- Velâ ve berânın gerekleri

Adsense kodları


Velâ ve berânın gerekleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
hafız_32
Mon 27 September 2010, 09:08 pm GMT +0200
2. KISIM


Velâ ve Bera'nın gerekleri
                         

Konunun tâ başında da söz etmiştik; demiştik1 ki, “Velâ"mn temeli sevgidir. Bera'mn aslı da buğzdur. Dolayısıyla insanların işleyegeldikleri veya yaptıklarfşeyler ya bu sevginin doğruluğunu veya yalan oluşunu te-yid eder. Yahut Bera'yı destekler veya onun bu konudaki iddiasını tümüy­le iptal edip ortadan kaldırır.

Esas itibariyle İslâm düşüncesinde sevgi temel bir unsurdur. Bunun delili ise Rabbimizin aşağıdaki âyetleridir. Rabbim buyuruyor ki:

"İman edip de iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için çok merhametli olan Allah (gönüllerde) bir sevgi ya­ratacaktır." (Meryem, 19/96).

Bir diğer âyette ise şöyle buyuruyor:

"Muhakkak ki Rabbim çok merhametlidir, (müminle­ri) çok sever." (Hûd, U/90).

Yine Rabbim buyuruyor:

"O (tevbe edenleri) çok bağışlayan, (itaat edenleri) se­rendir." (Bürûc, 85/14).

Başka bir âyette ise şöyle buyuruluyor:

"Ve iman edenler ise Al­lah'ı daha çok severler." (Baka­ra, 2/165).                               

Yine Rabbim şöyle buyuruyor:

"(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyu­nuz ki, Allah da sizi sevsin”

(Âl-i İmrân, 3/31).

Bu ayetlerden anlaşılmaktadır ki, İslâm düşüncesi, ulûhiyet gerçeği ile ubudiyet gerçeğini birbirinden ayırıp pek açık bir şekilde ortaya koy­maktadır. Yoksa Allah ile kulları arasındaki bu derin sevgi çağrısı, kuru kuruya bir çağrı değildin Bu davet, Allah ile kullan arasında öyle sağlam bir irtibat, bir alâka, tesis etmiştir ki, özünde rahmet (merhamet) vardır, adalet vardır, derin sevgi vardır. Yoksa Allah düşmanlarının ileri sürdük­leri gibi, kul ile Rabbi arasındaki alâka ve ilgi, kuru ve zorlayıcı bir alâka ve ilgi değildir. Kahırdan ve zorlamadan doğan bir ilgi, herhangi bir azaptan ve bir cezalandırmadan meydana gelen bir ilgi ve alâka değildir. Kupkuru ve sonunda ilginin kesilmesine varan bir alâka hiç değildir. Yüce Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Ağızlarından çıkan bu söz (bir kelime olarak) ne bü­yük oldu! Yalandan başka bir şey söylemiyorlar." (Kehf, 18/5).

Allah (cc.)'m kullarından bir kuluna olan sevgisi, öyle bir şeydir ki, onun değerini herhangi bir kimse idrak edip kavrayamaz. Ancak yüce Al­lah (cc.)'i (takdis ve tenzih ederiz), Rabbimİn kendisini kendisi nasıl tanıt­mış ve Rasûlü de nasıl vasıflandırmış ise, o şekilde tanıyanlar bu sevginin, ne olduğunu idrak edip kavrayabilirler. Aksi takdirde kimse gerçeği anla­yamaz. Kişi bu sıfatları hislerinde, nefsinde ve şuurunda duyacak ki anla-yabilsin.

Aynı zamanda, kulun Rabbini sevmesi de, o kul için bir nimettir. Fa­kat bunu da, ancak tadanlar duyabilir, idrak edebilir. Mademki Allah'ın kullarından bir kulunu sevmesi, gerçekten pek büyük ve önemli bir iştir, pek değerli ve üstün bir fazilettir. Öyleyse Allah'ın kulunu kendisini sev­meye hidayet eylemesi de, Allah'ın kuluna olan bir in'amı ve ikramıdır. Hakikaten kulun, bu güzel ve önemli zevki tadması, esas itibariyle pek büyük bir in'am ve ikramdır.[1]

Allah'ın mümin kullarına en büyük nimeti, sevgiyi aralarında en mu­azzam bir bağ yapmasıdır. Bu, gerçekten o kadar tatlı bir yerdir ki, su iç­mek için herkes, topluca oraya gelir. Her şeyden yüce ve münezzeh olan Allah, daha sonra bu sevgiyi bir kavim ve. millet ve onlara bağlı olanlar için, güçlü bir yol kılmıştır. Nitekim bunun böyle olduğunu Rasûlüllah  (s.a.v.)'ın şu ifadeleri ortaya koymaktadır:                                   

"Kişi sevdiğiyle beraberdir."[2]                                             

Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'un rivayetine göre demiştir ki, Rasûlüllah (s.a.s.)'ın yanına bir adam geldi ve şöyle dedi:

— Ey Allah'ın Rasûlü! Henüz kendilerine katılmamış (ve aralarına girmemiş) olduğu bir kavmi (milleti ve toplumu), bir zümreyi seven bir kimse hakkında ne buyurursunuz?

Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s.) şöyle buyurdular: "Kişi sevdiğiyle beraberdir."[3]

Yine Hz. Enes (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, adamın biri Rasûlül­lah (s.a.s.)'a: "Ey Allah'ın Rasûlü! Kıyamet ne-zaman kopacak?" diye sorar. Rasûlüllah (s.a.s.) da: "Onun için ne hazırlık yaptın?" buyurur. Adam: "Ben kıyamet için fazla bir namaz, oruç ve zekât hazırlamadım. Ancak ben Allah'ı ve Rasûlünü seviyorum" der. Rasûlüllah (s.a.s.) da: "Sen sev­diklerinle beraber olacaksın" buyurur."[4]

Ancak, burada mutlaka zikretmemiz gereken bir husus vardır ki, o da bu sevginin basit manada ve dilde olan bir sevgi olmadığıdır. Bahsi ge­çen kişinin yaptığı sevgi çirkin ve iğrenç fiillerle çelişen kuru bîr sevgi de­ğildir. Veya meselenin özünden habersiz bazı tasavvufçuların ileri sürdük­leri gibi, safsatadan oluşan bir sevgi de değildir. Bu sevgi şunların... şunların... ve şunlann dillerine doladıkları gibi de değildir. Bu sevgi öyle bir sevgidir ki, kalbten gelir fiil ve davranışlarla ortaya konulur böylece varlı­ğı isbatlanır. Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"Ne sizin kuruntularınız,                     

ne de ehl-i kitabın kuruntuları (gerçektir); kim bir kötülük ya­parsa onun cezasını görür ve kendisi için Allah'dan başka bir dost da, yardımcı da bulamaz."

 (Nisâ, 4/123) Bir diğer ayette ise şöyle buyuruluyor:                 

"(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve" günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir." (Âl-i İmrân, 3/31)

Hasan diyor ki: "Sen 'Kişi sevdiğiyle beraberdir' sözünü söyleyerek tendini aldatma. Zira bir kavmi veya milleti seven, onların izlerine ye yol­arına tabi olur. Kişi iyilerin yolunda yürümedikçe onlardan kabul edilmez, onların yollarından gittiği, onların sünnet ve kanunlarını uyguladığı iürece onlardan kabul edilir. Sen akşam ve sabah onların yolunda.olacak­ım, onlarla bir ve beraber olmak için can atacaksın, izledikleri yolu, tabi oldukları düzeni takip edeceksin ki, onlardan olmuş olasın. Amel bakımından eksiklerin olabilir. Ama işin başı, senin istikamet üzere olman, doğru yoldan ayrılmamandır. İşte sevgini ancak böylece kanıtlayabilirsin.

Meselâ, sen yahudileri ve.hır istivan lan, red ehlini, heva ve hevesleri-nm peşinden giden kimseleri görmez misin? Hepsi peygamberlerini sev-iiklerini söylüyorlar, fakat onlarla beraber değiller. Onların istediklerini yapmıyorlar. Çünkü söz ve davranışlarıyla peygamberlere muhalefet edi­yorlar. Başka başka yollan izliyorlar. Bu gidiş ise onları ateşe, cehennem ateşine, götürmektedir.[5]

Sevgi, yani muhabbet dört kısımdır:[6]

1- Şirke dayalı olan muhabbet ve sevgi. Yüce Allah (c.c.) bunlar hak­kında şöyle buyuruyor:

"İnsanlardan bazıları, Allah'tan başkasını (putları, Allah dışında değer verdikleri şeyleri, tağutları) Allah'a (hâşâ) denk ilahlar edinenler (Allah ile aynı ölçüde tutanlar) vardır. Onları, tıpkı Allah'ı sever gibi severler. İman edenler ise Al­lah'ı daha çok severler. Keşke zulmedenler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bü­tün kuvvetin Allah'a ait oldu­ğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden an-I ay a bil s el erdi.

