- Yazarın Önsözü

Adsense kodları


Yazarın Önsözü

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Tue 4 October 2011, 08:56 pm GMT +0200
YAZARIN ÖNSÖZÜ

RAHMAN VE RAHİM ALLAH’IN ADIYLA


Hamd; zikredenlerin yolu  O’nun zikriyle ve yüceliğiyle bir olan ve se­venlerin kalbi O’nun sevgisi, tazimi ve tevhidiyle birleşen Allah’a mahsustur.

Eksiksiz ve mükemmel bir şekilde salat ve selam; göz kamaştıran varlığın efendisi olan, kendisinden sahih, hasen ve mütevatir isnad; mübarek ümme­tine özgü olan, ailesinin ve yıldız mesabesinde Salih komutanlar olan sahabilerinin üzerine olsun.

Değer verme bakımından ilimlerin en yücesi, üstünlük bakımından en mükemmeli ve önem verme bakımından en büyüğü, hadis ilmidir.

Kim hadis ilmini tahsil ederse, o, büyük bir değer elde etmiş olur. Kime hadis ilmi öğretilirse, ona, çok iyilik edilmiş olunur. Kim hadis ilmiyle başarıya ulaşırsa, en önemli mutluluğa ulaşmış,  bütün isteklere ulaşmış ve fazlasıyla güzelliğin son haddiyle rızıklanmış olur.

İbnu’s-Salâh (ö. 643/1245)’ın “Ulûmu’l-Hadis” adlı eserinde geçtiğine göre; Süfyân es-Sevrî (ö. 161/777) söylediği rivayet edilmiştir:

“Yüce Allah’ın kendisine ilim verdiği kişi için, hadis talep etmekten daha üstün bir amel bilmiyorum.”

İbnu’s-Salâh (devamla) der ki: “Süfyân es-Sevrî’nin sözüne benzer başka bir sözü, İbnü’l-Mübarek’ten rivayet ettik.”

Muâfâ b. İmrân’ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: “Bir hadis yazmak, bana, gece ibadetinden daha sevimlidir.”

İbn Asâkir (ö. 571/1176) “Tarih”inde Ebu’l-Abbâs el-Murâdî’nin şöyle söylediğini nakletmiştir:

“Babam dedi ki: Ebu Zür’a’yı (öldükten sonra) rüyamda gördüm. Ona: ‘Allah sana ne yaptı?’ diye sordum. O da: ‘Rabbimin huzuruna çıktım. Bana: ‘Ey Ebu Zür’a!’ buyurdu ve bana bir çocuk verildi. Ona cennete girmesini emretti… Kullarım arasında sünnetleri muhafaza eden kimsenin mükafatını nasıl buldun? Haydi cennetten dilediğin yere yerleş!’ buyurdu’ diye cevap verdi.

İmam Ebu Abdullah el-Kassâr “Fihrist”te aynen şöyle der: “Büyük bir müjde!. Muhammed b. Abdulazîm el-Münzirî dedi ki: ‘Rüyamda cennete gir­dik. Resulullah (s.a.v)’in elini öptük. Daha sonra Resulullah (s.a.v) şöyle bu­yurdu:

“Eliyle hadis yazan herkesi müjdeleyin! Çünkü o kimse benimle cen­nette benimle birlikte olacaktır”

Nevevî (ö. 676/1277)’nin “Ezkâr”ında Sehl b. Abdullah’ın şöyle söyle­diği rivayet edilmiştir. “Bu ümmetin fertlerinden biri, Sünen sahibi Ebu Dâvud es-Sicistânî’ye gelip:

- ‘Resulullah (s.a.v)’in hadisini rivayet ettiğin dili bana uzatta onu öpe­yim’ dedi ve onun dilini öptü.”

İbrahim  b. Ethem’in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: “Allah, hadisçi topluluklarının rıhlesi sebebiyle bu ümmetten belayı uzaklaştırır.”

