- Velâ ve berâ konusunda ehli sünnet

Adsense kodları


Velâ ve berâ konusunda ehli sünnet

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafız_32
Wed 29 September 2010, 11:47 am GMT +0200
3. BÖLÜM

EL-VELA VEL-BERA KONUSUNDA EHLİ SÜNNET VEL CEMAAT AKİDESİ


el-Velâ ve'1-Berâ meselesiyle ilgili olarak Ehli Sünnet ve'l-Cemaat'in inancı nedir, bunu kesinlikle anlatmamız gerekmektedir. Evet anlatalım ki, bid'at ehli ve heva ile arzusunun peşinden gidenler ortaya çıkmış olsun. Çünkü bu, bidatçıların, heva ve isteklerinin pe­şinden koşanların ellerinde Kitap ve Sünnetten herhangi bir delilleri bulunmamaktadır.

Şeyhu'l-İslâm İbn Teymiyye (r.a) der ki: Mü'minlerin görevi, Allah için düşmanlık ve Allah için dostluğu sürdürmeleridir. Meselâ bir yer­de bir mü'min varsa, bu mü'min, zulmeden biri de olsa, diğer mü'mi-nin görevi onu dost edinmek, veli olarak tanımaktır. Çünkü adamın zulmetmiş olması, imana bağlı olan dostluk ve velayet ilişkisinin ke­silmesine neden değildir. Nitekim Rabbimiz (c.c) şöyle buyurmaktadır:

"Eğer mü'minlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin." (Hucurât, 49/9),

Mü'minler aralarında savaşsalar da, haksızlığa ve isyana kalkış salar da yine de kardeştirler ve böyle olanların aralarının düzeltilmesi ve barıştırılmaları emredilmektedir. O halde mü'min insan çok iyi dü­şünmelidir. Doğrusu mü'minin görevi, kardeşi ona zulm etse ve aley­hine haddi tecavüzde bulunsa bile onunla dostluğunu sürdürmesidir.

Kâfirlere gelince; iyilikle bulunsa ve ikrama kalkışsa bile, mü'­minin görevi onu düşman olarak tanımak ve ona olan düşmanlığı sür­dürmektir. Muhakkak Allah (c.c), peygamberler göndermiş, kitaplar indirmiştir. Fakat peygamberlerin ve kitapların gönderilmesi, din ve hakimiyet tümüyle Allah'ın olsun diyedir. Mü'min sevgisini Allah için onun dostlarına karşı sürdürsün, düşmanlarına karşı da buğzunu devam ettirmiş olsun. Mü'minin ikramı ve ödüllendirmesi yine bir mü'min tarafından olsun, Allah'ın velileriyle olsun. Allah'ın düşmanları­na karşı da aşağılaması ve cezalandırması sürmüş olsun. Evet işte mü'-min böyle davranmalıdır. Mesela birey iyilik ve kötülük vasıflarını ken­disinde toplarsa, hem facir ve hem itaat eden, hem isyana kalkışan, hem de sünnet ve bid'atleri işleyen bir kimse olursa, böyle bir kimse dostluk, muvalât ve sevap açısından işlediği hayır nisbetinde karşılığını görür. Kendisinde bulunan kötülük oranında da ona karşı düşmanlık  ve cezalandırmayı hak etmiş olur.

Bir şahıs saygınlık meziyetleriyle kendisini küçük düşürecek kötü niteliklere aynı anda sahip olabilir. Meselâ hırsızlık gibi. Kişi, hırsız­lık yapınca bundan ötürü eli kesilir, ancak Beytü'l-Malden (devlet ma­liyesi bütçesinden) kendisine ihtiyacı kadar da yardım olunur. İşte bu husus, Ehli Sünnet ve'1-Cemaatin üzerinde ittifak etmiş oldukları bir husustur. Fakat onların bu görüşlerine Haricîlerle, Mutezile mezhebi mensupları ve onlar gibi

düşünenler muhalefet ettiler.[183]

Velâ ve Berâ konusu daha önce de belirttiğimiz gibi sevgi ve buğ-zetme esasına dayanmaktadır ve bu esas değişmezdir. Ehli Sünnet Vel-cemaat nazarında insanlar, sevgi ve buğz ile Velâ ve Berâ konusunda üç sınıftırlar.

