medeniyetin İnşası
Beri tarafta Hz. Hacer, kadın başına yalnız kaldığı bu vadide çocuğunun telaşına düşmüş; içecek bir yudum su bulabilmek için koşturup duruyordu. Bir anne olarak endişelerini teskin eden tek şey, Rabbine olan itimadıydı. Belki de, kucağındaki çocuğa hamile olduğunda karşılaştığı meleği ve onun söylediklerini hatırlayıp teselli oluyordu. Zira, bunalıp sıkıntılannı Rabbine arz ettiği bir gün, yanında beliren melek kendisine şunlan söylemişti:
- Endişe edip korkma! Zira şu an, senin hamile olduğun oğlun vesilesiyle Allah, yeryüzünde hayır murad etmektedir.
Meleğin söyledikleri bunlarla da sınırlı değildi; melek çocuğunun adını 'İsmail' koymasını fısıldamış ve ardından şunlan ilave etmişti:
- Doğacak çocuk, emsalsiz birisi olacak ve bütün insanlığın ümidi onda olacak. Onun eli, herkesin üstünde olacak, herkese hükınedecek ve herkesin eli de onunla olacak. Herkes, onun emir ve direktiflerine göre kendini şekillendirecek. Ve aynı zamanda o, bütün kardeşlerinin beldesine malik olacak.»
Bunlar, kocası Hz. İbrahim'e söylenilenlerle de, tam bir paralellik arz ediyordu.
Müjdeye itimadı tam olsa da, sebeplere riayet bir esastı ve bunun için Hz. Hacer, bir yudum su veya nefes alan bir can bulma arzusuyla iki tepecik, Safd ile Merve, arasında telaşlı bir yanşa başladı. Zira, kırbadaki su tükenmiş, şefkat yüklü anne Hacer'de korku ve telaş başlamıştı. Bu koşturmalan sırasında bir taraftan da, göz ucuyla sürekli küçük yavrusunu kolluyor, onun başına bir şeylerin gelmesinden korkuyordu.
s İbn Kesir, el-Bidaye, 1/153
Artık Safa ile Merve arası, Hacer'in güzergahı olmuştu.
Her iki tepenin eteklerine geldiğinde yürüyüşünü hızlandırıyor ve ayrı bir telaşla diğer tepeye ulaşmaya çalışıyordu. Bu telaşlı koşuşturma tam yedi kez tekrarlanacaktı.
Tam Merve'nin tepesine gelmişti ki, bir sesle irkildi. Adeta bu ses, kendisini, oğlunun yanına çağırıyordu. Yeniden dikkatlice kulak kesildi. Evet, yanılmamıştı; biricik yavrusunun yanında bir melek duruyordu. Daha bir dikkatlice baktı. Gördüklerine inanamıyordu; oğlu İsmail'in ayaklannın dibinde bir de pınar oluşmuştu ve çölün ortasında kaynayıp duruyordu.
Bir çırpıda koşup çocuğunun yanına geldiğinde, meleğin kendisine şunları söylediğini duydu:
- Sakın zayi olacağın endişesine kapılma!.. Çünkü burada Allah'ın evi vardır. Onu, bu çocukla babası inşa edeceklerdir. Allah, onun ehlini asla zayi etmez ... 6
Vazife tamam olunca, melek de ortadan kaybolmuş ve yine Hz. Hacer'le küçük yavrusu Hz. İsmail yalnız kalakalmıştı.
Her dönemde hayat kaynağı olan su, buraya başka insanlan da çekecek ve böylelikle, kader programının takdir buyurduğu bir yapılanma başlayacak, Beklenen Nebi'nin zuhür edeceği şehrin temelleri atılacaktı. Zira, çok geçmeden buraya Cürhümlüler gelecek ve hayat emaresi gördükleri bu yerde, Hz. Hacer'in de iznini alarak, konaklayıp Mekke şehrini meydana getirmeye başlayacaklardı.