Üstad Ebu’l-Feth Nasr b. İbarahim el-Makdisî (ö. 490/1097) “Kitâbu’l-Hucce alâ târiki’l-mehacce” adlı eserinde İmam Ahmed b. Hanbel’e kadar dayandırdığı bir senedle rivayet ettiğine göre; İmam Ahmed’:

- “Allah için, yeryüzünde Ebdal var mıdır?” diye soruldu. O da: - “Evet” diye cevap verdi. Ona: - “Ebdal kimlerdir?” diye tekrar soruldu. O da: “Ha­disçi toplulukları yok mu?! İşte onlar, Ebdaldır. (Yeryüzünde) Ebdal şahısları en iyi bilen Allah’tır.”

(Suyûtî) “Uhûdu’l-Muhammediyye” de Süfyân es-Sevrî, Süfyân ibn Uyeyne ile Abdullah b. Sinân’ın şöyle söyledikleri rivayet edilmiştir:

“İçimizden biri kadı olsa da, yapraksız hurma dalıyla hadis öğrenmeyen fıkıhçıyı ve fıkıh öğrenmeyen hadisçiyi bir güzel dövse.”[1]

Merfu olarak rivayet edildiğine göre; Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuş­tur:

“Allahım! halifelerime rahmet eyle!” buyurdu. Ona: - “Onlar kimler­dir?” diye soruldu . O da: -”Benden sonra gelip de hadislerimi ve sünnet­lerimi rivayet edenlerdir” diye cevap verdi.[2]

Mütevatir bir hadiste de geçtiği üzere; Resulullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur:

“Allah, sözümü duyup onu anlayan, sonra da onu işitmeyen kimseye ulaştıran kimsenin yüzünü (kıyamet günü) ağartsın”

Resulullah (s.a.v), burada, sözünü ulaştıran kimseyi, (kıyamet günü yü­zünün) ağarmasıyla dua etmiştir.

Nadra (=ağarma/parlaklık), sevinç ve güzelliktir.

Süfyân ibn Uyeyne (ö. 198/813) der ki: “Hakkını yerine getirerek hadis nakleden hadisçilerden hiçbiri yoktur ki, bu hadis sebebiyle yüzünde yete­rince parlaklık olmasın”

Büyük imamlardan bazıları, hadis ashabını gördükleri zaman şiir söylüyorlar ve şöyle diyorlardı:

“Hoş geldiniz insanların en sevimlileri! Allah hakkında insanların en mütevazilileri. İnci gibi parıltı sahipleri. hoş geldiniz Salihler topluluğu, takva sahipleri. Yüzler aydınlık odu, her zengin süslendi. Ey Peygamber Muham­med (s.a.v)’in ilmini talep edenler! Sizin dışındakiler size denk değildirler.”

Konu ile ilgili hafız Ebu Tâhir es-Selefî’ye isnad edilen bir şiir ise şöyle­dir:

“Peygamberin dini ve şeriatı, o Peygamberin haberleridir. Peşine düşü­len ilmin en yücesi, o Peygamberin rivayetleridir. Kim onun hadisleriyle meş­gul olursa ve halk arasında yayılması için meşgul olursa, onun hadisleri kaçı­nılmaz olur.”

İbn Abdilberr (ö. 463/1071), İmam Ahmed’in oğlu Abdullah’a dayana­rak İmam Ahmed b. Hanbel’den şöyle bir şiir nakletmiştir:

“Peygamberin dini, hadislerdir. Bir genç için, hadis rivayetleri ne güzel bir binektir. Sakın hadis ilminden ve hadis ehlinden sapmayın. Rey gecedir. Hadis ise, gündüzdür. Belki gencin cehaleti, hidayet yollarıdır. Güneş doğdu, onun nurları vardır.”

Bu ilimle uğraşan alimler, hadis ilmini bölümlere ayırmışlar ve her bö­lümü de konulara ayırmışlar. İşte bu belirttiğimiz bölümlerden birisi de, mütevatir hadislerdir.

