Gulinur
Sun 21 November 2010, 01:29 pm GMT +0200
VEKALET
L.VEKALET
Kişinin vekil tayin ettiği işleri, mülkiyet veya velayeti sebebiyle bizzat kendisinin yapması sahih olması şarttır. Buna göre çocuğun, delinin, kadının ve ihramlınm nikah akdi için vekil tayin etmesi sahih değildir. Çocuğun mal, nikah ve vasiyet gibi hakları hususunda velisini vekil tayin etmesi sahihtir. Gözleri görmeyen kişi, alım satım akdi konusunda bu hükümden müstesna olup vekil tayin etmesi sahihtir.
Kişinin vekalet yoluyla yapacağı işin bizzat kendisi için sahih olması şarttır. Bu bakımdan çocuğun ve delinin vekil olması sahih değildir. Keza kadın ve ihramlmm nikah akdi için vekil olması sahih değildir. En sahih kavle göre, eve girmeye izin vermek ve hediyeyi sahibine ulaştırmada güvenilir çocuğun sözüne itimat edilir. En sahih kavle göre köle, nikahı kabul etme hususunda vekillik yapabilir. Ama nikahı teklif etmede vekil olamaz.
Vekalet konusu olan şeyin müvekkilin mülkünde olması şarttır. Şu halde kişinin ileride mülkiyetine alacağı köleyi satmak üzere vekil tayin etmesi ve evlenecek bir kadını boşamak için başkasına vekalet vermesi en sahih kavle göre geçersizdir.
Vekalet konusu olan iş vekalete elverişli olmalıdır. Bu itibarla, ibadetleri ifa etmek için başkasını vekil tayin etmek sahih değildir. Ancak hac ibadetini eda etmek, zekâtı hak sahiplerine dağıtmak ve kurbanı kesmek için vekil tayin etmek caizdir. Şahitlik, ilâ, lian gibi yeminlerde vekil tayin etmek caiz olmaz. En sahih kavle göre zihar akdi için vekil tayin etmek sahih değildir.
Alışveriş yapmak, hîbe, selem, rahin, nikah, talâk gibi sair akidler ile akdi bozmak, borçları teslim almak ve teslim etmek, mahkemede dava açmak ve davaya cevap vermek gibi hususlarda vekil tayin etmek sahihtir. Keza Ölü araziyi ihya etmek, av avlamak ve odun toplamak gibi herkese mubah olan şeyleri mülk edinmek için vekil tayin etmek, en zahir kavle göre sahihtir. En sahih kavle göre, ikrar akdinde vekil tayin etmek sahih değildir. Kısas, had ve kazif gibi insan haklarına taallûk eden cezaların îfası için vekil tayin etmek sahihtir. Zayıf kavle göre, müvekkil hazır da olsa vekilin ifadesine göre cezaları ifa etmek caizdir.
Vekalet konusu olan işin bazı yönleri bilinmelidir. Fakat her yönünün bilinmesi şart değildir. Bir kimse başkasına: "Az veya çok işlerde veya bütün işlerimde seni vekil tayin ettim veya her şeyi sana havale ettim." derse, vekalet belirsiz olduğundan sahih değildir. Şayet: "Mallarımı satmak veya kölelerimi azad etmek için seni vekil tayin ettim." derse, böyle bir vekalet sahihtir. Kişi kendisine bir köle satın almak için birisini vekil tayin ederse, kölenin türünü, bir ev satın almak isterse, mahalle ve sokağını belirtmesi vacibtir. En sahih kavle göre paranın miktarını belirtmesi vacib değildir.
Müvekkilin vekalet vermeye razı olduğunu hissettiren bir lafzı söylemesi şarttır. Müvekküm vekiline: "Şu hususta seni vekil tayin ettim, onu sana havale ettim veya o hususta sen veküimsin." demesi gibi. Şayet müvekkil sadece: "Sat, azad et" derse bununla da izin gerçekleşmiş olur. Vekilin lafzen: "Kabul ettim." demesi ise şart değildir. Zayıf kavle göre kabulün lafızla olması şarttır. Bir başka zayıf kavle göre ise: "Seni vekil tayin ettim." gibi akid lafızlarına karşılık kabulün lafızla olması şarttır. Ancak: "Sat, azad et." gibi emir lafızlarına karşılık kabulün lafızla olması şart değildir. En sahih kavle göre, vekaleti bir şarta bağlamak sahih olmaz.
