- Yahudilerin Hz. Muhammed´în ALLAH Rasûlü Olduğunu İtirafları

Adsense kodları


Yahudilerin Hz. Muhammed´în ALLAH Rasûlü Olduğunu İtirafları

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
Esila
Tue 7 December 2010, 11:25 am GMT +0200
Yahudilerin Hz. Muhammed´în Allah Rasûlü Olduğunu İtirafları


Yahudilerin Hz. Muhammed´în Allah Rasûlü Olduğunu İtirafları Ve Onu Kötü Bîr Amaçla Hakem Tayin Edişleri

Fasıl

Hz. Peygamberin Kendisine Bir Soru Soracak Olan Adama, Soruyu Sormadan Önce Cevap Vermesi

Hz. Peygamberin Kendi Hayatında Ve Ölümünden Sonra Gelecekle İlgili Olarak Verdiği Haberler

Fasıl

Hz. Peygamber´în Kendisinden Sonra Meydana Gelecek Olaylarla İlgili Olarak Verdiği Haberlerin Tertibi



Yahudilerin Hz. Muhammed´în Allah Rasûlü Olduğunu İtirafları Ve Onu Kötü Bîr Amaçla Hakem Tayin Edişleri


Yahudiler, kendi aralarında bir plan yapmış ve eğer Rasûlullah kendi heveslerine göre hüküm verecek olursa, ona tabi olacaklar, aksi takdirde birbirlerini ondan s akındır acaklardı. Bu gayelerinden dolayı yüce Allah, kutsal kitabında onları kınamıştı. Abdullah b. Mübarek, Zührf nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Said b. Müseyyeb´in yanında oturmaktaydım. Said´in yanında baş­ka biri vardı. Said, ona saygı gösteriyordu. O, Müzeyneli bir adamdı. Ba bası, Hudeybiye´de hazır bulunmuştu. Ebu Hüreyre´nin arkadaşlarm-dandı. İşte o, Ebu Hüreyre´nin şöyle dediğini rivayet etti:

Ben Rasûlullah (s.a.v.)´m yanında oturmakta iken Yahudilerden birkaç kişi onun yanma geldi. Onlardan bir kadın zina etmişti. Kendi aralarında birbirlerine şöyle demişler:

- Şu peygambere gidelim. Doğrusu o, bu cezaları hafifletmeyle gön­derilmiştir. Eğer recmden aşağı bir ceza hususunda bize fetva verirse, bu fetvasına göre hareket ederiz ve Allah katmda da onun peygamberle­rinden birini tasdik ettiğimizi delil olarak ileri süreriz. Yok eğer recm yapmamızı emrederse, kendisine itaat etmeyiz. Zaten Tevrat´ta üzeri­mize recm cezasını yazan Allah´a da isyan ettik.

Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.)´m yanma geldiler. O, asha­bı arasında mescitte oturmaktaydı. Gelen Yahudiler dediler ki:

- Ey Ebu Kasım! Bizden evli bir adam zina etmiş, bunun hakkında

ne dersin

Rasûlulîah (s.a.v.), yerinden kalktı, onlara dönüp bakmadı. Beraberinde birkaç Müslüman da kalkıp gittiler. Nihayet Yahudilerin medre­selerinden birine vardılar. Yahudilerin orada Tevrat okuduklarını gör­düler. Rasûlullah (s.a.v.), onlara şöyle dedi:

- Ey Yahudi cemaati! Musa´ya Tevrat´ı indiren Allah için söyleyin. Evli bir adamın zina etmesi durumunda ona verilecek cezanın ne oldu­ğu Tevrat´ta yazılı mıdır

- Evet. Onu, zina ettiği kimse ile beraber sırt sırta bir merkebe bin­diririz ve çarşı pazar içinde dolaştırırız. Orada duran hocaları susmak­taydı. Hocaları da genç bir adamdı. Rasûlullah, sustuğunu görünce Ho­calarına: "Allah aşkına cevap ver" diyerek sert ve ısrarlı bir tavırla sor­du. Hocaları da şöyle dedi:

- Madem bu soruyu onlara sordun da cevabım vermediler. Ben söy­leyeyim: Evli adamın zina etmesi durumunda cezasının ne olacağı Tev­rat´ta yazılmıştır ki, o da recmdir.

- Allah´ın bu emrini, ne zaman uygulamadan kaldırdınız

- Bizden bir adam zina yapmıştı. Onun, hükümdarlarımızdan bi­riyle akrabalığı vardı. Bu yüzden recm cezası ona uygulanmadı. Ondan sonra halk tabakasından bir adam zina yaptı. Hükümdar ona recm ce­zası uygulamak istedi, ama adamın akrabaları kalkıp:

- Vallahi sen amcan oğluna recm cezası uygulamadıkça, bizim ada­mımıza da uygulayamazsın! dediler. Sonra da işte eşeğe ters bindirme cezasını zinakârlara uygulama hususunda anlaştılar.

- Ben Tevrat´taki hükmü kabul eder ve bu hükmü veririm. Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.) emir verdi. O zinakâr Yahudiler recm edildiler."

Zührî dedi ki: Bize ulaşan bir habere göre* şu ayet-i kerime, onlar hakkında nazil olmuştur:

"Doğrusu biz, yol gösterici ve nurîandırıcı olarak Tevrat´ı indirdik. Kendisini Allah´a teslim etmiş peygamberler, Yahudi olanlara onunla hükmederlerdi." (d-Mside, 44.)

Bunun Ibn Ömer´den rivayet edilen sahih bir hadiste de şahid ve te­yidi vardır.

Ben derim ki: Aşağıda nakledeceğimiz ayet-i celileden bahsederken bu konuda varid olan hadisleri de naklettik.

"Ey Peygamber! Kalpleri inanmamışken, ağızlarıyla "inandık" di­yenler, Yahudilerden yalana kulak verenler ve başka bir topluluk hesa­bına casusluk edenlerden inkara koşanlar seni üzmesin. Sözleri, asıl yerlerinden değiştirirler de, "Size böyle bir (fetva) verilirse alın; (Yani Muhammed, eğer aramızda, üzerinde anlaştığımız kırbaçlama ve yüzü kömürle siyaha boyama cezası) verilmezse kaçının." derler. Allah´ın fit­neye düşmesini dilediği kimse için Allah´a karşı senin elinden birşey gelmez. İşte onlar, Allah´ın, kalplerini arıtmak istemediği kimselerdir.

Dünyada rezillik onlaradır. Onlara, ahirette de büyük azab vardır.

Onlar yalana kulak verirler, haram yerler. Eğer sana gelirlerse ara­larında hükmet, yahut onlardan yüz çevir; yüz çevirirsen sana bir zarar veremezler. Eğer hükmedersen aralarında adaletle hüküm ver. Allah, adil olanları sever. Allah´ın hükmünün bulunduğu Tevrat yanlarında iken, ne yüzle seni hakem tayin ediyorlar da sonra bundan yüz çeviri­yorlar İşte onlar, inanmış değillerdir." (el-Mâide, 41-43.)

Kitaplarındaki şeylere olan inançları hususundaki kötü zan ve maksatlarından dolayı Cenâb-ı Allah, onları kınamış ve yermiştir. Tev­rat´taki recm hükmünü -sahih olduğunu bilmelerine rağmen- bırakmış, kendi uydurdukları, eşeğe ters bindirme ve yüzü kömürle siyaha boya­ma cezasını uygulamaya başlamışlardı."

