hafız_32
Tue 28 September 2010, 07:49 pm GMT +0200
8.BÖLÜM
VELÂ ve BERÂ' KONUSUNDA HARİCİLERLE RAFİZÎLERE CEVAP
Akîdenin aslını ve hakikatini anlayamayan ve "La ilahe illallah'ı da gereğince kavrayamamış olan bazı kimseler diyorlar ki:
- Bu Velâ ve Berâ (Dost ve Düşman) meselesi ya da terimi, aslında Haricîlerin ve Şiflerin kullandıkları terimlerdendir. Ehli sünnet ve'l-Cemaat itikadını ve akidesini taşıyan selef inancına bu, nasıl girdirile-bilinir?
Bu itiraza bir kaç yönden cevap verilebilir:
1- Biz burada Kitap ve Sünnette varid olan bir meseleyi araştırmaktayız. Çünkü bu ikisi bizim akidemizin temeli ve şeriatımızın aslıdır, aynı zamanda hayatımızı da tanzim eden şeylerdir. Ben öyle sanıyorum ki, konuya ilişkin yani Velâ, ve Berâ ile ilgili olarak epeyce ve büyük bir yer tutacak şekilde âyet zikrettim, konuyu bunlarla açıkladım. Buna ilave olarak bir o kadar da hadis zikrettim. Bu mesele ile ilgili olarak Hz. Peygamber'den gelen sahih hadislerle konuyu açıkladım.
2- Yine salih selefimizin yolundan giderek "diyoruz ki, dinimizle ilgili olan ve akidemizle de bağlı bulunan büyük işler bir tarafa, dinimizle ilgili küçük işlerinden herhangi bir tanesini biz küçük düşürecek değiliz. Evet böyle bir şeyi sırf bazı bidat kavramlarını geçerli kılmak ve bu noktada kimi terimlerimizi alarak, meseleyi buna dayandırmak gibi bir niyetimiz yoktur. Yani biz bu meseleyi ele alırken işi, bu ad altında başka mecralara götürmek gibi bir durumda değiliz.
3- Meselâ Velâ Berâ konusunda, kimlerin dost ve kimlerin düşman kabul edilecekleri meselesinde ilk örneğimiz Hz. İbrahim (s.a) için, Allah'ın kitabına ve Rasûlünün sünnetine iman etmiş bulunan bir kimsenin kalkıp, efendim Hz, İbrahim bu ifadelerle haricîlere ve Rafızîlere hizmet ediyor diyemez. Çünkü Haricîler veya, Rafızîler hepsi de Hz. İbrahîm (a.s)'den binlerce sene sonra gelmiştir. Bu itibarla Hz. İbrahim'e vardırılacak böyle bir iftira ve bühtandan Allah'a sığınırım.
4- Aslında Velâ ve Berâ' meselesi akideyle ilgili olan bir meseledir. Hem de sahih ve doğru olan bir mesele ki, buna herhangi bir toz da kondurulamaz. Çünkü bu husus Allah'ın Kitab'ında ve Rasûlünün de sünnetinde yer almıştır. Ancak her bakımdan en büyük bir hata olan ve her yönüyle bid'at olan husus şu ki, o da bu aşağılık grupların, haricîlerin ve Rafızîlerin yaptıklarıdır. Onların buna bağlı olarak kendilerince bazı sakat kavramları oturtmaları, bunu yaparlarken sarih ve açık olan nassların dışına çıkmalarıdır. Bir de Ümmeti Muham-med'in icmaını hiçe saymalarıdır.
• Bu Meselede Haricilerin İnancı
Haricîler meselesine gelince, bunlar hakkında Ehli Sünnet İmamlarından İmam Ahmed b. Hanbel (r.a) şöyle diyor:
"Bunlar dinden çıkan kimselerdir. Milleti, dinde tefrika yaparak ayırıma sokan kimselerdir. İslâm yolundan sapanlardır, İslam cemaatini terkeden kimselerdir. Böylece doğru yoldan sapmışlar ve hidayeti bırakmışlardır. Sultana isyan etmişler ve İslâm ümmetine karşı silaha sarılmışlardır. Müslümanların kanlarını ve mallarını kendileri için helal saymışlar, kendileri gibi düşünmeyen müslümanlara düşmanlık etmişlerdir. Sadece kendileri gibi düşünenleri müslüman kabul etmişlerdir. Kim bunlar gibi düşünüyor, konuşuyor ve onların görüşünde bulunuyorsa, işte dalalet ve sapıklık yurdunda bunlarla birlikte sebap edip kalmışlardır.
