sumeyye
Fri 14 January 2011, 03:51 pm GMT +0200
Yahudilerin İhanetinin Cezası
124. Eşlem el-Ensârî rivayet ediyor:
Resûlullah beni Kurayza Yahudileri esirlerinin başına tayin etti. Ben onların çocuklarının avret yerlerine bakıyordum. Buluğa ermişse boynunu vuruyordum. Buluğa ermemişse Müslümanlara ganimet olarak kalıyordu.[466]
İzah
Yahudiler tarih boyunca kendi peygamberlerine eziyet etmişler, hattâ onlardan bâzılarını şehid etmişler, bâzılarını da öldürmeye teşebbüs etmişlerdir. Bunun içindir ki, Kur'ân'da lanetlenmişlerdir.
Yahudiler Peygamberimizi de öldürme teşebbüsünde bulunmuşlar, ona eziyet etmişlerdi. Onu en kritik zamanda arkadan vurmuşlardı.
İşte yukarıdaki hadiste bu hainlikleri sebebiyle onlara verilen ceza haber verilmektedir. Konu özetle şöyle gerçekleşmiştir:
Peygamberimizin Medine'deki diğer Yahudi kavimleriyle olduğu gibi, Kurayzaoğulları Yahudileriyle de antlaşması vardı. Medine'yi müşterek düşmana karşı koruyacaklardı. Buna rağmen onlar birkaç defa Resûlullah ile yaptıkları anlaşmayı bozdular. En kötüsü Resûlullahın can düşmanlarıyla birlik oldular. Mekke müşriklerine mektup yazarak "Siz gelin, biz Müslümanları Medine'de arkalarından vuracağız" dediler.
Nihayet müşrikler Kurayzaoğullarının sözlerine de güvenerek Medine üzerine büyük bir ordu ile saldırıya geçtiler. Bu arada Kurayzaoğulları Yahudileriyle aralarında şu üç maddelik anlaşmayı yaptılar:
1. Savaş sona erinceye kadar Kurayzaoğulları on gün müşriklerin safında Müslümanlara karşı savaşacaklardı.
2. Müşrikler için silah temin edeceklerdi.
3. Müşriklerin ihtiyaçlarını karşılamak için karargahları yanına pazar kuracaklardı.
Evet, Yahudiler Peygamberimizi ve Müslümanları en nazik ve en tehlikeli bir anda, ölüm kalım savaşında yardımsız ve yalnız bırakıyorlardı. Müşterek vatanlarını daha önce söz verdikleri halde düşmana karşı korumuyorlardı. Bununla da kalmayarak ellerine geçen fırsatı değerlendirmek istiyor, Müslümanları arkalarından vurma planları yapıyorlardı. Böylece ahitlerini ikinci defa bozmuş oluyorlardı. Onların bu hali şu âyet-i kerimelerle bildiriliyor:
"Sen kendileriyle antlaşma yaptığın halde, onlar her defasında pervasızca ahidlerini bozarlar. Harp meydanında yakaladığında onları darma dağın et ki, arkalarından onlara destek verenlere ibret olsun—belki böylece akıllarını başlarına alırlar."[467]
Kurayzaoğulları tarihe Hendek Savaşı olarak geçen bu savaşta müşriklerle yaptıkları bu anlaşmaya sâdık kaldılar. Peygamberimiz ve Sahabîler bir yanında kalabalık müşrik ordusuyla savaşırlarken, diğer taraftan Medine'de bıraktıkları kadınlarından ve çocuklarından endişe ettiler. Çünkü Kurayzaoğulları Yahudileri Medine'de idiler. Bu da Kur'ân'da şöyle haber verilir:
"O vakit düşman orduları size hem yukarıdan, hem de aşağıdan saldırmışlardı. Öyle ki, onların dehşetinden gözler yılmış, yürekler ağıza gelmişti."[468]
Hz. Ebû Bekir de bu korku ile ilgili olarak şöyle diyor:
"Medine'deki çoluk çocuğumuz hakkında Kurayzaoğulları Yahudilerinden duyduğumuz korku, müşriklerden ve onlann müttefiklerinden duyduğumuz korkudan çok daha fazlaydı. Zaman zaman dağın tepesine çıkıp Medine evlerine bakardım. Onları sükûnet içerisinde görünce, Allah'a şükr ve hamd ederdim."
Nihayet Allah Müslümanlara müşriklere karşı zafer ihsan etti, müşrikler mağlup bir vaziyette Mekke'ye dönmek zorunda kaldılar.