Muhammed b. îshak, Ebu Hüreyre´nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

"O esnada Rasûlullah (s.a.v.), İbn Suriya´ya şöyle dedi:

- Bak! Allah´ın, îsrailoğullarımn başlarına getirdiği felaket günle­rini sana hatırlatarak O´nun aşkına söylemeni istiyorum! Bilmiyor mu­sun, evli bir kimse zina ederse, onun Tevrat´taki hükmü recm değil mi­dir

- Allah hakkı için, evet Öyledir. Ama Allah´a yemin ederim ki ey Ebu´l-Kasım, Yahudiler senin peygamber olduğunu biliyorlar, ama seni çekemiyorlar.

Bundan sonra Rasûlullah (s.a.v.) oradan çıkıp gitti. Emir verdi, o zinakâr iki Yahudi, Mescid-i Nebevf nin Malik b. Neccar yanındaki Beni Temim tarafına bakan kapısı önünde recm edildiler. Bundan sonra Ibn Suriya kafir oldu. Yüce Allah da şu ayeti inzal buyurdu:

"Ey Peygamber! İnkara koşanlar seni üzmesin." (el-Mâide, 4i.)

Hammad b. Seleme, Sabit kanalı ile Enes´in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Peygamber (s.a.v.)´e hizmet eden Yahudi bir genç hastalandı. Pey­gamber (s.a.v.), onun ziyaretine geldi. Babasının da yanı başında oturup Tevrat okumakta olduğunu gördü. Peygamber (s.a.v.), ona şöyle sordu:

- Ey Yahudi! Musa´ya Tevrat´ı indiren Allah aşkına söyle, siz Tev­rat´ta benim evsafımı, niteliklerimi ve peygamber olarak ortaya çıkaca­ğımı görmüyor musunuz

- Hayır.

Hasta genç dedi ki:

- Evet, Allah´a yemin ederim ki ya Rasulallah, biz Tevrat´ta senin evsafinı, niteliklerini ve peygamber olarak ortaya çıkacağını görüyoruz ve ben Allah´tan başka ilah bulunmadığına, senin de Allah´ın elçisi bu­lunduğuna şahadet ediyorum. Gencin şahadet getirmesi üzerine Pey­gamber (s.a.v.), ashabına şu talimatı verdi:

- Şu Yahudiyi, şu hasta gencin yanından kaldırın. Siz, Müslüman kardeşinizle ilgilenin."

Ebu Bekr b. Ebi Şeybe, Ebu Ubeyde´nin babası Abdullah´ın şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

"Cenâb-ı Allah, bir adamı Cennet´e koymak için peygamberini gön­derdi. Peygamber (s.a.v.) de bunun için bir havraya gitti. Bir Yahudinin Tevrat okumakta olduğunu gördü. Yahudi, Peygamber (s.a.v.)´in evsa-finı anlatan bölüme gelince durdu. Yanı başında da hasta bir adam var­dı. Peygamber (s.a.v.):

- Okumaya niçin son verdin diye sordu. Okuyucunun yanındaki hasta adam da:

- Onlar, Peygamber (s.a.v.)´in evsafım anlatan bölüme geldikleri için okumalarına son verdiler, dedi. Sonra sürünerek gelip Tevrat´ı aldı. Okuyucuya, "Elini Tevrat´ın üzerinden kaldır." dedi ve kendisi okuma­ya başladı. Peygamber (s.a.v.)´in evsafinı anlatan bölüme gelince de şöy­le dedi:

- İşte burada senin ve ümmetinin evsafı anlatılmaktadır. Al­lah´tan başka ilah olmadığına, Muhammed´in de Allah´ın rasûlü oldu­ğuna şahadet ederim. Böyle dedikten sonra vefat etti. Peygamber (s.a.v.) de:

- Kardeşinizle ilgilenin, dedi."

Peygamber (s.a.v.), Yahudi medreselerinden birine gidip şöyle dedi:

- Ey Yahudi cemaatı, Müslüman olun. Kendisinden başka ilah bu­lunmayan Allah´a yemin ederim ki siz, benim Allah´ın size gönderdiği elçisi olduğumu bilmektesiniz.

- Doğru söyledin ya Ebu´l-Kasım.

- İşte ben de bunu istiyordum." [1]



Fasıl


Allah´ın kitabı ve Rasûlünün sünnetinde katiyyetle ifade edildiği gibi, Peygamber (s.a.v.)´in geleceğini, kendisinden önceki peygamberler müjdelemişlerdir. Diğer peygamberlere tabi olan diğer ümmetler de bu gerçeği bilmektedirler. Ama çokları bunu gizlemektedir. Bu hususta yüce Allah, şöyle buyurmuştur:

"Onlar ki, yanlarında bulunan Tevrat ve İncil´de yazılı buldukları, okuyup yazması olmayan peygamber Muhammed´e uyarlar. O peygam­ber, onlara uygun olanı emreder ve fenalıktan meneder. Temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılar. Onların ağır yüklerini indirir, zor tekliflerini hafifletir. Bu peygambere inanan, hürmet eden, yardım eden, onunla gönderilen nura uyanlar yok mu İşte onlar, saadete eren­lerdir.

Ya Muhammed! De ki: "Ey insanlar! Doğrusu ben, göklerin ve yerin hükümranı, O´ndan başka tanrı bulunmayan, dirilten ve öldüren Al­lah´ın, hepiniz için gönderilen peygamberiyim. Allah´a ve okuyup yaz­ması olmayan, haber getiren peygamberine -ki o da Allah´a ve sözlerine inanmıştır- inanın, ona uyun ki, doğru yolu bulaşınız." (ei-A´râf, 157-158.)

"Kendilerine kitap verdiklerimiz, onun, gerçekten Rableri katın­dan indirilmiş olduğunu bilirler." (el-En´âm, 114.)

"Kendilerine kitap verdiklerimiz, Muhammed´i, oğullarını tanıdık­ları gibi tanırlar. Doğrusu onlardan bir takımı, bile bile hakkı gizlerler."(el-Bakara, 146.)

"Kendilerine kitap verilenlere ve kitapsızlara: "Siz de Müslüman ol­dunuz mu " de. Şayet İslâm olurlarsa doğru yola girmişlerdir. Yüz çevi­rirlerse, sana yalnız tebliğ etmek düşer." (Âl-i Imrân, 20.)

"Bu Kur´an, onunla uyarılsınlar diye insanlara tebliğ edilmiştir "(ibrahim, 52.)

"Bu Kur´an bana, sizi ve ulaştığı kimseleri uyarmam için vahyolundu." (el-En´âm, 19.)

"Hangi topluluk onu inkar ederse yeri ateştir." (Hud, 17.)

"Diri olan kimseyi uyarsın ve verilen söz de inkarcıların aleyhine çıksın." (Yasin, 70.)

Yüce Allah, Peygamber Efendimiz´i kitaplılara, kitapsızlara, Arap­lara, Acemlere ve diğer tüm insanlara elçi olarak gönderdiğini hatırla­tıyor. Kur´an, kendisine ulaşan herkes için bir uyarıcıdır. Bu hususta Hz. Peygamber, şöyle buyurmuştur:

"Nefsim kudret elinde bulunan zata yemin ederim ki, Yahudi olsun, Hristiyan olsun bu ümmetten beni duyan, ama bana iman etmeyen her kişi mutlaka ateşe girer." Bunu Müslim rivayet etmiştir.