Vekaleti şarta bağlamanın caiz olmasını kabul etmemiz halinde müvekkilin tasarruf için bir şart ileri sürmesi caizdir. Müvekkil vekiline: "Seni vekil tayin ettim ve seni azlettiğim zaman vekilim-sin." derse, en sahih kavle göre: "Seni vekil tayin ettim." lafzı ile vekalet derhal geçerli olur. Şarta bağlanan vekaletten azledildikten sonra vekilin vekaletinin kendiliğinden iade olunup olunmadığı, konusunda iki vecih vardır. Bu iki vecih görevden almayı şarta bağlama hakkında da geçerlidir.
1. Mutlak ve Mukayyed Satışta Vekilin Uyacağı Hususlar
Müvekkil mutlak satış akdi için vekil tayin ederse, vekil malı akdin yapıldığı beldenin parasından başka bir para ile veya vadeli veya aşırı bir aldanma ile satamaz. Aşırı aldanmadan maksat, genellikle olması ihtimal dahilinde olmayan fazla bir aldanmadır. Vekil bu üç şekilden birine göre malı satar ve müşteriye teslim ederse malı tazmin eder.
Müvekkil malı vade ile satmak üzere vekil tayin eder ve vadeyi belirtirse, vekilin bu şarta uyması lazımdır. Vadeyi belirtmeksizin tayin ederse, en sahih kavle göre böyle bir vekalet sahihtir. Misli olan mallarda vade, halk arasındaki örfe göre takdir edilir.
Vekil, malı kendi adına satın alamaz ve küçük çocuğuna satamaz. En sahih kavle göre babasına veya baliğ olan çocuğuna satabilir. Satış akdi yapan vekil bedeli teslim alır ve malı teslim eder. Bedeli almadan malı teslim edemez. Bu şekilde davranmazsa malı tazmin eder.
Bir malı satın almak için tayin edilen vekil, ayıplı malı satın alamaz. Malı zimmetine bağlı olarak satın alır da malın ayıbını bilmezse ve bedele denk ise, mal müvekkile ait olur. Ancak malın ayıplı olduğunu bilirse, en sahih kavle göre mal müvekkilin olmaz. Aypılı mal bedele denk olmayıp, vekil ayıbı biliyorsa mal kendisinin olur. Şayet ayıplı olduğunu bilmiyorsa ve paraya denk değilse, en sahih kavle göre müvekkilin olur. Ayıplı olduğunu bilmeden malı satın almış ve müvekkil adına olmuşsa, bu takdirde hem vekil hem de müvekkil malı geri verebilir.
Vekil tayin edildiği işi yapabilecek durumda ise, müvekkilden izin almadan tayin edildiği iş için vekil tayin edemez. İşi güzel bir şekilde yapabilecek durumda değilse veya ona layık değilse müvekkilden izin almadan vekil tayin etmesi sahihtir. Şayet iş çok olur ve vekil tümünü yapmaktan aciz kalırsa, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre yapması mümkün olanın dışında kalan kısım için vekil tayin eder.
Müvekkil vekiline izin verip: "Kendine bir vekil tayin et." derse ve o da bir vekil tayin ederse, bu ikinci vekil birinci vekilin vekili olur. En sahih kavle göre ikinci vekil, birinci vekilin azledilmesi veya ölmesi gibi bir sebeple azlolması ile azlolur.
Müvekkil vekiline: "Benim için bir vekil tayin et." derse, bu ikinci vekil müvekkilin vekili olur. Keza hiçbir şart belirtmeksizin: "Bir vekil tayin et." derse, en sahih kavle göre müvekkil adına tayin edilmiş olur. Ben diyorum ki; bu iki durumda bir vekil, diğer vekili azledemez veya birinin azlolması ile diğeri azlolamaz.
Vekilin bir başkasını vekil tayin etmesini kabul etmemiz halinde, güvenilir birisini tayin etmesi şarttır. Müvekkil güvenilir birinin tayin etmezse, vekil başkasını tayin eder. Vekil, güvenilir birisini tayin eder de sonradan fasık olduğu anlaşılırsa, en sahih kavle göre onu azledemez. Allah daha iyi bilir.