1- Her yönüyle ve her bakımdan sevilecek olanlar: Bunlar Allah'a, ve Rasûlüne iman edenler, İslâm'ın tüm görevlerini eksiksiz olarak ye­rine getirenlerdir. Aynı zamanda İslamın tüm esas ve prensiplerini hem ilim bakımından, hem amel yönünden ve itikad açısından yerine geti­renlerdir. Amellerini, fiillerini ve sözlerini Allah için samimi ve ihlaslı  olarak ortaya koyanlardır. Bunlar Allah'ın emrettiği tüm emirlere bo­yun eğerler ve tüm yasaklardan da uzak dururlar. Evet Allah ve Ra-sûlü neyi emretmişler^ejjhu yaparlar, neleri de nehyetmişlerse ondan uzak dururlar. Bunlar, Allah için severler, Allah için dostluk kurarlar velayetlerini de bu esasa göre sürdürürler. Allah için buğzederler, Al­lah için düşmanlık ederler. Kim olursa olsun, Allah Rasûlünün tüm sözlerini başkalarının sözlerine tercih ederler, Rasûlullah (s.a)'m sö­zünü herkesin sözünden önce kabul ederler.[184]

2- Bazı yönlerden sevilen ve fakat bazı bakımlardan buğzedilen kimseler: Bunlar da müslüman kimselerdir. Ancak iyi amellerle kötü amelleri birlikte sürdürenler, karışık işler çevirenlerdir. Böylelerine karşı iyilikleri ve bağlılıkları oranında sevgi ve dostluk gösterilir. Kötülük­leri ölçüsünde de buğzedilir ve düşmanlık gösterilir. Kalbi bununla ye­tinmeyip kötülüğe yönelenler, salih bir şekilde hareket etmekten öte-, ye, fesada ve bozulmaya yüz tutar. Bu konuda bir delil olarak Abdul­lah b. Himar. Bu adam Hz. Peygamber (s.a)'in ashabından biri idi.[185] Ancak içki içerdi. Bir gün yine içki suçundan-ötürü tekrar huzura ge­tirildi. Rasûlullah'ın huzuruna getirilince, orada adamın biri ona la­net okudu ve şöyle dedi: "Bu adam da içki yüzünden ne kadar da faz­la huzura getiriliyor." Adamın böyle lanet okuması üzerine, Hz. Pey­gamber (s.a) şöyle buyurdular:

"Ona lanet etmeyiniz! Vallahi kesin olarak bilmekteyim ki bu adam Allah ve Rasûlü'nü kesinlikle sevmektedir."[186]

Halbuki şurası bilinen bir gerçektir ki. Rasûlullah (s.a)'m bizzat kendileri içkiye, içki içene, satıcısına, imal edene, imal etmek isteye­ne, taşıyana ve kendisi adına taşınana (taşıttıranına) lanet etmişler­dir.[187]                                                                                   

3- Her bakımdan kendisine buğzedilenler: Bunlar; Allah'ı, me­leklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ile küf­re girenlerdir. Kadere, hayrın ve şerrin Allah'dan olduğuna iman et­meyenlerdir. Çünkü bütün bunlar Allah'ın kazası, hükmü ve kaderi gereği meydana gelmektedirler. Bu küfrü seçenler, aynı zamanda öl­dükten sonra dirilmeyi de kabul etmezler, onu da inkâr ederler. Ya da bunlar, İslam'ın beş rüknünden bir tanesini terk ederler veya Al­lah'a ibadetlerinde peygamberlerden herhangi bir peygamberi, ya da bir velisini veya salih bir kimseyi O'na eş ve ortak koşarlar. Mesela onlara bir tür ibadet nevilerinden birisini hasrederler. Örneğin sevmek, dua etmek, ondan korkmak ve ondan beklentisi olmak, ona tazimde bulunup, ona tevekkül etmek. Sırf ondan yardım dilenmek, ona sı­ğınmak ve ondan medet beklemek. Onlar adına kurban kesmek veya adak adamak. Kısaca inabe, birine tezellül derecesinde bağlanma, ona karşı huzu ve huşu gösterme, ondan haşyet (korku) üzere bulunma, tüm beklentileri ve ürpertilerini ondan bekleme vb. gibi şeyler. Ya da yüce Allah'ın sıfatlarından herhangi bir sıfatını, isimlerinden birini in­kar etmek, mü'minlerin yolundan bir başka yolda yürümek. Bid'atçıların  bağlı bulunduğu bidatlere, heva ve arzularının esiri olanlara, sa­pıklara intisâb etmesi ve bağlanması gibi şeyler. Hep bu türden buğzu gerektiren şeylerdir. Ayrıca İslam ile çelişki meydana getiren on mad­deyi veya bunlardan bir tanesini işleyen kimsenin durumu da böyle­dir. O da tümüyle buğzedilenlerdendir.[188]