Buharî ve Müslim´in sahihlerinde sabit olan bir hadiste, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Benden önceki peygamberlere verilmemiş beş şey bana verildi: Bir aylık mesafeden beni duyan kimselere korku verilmek suretiyle bana yardım olundu. Benden önce hiç kimseye helal kılınmadığı halde gani­metler bana helal kılındı. Yeryüzü benim için mescit ve temizleyici kı­lındı. Bana şefaat verildi. Önceki peygamberler, sadece kendi kavimle­rine gönderilirlerdi. Ben ise, bütün insanlığa gönderildim. Kırmızı ten­li, siyah tenli herkese peygamber olarak gönderildim (Bir rivayete göre ise Araplarla Acemlere, başka bir rivayete göre ise insanlarla cinlere gönderildim, demiştir.)".

Demek istediğimiz şudur ki, Peygamber (s.a.v.)´in geleceğini önce­den beyan eden müjdeler, kendisinden önceki peygamberlerden kalan kitaplarda mevcut idi. Nihayet peygamberlik, îsrailoğullarmdan olan son peygambere kadar devam etti ki, o da Meryem oğlu İsa idi. İşte o, bu müjdeyi İsrailoğullarına vermişti. Onun, Peygamber Efendimiz´in gele­ceğine dair müjdeyi İsrailoğullarına veriş haberi, Kur´ân-ı Kerim´in şu ayetinde nakledilmektedir:

"Meryem oğlu İsa: "Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gel­miş olan Tevrat´ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmed ola­cak bir peygamberi müjdeleyen, Allah´ın size gönderilmiş bir peygam­beriyim." demişti." (cs-Saff, 6.)

Peygamber Efendimizle ilgili haberler, kendisinden önceki kitap­larda zikredilmiştir. Bunu Kur´ân bize bildiriyor. Yine bu hususta sahih hadisler varid olmuştur. Bununla beraber o, yaratıkların en akılhsıydı. Bu da onun doğru sözlü, hak peygamber olduğuna katiyyetle delâlet ediyor. Şayet verdiği haberlere güveni tam olmasaydı, bu da insanların ondan şiddetle nefret etmesine yol açardı. Ve hiçbir akıllı kimse de gü­venmediği haberi insanlara iletmez. Demek istediğimiz şudur ki; o, ken­di muhalifleri nazarında da insanların en akılhsıdır. Hakikatte de bu böyledir.

Onun daveti, yeryüzünün doğularında ve batılarında yayıldı. Üm­metinin hakimiyet ve devleti her tarafa ulaştı. Bu hakimiyet, önceki ümmetlerden hiçbirinin eline geçmemişti. Eğer Muhammed (s.a.v.) peygamber olmasaydı, zararı herkesinkinden daha büyük olurdu. Eğer böyle olsaydı, tüm peygamberler insanları ondan şiddetle sakmdırırdi; O peygamberlerin ümmetleri de ondan şiddetle nefret edip kaçınırlardı. Nitekim bütün peygamberler, ümmetlerim sapıklık davetçüerinden sa-kındırmışlardır. Bu husus, onların kitaplarında kayıtlıdır. Ümmetleri­ni sapıklık davetçilerine uymaktan, peklerine takılmaktan menetmiş-lerdir. Kör gözlü yalancı Deccal´a hiç uymamalarını kesin bir ifadeyle emretmişlerdir. Hatta rasûllerin ilki Nuh peygamber de kavmini bu hu­susta uyarmıştı. Ama hiçbir peygamberin ümmetini, Muhammed (s.a.v.)´den sakındırmadığı da bilinmektedir. Onun hakkında methedici haberlerden başka bir haber de vermemişlerdir. Hep onu övmüş, ona dair müjdeleri vermişler, ona uymalarını emretmiş, ona muhalefet et­melerini yasaklamışlardır. Bu hususta Allah, şöyle buyurmuştur:

"Allah, peygamberlerden ahid almıştı: "Andolsun ki size kitap ve hikmet verdim. Sizde olanı tasdik eden bir peygamber gelecek, ona mut­laka inanacaksınız ve ona mutlaka yardım edeceksiniz. İkrar edip bu ahdi kabul ettiniz mi " demişti. "İkrar ettik." demişlerdi de: "Şahit olun, ben de sizinle beraber şahidlerdenim." demişti. Bunun ardından yüz çe­viren var ya, işte onlar fasık olanlardır." (Âl-i Imrân, 8i- 82.)

İbn Abbas (r.a.) dedi ki:

"Cenâb-ı Allah, gönderdiği her peygamberden mutlaka şu sözü al­mıştır: Eğer Muhammed onun zamanında peygamber olarak gönderilirse, mutlaka Muhammed´e iman edecek ve ona yardımcı olacaktır. (Şayet kendisinin zamanında peygamber olarak gönderilmezse) kendi ümmetinden şu sözü almasını emretmişti: Eğer onlar hayatta iken Mu­hammed peygamber olarak gönderilecek olursa, ona mutlaka iman edip tabi olacaklardır."

Bunu, Buharı rivayet etmiştir.

Peygamber (s.a.v.)´le ilgili müjdeleri eski kitaplarda görmüşümdür. Bu müjdeler burada tekrarlanmayacak kadar meşhur ve sayılamaya­cak kadar çokturlar. Peygamber Efendimiz´in veladeti bahsinde Önce bu hususta yeterince nakiller yaptık. Tefsirimizde de konuyla ilgili ayeti açıklarken buna dair birçok hadisi de naklettik. Biz burada Ehl-i Kita­bın kitaplarında rastladığımız ve onlar tarafından da şahinliği itiraf edilen bazı nakilleri yapacağız ki, onlar bunu okumayı ibadet sayarlar. Onların eski, yeni mü´min âlimleri de bu nakilleri derlemişlerdir. Evet, ellerindeki mevcut kitaplarda bu delillere muttali olduk. Ellerinde mevcut Tevrat´ın birinci sifrinde İbrahim peygamberin kıssasında mea-len şöyle denmektedir:

"Doğrusu yüce Allah, İbrahim peygambere vahyetti. Nemrud´un ateşinden kurtardıktan sonra ona şöyle dedi: "Kalk, yeryüzünün doğu­larına ve batılarına git. Çocukların için bunu yap." İbrahim peygamber, bu vahyi zevcesi Sare´ye anlatınca o bu nimetin kendi çocukları için ol­masına ümid besledi ve büyük bir hırsla Hacer ile çocuğunu yanların­dan uzaklaştırmayı istedi. Nihayet İbrahim peygamber, Sare´nin isteği üzerine Hacer ile oğlunu Hicaz çölüne ve Faran dağına götürdü. İbra­him peygamber de bu müjdenin, oğlu İshak için gerçekleşeceğini zan­netti. Nihayet yüce Allah, mealen ona şöyle vahyetti:

"Oğlun îshak´a gelince, onun büyük bir zürriyeti olacaktır. Oğlun İsmail´e gelince, onu mübarek kıldım ve yücelttim. Soyu da çoğaldı. Onun zürriyetinden Muhammed (s.a.v.)´i dünyaya getireceğim. Onun zürriyetinden oniki imamı dünyaya getireceğim. Onun büyük bir üm­meti olacaktır."