2. Vadeli Mukayyed Satışta Vekilin Uyacağı Hususlar
Müvekkil vekiline: "Malımı falan şahsa veya şu günde veya şu pazarda sat." diye bir kayıt koyarsa vekilin müvekkilin emrine uyması lazımdır. Pazarı tayin etme konusunda bir vecih vardır: Belirtilen pazarla ilgili özel bir maksat yoksa, vekil malı başka bir pazarda satabilir.
Müvekkil: "Malımı yüz liraya sat." derse, vekil bu bedelden daha aşağı bir bedelle satamaz. Müvekkil vekiline: "Şu dinarla şu evsafta bir koyun satın al." der, vekil aynı evsafta iki koyun alır da bir koyun bir dinar değerinde değilse, müvekkil adına sahih bir akid olmaz. Her bir koyun mevcut dinara eşit ise, en zahir kavle göre akid sahihtir. Mülkiyet hakkı müvekkilindir.
Müvekkil, malının belli bir kısmı ile bir şeyi satın almayı emreder de vekil zimmetine bağlı olarak satın alırsa, alman mal müvekkilin olmaz. Keza müvekkil malı vadeli almasını emreder de vekil peşin satın alırsa, en sahih kavle göre müvekkil için geçerli sayılmaz. Vekil müvekkilin emrine muhalefet ederek malını satar veya aynı malla satın alırsa, böyle bir tasarruf geçersizdir.
Vekil müvekkilin ismini zikretmeden zimmetine bağlı bir malı satın alırsa, bu malı kendi şahsına satın almış sayılır. Müvekkilinin ismini zikreder de satıcı: "Bu malı sana sattım." derse, vekil ise: "Falan için satın aldım." diye cevap verirse, keza en sahih kavle göre mal vekil için olur. Eğer satıcı: "Müvekkilin Zeyd'e sattım." der, vekil de: "Onun için aldım." derse, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre akid geçersizdir.
Vekil, müvekkilin malı üzerinde güvenilir bir emanetçi hükmündedir. Her ne kadar ücret karşılığı tayin edilmiş ise de hüküm böyledir. Şayet vekil mala karşı kusur gösterirse, malı tazmin eder. Ancak en sahih kavle göre, bununla azledilmiş sayılmaz. Akdin hükümleri müvekkile değil vekile taallûk eder.
Malın görülmesi ve akdin geçerli sayılması akid meclisinden ayrılmaya göre dikkate alınır. Müvekkil değil de vekil bedelin mecliste teslim edilmesini şart koşmuşsa vekilin sözü geçerlidir.
Vekil bir malı satın alır da malın bedelini müvekkilden almış ise, satıcı bedeli vekilden ister. Müvekkil bedeli vekile ödememişse ve bedel belli bir mal ise, satıcı vekilden talep edemez. Bedel vadeli olup zimmette zikredilmiş ise, satıcı vekilden talep eder.
Müvekkil vekilin vekaletini inkar eder veya onu tanımadığını söylerse, satıcı hakkını vekilden talep eder.Vekilin vekaletini itiraf
ederse, müvekkilden isteyebildiği gibi en sahih kavle göre vekilden de talep edebilir.
Vekil zamin, müvekkil ise asıl hükmündedir. Vekil malı satıp bedeli alır ve bedel henüz eli altında iken telef olur da satılan malın bir başkasına ait olduğu anlaşılırsa, vekil de vekaletim itiraf ederse en sahih kavle göre, müşteri vekile müracaat eder. Sonra vekil müvekkile başvurur. Ben diyorum ki en sahih kavle göre, müşteri ilk başta müvekkile başvurur. Doğusunu Allah bilir.
3. Vekalet Akdi Caiz Olan Bir Akiddir
Vekalet akdi, hem vekil için hem de müvekkil için caiz olan bir akiddir. Müvekkil, vekil hazır iken onu azlederse veya "Vekaletini kaldırdım veya iptal ettim veya seni vekaletten çıkardım." derse vekil azledilmiş sayılır. Vekil hazır değilken azledilse hemen azledilmiş olur. Bir kavle göre, vekil azledildiğini Öğrenmedikçe azledilmiş olmaz. Şayet vekil: "Kendimi azlettim veya vekaleti geri verdim." derse azledilmiş sayılır.