Bunlar Rasûlullah (s.a)'ın ashabına, yakınlarına, akrabasına, damadına vs. gibi dil uzatmışlar, bunlardan beri ve uzak olduklarım söylemişlerdir. Hatta bunları küfürle ve daha büyük günah işlemekle suçlamışlardır. Onlara karşı olanları ise İslam şeriatından kabul etmişlerdir, kısaca onlara muhalefeti şeriatın bir gereği kabul etmişlerdir.
Aynı zamanda diyorlar ki, bir kimse yalan söyler, küçük ya da büyük bir günah işlerse, bunlara tevbe etmeden de ölürse, artık o kimse
bir daha çıkmamak üzere ebediyen cehennemliktir... bunlar Kaderiye, Cehmiye, Mürcie ve Rafızadır.
Haricîler kendi imamları dışında başkasının arkasında namaz da kılmazlar. Kendi adlarına sultana itaati de kabul etmezler, Kureyş'in bunlar üzerinde hilafete yetkisi yoktur. Bu ve benzeri daha bir çok görüşleri var ki bunlarla İslama ve müslümanlara muhalefet etmektedirler. Bunlar sadece sapık bir kavimle yetinmektedirler. Bu da onların görüşlerinin, mezheplerinin ve inançlarının revaçta olması meselesidir. İslam'dan bir şey olsun istemezler. Nitekim bunların isimlerinden bazısı şöyledir. Harûriye, bunlar Harûrâ'nm çevresinde yer alanlardır.[363]
Ezarika, bunlar ise Nafi b. Ezrak'ın adamlarıdırlar.
Necdiye: Bunlar da Necde b. Amir el-Harürî'nin yanında yer alanlardır. Ayrıca İbadiyye, Sufriyye ve daha niceleri... İşte tüm bu sayılanların hepsi de haricîlerdir. Hepsi de Ehli sünnete muhaliftirler. Hepsi de dinden çıkmışlar, hepsi de bid'at ve dalalet ehlidirler.[364]
Haricî fırkası aslında Velâ ve Bera kavramlarını bozmuşlardır. Bunlar sadece kendileri gibi düşünenleri dost kabul etmektedirler. Bunlar gibi, günah işleyeni kim kâfir kabul ediyorsa ve özellikle de büyük günah işleyeni kafir kabul ediyorsa bunlara velayet ve dostluk göste-, riyorlar. Bunların Hz. Peygamber (s.a)'in ashabı karşısındaki durumuna gelince, Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'e velayet ve dostluk gösterirler. Ancak Hz. Osman ile Hz. Ali (r.a)'den ise teberrî ederek uzak dururlar.[365]
Bunlara cevap hususunda sözün özü şudur: Ehli Sünnet ve'I-Cemaatın bunlarla ilgileri yoktur. Bid'atleri ve sapıklıkları nedeniyle bunlardan uzaktırlar ve bunları dost edinmezler.
Doğru anlaşılmasıyla Velâ ve Berâ' denildiği zaman, bundan Ehl-i Sünnet re'I-Cemaatin ne anladığıdır. Dolayısıyla hâricilerin de Velâ ve Berâ' konusundaki düşünceleri Ehli sünnetin bu kavramına zarar verecek değildir. Zira asıl değer, isme, prensiplere, şiarlara olmayıp, onları dosdoğru anlamaktadır. Kitap ve sünnete ne denli uygun olup
İmam as nidadır. Ya da o kavramın Kitap ve Sünnet ile ne denli çatışıp çatışmadığına göredir. Burada dikkat edilecek husus, haricîlerin velâ yada berâ' anlayışı, bunların kendi heva ve istekleri doğrultusunda ortaya koydukları bir anlayıştır ki hiç birisi Kitap ve Sünnet nass-Iarıyla uyumlu değildir ve Kitap ve Sünnetin İttifak ettiği gibi de değildir.