Ehli Sünnet ve'I-Cemaatin bu konudaki tavranı gelince o, dinin­de dosdoğru olan bir mü'mine, kamil anlamdaki bir dostlukla dost­luk ve velayet gösterir, yetkiyi böylesine verir. Ancak bu nitelikteki bir mü'mini sever, ona yardım eder. Aynı zamanda Ehli Sünnet, kâ­firlerden, dinsiz ve ateistlerden, müşriklerden, mürtedlerden de tümüyle uzaktır. Herhangi bir şekilde bunlara destek vermez. Bunlara öylesi­ne bir buğz güder ki, bu, düşmanlıkla ilişkili bir kin ve buğzdur.

Ama salih amellerle birlikte kötü ameller işleyenlere gelince, Ehli sünnet bunlara da durumları ve liyakatleri nisbetinde, imanları ora­nında dostluk besler, onları veli kabul eder. Aynı şekilde kötülükleri nisbetinde de adavet ve düşmanlık besler.

Ehl-i Sünnet velcemaat: Allah ve Rasûlüne karşı savaş açmış olan­lar en yakınları bile olsa herhalükarda bunlardan uzak durur. Nite­kim Yüce Mevlâ şöyle buyurmaktadır:

"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir toplumun babaları, oğullan, kardeşleri, yahut akraba­ları da olsa- Allah'a ve Rasûlüne düşman olanlara dostluk ettiğini göremezsin." (Mücadele, 58/22).                                     

Aynı zamanda Ehli Sünnet Rabbimizin şu yasağına bütün dikkatiyle titizlik gösterir:

"Ey iman edenler! Eğer küf­rü imana tercih ediyorlarsa, baba­larınızı ve kardeşlerinizi (bile) ve­liler edinmeyin. Kim onları veli (dost ve yetkili) edinirse, işte on­lar zalimlerin tâ kendileridir.

"De ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleri­niz, hısım akrabanız, kazandığı­nız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığı­nız meskenler size Allah'tan Rasûlünden ve Allah yolunda cilıad etmekten daha sevgili ise, artık Al­lah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hi­dâyete erdirmez. "(Tevbe,. 9/23-24).

İmam İbn Teymiye merhum, Ehli Sünnet mezhebini özetleyerek şöyle der: "Övgü, yergi, sevgi, buğz = kin, dostluk ve düşmanlık... Evet işte bütün bunlar Allah'ın hakimiyetini.indirdiği esas üzere olur, O'-nun hakimiyetinin ve Kitab'ının öngördüğü tarzda yürür. Kim mü'min ise, bu, hangi sınıftan olursa olsun, mutlaka her bakımdan bun­lara dostluk ve velayet gösterilmelidir. Kim de düşman ise, bu da han­gi sınıftan olursa olsun, mü'min her bakımdan bunlara düşmanlığını sürdürmelidir. Zira böyle davranması aynı zamanda vaciptir. Nitekim Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:

"Sizin dostunuz (veliniz) an­cak Allah'tır, Rasûlüdür, iman edenlerdir; onlar ki Allah'ın emir­lerine boyun eğerek namazı kılar­lar, zekatı verirler. Kim Allah'ı, Rasûlünü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki) üstün gelecek olanlar şüphesiz Allah'ın tarafını tu­tanlardır." (Maide 5/55-56).

Yine Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:

"Ey iman edenler! Yahudileri ve hırıstiyanlari dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar)." (Mai­de, 5/51).

Yine bir başka âyette Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

"Mü'min erkeklerle mü'min kadınların da bir kısmı, bir kısmı­nın velileri (dost ve yardımcılan)dir." (Tevbe, 9/71).

"Bir kimse de hem iman hem facirlik (kötülük) bulunuyorsa, bu kimseye karşı, imanı nisbetinde dostluk gösterilir. Facirliği ve kötülü­ğü oranında da olumsuz tavır alınır: Yoksa bu gibileri Haricî ve Mutezilîlerin ileri sürdüğü gibi günah ve masiyetleri sebebiyle tümüyle din-dışıdırlar demek değildir."