Böylelikle, insanlığın kendisinde hayat bulacağı Residullah'ın neş'et edeceği Fôrôn dağlannın arasında yeni bir hayat başlıyordu. Zemzem'in hayat verdiği çöl, artık verimli bir belde haline gelecek ve bereketiyle insanlan kendisine çekecek, karalara bürünüp yas tutan bu dağların arasında, Hz. Muhammed'i (sallallahu aleyhi ve sellem) netice verecek bir süreç başlayacaktı.
6 Taberi, Tefsir, 13/230
Hz. İbrahim'in duası kabul görmüş ve bu ıssız vadi artık, yeşillere bürünerek insanlan kendisine çekmeye başlamıştı. Bu teveccüh, aynı zamanda buraya her türlü nimetin akın etmesini de sağlayacak ve buradakiler bundan böyle sürekli bir inayet yaşayacaklardı.
Bu arada Hz. İsmail de büyümüştü ve artık delikanlılık dönemini yaşıyordu. Nihayet Hz. İsmail, Cürhümlülerden bir kızla evlenmiş ve Zemzem'le başlayan bu birliktelik, akrabalık bağlannın kurulmasıyla güçlenerek geleceğe yönelik sağlam bir zemin oluşturmuştu.
Geçen süre içinde Hz. İbrahim, zaman zaman Hacer ve İsmail'i ziyarete geliyor, bir müddet kaldıktan sonra tekrar onlan kendi hallerinde bırakıp geri dönüyordu.
Aradan bir süre daha geçmişti. Bu sefer, Hz. İbrahim, hemen geri dönmek için değil, uzun bir müddet orada kalıp Kabe'yi yeniden inşa etmek için geliyordu. Murad-ı ilahi bu istikametteydi ve o da, bu isteği yerine getirebilmek için yola koyulmuş, Mekke'ye geliyordu.
Çok geçmeden de, oğlu Hz. İsmail'le birlikte Kabe'yi inşa etmeye başlamışlar ve bir kez daha insanlığı, asla vazgeçemeyecekleri bir kaynağa davete durmuşlardı. Bir taraftan inşa işlemi devam ederken diğer yandan da ellerini açıp, bu en kutsal mekanda dua dua Rablerine şöyle yalvanyorlardı:
- Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur. Hiç şüphesiz işiten Sen'sin, bilen de Sen! ..
Ey Rabbimiz! Hem İsmail ve beni, yalnız Senin için boyun eğen Müslümanlardan kıl, hem de soyumuzdan yalnız Senin için boyun eğen Müslüman bir ümmet meydana getir ve bize ibadetimizin yollannı göster. Tevbemize rahmetle icabette bulun. Hiç şüphesiz Tevvab Sensin, Rahim de Sen!..
Şanı yüce iki peygamberin, yeryüzündeki ilk bina ve arşın izdüşümü olan mübarek bir mekanda yaptıklan bu dualara elbette icabet edilecekti. Duada böylesine bir hill yakaladığını gö
ren Hz. İbrahim sözü, temelini atmış olduğu 'hillet' mesleğini; kıyamete kadar ve sadece bir yörede değil, bütün alemde ikame edecek olan Son Nebi'ye getirecek ve şöyle yalvaracaktı:
- Ey Rabbimiz! Bir de onlara içlerinden öyle bir Resul gönder ki, o Resül, onlara Senin ayetlerini tilavet eyleyip okusun, kendilerine kitabı ve hikmeti talim edip öğretsin, içlerini ve dışlannı tertemiz yapıp onlan pak eylesin. Hiç şüphesiz Aziz Sen 'sin, hikmet sahibi de Senl.."
Bu duasında Hz. İbrahim (aleyhisselamj'ın, gelmesini istediği hikmet sahibi peygamber, kuşkusuz her peygamberin geleceğini muştuladığı Son Nebi Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellern)'di. Zira, Hz. İsmail zürriyeti içinde Hz. Muhammed'den başka bir peygamber yoktu ve olmayacaktı da.