Hz. İbrahim, Ka´be´nin yanına bırakıldığında Hacer de müjdelen-mişti. Susamış ve çocuğu için hüzünlenmişti. O esnada melek gelip Zemzem suyunu yerden fışkırtmıştı. Oğlunu muhafaza etmesini de ona emretmişti. Çünkü oğlunun zürriyetinden büyük bir insan dünyaya ge­lecekti. Semadaki yıldızlar sayısınca torunları olacaktı. Bilindiği gibi îsmail peygamberin, hatta Adem peygamberin zürriyetinden Muham­med (s.a.v.) kadar kadri yüce, şerefi büyük, mertebesi üstün, mevkii âli başka bir kimse dünyaya gelmiş değildir. O zattır ki, ümmeti doğulara ve batılara hakim olmuş, diğer ümmetleri idaresi altına almıştır.

îsmail peygamber ile ilgili birinci sifırde de şöyle denmiştir:

"İsmail´in oğlunun eli, tüm ümmetlerin üzerinde olacaktır. Ümmetlerin tümü de onun eli altında olacaklardır. O, kardeşlerinin tümünün meskenlerinde barınacaktır."

Bu da Muhammed (s.a.v.)´den başka hiç kimse için düşünülebilecek birşey değildir.

Hz. Musa´nın kıssasıyla ilgili dördüncü sifirde de şöyle denmiştir:

"Doğrusu yüce Allah, Musa peygambere şöyle vahyetti: îsrailoğul-larma dedi ki: Ey Musa, ben onlar için akrabalarından senin gibi bir peygamberi dünyaya göndereceğim. Vahyimi onun ağzına koyacağım. Ve siz de sadece onu dinleyeceksiniz."

Miad sifri olan beşinci Sifirde de şöyle denmiştir:

"Musa peygamber ömrünün sonunda, yani Tih çölünde kalışlarının otuzdokuzuncu senesinde Israiloğullarına hutbe irad etti. Onlara, Al­lah´ın günlerini, bahşettiği nimetlerini ve ihsanını hatırlatarak şöyle dedi: "Bilesiniz ki, Allah, beni size peygamber olarak gönderdiği gibi ya­kınlarınızdan birini daha peygamber olarak gönderecektir. O, size iyili­ği emredecek ve sizi kötülükten men edecektir. Hoş ve temiz şeyleri size helal kılacak, pis ve murdar şeyleri de haram kılacaktır. Her kim ona asi olursa dünyada rüsvay olup ahirette de azab görecektir."

îsrailoğullarının ellerindeki Tevrat´ın beşinci sifrinde şöyle den­miştir:

"Cenâb-ı Allah, Tur-i Sina´dan geldi. Saîr dağını aydınlattı. Faran dağlarından ilan etti. Kudüs´ün tepelerinden zuhur etti. Sağında nur, solunda nur vardır. Tüm halklar, onun etrafında toplanırlar."

Yani Cenâb-ı Allah´ın emir ve şeriatı, Tur-i Sina´dan geldi. Tur-i Si­na, Cenâb-ı Allah´ın Musa ile konuştuğu dağdır. Saîr dağından aydınlık saçtı. Yani Isa peygamberin mahallesi olan Beyt-i Makdis dağlarından insanlığa aydınlık saçmıştır. Faran dağlarından, yani Hicaz´daki dağ­lardan da zuhur edip hükmü yücelmiştir. Bu da ancak Muhammed (s.a.v.)´in lisanı ile olmuştur. Cenâb-ı Allah, bu üç mekanı olayların vu­ku sırasına göre zikretmiştir. Önce Musa peygamberin mahallesini ya­ni Tur-i Sina´yı, sonra îsa peygamberin mahallesini, yani Kudüs çevre­sindeki Saîr dağını, sonra da Muhammed (s.a.v.)´in beldesini anmıştır. Bu üç yere yemin ederken de önce faziletli olanı, sonra ondan biraz daha faziletli olanı, sonra da en faziletli olanı anmıştır. Yeminin kuralı da bu­nu gerektirir. Yüce Allah şöyle yemin etmiş: "Tin ve Zeytuna and olsun." Buradaki Tin ve Zeytun kelimeleriyle İsa peygamber´in bulunduğu Beyt-i Makdis´teki mahalle kastedilmiştir.

"Sina dağına and olsun." Sina, Cenâb-ı Allah´ın Musa peygamber ile konuştuğu dağın adıdır. "And olsun bu güvenli şehire:" Bu da Muham­med (s.a.v.)´in risaletle gönderildiği şehrin adıdır. Bu ayet-i kerimeyi bu şekilde tefsir etmişlerdir. Davud peygamber´in Zebur´unda Muhammed ümmeti, cihad ve ibadetle nitelendirilmiştir ve Zebur´da Muhammed (s.a.v.) için de şöyle bir misal verilmiştir: "O, yapılan kubbenin sonu­dur." Nitekim bu hususla ilgili olarak Buharı ve Müslim´in sahihlerinde de şöyle bir hadis varid olmuştur:

"Benim ve benden önceki peygamberlerin durumu, bina yapan ve binasını tamamlayıp sadece bir kerpiçlik yer bırakan adam ile binasının durumuna benzer. İnsanlar gelir, o binayı ziyaret eder ve binayı yapan ustaya da:

- Şu kerpici yerine koysaydın ya derler." Bu hadisi, şu ayet-i keri­me de teyid ediyor:

"Muhammed, Allah´ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur." (ei-Ahzâb, 40.)

Zebur´da Peygamber (s.a.v.) Efendimiz´in evsafı anlatılırken şöyle denmektedir:

"Onun peygamberliği ve daveti her tarafa yayılacaktır. Onun sözü denizden denize geçerli olacaktır. Diğer ülkelerden hükümdarlar, gö­nüllü olarak çeşitli hediyelerle ona geleceklerdir. O, dardaki adamı kur­taracak, sıkıntıdaki ümmetlerin sıkıntılarını giderecektir. Yardımcısı olmayan zayıf kimseyi kurtaracaktır. Her vakitte ona salat ü selam okunacaktır. Allah, onu her günde mübarek kılacaktır. Onun anısı ebe­diyete kadar devam edecektir."

Bu vasıflar da sadece Muhammed (s.a.v.)´e uymaktadır.

Şa´yân´ın (İşaya) sahifelerinde de İsrailoğullarım kınayan uzun bir konuşmadan sonra şöyle denmektedir:

"Doğrusu ben, size ve bütün ümmetlere, okur yazarlığı bulunma­yan, kaba ve katı kalpli olmayan, sokaklarda bağırıp çağırmayan, gü­rültü çıkarmayan birini peygamber olarak göndereceğim. Onu her gü­zel işe hazırlayacak ve her güzel ahlakı onun için temin edeceğim. Sonra onun elbisesini huzur ve dinginlik kılacağım. İyiliği, onun prensibi ya­pacağım. Takvayı onun kalbine yerleştireceğim. Hikmeti onun aklına, vefakârlığı tabiatına, adaleti yaşantısına koyacağım. Hak onun şeriatı­dır, hidayet onun dinidir. İslâmiyet onun dinidir. Kur´ân onun kitabıdır. Ahmed onun adıdır. Onun vasıtasıyla insanları sapıklıktan kurtarıp hi­dayete ulaştıracağım. İnsanlar kıymetsiz iken onun vasıtasıyla onları yücelteceğim. İnsanlar dağınık iken onun vasıtasıyla onları toparlaya­cağım. Ayrılığa düşmüş kalpleri onun aracılığıyla birbirine ısındıraca­ğım. Onun ümmetini, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet yapaca­ğım. Kanları kurbanlarıdır. İncilleri göğüslerindedir. Geceleyin tıpkı rahipler gibi ibadet ederler. Gündüzleyin de aslanlar gibi olurlar."