O zama.n (görecekler ki) kendilerine uyulup arkaların­dan gidilenler, uyanlardan hız­la uzaklaşırlar ve (o anda her iki taraf da) azabı görmüş, ni­hayet aralarındaki bağlar ko­pup parçalanmıştır. (Kötülere)

uyanlar şöyle derler: 'Âh, keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık!' Böylece Allah onlara, işlerini, pişmanlık ve üzüntü kaynağı ola­rak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar." (Bakara, 2/165-166-167)

2-  Batıl ve batıl ehlini sevmek, Hakk'a ve hak ehline de buğzetmek. Bu da münafıkların özelliğidir.

3- Tabii (doğal) sevgi ve muhabbet: Böyle bir muhabbet veya sevgi, mala ve çocuklara karşı olan sevgidir ki, insanı Allah'a itaatten alıkoyma­dığı, haramları işlemeye yardımcı olmadığı sürece mubah kabul edilen bir sevgidir.

4- Tevhid ehlini sevmek ve şirk ehline de buğzetmekle ilgili olan sevgi ve muhabbet. İşte bu manadaki bir sevgi, iman bağlarının ve kulpunun en sağlamıdır. Böyie bir sevgiyi esas alan kul, Allah'a karşı en büyük iba­deti yapmış olur. îmanın en sağlam kulpu olan bu sevgi, Rasûlüllah.(s.a.v.) tarafından da aynı şekilde ifade edilmiştir:

"İmanın en sağlam kulpu (bağı ve ipi) Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir”[7]

Zira insanı Allah'ı sevmeye ve O'nun dostluğunu kazanmaya götüren şey, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in O'ndan getirmiş olduğu şeriatına bağ­lanmak ve buna tâbi olmaktır. Bu yolun dışındaki bir yoldan velayet» sevgi ve dostluk iddiasında bulunmak, yalandan başka bir kuru iddiadan öte 'birşey değildir. Bu tıpkı şuna benzer. Müşrikler, Allah'dan başkasına ta­kınarak Allah'a yaklaştıklarını söylerler. Nitekim Rabbim onlar için şöyle buyurur:                                                                         

"Onlara, bizi sadece Al­lah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz." (Zümer, 39/3)                                               

Yine tıpkı yahudi ve hıristiyanlardan hikâye edile geleni söylemiş gibi ol­maktadırlar. Çünkü onlar şöyle diyorlardı: "Biz Allah'ın oğullan ve sevgilileriyiz." (Maide, 5/18)

Halbuki bütün bu ifadelerine rağmen, bu kimseler, peygamberleri yalanlamaya devam ediyor ve bunda ısrarlı davranıyorlar ve her türlü hara­mı ve yasağı işlerlerken, farzları da terkediyorlar.[8]

Ne zaman kalb, Allah'ın azametiyle muhabbetiyle dolarsa, o zaman kalpte mevcut, diğer şeyler tamamen yok olur. Böyle bir sevgi nefsin­den, heva ve isteklerinden, arzularından bir şey bırakmaz, orada sadece Al­lah'ın isteyip murad ettiği şey kalır. Kalbte tam anlamıyla bir tevhid gerçekleşirse, artık böyle bir kalpte Allah'dan başkası için sevgiye yer kalmaz. Allah'ın istemediği ve hoşlanmadığı şeylere de artık yer yoktur. İşte bir kimse böyle olursa, artık onun bütün organları Allah'a itaate yönelir. Bi­lindiği gibi günahlar, Allah (c.c.)'ın sevip hoşlanmadığı şeyleri sevmekten veya Allah'ın sevip hoşlandığı şeyleri istememek ve hoşlanmamaktan do­ğar. Bu ise kişinin nefsi arzu ve isteklerini Allah'ın sevgisine takdim et­mek ve Allah'a olan korkunun önüne bunu geçirmekle olur.[9]

İbn Teymiyye merhum yüce Allah'a olan sevginin ve lezzetin azame­tini şöyle tasvir ediyor ve diyor ki:

"Doğrusu dünyada bir cennet vardır ki, o cennete giremeyen, ahiret cennetine giremez” Bazıları da şöyle söylemişlerdir: "Dünya sakinleri (mis­kinleri), dünyadaki en güzel şeyi tadmadan çıkıp gittiler. Bunlara: "Dün­yadaki en güzel şey nedir?" diye sorulması üzerine, şu cevabı verdiler: "Al­lah sevgisi, onunla ünsiyet elde etmek, hep O'na kavuşmayı özlemek, O'na yönelmek ve O'ndan başka tüm şeylerden yüz çevirmek."[10]