Diğer taraftan peygamberler, sıddîkler, şehit ve salihler; iman, din, sevgi, buğz, muvalat (dostluk) ve düşmanlık açısından haşa fasiklar gibi değerlendirilmezler. Yine yüce Mevlâ şöyle buyurmaktadır:

"Eğer mü'minlerden iki gurup birbirleriyle vuruşurlarsa araları­nı düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah'ın buyruğuna dönün-ceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerlerse artık aralarını ada­letle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah, adil davrananları sever. Mü'nıinler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşle­rinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz." (Hucurât, 49/9-10)

Dikkat edilecek olunursa, âyet mü'minlerm aralarında vuruşma ve savaş olmasına, taşkınlık ve isyan olmasına rağmen, bunları kar­deşler olarak bildirmektedir.

... İşte bundan ötürü Selef yani önceki üstün nitelikli müslüman-lar, aralarında kavga ve vuruşmaya rağmen kendilerini din noktasın­dan birbirlerinin velisi ve dostu kabul etmişlerdir. Bunları da tıpkı düş­man kâfirler gibi addetmemişlerdir. Böylece biri diğerinin şahitliğini kabul etmiş, biri ötekisinden ilim alıp öğrenmiş, aralarında miras ve nikah, evlenme olayı devam etmiştir. Kendi aralarındaki muameleleri de İslâmî hukuk esasları çerçevesinde sürdürmüşlerdir. Halbuki ara­larında kavga vardır, aralarında lanetleşme bulunmaktadır ve arala­rında buna benzer daha bir çok şeyler vardır. Bütün bunlara rağmen din açısından kardeştirler. Zira Kur'ân bize olayı öylece bildirmiştir. Biz de buna göre değerlendiririz.[189]

 

Kalbî Dostluk Ve Düşmanlık
 

Ehli Sünnet velcemaatın bu konudaki akidesi ise şöyledir: Bir müs-lüman kalbî dostulğu da kalbî düşmanlığı da tam anlamıyla sürekli olmalıdır.

Şeyhul İslâm İbn Teymiye (r.a) diyor ki: "Kalbî sevgi ve buğuz, kalbî irade ve istememe hususlarının da tam anlamıyla olması ve aynı zamanda kesin olması gereklidir. Bu husustaki bir eksiklik kesinlikle iman eksikliğindendir. Ancak bedenen yapılacak bir iş ve hizmet ise bu, kişinin gücü nisbetindedir. Kişinin iradesi ve karşı çıkışı ne denli kamil ve etkin olursa, bununla beraber bedenen yapacağı hizmeti, gü­cü nisbetindedir. Buna rağmen o kimseye, o hizmeti tam manasıyla yürüten kimsenin alacağı sevap verilir."

"Bu arada bazı insanlar da var. ki, bunların sevgisi, buğzu, irade­si ve karşı çıkışı, kendi nefsinin onu sevmesi veya ona buğzetmesi ora­nında olmaktadır. Yoksa Allah'ı ve Rasülünü sevdiği oranda veya Allah ve Rasûlünün o şeye buğzettiği oranda bir tavır olmamaktadır. Yani bunlar önceliği kendi nefislerine vermektedirler. İşte bu da bir tür nef­sine, heva ve arzusuna uyuştur. Eğer insan böyle bir yola girerse, ken­di neva ve arzusuna uymuş olur. Nitekim Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

"Allah'dan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir?" (Kasas, 28/50).[190]

 

Bid Atçılarla Heva Ve Arzusuna Uyanlara Karşı Ehli Sünnetin Tutumu
 

Ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat akidesi içerisinde, heva ve isteklerin peşinden gidenler ve bid'at erbabından uzak kalma hususu da yer ı maktadır.

Bid'at kelimesi, ibtida'dan alınmıştır ki, bu da icadetmek, yar­mak ve bulmak manalarına gelir. Bu manasıyla bid'at daha önce hiç bir benzen olmayan yepyeni bir şeyi ortaya koymak, önceden alışıl­mamış bir şey meydana getirmek demektir. Nitekim: "İbtedeallahu'l-halke" şeklindeki arap söylemi, Allah onları ilk olarak yarattı mana­sınadır. Yüce Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:

 (O), göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır." (Bakara, 2/117).