• Velâ Ve Berâ' Konusunda Rafızilerin İnancı
Rafızîlere gelince, bunlar Muhammed (s.a)'in ashabıyla herhangi bir ilgi ve münasebetlerinin olmadığını, onlardan uzak olduklarını söyleyenlerdir. Ashaba söverler, sayarlar, dil uzatırlar, eksiklikle töhmet altında tutarlar. Şu dört kişinin dışındaki sahabeleri de sevmezler. Ali, Ammar, Mikdad ve Selman.[366]
îmam Eş'arî diyor ki: Bunların Rafızî ismini almaları, Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'in imametini reddetmelerindendir.[367]
Biraz önce anlattığımız gibi haricîler anlatılan meselelerden hep yan çizmişler, Ehli Sünnete muhalefet etmişlerdi. Rafızîlere gelince, bunların da suç itibariyle onlardan geri kalır bir tarafları yoktur. Zira bunlar Rasûlullah (s.a)'ın ashabı karşısında çok kötü tavırlar takınan kimselerdir. Bunlar Yahûdî Abdullah b. Sebe'in temsil ettiği elin oyuncağı durumuna gelenlerdir. Çünkü bu yahudi kendi hayalince Ehl-i Beyt ile ilgili o derece yalana varan sevgiler uydurmuş ki, böylece Rasülul-lah'm diğer ashabıyla hiç bir münasebeti yokmuş intibaını uyandırmaya çalışmıştır. Ashaba düşmanlık etmişlerdir. Kaldı ki, ehli beyt, onların uydurdukları ve onlara yamamaya çalıştıkları yalanlardan tamamen uzaktır, Rafızîlerle Ehl-i Beytin hiç bir ilgileri yoktur.
İbn Kesîr diyor ki: "Aslında bu Rezil Rafızî taifesi, sahabenin en faziletlilerine düşmanlık gösteriyorlar, onlara buğzediyorlar ve onlara dil uzatarak sövüyorlar. Böyle bir durumdan Allah'a sığınırız.
Bu da gösteriyor ki, bunların akıllan hep terstir, kalbleri de bozuktur. Acaba bunların Kur'ân'a imanları ne derecedir ki? Çünkü bunlar Allah'ın kendilerinden razı olduğu kimselere söverek dil uzatıyorlar.[368]
Ehli Sünnet ise, Allah'ın razı ve hoşnut olduğu kimselerden razı ve hoşnut olanlardır. Ehli Sünnet, Allah kime dil uzatmayı istediyse öyle yapıp öyle davrananlardır. Ehli Sünnet, Allah (c.c), kimleri dost olarak kabul ediyorsa, onları dost edinen, Allah (c.c), kimleri de düşman olarak kabul ediyor ve gösteriyorsa, onlar da aynı şekilde düşman olarak kabul edenlerdir. İşte kısaca Ehli Sünnete tabi olanlar olup, bid'atçı olmayanlardır.[369]
Rafızîler şöyle diyorlar: "Berâ olmadan velâ olmaz = (önce düşmanlık, sonra dostluk görülür) Yani demek istiyorlar ki, Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer -Allah her ikisinden de razı olsun den ilişik kesilmedikçe, bunlardan uzaklaşılmadıkça Ehli Beyt'e sevgiden ve dostluktan söz edilemez.[370]
Şimdi düşün bir kere! Rasûlullah (s.a)'tan sonra ümmet içerisinde en üstün ve faziletli olan iki şahsiyete dil uzatmak insanda acaba din denilen bir şey bırakır mı, o kimsede güvenilirlik ve eminlik olabilir mi?
Ancak bunu da fazla garipsememek gerekir. Bu da onların kitaplarında yazılmış olan rezaletler zümresinden birisidir. Çünkü Rafızîler uzun tarihlerine rağmen hep İslama ve müslümanlara karşı har-betmişlerdir. Aynı zamanda müslümanların düşmanları olan Tatarlara, haçlılara ve daha başkalarına dostluk göstermişlerdir. Şeyhul İslâm İbn Teymiyye merhum bunlar için diyor ki: Rafızîler, Ehli Sünnet ve'I-Cemaata karşı savaş açanlara dostlukta bulunanlardır. Bunlar tatarları ve Hrıstiyanları dost edinmişlerdir, onlardan yana tavır koymuşlardır. Nitekim sahilde Rafızîlerle frenkler (hınstiyanlar) arasında birbirleriyle yardımlaşma olmuştur. Öyleki rafızîler müslümanlara ait savaş atlarını ve silahlarını, sultanın uşaklarını ve kölelerini, orduya ait daha bir çok şeyleri ve çocuklatı kaçırıp Kıbrıs'a taşımışlardır. Müslümanlar, tatarlar karşısında üstün gelip zafer kazandıklarında üzüntülerini ve matemlerim dile getirmişler. Fakat tatarlar müslümanlar karşısında üstünlük elde ettiklerinde ise buna oldukça sevinmişlerdir. İşte, halifenin öldürülmesini tatarlara bir yol olarak gösterenler bunlardır. Bağdat halkının öldürülmesini tatarlardan isteyenler bunlardır.