Allah için buğzetme meselesine gelince, bu, Allah için sevmek konu­su ile o kadar içiçedir ki, birinin diğerinden ayrılması mümkün değildir. Çünkü seven kimse, sevdiğinin (sevgilisinin) sevdiklerini de sever, sevgili­sinin sevmeyip buğzettiklerini ise sevmez, buğzeder. Yine seven kimse, sev­gilisinin dostluk kurduğu ve yanında yer aldığı kimselerle dostluk kurar ve onların yanında yer alır. Aynı zamanda kime düşmanlıkta bulunuyorsa, o da ona düşmanlıkta bulunur. Kısaca onun hoşlandığından hoşlanır, onun buğzettiklerine de buğzeder. Onun emrettiklerini emreder, onun nen-yettiklerini de yasaklar. Çünkü o bütün bu konularda onunla uyum içeri­sindedir ve ona muvafakat eder.

Şurası da bilinen bir gerçektir ki, bir kimse vacip olan sevgi ve mu­habbetle Allah'ı severse, o kimsenin, mutlaka Allah düşmanlarına buğzetmesi gerekir. Aynı zamanda o kimse bunlarla cihadın da gerekli oldu­ğunu bilir, severek ve isteyerek cihad yapar. Nitekim Allah (c.c.) şöyle bu­yuruyor:

"Allah, kendi yolunda ke­netlenmiş bir bina gibi saf bağ­layarak savaşanla n sever." (Saf, 61/4)[11]

Allah (c.c), kendisinin onları ve onların da kendisini sevdiği kullarını şöylece tanıtıyor:

"Müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere kar­şı onurlu ve zorlu..." (Maide, 5/54)

Yani bu kimseler müminlere şefkat kanatlarını gererler, onlara yumuşak davranırlar; kâfirlere karşı ise daha onurlu, şiddetli ve onlara karşı sert bir şekilde muamelede bulunurlar. Zira onlar Allah'ın sevdiklerini sevmekte­dirler, dolayısıyla bunlara karşı şefkat, merhamet ve yumuşaklıkla mua­melede bulunuyorlar. Allah'a düşmanlıkta bulunan Allah düşmanlarına da buğzediyorîar, onlara karşı en ağır, en şiddetli ve en onurlu bir mua­meleyle muamelede bulunuyorlar. Nitekim yüce Allah (cc.) şöyle buyuruyor:

' 'Kâfirlere karşı çetin, ken­di aralarında merhametlidir­ler:* (Fetih, 48/29)

Yine Rabbim şöyle buyuruyor:

“(Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınaya­nın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına al­dırmazlar).” (Maide, 5/54)[12]

Allah düşmanlarına karşı mümin buğzedecektir ve müminler onlara karşı cihadda bulunacaklardır. Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"Onlarla savaşın ki Allah, sizin ellerinizle onları cezalan­dırsın; onları rezil etsin; sizi on­lara galip kılsın." (Tevbc, 9/14)

İşte buradan itibaren el-Velâ ve el-Bera'nın gerekleri nelerdir, göreceğiz. Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı. O halde nedir bu hak?


[1] Fî Zilâl, 2/9I8-9İ9.

[2] Buharı, Edeb, 96/192.

[3] Buharı, Edeb, 96/193, Müslim, Birr, 2639, 2640

[4] Buharı, Edeb, 96/195.

[5] el-Hükmü'l-Cedîr bi! İzaâ, İbn Recep, 133. Thk.M.Hamid el-Faki. "Kıyametin ya­kın olduğu bir dönemde kılıçla (peygamber) olarak gönderildim" hadisinden. (Ah-med, 2/50-92)

[6] Muhammed b. AbduKahhab, Mecmuatu't-Tevhîd, 17.

[7] Ebû Bekr Abdullah b. Muhammed b. Ebû Şeybe, (vh. 235), el-îman, 45. Thk. Elbâ-nî. Diyor ki, Taberânî bu hadisi îbn Mesud'dan merfu olarak "el-Kebîr'inde" zikret­miştir. Hasen bir hadistir. Müsned, 4/286.

[8] İbn Recep, Camiul Ulül ve'I-Hikem, 316.

[9] agk., 320.

[10] Medaricu’s-Salikîn, 1/454.

[11] et-Tuhfetu'1-Irakiyye, 64-65.

[12] Camiul Ulûm ve'l-Hikem, 317.

manas
Fri 8 October 2010, 03:32 am GMT +0200
ALLAH razı olsun guzel paylasımınız ıcın
.