Peygamberimiz cepheden henüz yeni dönmüş, banyo yapıp koku sürünmüştü ki, başında beyaz sarığıyla Cebrail (a.s.) geldi. At üzerindeydi, Peygamberimize sitem etti, "Ey Allah'ın Resulü! Sen silahını bıraktın mı? Vallahi biz daha silahlarımızı çıkarmadık. Allah seni affetsin. Kalk silahını kuşan onların üzerine yürü" dedi.
Peygamberimiz "Kimin üzerine?" diye sorunca da, Cebrail (a.s.) eliyle Kurayzaoğullarının bulunduğu yeri gösterdi ve "İşte oraya" dedi. Sonra da meleklerle birlikte oraya gitti. Peygamberimiz de derhal ordusuna emir verdi ve hedef olarak Kurayzaoğullarının yurdunu gösterdi. Kısa bir kuşatmadan sonra Yahudiler şartsız teslim olmayı, Sa'd bin Muâz'ın (r.a.) vereceği hükmü kabul edeceklerini bildirdiler.
Sa'd da Peygamberimizin emriyle iki toplum arasında hüküm vermeyi kabul etti. Yahudilere silahlarını teslim ederek teslim olmalarını söyledi. Onlar denileni yaptılar. Sonra da hükmünü şöyle verdi:
"Ben onların hakkında buluğ çağına eren erkeklerin öldürülmesine, mallarının Müslümanların arasında taksim edilmesine, kadınlarla çocukların esir edilmesine hükmettim."
Bu hüküm Peygamberimizi çok sevindirdi, bunu şöyle açıkladı:
"Sen onlar hakkında Allah'ın yedi kat gök üstünde Levh-i Mahfuzdaki hükmüne uygun hüküm verdin. Allah'a yemin ederim ki, Allah da bana senin bu hükmün gibi emir vermişti. Senin bu hükmünle Allah, melekler ve mü'minler razı oldular."
Sa'd bin Muaz'ın (r.a.) bu hükmü Tevrat'ın hükmüne de uygundu. Tevrat'ın böyle durumlarla ilgili hükmü şöyle idi:
"Bir şehre savaş için yaklaştığında onları sulha davel edesin, eğer senin sulh şartını kabul eder sana kapılarını açarlarsa, içinde bulunan kavmin hepsi sana haraç verip hizmet etsinler. Eğer sulha yanaşmayıp savaşırlarsa, onları muhasara edesin. Allah'ın Rab onları sana teslim ettikte erkeklerin tamamını kılıçtan geçiresin. Kadınları, çocukları ve hayvanları ve bütün ganimeti, yani o şehirde bulunan malların tamamını yağma edip Allah'ın Rabbin sana verdiği düşmanlarının ganimetini yiyesin."[469]
Bu hüküm kendi şeriatlarında da geçerli olduğu için Yahudiler itiraz edemediler, hükme razı oldular. Zaten Sa'd bin Muaz da (r.a.) Tevrat'ı çok iyi bilen biri idi. Hükmü, Tevrat'ta olduğunu bilerek verdi.
Sonra hüküm infaz edildi. İşte izahını yaptığımız hadisin râvîsi, Resûlullahın kendisini Kurayza Yahudileri esirlerinin başına tayin ettiğini, çocuklarının avret yerlerine bakarak buluğa ermiş olanın boynunu vurduğunu, buluğa ermemişse Müslümanlara ganimet olarak kaldığını haber vermektedir. Bu husus Kur'ân'da şöyle haber verilir:
"Kitap ehlinden olup da o kâfirlere arka çıkanları Allah kalelerinden indirip yüreklerine korku saldı ki, siz onlardan bir kısmını öldürüp bir kısmını da esir alıyordunuz."[470]
Konu hakkında tafsilatlı bilgiyi Tarih Aynasında Yahudiler isimli eserimizin 203-214. sayfalarına havale ediyoruz. [471]
Resûlullahın Ve Ashabının Çektiği Sıkıntı
125. İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
Ebû Bekir (r.a.) günün sıcak bir saatinde dışarı çıktı. Onun çıktığını gören Ömer de (r.a.) çıktı, Ebû Bekir ile karşılaştı. "Ey Ebû Bekir, bu vakitte dışarı çıkmana sebep nedir?1' diye sordu.
Ebû Bekir, "Allah'a yemin ederim ki, şiddetli açlık sebebiyle dışarı çıktım" dedi.
Ömer, "Allah'a yemin ederim ki, ben de bu sebepten dışarı çıktım" karşılığını verdi. Onlar böyle konuşurlarken Resûlullah (s.a.v.) yanlarına geldi ve,
"Bu vakitte dışarı çıkmanızın sebebi nedir?" buyurdu.
Onlar, "Allah'a yemin ederiz ki, biz şiddetli açlık sebebiyle dışarı çıktık" cevabını verdiler.
