- Yaz kitapları

Adsense kodları


Yaz kitapları

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sun 24 June 2012, 02:18 pm GMT +0200
Yaz kitapları
Celil CİVAN • 66. Sayı / EDEBİYAT GÜNDEMİ


Yazın rehaveti okuma alışkanlıklarına da yansıyor. Kışın okunan ağır, melankolik ve “ciddi” kitapların yerini kitapçı vitrinlerini süsleyen cicili bicili kitaplar alıyor. Çok satan bu kitaplar aslında paradoksal bir durumu içeriyor: Çok sattığını düşündüğünüz için alırsınız, siz alınca da kitap satmış olur. Kitapların meta olması hoşumuza gitmese de kitapçılarda, marketlerde gördüğümüz afişler, kitapların arka kapaklarında yer alan yabancı basından alıntılar, internet sitelerinde, gazetelerde yer alan çok okunan kitap listeleri bize “oku” yerine “satın al!” diyor. Burada, çok satan kitapların okunup okunmadığına yönelik genelgeçer yargının izleri de görülüyor elbette ama yayınevlerinin öncelikli kaygısı başka: “Okuyup okumayacağın umurumda değil, yeter ki satın al!”

Kitabın meta işlevi sadece alınıp satılmasına bağlı değil. Kitabın -okurla değil- tüketiciyle kurduğu ilişki de bu işlevi yeniden üretmeye yarıyor: Moda bir ayakkabıyı almak gibidir çoksatan kitabı “almak”. Tüketicinin modayı takip ettiğini, sınıfsal, kültürel konumunu, sosyal ilişkilerdeki duruşunu, dahası “havasını” da belli ediyor. Koltuğunuzun altına koyduğunuz Dan Brown romanı, sizi “popüler” kılıyor. Ancak kitap ile popülerlik arasındaki ilişki de tuhaf bir ikilemi beraberinde getiriyor. Siz “farklı” olduğunuzu göstermek için sözkonusu kitapları taşıdıkça diğerleri gibi oluyorsunuz. Zira herkesin elinde aynı kitaplar var, herkesin farklı olma isteği, farklılığı sıradanlaştırıyor. Üstelik metanın esnekliği kitap konusunda da geçerli: Farklı katmanlar farklı biçimlerde de olsa aynı sıradanlığa dâhil oluyor; parası olan orijinalini, parası olmayan korsanını okuyor.

Sözkonusu kitaplarda mecaza, teşbihe, düzdeğişmeceye, söz oyunlarına rastlayamazsınız; başka türlü söylersek bu kitaplarda edebiyata yer yok. Dolayısıyla okurla kitabın etkileşimi de söz konusu değil. Edebi kitaplar okurun katılımıyla çoğalıyor; kâh tabaka tabaka açılarak, kâh git gide kendini daha da kapatarak. Oysa çoksatan kitapları okumak için gerekli tek bir şey var, o da okumayı bilmek. Gerisi önemli değil. Edebiyat, felsefe, sanat, tarih gibi şeyleri bilmenize gerek yok. Okurun yapması gereken tek şey oturup kitabı okuma. Gerekli şeyleri yazarınız size veriyor, nasılsa her şey kitabın fiyatına dahil! Gizem, aşk, cinsellik, aksiyon ve komplo teorileri bu kitaplar için olmazsa olmaz unsurlar zaten. Beş yüz, altı yüz sayfalık kitaplar su gibi akar zira cümleler çok basit. Çoğu kitap ileride senaryoya dönüşebilme ihtimali dolayısıyla sahne sahne yazılıyor. Siz de “film seyredercesine” okursunuz. Eğer kitap çok tutarsa Hollywood kitabın yayın haklarını satın alıp filme çeker; kitap okumaya fırsat bulamayan kişiler de sinemanın yolunu tutarlar.

Çoksatan kitapların sayılan olumsuzluklarına rağmen bazen “denge”yi tutturan kitaplarla karşılaşmak “eski kafalı” okurların iyimserliği büsbütün kaybetmelerine engel oluyor. İsveçli gazeteci Stieg Larsson’un Millenium dizisi buna güzel bir örnek. Larsson on kitaplık diziyi bitiremeden kalp krizi geçirip hayata veda ediyor. Geride ise sadece üç tamamlanmış kitapla yarım kalmış dördüncü kitabı bırakıyor. Ülkemizde de çok satan Ejderha Dövmeli Kız ve serinin ikinci kitabı Ateşle Oynayan Kız, sözünü ettiğimiz dengeyi güzel yansıtıyor. Larsson, çoksatan kitapların basitliğini, hızını kullanırken kitaplarda sıkı bir İsveç ve Avrupa eleştirisi yapmaktan da çekinmiyor. Uzun yıllar gazetecilik yapan Larsson özellikle cinsel ayrımcılık, şiddet ve ırkçılık üzerine çalışmalarıyla tanınıyor; üstelik yazar siyasi olarak sol bir gelenekten geliyor. Elimizde bulunan seride yazarın gazetecilik kariyeri boyunca yaptığı çalışmaların yansımalarını görmek mümkün.

Stieg Larsson, çok satan kitaplara özgü tekniği kullanırken “çağdaş, medeni, müreffeh” İsveç imgesinin gizlediği şiddeti, ırkçılığı ve büyük şirketlerin çevirdikleri dolapları anlatıyor. Aslında böylesi bir tutum, çoksatan kitapların “new age” inançlardan, komplo teorilerinden veya şehirli kadınlara “çağdaş” bir Mevlana sunma gayretinden ibaret olmadığını da gösteriyor. Millenium serisi, bir yandan sürükleyici bir hikâye anlatırken bir yandan da alabildiğine siyasi bir eleştirel tutum almaktan çekinmiyor. Yalnız kitabın içerdiği şiddet ve anlattığı Avrupa gerçeği, kitabın diğer çoksatanlar gibi sahillerde huzurla okunmasını da imkânsız kılıyor. Millenium serisi çok satmasına ve “mutlu son”la bitmesine rağmen okura tekinsiz bir hikâye ve gizlenmiş gerçeklerin örtüsünü kaldırma fırsatını vaat ediyor. Böylece hem çoksatan kitapları okuyanların hem de kitaplardan daha derin beklentileri olanların isteklerini karşılıyor.