Vekil veya müvekkil ölüm veya delilik gibi keza en sahih kavle göre, devamlı baygınlık gibi bir sebeple tasarruf ehliyetini kaybederse, azledilmiş sayılır. Müvekkilin tasarruf hakkının mülkiyetinden çıkması ile de vekil azledilmiş olur. Vekil, vekaletini unutarak veya zalimin zulmünden korkması gibi gizli bir maksatla vekaletini inkar ederse, azledilmiş olmaz. Fakat bir maksat olmaksızın vekaletini inkar ederse azledilmiş olur.
Vekil ve müvekkil vekaletin aslında veya sıfatında anlaşmazlığa düşerlerse; örneğin vekil: "Malı borca satmak için veya yirmi liraya satmak için beni vekil tayin etti." der, müvekkil de; "Peşin satmak üzere veya on liraya satm almak üzere vekil tayin ettim." derse, müvekkil yemini ile birlikte tasdik edilir.
Vekil, müvekkilin kendisine emrettiğini zannederek bir cariyeyi yirmi liraya satm alırsa, müvekkil de, "On liraya satm alması için izin vermiştim." diyerek ve yemin ederse, bu durumda bakılır: Vekil müvekkilin malının aynısı ile satm almış ve akid esnasında müvekkilin ismini zikretmişse veya malı falan kişi adına onun malı ile satm aldığını akidden sonra söylerse ve satıcı onu bu sözünde tasdik ederse her iki durumda da akid batıl sayılır. Şayet satıcı onu tekzip eder ve vekil tayin edildiğinden habersiz olduğuna yemin ederse, satın alma akdi vekil adına gerçekleşmiş olur. Keza malı borca satın almış ve müvekkilin ismini zikretmemiş veya zikretmişse ve satıcı onu müvekkilin ismini zikrettiğini tekzip ederse, en sahih kavle göre akid vekil adına gerçekleşmiş olur.
Satıcı, müvekkilin adını zikrettiği konusunda vekili tasdik ederse, akid batıl sayılır. Akdin vekil adına gerçekleştiğine karar verirsek müvekkilin: "Şayet yirmi liraya satın almak üzere sana em-retmişsem onu sana yirmi liraya satıyorum." şeklinde vekile teklifte bulunması için hakimin müvekkile ricada bulunması müste-habtır. Akdin kendisine helal olması için vekilin de: "Satın alıyorum." demesi lazımdır. Şayet vekil, "izinli kılındığım konuda tasarrufta bulundum." der ve müvekkil de bu iddiayı inkar ederse, müvekkil yemini ile birlikte tasdik edilir. Bir kavle göre, vekil tasdik edilir.
Malın telef olması konusunda yemini ile birlikte vekilin sözü kabul edilir. Keza malın müvekkile iade edildiği hususunda da vekilin sözü kabul edilir. Zayıf kavle göre ise, ücret karşılığı tayin edilen vekilin malı iade ettiği hususundaki sözü kabul edilmez. Şayet vekil, müvekkilin elçisine malı teslim ettiğini iddia eder de elçi bunu inkar ederse, elçinin sözü tasdik edilir. En sahih kavle göre müvekkilin, vekilin sözünü tasdik etmesi gerekmez. Eğer vekil: "Parayı aldım ve telef oldu." der, müvekkil de bu iddiayı inkar eder ve ihtilâf malı teslim etmeden önce olmuşsa müvekkilin sözü kabul edilir. Aksi halde (ihtilâf, mal teslim edildikten sonra olmuş ise) mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, vekilin sözü geçerli sayılır.
Borcun edası için tayin edilen vekil borcu ödediğini söyler de hak sahibi bu iddiayı inkar ederse, yemini ile birlikte hak sahibinin sözü kabul edilir. En zahir kavle göre, delili olmadıkça vekilin sözü, müvekkilin aleyhine tasdik edilemez.
Yetimin işlerine bakan kişi, yetim buluğa erdikten sonra malı kendisine teslim ettiğini iddia ederse, en sahih kavle göre delil göstermesi gerekir. Vekil (kendisine emanet bırakılan kişi) mal sahibi malını talep ettiğinde en sahih kavle göre: "Şahit getirmedikçe malım veremem." diyemez. Malı gasp eden kişi ile malı geri vermede sözü geçerli olmayan kişi, mal sahibi şahit göstermedikçe malı kendisine vermeyebilir.