Yine Rabbimizin bir başka âyeti de şu mealdedir:

"De ki: "Ben peygamberle­rin ilki değilim." (Ahkaf, 46/9)

Yani ben yeryüzüne ilk olarak gönderilen bir peygamber değilim. Benden önce de insanlara peygamberler gelmiştir.

 Bid'at kelimesinin kapsamına kalplerin uydurduğu, dillerin söy­lediği ve organların işlediği her tür yenilik girer. Hepsini bu kelime kapsamına alır.[191]

İbnu'l-Cevzî de diyor ki: "Bid'at, olmamış olan bir şeyi yapıp or­taya koymaktır. Bid'atlerde üstün gelen taraf, şeriata ters olması se­bebiyle onunla çalışmasıdır. Yani şeriata bir şey ilave etmektir veya bir şeyi şeriatten eksiltmektir."[192]

Biri çıkıp da şöyle sorabilir: Şu anda bizim bidatçılar karşısında­ki tavır ve tutumumuz ne olmalıdır. Özellikle sen kafirlere dostluk­tan, onlardan uzak kalma gereğinden söz etmektesin, mü'minlere ve­layeti vermeyi, onları dost tanımayı ve onlara yardım etmeyi anlatı­yorsun, bunun gereği üzerinde duruyorsun. O halde bid'atçılar karşı­sındaki durumumuz ne olmalıdır?

Buna cevap olarak deriz ki: Öncelikle bid'atm doğuracağı tehli­keler çok büyüktür. Bunun delili ise, bid'atın bir çok kısımlara ayrıl­mış olmasındandır. Kimi bid'at var ki, açık-seçik küfürdür, kimisi bü­yük günahtır, kimisi de küçük... kısaca bidatler çeşit çeşittir. Nitekim bu hususta İmam Şatıbî şunları söylemektedir:

"Bid'atlcr derece bakımından farklı farklıdırlar. Kimi bidat var ki açıkça küfürdür. Meselâ cahiliye bid'atı gibi ki, Kur'ân bu hususta bizi uyarmaktadır. Rabbimiz şöyle buyuruyor:

"Allah'ın yarattığı ekinlerle hayvanlardan Allah'a pay ayırıp zan-larıncai "Bu Allah'a, bu da ortaklarımıza (putlarımıza)" dediler. Or­takları için ayrılan Allah'a ulaşmıyor, fakat Allah için ayrılan ortak­larına ulaşıyor! Ne kötü hüküm veriyorlar." (En'am) 6/136).

Cahiliye araplarından bazıları, ekinlerinin ve hayvanlarının bir kısmım Allah ile putları arasında bölüştürürler ve "Şu Allah'ın payı, bu da tanrılarımızın, putlarımızın payıdır", derlerdi. Allah için ayır­dıklarını konuklara ve fakirlere harcarlar, tanrılar için ayırdıklarını da onların huzurunda yapılacak ayin vb. şeylere sarfederlerdi. Eğer Allah'ın hakkından putun hakkına bir şey geçerse onu öyle bırakır­lardı. Putun hakkından Allah için ayrılan tarafa bir şey geçerse, onu alıp tekrar putun payına katarlardı. Ve: "Allah zengindir, bunlar ise fakirdir" derlerdi. Puta ayrılan, neticede yine kendilerine kalacağın­dan onun payından Allah için ayrılan tarafa bir şey geçmemesine dik­kat ve özen gösterirlerdi. İşte Yüce Allah onların bu yaptıklarına yu­karıda sunduğumuz âyet mealinde işaret etmekte ve onları kına­maktadır.

Yine Rabbimiz şöyle buyuruyor:

"Dediler ki: "Şu hayvanla­rın karınlarında olanlar, yalnız er­keklerimize aittir, kadınlarımıza ise haram kılınmıştır. Şayet (yav­ru) ölü doğarsa, o zaman (kadın-erkek) hepsi onda ortaktır." (En'âm, 6/139),

Yine Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

"Allah bahîrâ, Şaibe, Vasile ve hâm diye bir şey (meşru) kılma-nııştır, fakat kâfirler, yalan yere Allah'a iftira etmektedirler ve onla­rın çoğunun da kafaları çalışmaz." (Maide, 5/103).

Müşrikler, bahire, şaibe, vasîle ve hâm diye tanımladıkları deve ve koyunların et ve sütlerini, kendi istedikleri durumların dışında ha­ram kılmışlardı. İşte Enam ve Mâide sûresinden sunduğumuz âyetler bunlara işaret ediyor.