"Bu, Allah´ın dilediğine verdiği lütfudur. Allah, büyük lütuf sahibi­dir." (el-Hadîd, 21.)

Şa´yân´ın konuşmalarının beşinci bölümünde de şöyle denmekte­dir:

"Harmanları ezer gibi ümmetleri ezecektir. Arap müşriklerinin başlarına bela inecektir. Onun karşısında yenilgiye uğrayacaklardır."

Şa´yân´m konuşmalarının yirmi altıncı bölümünde de şöyle den­mektedir:

"Susuz çöl arazileri sevinsinler. Ahmed´e Lübnan´ın güzellikleri ve­rilecektir. Allah´ın celal ve azametini onun ruh ve özünde görecekler­dir."

tlyas peygamberin sahifelerinde de şöyle denmektedir:

"Üyas (a.s.), ashabından bir cemaatle seyahate çıktı. Hicaz diyarın-daki Arapları görünce, yanındaki arkadaşlarına şöyle dedi:

- Şunlara bakın. Şunlar sizin yüksek kalelerinize sahip olacaklar­dır.

- Ey Allah´ın peygamberi. Onlar kime ibadet edeceklerdir

- Her yüksek tepeden daha yüksek olan yüce Rabbı tazim edecek­lerdir."

Hazkil´in sahifelerinde de şöyle denmektedir:

"Doğrusu kulum beni seçti. Ona vahiy indiriyorum. O, benim adale­timi ümmetlerde gösterecektir. Ben de onu, kendim için beğenip seçtim. Onu doğru hükümlerle ümmetlere elçi olarak gönderdim."

Nübüvvetler kitabında da şöyle denmektedir:

"Peygamberlerden biri Medine´ye uğradı. Kurayza oğullarıyla Na­dir oğullan onu konuk ettiler. Peygamber, onları gördüğünde ağladı. Ona sordular:

- Ey Allah´ın peygamberi, niçin ağlıyorsun

- Allah´ın kara taşlıktan göndereceği bir peygamber gelip diyarını­zı yıkacak, çoluk çocuğunuzu esir alacaktır! Onun böyle demesi üzerine Yahudiler, o peygamberi öldürmek istediler, ama o, onlardan kaçtı."

Hazkil (a.s.)´m sözlerinden biri de şudur:

Yüce Allah buyurdu ki:

"Seni ana rahminde suretlendirmeden ve şekle sokmadan önce kut­sal kılıp peygamber yaptım ve seni diğer ümmetlere gönderdim."

Yine Şa´yân´m sahifelerinde şöyle denmektedir:

"Allah onu şereflendirsin." sözü^ artık Mekke için bir darbımesel ol­du. Ey kısır! Rabbinin sana bahşedeceği şu çocuk sebebiyle sevin. Çün­kü bunun bereketi sayesinde bütün mekanlar senin için genişleyecek­tir. Senin kazıkların yeryüzüne yerleşip sabitleşecektir. Sende barınan kimselerin kapılan da yükselecektir. Sağından ve solundan yeryüzü­nün hüküm darlan sana hediyelerle geleceklerdir ve senin şu çocuğun bütün ümmetlere sahib olacaktır. Diğer şehir ve iklimler de onun mül­kiyetine geçecektir. Korkma, üzülme, artık düşmanlanmn zulmü sana asla erişemeyecektir. Mazide kalmış kötü günlerini tamamen unuta­caksın."

Bütün bu nimetler, ancak Muhammed (s.a.v.) vasıtasıyla elde edil­di.

Yukandaki sözlerde geçen; ey kısır, kelimesi ile Mekke şehri kaste­dilmiştir. Ehl-i Kitaptan bazıları bu sözü, Kudüs için tevil etseler de bu, hiçbir şekilde münasib olmaz. Doğrusunu Allah bilir.

Ermiya´nm sahifelerinde de şöyle denmektedir:

"Cenubtan bir yıldız doğdu. Işıklan yıldınmlardır, oklan mucize­lerdir. Dağlar onun için sarsıldı." Bu sözlerle yine Muhammed (s.a.v.) kastedilmiştir.

îsa (a.s.) da İncil´de şöyle demektedir:

"Ben yüksek cennetlere yükseleceğim. Size, hakkın ruhu olan Fa-raklit´i göndereceğim. O size her şeyi öğretecektir. Hiçbir şeyi kendi ka­fasından uydurup söylemeyecektir."

Faraklit kelimesiyle Muhammed (s.a.v.) kastedilmiştir. Önceki sayfalarda da geçtiği gibi İsa peygamber, İsrailoğullarma şöyle bir müj­de vermiştir:

"Benden sonra gelecek ve adı Ahmed olacak bir peygamberi müjde­leyen, Allah´ın size gönderilmiş bir peygamberiyim." (eS-Saff, 6.)

Bu, geniş bir kapıdır. Eğer insanlann bü konuda söylediklerinin ta­mamını burada sıralayacak olursak konumuz çok uzar. Biz bunların sa­dece bir nebzesine işaret ettik. Allah´ın basiretinin nurlandırdığı ve kendisinin dosdoğru yola ilettiği kimse, bu anlattıklanmızla hidayet bulup doğru yola erer. Bu nasslarm çoğunu, insanlann birçoğu kendi âlim ve bilginlerinden öğrenmişlerdir. Buna rağmen onlar bunlan sak­layıp gizlemektedirler.

Hafız Ebu Bekr el-Beyhakî, Gaylan b. Asım´uı şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Peygamber (s.a.v.)´in yanında oturmaktaydık. Gözü bir adama ta­kıldı. Onu çağırdı, adam geldi. Yahudi idi, üzerinde bir gömlek, bir pan­tolon ve bir çift de ayakkabı vardı. Yahudi olan bu adam şöyle dedi:

- Buyur ya Rasulallah!.. Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle sordu:

- Sen, benim Allah Rasûlü olduğuma şahadet ediyor musun Adam birşey söylemedi, sadece:

- Ya Rasulallah, dedi. Rasûlullah (s.a.v.) yine ona:

- Sen, benim Allah Rasûlü olduğuma şahadet ediyor musun diye sordu. Adam da, ya Rasulallah demekten başka birşey söylemedi.

Rasûlullah (s.a.v.) ona:

- Sen Tevrat okuyor musun diye sordu,

- Evet.

- İncil´i de okuyor musun

- Evet. fırkan´a ve Muhammed´in Rabbine yemin ederim ki, ister­sem onu da okurum.

- Tevrat´ı ve İncil´i indiren; halkını yaratan Allah aşkına söyle. Sen, benim evsafımı Tevrat ile İncil´de görmekte misin

- Evsafi seninkine benzeyen ve senin yaşadığın yerden çıkacak bir peygamberi bekliyorduk. Ancak onun, kendi aramızdan biri olacağını ümid ediyorduk. Sen peygamber olarak ortaya çıkınca, baktık ki o, biz­den biri değilmiş ve sen o beklediğimiz adam değilsin.