Bir kimse borçluya gelerek: "Alacaklı sende bulunan borç malını veya malını almam için beni vekil tayin etti." der ve alacaklı onu bu sözünde tasdik ederse, malı ona teslim edebilir. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, vekil tayin edildiğine dair şahit göstermedikçe borçlunun malı ona teslim etmesi gerekmez.
Bir kimse borçluya, "Hak sahibi beni sana havale etti." der, borçlu onu bu sözünde tasdik ederse en sahih kavle göre, malı ona teslim etmesi gerekir. Ben diyorum ki şayet: "Ben hak sahibinin varisiyim." der ve borçlu onu tasdik ederse, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, malı ona teslim etmesi vacibtir. Allah daha iyi bilir.
M. İKRAR (İTİRAF)
(Şer'i ıstılahta ikrar, kişinin başkasına ait olup kendisi üzerinde bulunan bir hakkı haber vermesidir. İkrarın rüknü dörttür: İkrar eden, lehine ikrar edilen, lafız ve ikrar edilen şey.)
Mutlak tasarruf ehliyetine sahip olan kimsenin ikrarda bulunması sahihtir. Çocuk ve delinin ikrarı ise geçersizdir. Çocuk, dokuz yaşında iken ihtilâmla buluğa erdiğini iddia ederse, kendisine yemin verdirmeden iddiası tasdik edilir. Ancak yıl itibarıyla buluğa erdiğini iddia ederse, delil göstermesi istenir.
Sefih ve müflisin ikrarı ile ilgili hükümler yukarıda hacr ve iflas bölümünde açıklandı.
Kölenin ikrarı, cezayı gerektiren durumlarda kabul edilir. Köle, cezayı gerektirmeyen bir cinayet sebebi ile borçlu olduğunu itiraf eder de efendisi bu konuda onu yalanlarsa, borç kölenin zimmetine geçer, bedenine taallûk etmez.
Köle, bir akid sebebi ile borçlu olduğunu ikrar eder ve ticaret için kendisine izin verilmemişse, bu ikrarı efendisi hakkında geçerli olmaz. Ticarette izinli kılmmışsa, ikrarı efendisi için geçerli olur. İkrar edilen borçlar, kölenin kazancından ve elinde bulunan maldan ödenir.
Kişinin ölümcül hastalığında yabancı bir kimse hakkında yaptığı ikrar, keza mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre mirasçıları hakkındaki ikrarı sahihtir. Sıhhatli iken bir kimseye borcu olduğunu ikrar eden kişi, hastalığında başka bir kişiye daha borçlu olduğuna ikrar ederse bu, birinci kişinin borcunun ödenmesi için öncelik sebebi olamaz.
Bir kimse sıhhatli iken veya hasta iken bir kişiye borçlu olduğunu ikrar eder de öldükten sonra mirasçıları bir başkasına borçlu olduğunu söylerse, en sahih kavle göre bu birinci kişinin borcunun ödenmesinde öncelik sebebi olamaz. Zorlanan kişinin ikrarı sahih değildir.
Kendisi adına ikrar yapılan kişinin, ikrar edilen mala sahip olma ehliyeti bulunmalıdır. Örneğin bir kimse: "Şu hayvanın bende şu kadar borcu var." derse bu sahih olmaz. Ancak hayvanı kiralamak gibi bir sebeple sahibine karşı borçlu olduğunu söylerse sahihtir.
Bir kimse, Hind'in karnındaki ceninin veraset veya vasiyet yolu ile, "Bende şu kadar borcu var." diye ikrar ederse bunu ödemesi gerekir. Eğer borç kişinin mümkün olmayan bir yönüne isnat edilerek söylenirse bu ikrar boş sözden ibaret olur. (Kişinin, "Hind'in karnındaki cenin, bana borç verdi veya bana şu malı sattı." demesi gibi. Burada ikrarın yalan olduğu kesindir). En zahir kavle göre mutlak şekilde yapılan ikrar sahihtir.
Kendisi adına ikrar yapılan kişi, ikrar edeni yalanlarsa en sahih kavle göre, mal ikrar edenin elinde kalır. İkrar eden kişi tekzip edildiğinde ikrarından döner ve: "Ben ikrarımda hata ettim." derse, en sahih kavle göre sözü kabul edilir.