Bu samimi duanın, Hakk katındaki değeri de oldukça büyüktü. Nitekim, yüzyıllar sonra bir gün Allah Resülü (sallallalıu aleyhi ve sellern), minnet sadedinde şunlan söyleyecekti:
- Ben, atam İbrahim'in duası, kardeşim İsa'nın müjdesi ve annemin de riiyasıyım."
Yine vefayı, vefa ehlinden öğrenmemiz gerektiğini gösteren bir yer ... Yine ahde vefanın silinmez bir örneği ve yine duaya dua ile mukabelede bulunmanın eşsiz misali!.. Hz. İbrahim (aleyhisselaml'Iü, çağlar öncesinden dualanna alarak gelmesini istediği Hz. Muhammed'in ümmeti de, bir şükran ifadesi olarak dualanna O'nu alacak, 'Allahümme Salli' ve 'Bariklerinde:
- Allah'ım! Muhammed'e, O'nun al ve ashabına salat ve berekette bulunduğun gibi İbrahim'e de aynı salat ve bereketten ihsan eyle, diyerek her gün namazlannda Hakk'a niyaz edecektir!..
Bu vefanın bir de İbrahirncesi vardı. Zira, Hz. Muhammed'in geleceğinin haberi, Hz. İbrahim'in ruhuna o denli işle-
7 Bkz. Bakara, 2/129 vd.
8 İbn Hibban, Sahih, 14/313; Hakim, Müstedrek, 2/453 (3566)
mişti ki, kendi şahsına yapılan iltifatlarda bile O'nu hatırlayıp öne çıkanyor ve bu iltifatlara layık olanın kendisinden ziyade, Beklenen Sultan olduğunu ifade ediyordu.
Allah (celle celaluhü), Hz. İbrahim'i değişik imtihan süzgeçlerinden geçirmiş ve her birinde üzerine düşen vazifeyi hakkıyla yerine getiren Hz. İbrahim' e şöyle bir iltifatta bulunmuştu:
- Seni insanlara imam kılacağım.
Bu, büyük bir iltifattı ve karşılığında acziyet içinde şükürle mukabele gerekiyordu. Aynı zamanda bu, böyle bir nimetin şükrü adına önemli bir göstergeydi. Ancak Hz. İbrahim öyle yapmadı. O'nun verdiği ilk tepki:
- Benim zürriyetimden de!.. şeklindeydi ki bu, üzerinde durulması gereken bir refleksti. Şuuraltının ne türlü bilgilerle beslendiğinin bir göstergesiydi aynı zamanda. Zaten, insanın gerçek niyeti de böylesi sürpriz durumlarda ortaya çıkardı.
Ancak; Allah (celle celaluhü), imarnet gibi önemli bir me selenin, zulme dalmış ve ona nza gösteren, bilhassa o günkü İsrailoğulları gibi inhiraf eden kimselere müyesser kılınmayacağını ifade sadedinde;
- Zalimler, ahdime (nübüvvetime) nail olamazlar." buyuracaktı.
Böyle bir ifadeyle, nazarlar yakın zamanda bir imam aramak yerine, gelecek asırlara ve daha uzun bir zamana yönlerıdirilmiş oluyordu.
Böylelikle, zulümle nübüvvetin, asla bağdaştınlamayacağının vurgulanmasının yanı sıra, İsrailoğullannın yapageldikleri zulüm ve inhiraflardan hareketle böyle bir şerefi yitirdikleri ve bu şerefin, bundan böyle Hz. İsmail soyuna geçtiği ifade edilmiş olunuyordu. Elbette Hz. İbrahim'in talep ettiği İmam da, ıssız vadide bırakıp geri döndüğü oğlu İsmaifin soyundan olacaktı.
9 Bkz. Bakara, 2/114