- Bunu nereden çıkarıyorsun

- Çünkü senin ümmetinden 70.000 kişinin hesapsız olarak Cen­netle gireceğini Tevrat ve İncil´de okuyoruz; bakıyorum ki sizin sayınız azdır. Bu nasıl olacak

Adamın böyle demesi üzerine Rasûlullah (s.a.v.), tehlil ve tekbir ge­tirdi. Sonra şöyle dedi:

- Nefsim kudret elinde bulunan Allah´a yemin ederim ki, bekledi­ğiniz o peygamber benim ve benim ümmetimden de 70.000 kişiden yet­miş bin kere 70.000 kişiden daha fazlası Cennet´e girecektir." [2]



Hz. Peygamberin Kendisine Bir Soru Soracak Olan Adama, Soruyu Sormadan Önce Cevap Vermesi


İmam Ahmed b. Hanbel, Affan tariki ile Vabise el-Esedî´nîn şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)´ın yanına gittim. İyi kötü herşeyi ona sormak is­tiyordum. Çevresinde Müslümanlardan bir topluluk vardı. Ona, bazı sorular soruyorlardı. Ben de adımımı onların omuzlarının üzerinden atarak ilerlemeye başladım. Bana:

- Ey Vabise, Rasûlullah´tan uzak dur, dediler. Ben de:

- Bırakın da yanma yaklaşayım. İnsanlar içinde ona yaklaşmayı en çok arzulayan benim, dedim. Rasûlullah da:

- Vabise´ye ilişmeyin, ey Vabise bana yaklaş, dedi. Bu sözünü, iki veya üç kez tekrarladı. Ben de yanma yaklaştım. Nihayet önünde otur­dum. Bana:

- Ey Vabise! Ben mi sana anlatayım, yoksa sen mi bana soracak­sın diye sordu. Ben de ona:

- Hayır, ben sormadan sen bana anlat ya Rasulallah, dedim. O da şöyle buyurdu:

- İyi kötü herşeyi bana sormak için geldin, öyle değil mi

- Evet.

Böyle dedikten sonra parmak uçlarını topladı ve bir araya getirdiği parmak uçlanyla göğsümün üzerine birşeyler çizdi ve şöyle dedi:

- Ey Vabise! Kalbinden fetvayı iste, nefsinden fetvayı iste. (Bu sözü üc kez tekrarladı.) İyi şey, kalbinin mutmain olduğu ve kendisiyle sükûn bulduğu şeydir. Kötü ve günah şey ise, nefsi karıştıran ve kalpte tereddüt meydana getiren şeydir. İnsanlar sana fetva verseler de, fetva vermeseler de bu böyledir." [3]



Hz. Peygamberin Kendi Hayatında Ve Ölümünden Sonra Gelecekle İlgili Olarak Verdiği Haberler


Bu, büyük bir babdır. Bu konudaki herşeyi burada saymak imkan­sızdır. Çünkü konuyla ilgili ayet ve hadisler çoktur. Biz ancak bunların bir kısmına işaret edeceğiz. Bu hususta da Allah´ın yardımına başvura­cak ve O´na tevekkül edip dayanacağız. Üstünlük ve hikmet sahibi olan Allah´tan başka hiçbir güç ve kuvvet yoktur. Ancak O´nun kuvvetiyle iyilik yapar ve yine O´nun gücüyle kötülüklerden uzak durabiliriz. Evet, bu konuyla ilgili delilleri Kur´ân ve hadislerden alacağız. Kur´ân´daki delillere gelince, yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Allah, içinizden hasta olanları, Allah´ın lütfundan rızık aramak üzere yeryüzünde dolaşacak olan kimseleri ve Allah yolunda savaşacak olanları şüphesiz bilir." (el-Müzzemmil, 20.)

Bilindiği gibi cihad, ancak hicretten sonra Medine´de meşru kılın­mıştır. Mekkî bir sûre olan el-Kamer sûresinde de yüce Allah şöyle bu­yurmuştur:

"Ey Muhammed! Yoksa: "Biz öc alabilecek bir topluluğuz" mu di­yorlar Toplulukları dağıtılacak, yüzgeri edeceklerdir." (el-Kamer, 44-45.)

Bu haber, Bedir gününde gerçekleşmiştir. Rasûlullah (s.a.v.), göl­geliğinin altından dışarı çıkarken bu ayeti okumuş ve müşrik ordusuna bir avuç çakıl fırlatmıştı. Böylece ilahi yardım ve zafer gelmişti. Bu da mezkur ayetin tahakkuku idi. Bir başka sûrede de yüce Allah şöyle bu­yurmuştur:

"Ebu Leheb´in elleri kurusun, kurudu da! Malı ve kazandığı kendisi­ne fayda vermedi. Alevli ateşe yaşlanacaktır. Karısı da, boynunda bir ip olduğu halde ona odun taşıyacaktır." (Leheb, 1-5.)

Yüce Allah, bu sûre-i celilede Rasûlullah´m amcası ve Ebu Leheb la­kabıyla tanınan Abdü´1-Uzza b. Abdülmuttalib´in, karısıyla birlikte Ce­hennem ateşine gireceğini haber vermiştir.

Cenâb-ı Allah, bu karı kocanın müşrik olarak öleceklerini ve Müslü­man olmayacaklarını ezelde takdir buyurmuştur. Bunların, zahiren dahi Müslüman olmayacaklarını takdir etmiştir. Bu da nübüvvetin göz­ler kamaştıran açık delillerinden biridir. Yüce Allah, başka bir ayet-i ce­lilede şöyle buyurmuştur:

"De ki: "İnsanlar ve cinler, birbirine yardımcı olarak bu Kur´ân´m

bir benzerini ortaya kovmak için bir araya gelseler, and olsun M, yine de benzerini ortaya koyamazlar." (ei-lsrâ, 88.)

Cenâb-ı Allah, el-Bakara sûresinde de şöyle buyurmuştur: "Kulumuz Muhammed´e indirdiğimiz Kur´ân´dan şüphe ediyorsa­nız, siz de onun benzeri bir sûre meydana getirin; eğer doğru sözlü ise­niz, Allah´tan başka, güvendiklerinizi de yardıma çağırın. Yapamazsa­nız -ki yapamıyacaksınız- o takdirde inkar edenler için hazırlanan ve yakıtı insanlarla taş olan ateşten sakının." (el-Bakara, 23-24.)

Cenâb-ı Allah, bütün yaratıkların bir araya gelseler, birbirlerine destek verip yardımcı olsalar da bu Kur´ân´m fesahati, belagatı, halave-tij ahkamının sağlamlığı, helal ve haramının açıklığı ve diğer i´câz ve-cihleri bakımından bir benzerini getirmeye çalışsalar da bunun üstesin­den gelemiyeceklerini, buna güç yetiremiyeceklerini, Kur´ân´m tama­mının benzerini, on sûresinin benzerini, hatta bir sûresinin benzerini dahi ortaya koyamıyacaklarını haber veriyor ve bunu asla yapamıya-caklarını bildiriyor. Bunu kesin bir dille meydan okuyarak kafi bir ha­berle açıklıyor ki, bunu da ancak verdiği habere güvenen bir kimse açık­layabilir. O, insanların söylediklerinden haberdardır. Hiç kimsenin Kur´ân´a meydan okuyamıyacağım katiyyetle biliyor ve böyle bir kita­bın yüce Rab tarafından başka bir yerden getirilemiyeceğine de inanı­yor. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Allah, içinizden inanıp yararlı iş işleyenlere, onlardan Öncekileri halef kıldığı gibi, onları da yeryüzüne halef kılacağına, onlar için beğen­diği dini, temelli yerleştireceğine, korkularım güvene çevireceğine dair

SÖZ vermiştir." (en-Nûr, 55.)