İlk önce geçmişte yaşamış İslam alimlerinin kayıtlarında ve notlarında bulunan mütevatir hadisleri bir araya toplamak için harekete geçtim ve on­lardan bolca topladım. (Müsvedde kağıtlarda bulunan bu hadislerin) kaybol­masından ve zayi olmasından korkunca, bu hadislerden faydalanmak için onları bir kitapta topladım. Bu topladıklarımı, “Nazmu’l-mütenâsira mine’l-hadîsi’l-mütevâtira” diye isimlendirdim. Bu, İmam Suyûtî (ö. 911/1505)’nin, “el-Fevâidu’l-mütekâsira fi’l-ahbâri’l-mütevâtira” adlı kitabınıdan kısaltarak özetlediği “el-Ezhâru’l-mütenâsira fi’l-ahbâri’l-mütevâtira” adlı eserini gör­meden önceydi. Bundan sonra Suyûtî’nin bu kitabını görünce, onu inceledim ve onun bu kitabında olupda benimkinde olmayan hadisleri kendi kitabıma ekledim.

Ben Suyûtî’nin andığı hadislerin hepsini naklettim. Ayrıca “Suyûtî “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yoldan getirmiştir” sözümle, Suyûtî’nin naklettiğini (benimkinden) ayırdım.

Burada Suyûtî’nin, sahabe ve tabiun dışında andıklarını çıkartarak sadace sahabe ve tabiunu zikrettim. Çünkü (böyle yapmakla benim belirte­ceğim) ilave kolaylaşmış oldu ve (okuyucunun dikkatini) bu ilaveye çekmiş olacağım. Suyûtî’nin sözünden sonra قُلْتُ “Derim ki” lafzıyla da (benim yaptı­ğım bu) ilaveye işaret ettim.

Suyûtî’nin kendisine ulaşmayıp da (mütevatir olduğunu) söylemediği hadisleri, Allah’ın bana kolaylaştırdığı kadarıyla bu kitabımda belirttim. Bu­nunla, bu hadisi, Suyûtî’nin kitabında bulamadığım bilinmelidir.

Sehâvî (ö. 902/1496) “Şerhu Elfiyye”nin ‘mütevatir bahsi’nde konu ile ilgili olarak aynen şöyle der: “Müellif eserinde mütevatir konusunu ayrı tut­muştur. Zerkeşî ve birçoğuna gelince ise…. “

(Derim ki:)  Sehâvî’den sonra bir topluluk da, (yazdıkları) eserlerde te­vatür konusunu başlı başına bir konu olarak ayrı işlemişlerdir.

1. Mütevatir hadis konusunda telif yapanlardan birisi de, üstad hafız Celaleddin Ebu’l- Fadl Abdurrahman b. Ebi Bekr es-Suyûtî’ (ö. 911/1505)’dir. Suyûtî, (mütevatir hadisle ilgili bu eserini) “el-Fevâidu’l-mütekâsira fi’l-ahbâri’l-mütevâtira” diye isimlendirmiştir. Suyûtî, bu eserini, bablara göre düzenlemiş, yine bu eserinde 10’dan fazla sahabiden rivayet edilen hadisleri toplamış ve her hadisin senedlerini, geliş yollarını ve (diğer) lafızlarını da toplamıştır. Kendisinin de dediği gibi, bu eser, bir benzeri görül­memiş kapsamlı bir kitap haline gelmiştir.