Resûlullah (s.a.v.),
"Nefsim kudreti elinde olan Allah'a yemin olsun ki, ben de ancak bu sebeple dışarı çıktım. Geliniz" buyurdu. Beraberce Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin evine geldiler. Ebû Eyyûb Resûlullah için yiyecek veya süt hazırladığını daha önce söylemişti. Resûlullah o gün gecikmiş, zamanında gelememişti. Ebû Eyyub de onu ailesine yedirmiş ve sonra da hurma bahçesine çalışmaya gitmişti. Resûlullah ile arkadaşları kapıya geldiklerinde hanımı çıktı ve "Ey Allah'ın Peygamberi ve beraberindekiler, merhaba, hoş geldiniz" dedi.
Resûlullah (s.a.v.),
"Ebû Eyyûb nerede?" diye sordu.
Kadın, "Hemen gelir. Bu vakitte gelmenizin sebebi nedir, ey Allah'ın peygamberi?' dedi.
Resûlullah (s.a.v.) geri döndü, tam o sırada bahçesinde çalışan Ebû Eyyub onu gördü, koşarak gelip Resûlullaha yetişti ve:
"Merhaba, hoş geldiniz ey Allah'ın Peygamberi ve yanındakiler! Ey Allah'ın Resulü, bu vakitte sen gelmezdin?" dedi. Onu geri eve getirdi. Sonra da hemen gitti, bir hurma dalı kesip geldi. [Daim üzerinde yaş ve kum hurmalar olduğu gibi, yeni olgunlaşmakta olanları da vardı].
Resûlullah (s.a.v.),
"Bundan ne istedin, bize kuru hurmalardan toplasaydın?" buyurdu.
"Ya Resûlallah, hem kurusundan, hem yaşından, hem de yeni olgunlaşmışından yemenizi istedim. Size bunun yanında hayvan da keseceğim" dedi.
Resûlullah (s.a.v.),
"Eğer kesersen sağılanlarından kesme" buyurdu.
Ebû Eyyûb bir kuzu veya oğlak alıp kesti. Hanımını da, "Sen ekmek pişir; ben de yemek yapacağım. Sen daha iyi ekmek pişirirsin" dedi. Kendisi de oğlağın yarısını pişirdi, yarısını da kızarttı. Yemek pişince getirip Resûlullah ve Ashabının önlerine koydu. Resûlullah (s.a.v.) oğlaktan bir parça aldı, bir ekmeğin üzerine koydu ve Ebû Eyyûb'a vererek:
"Ey Ebû Eyyûb, bunu Fâtıma'ya götür. Çünkü o da günlerden beri böyle bir şey bulamadı" buyurdu. Ebû Eyyûb da onu Fâtıma'ya götürdü. Hepsi yiyip doyduktan sonra Resûlullah (s.a.v.),
"Ekmek, et, kuru ve yaş hurmalar" dedi ve gözleri yaşardı. Şöyle buyurdu:
"Bunlar kıyamet günü hesaba çekileceğiniz nimetlerdendir."
Bu durum yanındakilere ağır gelince şöyle devam etti:
"Böyle birşey bulduğunuzda 'Bismillah ve bereketillah (Allah'ın ismi ve bereketi ile)' diyerek elinizi uzatınız. Doyduğunuzda da 'Bizi doyuran, içiren ve bize nimet ihsan edip lütufta bulunan Allah'a hamdolsun' deyiniz. Böyle yaparsanız nimetin şükrünü edâ etmiş olursunuz."
Resûlullah (s.a.v.) kendisine bir iyilik yapana mutlaka karşılığını vermek isterdi. Ebû Eyyûb'a,
"Yarın bize gel" buyurdu.
O bunu duymayınca Ömer (r.a.) "Resûlullah yarın kendisine gelmeni istiyor" dedi.
Ertesi gün Ebû Eyyûb kendisine geldiğinde Resûlullah (s.a.v.) ona bir hizmetçi verdi ve "Ey Ebû Eyyûb, bunun hakkında sana iyilik tavsiye ederim. Çünkü biz yanımızda bulunduğu müddetçe ondan ancak iyilik gördük" buyurdu.
Ebû Eyyûb onu eve getirdiğinde, "Resûlullahın tavsiyesi sebebiyle onu hürriyetine kavuşturmaktan daha hayırlı bir şey bilmiyorum" dedi ve onu azâd etti.[472]
[466] Mu'cumü'l-Evsat, 2:351 (1608.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/191-192.
[467] Enfal: 8/56-57.
[468] Ahzab: 33/10.
[469] Tevrat, Tesniye, 2:10-14.
[470] Ahzab: 33/26.
[471] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/192-195.
[472] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/195-200.