Bütün bunlar, tam tamına gerçekleşmiştir. Cenâb-ı Allah, bu dini yeryüzüne yerleştirip güçlendirmiş, yüceltmiş ve diğer ufuklara yay­mıştır. Hükmünü geçerli kılmıştır. Selef ulemasından bir çoğu ise, bu ayet-i celileyi Ebu Bekir es-Sıddîk´m halifeliği şeklinde tefsir etmişler­dir. Ancak Ebu Bekir´in halifeliğinin bu ayetle ilgili olduğunda da şüphe yoktur. Fakat bu ayet, sadece onunla ilgili değildir. Aksine diğer konu­ları içerdiği gibi Ebu Bekir´in halifeliğini de içerir. Nitekim sahih hadis­te şöyle buyurulmuştur:

"Kayser ölünce ondan sonra başka bir kayser gelmeyecektir. Kisra ölünce ondan sonra başka bir kisra gelmeyecektir. Nefsim kudret elinde bulunan Allah´a yemin ederim ki, siz Kayser´le Kisra´mn hazinelerini Allah yolunda harcayacaksınız."

Bu hadiste haber verilen hususlar Ebu Bekir, Ömer ve Osman za­manında gerçekleşmiştir. Allah onlardan razı olsun ve onları hoşnut kılsın.

Yüce Allah, bir ayet-i celilede şöyle buyuruyor:

"Puta tapanlar hoşlanmasa da, dinini bütün dinlerden üstün kılinak üzere, peygamberini doğru yol ve hak dinle gönderen Allah´tır." (et-Tevbe, 33.)

Bu din, yeryüzünün doğularında ve batılarında, işte böylece yerle­şip yaygın hale geldi. Güçlenip diğer.dinlere üstün oldu. Sahabeler za­manında ve onlardan sonraki devirlerde de İslâm kelimesi yüceldi. Di­ğer beldeler ona boyun eğdiler. Sair iklimlerde yaşayan bütün halklar ona itaat ettiler. Her sınıftan insanlar mü´min olsun, barışçı veya muha-rib olsun ona itaat ettiler. İnsanların bir kısmı mü´min olup dine girdi. Bir kısmı barış yapıp mal verdi ve boyun eğdi. Bir kısmı da savaştı, islâm´ın satveti karşısında korkuyla yaşadı.

Bir hadisi şerifte Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

"Cenâb-ı Allah, yeryüzünün doğularım ve batılarını benim için dür­dü ve ümmetimin hakimiyeti benim için dürülen o yerlere kadar vara­caktır."

Bir ayet-i kerimede de yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Ey Muhammedi Bedevilerden geri kalmış olanlara de ki: "Güçlü kuvvetli bir millete karşı, onlar Müslüman olana kadar savaşmaya çağ­rılacaksınız." (el-Fetih, 16.)

Sözü edilen bu kimseler Hevazinliler de olsalar, Müseyleme´nin ar­kadaşları da olsalar, Bizanslılar da olsalar netice değişmez. Çünkü ayette sözü edilen hadise gerçekleşmiştir. Yüce Allah, bir ayet-i kerime­de şöyle buyuruyor:

"Allah size, ele geçireceğiniz bol bol ganimetler vaad etmiştir. İna­nanlar için bir belge olması, sizi doğru yola eriştirmesi için bunları size hemen vermiş ve insanların size uzanan ellerini önlemiştir. Bundan başka, sizin gücünüzün yetmediği fakat Allah´ın sizin için sakladığı ga­nimetler de vardır. Allah her şeye Kadir olandır." (el-Fetih, 20-21.)

Fethedilen yer, ister Hayber olsun ister Mekke olsun, neticede fet­hedilmiş ve vaad edildiği gibi tastamam ele geçirilmiştir.

Bir başka ayet-i kerimede de yüce Allah, şöyle buyurmuştur:

"And olsun ki Allah, Peygamberinin rüyasının gerçek olduğunu tas­dik eder. Ey inananlar! Siz, Allah dilerse güven içinde, başlarınızı traş etmiş veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram´a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bilir. Size bundan başka, yakın zamanda bir zafer verecektir." (ei-Petih, 27.)

Bu vaad, hicretin altıncı senesi olan Hudeybiye senesinde gerçek­leşti ve zafer tahakkuku da bir sene sonra hicretin yedinci senesi olan Umretü´1-Kazâ senesinde görüldü. Nitekim bu hadisi, daha önce uzun uzadıya nakletmiştik. O hadiste, Hz. Ömer´in Rasûlullah´a şöyle dediği­ni nakletmiştik:

- Ya Rasulallah, Beyt´e gelip tavaf edeceğimizi sen bize haber ver­miyor muydun

- Evet, ama Beyt´e bu sene gelip tavaf edeceğimizi mi söylemiştim

- Hayır.

- îşte sen Beyt´e gelecek ve onu tavaf edeceksin. Bir ayet-i kerimede yüce Allah, şöyle buyuruyor:

"Allah, bu iki taifeden birini size vaad etmişti; siz, kuvvetsiz olanın size düşmesini istiyordunuz." (ei-Enfâi, 7.)

Bu vaad, Bedir vak´asmda olmuştu. Rasûlullah (s.a.v.), Kureyş ker­vanını yakalamak için Medine´den çıktığında onun çıkışı Kureyş kerva­nına bildirilmişti. Onlar da kervanlarını korumak için 1000 kadar sa­vaşçıyla yola çıktılar. Yola çıktıklarım Rasûlullah ile ashabı duyunca Cenâb-ı Allah, kendilerine zafer nasib edeceğini Rasûlullah´a vaad et­mişti. Sahabelerin çoğu, kervanı ele geçirmeyi arzulamışlardı. Çünkü kervandaki adamların sayısı az olduğu gibi malları da çoktu. Kureyşli-lerle karşılaşmak istememişlerdi. Çünkü onların sayıları ve teçhizatla­rı çoktu. Cenâb-ı Allah zaferi, Kureyşlileri yakalayarak gerçekleştirme­yi tercih etmişti. Müslümanlara gücünü, kuvvetini vermişti ki, bu güç ve kuvvete karşı hiç kimse duramayacaktı. Böylece Müslümanlar, Ku-reyşlilerin yetmiş kadar savaşçısını öldürmüş, yetmiş kadarını da esir almışlardı. Bu esirler de kendilerini kurtarmak için fidye olarak bol miktarda mal vermişlerdi. Böylece Cenâb-ı Allah, Müslümanlara, dün­ya ve ahiretin hayrını bir arada vermişti. Bu hususta yüce Allah, şöyle buyurmuştur:

"Allah, sözleriyle hakkı ortaya koymak ve inkarcıların kökünü kes­mek İstiyordu," (el-Enfâl, 7.)