Daha sonra Suyûtî, mütevatir hadisle ilgili bu eseri yazmadaki asıl ama­cını önemli bir cüzde özetlemiştir. Bu eserini de, “el-Ezhâru’l-mütenâsira fi’l-ahbâri’l-mütevâtira” diye isimlendirmiştir. Bu kitabında; (ilk önce) hadisin metnini, (sonra) sahabeden hadisi rivayet eden kimseleri, (ardından da) bu hadisi tahric eden meşhur imamları kısaca belirtmiştir. Kendisinin belirttiği üzere, bu kitapta naklettiği hadislerin sayısı, 100’dür. Yalnız bu kitaptaki ha­disleri saydım. Bunu, 12 fazlasıyla buldum. Yine de doğru bilgi, Allah’a aittir.

2. Bunlardan birisi de; üstad, imam, hafız, müsnedçilerin sonuncusu, sa­yısız tasniflerin sahibi Şemsüddin Ebu Abdullah Muhammed b. Muhammed b. Ali b. Tûlûn el-Hanefî ed-Dimeşkî es-Sâlihî (ö. 953/1545)’dir. (Bu kişi, mütevatir hadisle ilgili kitabını,) “el-Leâli’l-mütenâsira fi’l-ehâdisi’l-mütevâtira” diye isimlendirmiştir.

3. Bunlardan birisi de; üstad Ebu’l-Feyz Muhammed Murtaza el-Hüseynî ez-Zebîdî el-Misrî (ö. 1205/1790)’dir. (Bu kişi de kitabını,) “el-Laktu’l-le’âli’l-mütenâsira fi’l-ehâdisi’l-mütevâtira” diye isimlendirmiştir.

4. Bunlardan birisi de; Siddîk b. Hasan b. Ali el- Kannûcî el-Buhârî el-Hüseynî’nin, tevatür derecesine ulaşan hadisleri topladığı 40 hadistir. Kannûcî, bu kitabını, “Hırzu’l-meknûn min lafzi’l-ma’sûmi’l-me’mûn” diye isimlendirmiştir.

Allame Ebu’l-Hasen Muhammed Sâdık es-Sindî el-Medenî (ö. 1138/1725) “Şerhu’n-Nuhbe” adlı eserinde konu ile ilgili olarak aynen şöyle der:

“Suyûtî, tevatürle ilgili konuda hüküm vermede yumuşak davranmış, te­vatürle ilgili hadisler hususunda sayı belirtmiş ve tevatürle ilgili hadisleri, “el-Ezhâru’l-mütenâsira fi’l-ahbâri’l-mütevâtira” diye isimlendirdiği kitabında getirmiştir.”

Durum böyle olunca, Suyûtî, mütevatir olmamasına rağmen, hadisçile­rin belirtmediği bir çok hadisi (mütevatir diye) anmıştır. Halbuki onun sözün­den, lafzi mütevatirleri toplamayı kastettiği anlaşılmaktadır. Yalnız onun ge­tirdiği  hadislerin çoğunun manevi mütevatir olduğu, ya bazı kitaplardan, ya kendisinin açıklamasıyla yada bir başkasının açıklamasıyla ortaya çıkmıştır.

Asıl kastedilen konuya girmeden önce, bir açıklama yapılacaktır. Bu ön­söz, manevi mütevatirin sözlük ve terim anlamlarını açıklama mahiyetinde olacaktır.
 
 
 
[1]     Müellifin kitabının aslından, Sûfî ve Vahdedi vücutçu İbn Arâbî'nin inancı doğrultusunda naklet­tiği üç satırı almadık. Çünkü bu, Ehli sünnet ve'l-cemaat imamlarının görüşlerine itiraz mahiye­tindedir. Zaten İbn Arâbî'nin akidesi, avamdan bir çoğuna göre gizlidir. Dolayısıyla müellifin, İbn Arâbî'den yaptığı rivayeti almadık. İlmi emanet, uyarı gerektirir. (Arap yayıncısı)

[2]     Taberâni, el-Evsat, 6/77; Deylemî, Firdevs, 1/479; Münâvî, Feyzu'l-Kadîr, 2/149; Suyûtî, Tedribu'r-Râvî, 2/126; Râmehurmuzî, el-Muhaddisu'l-Fâsıl, 1/163