İslam öncesi Arapların batıl inanç ve adetlerinden biri de bazı se­bep ve bahanelerle bir takım hayvanları putlara kurban etmeleri, on­ları putlar adına serbest bırakmaları inancı idi. İşte bu cümleden ol­mak üzere beş defa doğuran ve beşinci yavrusu dişi olan deveye "Bahîre" adı verilirdi. Bunun kulağı çentilir, sağılmaz, sütü de putla­ra bırakılırdı. Put adına serbest bırakılan ve sütünden sadece misafir­lerin yararlandığı develere de "Şaibe" denirdi. Biri erkek, diğeri dişi olmak üzere ikiz doğuran koyun veya deveye "Vasile" derlerdi. Er­kek yavruyu puta kurban ederlerdi. On nesil dölleyen erkek deveye de "Hâm" denirdi. Bu da serbest bırakılırdı.

Münafıkların bidatlerine gelince, onların bidatleri de aynen kâ­firlerin bid'atleri gibidir. Çünkü bunlar da dini kendi çıkarları için, heva ve arzulan için, mal edinme ve benzeri şeyler için bir araç ve ve­sile kabul etmektedirler. Hiç kuşkusuz bu da apaçık bir küfürdür.[193]

Bir de helal ve haram" kılma olayı vardır ki, bu iş bizzat Allah (c.c)'ın işidir. O'na aittir. Kimse böyle bir yetkiye sahip değildir. Kim kendi başına bir şeyi helal kılma veya haram kılma, (yasaklama) işine kalkışırsa, o kimse bir şeriat getirmiş ve koymuş olur. Kim de bir şeri­at koyarsa kendisini ilahlaştırmış olur. Nitekim Allah (c.c), bizzat ya­ratan olduğu gibi aynı zamanda O, emir ve sulta (güç ve kuvvet) sahi­bidir, hakimiyet sahibidir. Zira şöyle buyurmaktadır:

"Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur." (A 'raf, 7/54).

Yine Rabbimiz bir başka âyette şöyle buyurmaktadır:

"Dillerinizin yalan olarak vasfettiği şeyler sebebiyle, "Bu helaldir, bu da haramdır" deme­yin, çünkü Allah'a karşı yalan uy­durmuş oluyorsunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan uyduranlar kur­tuluşa eremezler." (Nahl, 16/116).

İşte küfür sayılan bu bidatleri ve benzerlerini işleyenlere karşı mut­laka düşmanlık göstermek, buğzetmek, gereken ikrahı ve zoru göster­mek ve bunlarla cihad etmek gerekiyor. Ancak önce kendileri uyarı­lır, mazeretleri var mı yok mu öğrenilir, bunlar yapıldıktan sonra ya­pılması gerekenler yapılır.Bunlardan uzak durmakla asıl kâfirlerden uzak durmak arasında bir fark yoktur. Bütün durumlar gerçek yönüyle ortaya çıktıktan sonra, artık gereken ne ise o yapılır. Zira Hz. Pey­gamber (s.a) şöyle buyurmaktadırlar:

"Kim bizim bu din işimizde onda var olmayan bir yenilik getirir­se, o getirdiği şey merduttur = geçersizdir."[194]

Beğavî de şöyle diyor: "Ehli Sünnet alimleri, bid'at erbabına karşı düşmanlık gösterilmesinde ve onlarla her türlü dostluğu ve ilişkiyi kes­mek üzerinde ittifak etmişlerdir.[195]

 Biz şimdi tekrar bidat mertebelerine, çeşitlerine geçelim. Şatıbî'-nin zikrettiği gibi aktaralım. Şatıbî diyor ki: Kimi bidatler de vardır ki, bunlar masiyet türündendirler. Bunları işlemekle kişi küfre girmiş olmaz. Bir başka türü de bidatte var, işlenmesi halinde kişiyi küfre götürür mü götürmez mi diye üzerinde ihtilaf olunmuş bid'attir. Ör­neğin, Haricîlerin, Kaderîlerin, Mürcie'nin ve benzeri dalalet fırkala­rının işlediği bidatler gibi.

 Kimi bid’at de vardır ki, o masiyettir. Küfür olmadığı hususunda  ittifak edilmiştir. Meselâ tümüyle dünya ile olan bağlarını kesmek gi­bi, güneşin doğmasıyla oruca başlamak, cinsel ilişkiden uzak kalmak amacıyla kendisini hadım etmek, erkekliğini yoketmek gibi.