Bununla ilgili açıklama, Bedir gazvesi bahsinde verilmişti.

Yüce Allah, konuyla ilgili olarak başka bir ayet-i kerimede de şöyle buyurmuştur:

"Ey Peygamber! Elinizde bulunan esirlere, "Allah kalplerinizde bir iyilik bulursa, size sizden almanın daha hayırlısını verir, sizi bağışlar. Allah bağışlayandır, merhamet edendir." de." (el-Enfâl, 70.)

Ayet-i kerimede söylenenler gerçekleşmiştir. Yüce Allah, esirlerden Müslüman olanları dünya ve ahiretin hayrını vererek mükafatlandır­mıştı.

Yine bu meyanda Buharî, şöyle bir rivayette bulunmuştur:

"Abbas (r.a.), Rasûlullah (s.a.v.)´a gelip şöyle dedi:

- Ya Rasulallah, bana biraz mal ver. Çünkü ben kendimin ve Ukayl´m fidyesini verdim.

- Al bakalım.

Bunun üzerine Abbas (r.a.), eteğine o kadar mal koydu ki, kaldıra­madı. Sonra bir kısmını eteğinden çıkarıp yere bıraktı. Nihayet kalan kısmı omuzuna alıp taşıyabildi ve alıp götürdü. Bunu ilgili bölümde ge­nişçe anlatmıştık. Bu da mezkur ayet-i kerimenin tasdiki ve doğrulanışıdır. Yüce Allah buyuruyor ki:

"Eğer fakirlikten korkarsanız, bilin ki Allah, dilerse sizi bol nime-tiyle zenginleştirecektir " (et-Tevbe, 28.)

Bu ayette anlatılanlar gerçekleşmiştir. Cenâb-ı Allah, Müslüman­lara, müşrik hacıların mallarını bedel olarak vermişti, çünkü Ehl-i Ki­tapla savaşmaları durumunda onlardan elde edecekleri ganimetleri kendileri için meşru kılmıştı. Ehl-i Kitap üzerine cizye vurmuş, onların kafir olarak öldürülenlerinin mallarını Müslümanlara ganimet olarak verdirmişti. Nitekim Rum ve Fars Mecusilerinden olan Şam kafirleri ile Irak ve diğer memleketlerin kafirleri için de bu durum tahakkuk etmiş­ti. İslâmiyet, oraların şehirlerine ve çöllerine hakim olmuştu. Bu husus­ta yüce Allah, şöyle buyurmuştur:

"Puta tapanlar hoşlanmasa da, dinini bütün dinlerden üstün kıl­mak üzere, peygamberini doğru yol ve hak dinle gönderen Allah´tır." (et-Tevbe, 33.)

"Döndüğünüzde kendilerine çıkışmamanız için, Allah´a yemin ede­ceklerdir. Siz onlardan yüz çevirin. Çünkü pistirler." (et-Tevbe, 95.)

Rasûlullah (s.a.v.), Tebük gazvesi dönüşünde münafıklardan bir grup ondan geride kalmışlardı. Savaşa katılmamışlardı. Geri kalmada da mazur oldukları hususunda Allah adını vererek yemin etmeye başla­mışlardı, ama yalan yere yemin etmişlerdi. Bunun üzerine Allah, rasûlüne, onları kendi zahir halleri ile bırakmasını, iç durumlarını araştırıp da insanlar nezdinde onları rezil etmemesini emretmişti.

Cenâb-ı Allah, onlardan on dört kişinin durumunu sahabelerden bir kısmına bildirmişti. Nitekim bunu Tebük gazvesi bahsinde anlat­mıştık. Onları tanıyanlardan biri de Hüzeyfe b. Yeman idi. Onları Hü-zeyfe´ye Rasûlullah tanıtmıştı. Yüce Allah, bir ayet-i kerimede bu konu­ya şöyle değinmektedir:

"Memleketinden çıkarmak için seni nerdeyse zorlayacaklardı. O takdirde senin ardından onlar da pek az kalabilirlerdi." (cl-Isra, 76.)

Bu ayet-i kerimede anlatılan hususlar da gerçekleşmiştir. Müşrik­ler, onu hapsetmek veya öldürmek veya aralarından çıkarıp sürgün et­mek hususunda müşavere yapmışlar, sonra da onu öldürmeye karar vermişlerdi. İşte o esnada yüce Allah, rasûlüne, müşriklerin arasından çıkıp hicret etmesini emretmişti. Bunun üzerine Rasûlullah da Ebu Be­kir es-Sıddık ile birlikte hicret yolculuğuna çıkmıştı. Sevr mağarasında üç gün sureyle gizlenmişler, sonra yine çıkıp yollarına devam etmişler­di. Şu ayet-i kerimeden kastedilen mana da budur:

"Muhammed´e yardım etmezseniz, bilin ki, inkar edenler onu Mek­ke´den çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah ona yardım etmişti. Arkadaşı Ebu Bekir´e: "Üzülme, Allah bizimledir." diyordu; Allah da ona güven vermiş, görmediğiniz askerlerle onu desteklemiş, inkâr edenlerin sözünü alçaltmıştı. Ancak Allah´ın sözü yüce­dir. Allah güçlüdür, Hakîm´dir." (et-Tevbe, 40.)

"înkar edenler, seni bağlayıp bir yere kapamak veya öldürmek veya sürmek için düzen kuruyorlardı. Onlar düzen kurarken, Allah da dü­zenlerini bozuyordu. Allah düzen yapanların en iyisidir." (el-Enfâl, 30.)

Bu sebeple yüce Allah, şöyle buyurmuştu:

"O takdirde senin ardından onlar da pek az kalabilirlerdi." (el-Isrâ, 76.)

Bu ayet-i kerimede haber verilen husus, olduğu gibi gerçekleşmiş­tir. Rasûlullah´ı hapsetmek veya öldürmek ya da sürgün etmek husu­sunda birbirleriyle müşavere yapan müşrikler, onun hicretinden sonra Mekke´de pek fazla kalmamışlardı. Mübarek ayağı Medine´ye basar basmaz Muhacirlerle Ensâr ona tabi olunca Bedir gazvesi yapılmış; o komplocu müşrikler öldürülmüş, kafaları kırılmıştı. Hz. Peygamber (s´a.v.), yüce Allah´ın kendisine haber vermesi ile bunu önceden biliyor­du. Bu sebeple Sa´d b. Muaz, Ümeyye b. Halefe şöyle demişti:

- Doğrusu ben, Muhammed´in seni öldüreceğini anlattığını işit­tim.

- Sen mi işittin

- Evet.

- Vallahi, o hiç yalan söylemez.

Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi Peygamber (s.a.v.), Bedir gazvesi yapılmadan önce müşriklerin nerede öldürüleceklerini ve ce-sedlerinin nereye düşeceğini haber vermişti ve müşrikler onun işaret ettiği yerlere düşüp ölmüşlerdi. Allah´ın salat ü selamı r

selinay 7b
Thu 26 February 2015, 01:50 pm GMT +0200
bizi bu konuda bilgilendirdiğiniz için Allah sizden razı olsun

ikranur 7d
Sat 21 March 2015, 08:05 pm GMT +0200
bilgiler için teşekkür ederim Allah sizlerden razı olsun.