Bir rafızî olan Bağdat veziri İbn.u Alkamî, müslümanlar aleyhine tatarlarla iş birliğine giren ve onlarla sürekli yazışan bir kimse idi. Nitekim hile ve tuzaklarla onları Bağdat'a sokmuş, müslümanlarin bunlara karşı çıkmasını engellemiştir, onlarla savaşa mani olmuştur.
"İslam'ı gereğince bilenler şu noktayı iyice anlamışlardır ki, Ra-fızîler daima din düşmanlarıyla birlikte olmuşlardır. Meselâ bunlar Ka-hire'de meliklikleri döneminde bir defasında kendilerine vezir (başbakan) olarak bir yahudiyi, bir defasında ise bir hırıstiyan ermeniyi getirmişlerdir. Nitekim bu ermeni hırıstiyan yüzünden hırıstiyanlar bayağı güçlenmişlerdi. Mısır'da kiliseler yaptılar. Evet bu münafık rafızî Mısır devletinde, bunlar kiliseler yaptılar. Bunlar iki saray arasında şöyle sesleniyorlardı: "Kim lanette bulunur ve sahabeye di! uzatırsa, ona bir dinar ve bir ölçek dolusu da ayrıca ikramiye vardır."
İşte bunların zamanında hırıstiyanlar Şam sahilini aldılar, müslümanlarin elinden Şam sahilinin çıkması bu dönemde olmuştur. Ancak Nureddîn ve Salahaddîn'in tekrar fethetmesiyle burası yine müslümanlarin olmuştur.[371]
Zamanımızda onların torunları bugünkü kâfir Nusayrîlerdir. Bunlar müslümanlarin başına bir beladırlar. Öyleki bunların müslüman-lara karşı olan küfürleri yahudilerden de hırıstiyanlardan da fazladır. Nitekim Şeyhul İslâm İbn Teymiye merhum bu noktaya da değinmiştir. Ayrıca bu konuyu daha başkaları da ele almışlardır.
Fransızların Samı istila etmelerinde en büyük faktör Nusayrîler olmuşlardır. İslâm beldesini sömürmeyi onlara Nusayrîler sağlamıştır. Bunlar bu günde halen müslümanlara karşı bulundukları yerde aynı iğrenç niyetlerini ve savaşlarını sürdürmektedirler.
İşte bütün bunlardan sonra deriz ki:
Ehli Sünnet ve'l Cemaat, Allah'ın Rasûlünün ashabını sevenlerdir. Bunları sevmekte ya da bunlardan herhangi birini sevmekte ifrata ve aşırılığa gitmeyenlerdir. Hepsini severler ve hepsine dostluk gösterirler. Bunlardan hiç biriyle ilgilerini kesmezler ve onlardan uzaklaşmazlar. Ehli sünnet sahabeye buğzedenlerle buğzeder. Çünkü sahabeyi ve özellikle şeyhayni sevmenin dinin, imanın ve ihsanın gereği olduğunu da bilirler. Yine onlara buğzetmenin ise küfür, nifak ve tuğyan olduğunu, taşkınlık olduğunu da bilirler.[372]
Böylece Ehli Sünnet haricîlerden de, Rafızîlerden deve tüm sapık fırkalardan da uzaktır, hiç biriyle ilgileri yoktur.
[363] Harûrâ: Kûfe'de bir kasabadır. Haricîlere burada karşı konulmuştur. Bunlar Necde b. Amir'in komutasında idiler, bkz. Ahmed b. Hanbel, es-Sünne adlı eserinin hamişi, 84.
[364] agk. 83-85.
[365] Malatî, el-Tenbîh ve'r-Red, 53.
[366] İmam Ahmed, age, 82.
[367] Makalatu'f-îslâmiyyîn, 3/89.
[368] Burada Rabbimizin şu âyetine işaret vardır: "(İslam dinine girme hususunda) öne geçen ilk Muhacirler ve Ensâr ile onlara güzellikle labi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır." (Tevbe, 9/100) .
[369] İbn Kesîr, Tefsir, 4/142.
[370] Şerhuttahaviye, 522.
[371] el-Fetâvâ, 28/636-637.
[372] Tahaviye ve şerhi, s: 528.
Bu kitabı yazdıktan sonra Şia'nın tüm perde arkası durumlarına ve çağırmz-daki şianın durumuna açıklık getiren önemli bir kitap yazıldı. Yazarı, Dr. Abdullah Muhammed el-Garîb'tir. Kitap: "Ve Mecûsî devri geldi" adını taşıyor. Bu alanda gerçekten önemli bir kitaptır. Dileyene ona müraacat etsin, etsin de bunların Ehli Sünnet ve'1-Cemaat aleyhindeki planlarını ve durumlarını öğrenmiş olsun.