Kimi bid'atler de vardır ki, mekruhtur. Meselâ Arafe akşamı dua etmek üzere bir araya toplanmak gibi. Bir Şafiî alimi olan İbn Abdüsselâm'ın söylediği gibi Cuma hutbelerinde sultanların isimleri­nin söylenmesi ve benzeri şeyler.[196]

 İşte bu gibi bidatçılardan Ehli Sünnet velcemaat daima uzak dur­muşlardır.

İkinci olarak: Bidatçılann din için ne kadar tehlikeli olduklarım oluşturduklarını bildiren Ümmetin Selefinin ifadelerini ve bunlardan uzak durulması hakkındaki uyarılarım göreceğiz. Bu konuda değerli sahabî Abdullah b. Mes'ûd (r.a)'un söylediği şu sözler önemlidir.

"Kim bir sünnet ile amel etmek istiyorsa, mutlaka o kimse ölen zatın (Rasülullah'm) sünnetine sarılsın, geçmiş ashabını örnek edin­sinler. İşte ortada Hz. Muhammed (s.a)'in ashabı. Onlar bu ümmetin gerçekten en hayırlıları oldukları gibi, kalbleri de en temiz olanlardır.

İlim açısından derin bir ilme sahipler ve pek az bir külfete sahiptirler (insanı sıkıntıya sokmazlar). Bunlar öyle bir kavimdirler ki Allah (c.c), bunları peygamber (s.a)'inin sohbeti (ashabı olmaları) için seçmiştir, dinini nakletmek için bunları tercih etmiştir. O halde bunların ahlakı­na benzeyin, onların yollarından gidin. Zira onlar gerçekten dosdoğ­ru yol üzeredirler."[197]

'jt Süfyân es-Sevrî (r.a) de şöyle demektedir: İblîs nazarında, bidat işlemek ve bidat ehli olmak, masiyette bulunmaktan çok daha güzel­dir. Çünkü insan masiyetten dolayı tevbe eder, tevbe kabul edilir. Fa­kat bidatten dönüş (tevbe) yoktur."[198]

İmam Malik (r.a) de şöyle diyor: "Kim bu ümmette bir şey icad eder ve ortaya koyarsa, daha önce de seleften kimse böyle bir şey de yapmamış ise, böyle yapanlar şöyle bir iddiayı kalkışmış gibidirler. "Al­lah'ın Rasûlü (s,a), bu dine ihanet etmiştir. Çünkü Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:

"Bugün size dininizi ikmal ettim." (Maide, 5/3) Mademki o gün bir şey dinden savunuyorsa, bugün de aynen o şey dinden değildir."[199]

İmam Şatıbî merhum, bidatin doğurduğu zararları ve meydana getirdiği fesadı iki noktada toplamaktadır:

1- Bidatler şeriata zıt ve aykırı olarak, şeriata rağmen ortaya çı­karılmış şeylerdir. Öyleki bidatçı bizzat kendisini şeriata ilave de bu­lunacak bir makamda bulmaktadır. Öyle bir makam ki, yetinilmesi imkansızdır. Yani belli bir sınırda duracağı bilinmeyen bir şey...

2- Aslında her bir bidat, ya fazladan bir ilave şeriattır ya da şeri­attan bir eksiltmedir. Ya da sahih ve doğru olan aslı değiştirmektir. Evet, şayet bidatler işte böyle bir şeydir diye söyleyecek olursan, bil­melisin ki, bütün bunlar tek tek alınması halinde öyledir. Bazan da bunlar meşru olan bir şeye ilave yapılmış olur. Böylece de meşru ola­na bir leke getirir ve ona gölge düşürür. Şayet herhangi bir kimse böy­le bir durumu bizzat şeriatın kendisinde yapacak olursa, bunu da bi­lerek ve kasden işlerse, kesin küfürdür. Çünkü İslama yapılan ilave az ya da çok olsun veya yapılacak olan eksiklik veya değişiklik küfür­dür.[200]

Aynı zamanda bu görüşü, bidatin zemmi ve yerilmesi konusunda gelmiş olan tüm deliller desteklemektedir. Nitekim bu delillerden biri Rasûlullah (s.a)'ın şu ifadeleridir:

"Her bir bidat dalalettir - (sapıklıktır).[201]               

Yine Rasûlullah'm şu ifadeleri de bunu teyid etmektedir: 

"Kim bir dalalete = (sapıklığa) çağırırsa, kendisine, ona tabi olan­ların günahlarının aynısı yüklenir, ancak tabi olanların günahlarından da herhangi bir eksiltme olmaz."[202]                                     

Selef alimlerinden biri şöyle diyor: Heva ve arzularının peşinden gidenlerle bir arada oturmayın veya husumet sahibi kimselerle birlik­te bulunmayın. Çünkü ben, sizlerin onların dalaletlerine dalmayaca­ğınızdan emin değilim ve aynı zamanda, bildiğiniz bazı şeyleri size yap­tırmalarından - (giydirmelerinden) da emin değilim.[203]

Özetle deriz ki: Ehli Sünnet ve'1-Cemaatin itikadı, bidatçılardan uzak durmaktır. Özellikle de küfür olan bidatleri işleyen kimselerden uzak durmaları, onların inançlarının bir gereğiydi. İnşaallah bu hu­susta daha fazla bilgi ikinci bölümde gelecektir.   
                   

[183] Mecmu'u’l-Fetavâ, 28/208-209.

[184] İbn Sehmân, İrşâduttalib, 13.

[185] Abdullah b. Himar. İbn Sehmân şöyle anlatmaktadır. Buhârî'de, 14/6642, H. 9. (Hudûd), bu adamın adı Abdullah'dır. Ancak Hİmar ( = eşek) lakabıyla anılmak­tadır. Bu kişi, Rasûlullah'a hediye olunmuştu. Kendisi Rasûlullah'ı güldürürdü, çünkü şen ve şakacı biriydi. İbn Hacer böyle anlatmaktadır, bak. el-îsabe, 4/275. Thk. Becâvî). Kirmanı de onun bu şakacılığına örnek olarak şöyle bir hadiseyi zik­reder; Abdullah bir gün veresiye bir tulum yağ, bir tulum da bal satın alır ve götü­rür, Rasûlullah (s.a)'a hediye eder. Daha sonra alıcı parasını istemeye geldiğinde, adamı alır, Rasûlullah'a götürür ve: "Ya Rasûlullah, bu adamın bal ve yağının parasını ver" der. Hz. Peygamber (s.a) de buna güler ve adamın parasını verir.

[186] Buhârî, Hudud, 5.

[187] Ebü Dâvud, Eşribe, 2; İbn Mâce, Eşribe, 6, Elbânî bu hadisin sahih olduğunu bil­dirmiştir, bk. Sahihu Camii Sağîr, 5/19.

[188] İrşadü't-talib, 19.

[189] İbn Teymiye, Mecmfîu'l-Fetâvâ, 108-201.

[190] Şezerâtü'l-Belâtin, 1/354. İbn Teymiye "el-Emrü bil-ma'rûf".

[191] Tartûşî, K. el-Havadis ve't-Bide', 38-39.

[192] Telbisü iblis, 26.

[193] el-İ'tisâm, 2/37.

[194] Buhârî, Sulh, 5; Müslim, Akdiye, 17; îbn Mâce, Mukaddime, 2.

[195] Şerhu's-Sünne, I, 227.

• Abdulazîz b. Abdüsselâm es-Sülemî, Dımaşk (Şam)'lıdır. Şafiî mezhebinde ictihad rütbesine erişmiş bulunan bir fakihtir. 577/118l'de doğmuş, 660/1261'de vefat et­miştir. Eserleri: Tefsir'i Kebîr, el-İImâm fiedilleti'l-Alıkâm, Kavaidüşşeria, Kavaidül-Ahkâm, el-Fetavâ. Ayrıca bak. Ziriklî, el-A'lâm, IV, 21; Fevatülvefeyât, I, 287; Tabakatüssübkî, V, 80; en-Nücûmüzzahire, VII, 208; Zeylür-Ravdateyn, 216; Mif-tahussade, II, 212.

[196] el-İ'tisâm, II, 37.

[197] Bağavî, Şerhussünne, I, 214.

[198] Şerhu'ssünne, I, 216.

[199] el-İ'tisâm, II, 53.

[200] el-İ'tisâm, II, 61'den özetleyerek.

[201] Müslim, Cuma, 867.

[202] Müslim, İlim, 2674.

[203] Şerhu's-Sünne, I, 227.