1. İkrar Lafzı
Lafız ikrarın bir rüknüdür. Bir kimse: "Zeyd'in bende şu kadar malı vardır." derse, bu ikrar olur. Kişi borcu için: "Üzerimde veya zimmetimde." veya her hangi bir mal için: "Beraberimde veya yanımda." derse, bu da ikrar olur. Ancak bir kişi bir başkasına: "Benim sende bin liram vardır." der o da cevap olarak: "Ölç, al, onu al, üstünü mühürle veya kesene koy." derse, ikrar olmaz. Şayet ona: "Bela, evet, doğru söyledin, beni ondan kurtardın, onu ödedin veya ben onu ikrar ediyorum." derse ikrar olur. Sadece: "Ben ikrar ediyorum veya ben onu ikrar ediyorum." derse ikrar olmaz. Şayet: "Şu kadar borcum sende değil midir?" der o da: "Bola veya evet" derse, bu ikrar olur. "Evet" lafzı hakkında bir vecih vardır: Bu lafızla ikrar olmaz.
Şayet alacaklı borçlusuna: "Sendeki bin liramı öde." der, borçlu da: "Olur, yarın öderim; bana bir gün veya oturuncaya kadar, keseyi açıncaya kadar veya anahtarı buluncaya kadar mühlet ver." derse, en sahih kavle göre bu bir ikrardır.
2. İkrar Edilen Mal
1- İkrar edilen mal, ikrar edenin mülkü olmamalıdır. Eğer kişi: "Zeyd'de olan evim veya elbisem veya borcum Amr'mdır." derse, bu geçersiz bir sözdür. Şayet kişi şu mal, falan kişinindir ve onu ikrar edinceye kadar mülkümdür derse; ilk sözü ikrar, ikinci sözü ise boş sözden ibarettir.
2- İkrar edilen malı, ikrar edilene teslim etmek için ikrar edenin elinde bulunmalıdır. Şayet kişi, elinde olmayan bir malı ikrar eder de sonra eline geçerse, ikrarın gereği yerine getirilir. Bir kimse bir başkasında bulunan kölenin hür olduğunu ikrar eder de sonra onu satın alırsa 6 kölenin hür olduğuna hüküm verilir. Sonraki ikrarında: "Onun aslı hürdür." derse, satın alması köle için fîdye yerine geçer.
Köleyi elinde bulunduran kişi, onu azad ettiğini söylerse, mezhepçe kabul edilen rivayete göre, müşteri açısından satış akdi fidye, satıcı açısından ise satış muamelesi olur. Bu takdirde sadece satıcı için meclis muhayyerliği ve şart muhayyerliği sabit olur.
Kişi üzerinde bulunan meçhul bir hakkı ikrar ederse, bu sahihtir. Meselâ, "Onun bende bir şeyi vardır." dediği zaman, o az da olsa mal olabilecek her hangi bir şey ise, yapacağı açıklama kabul edilir, ikrar edilen hak mal olacak durumda olmayıp mal olabilecek cinsten, mesela; bir buğday habbesi veya talim edilmiş köpek veya tezek gibi faydalanılması helal olan necis bir şey ise, en sahih kavle göre açıklaması kabul edilir. Fakat ikrar edilen hak domuz veya istifade edilmeyen veya köpek gibi mal edinilmesi caiz olmayan bir şey ise,açıklaması kabul edilmez. Kişi açıklamasında hastayı ziyaret etmek veya selâmı almak gibi bir hakkı kastederse, ikrarı kabul edilmez.
Bir kimse üzerinde herhangi bir malın veya değerli bir malın veya büyük bir malın veyahut çok malın olduğunu söylerse, ikrar edeceği şeyin en az miktarı kabul edilir. Keza ikrar edeceği şey ümmü veled olursa, en sahih kavle göre bu konudaki açıklaması kabul edilir. İtiraf edeceği şey köpek ve meytenin derisi gibi necis bir şey ise, ikrarı kabul edilmez.
Bir kimse: "Üzerimde böyle bir hakkı vardır." derse, bunun hükmü yukarıda geçtiği gibi: "Üzerimde bir şey vardır." demesinin hükmü gibidir. "Üzerimde bir şey, bir şey veya böyle böyle bir malı vardır." derse, tekrar yapmamış gibidir. Şayet: "Üzerimde bir şeyi ve bir şeyi veya şöyle ve şöyle bir hakkı vardır." derse, iki şey vermesi vacib olur. Eğer dirhem kelimesini nasp ile yani "dirhemen" veya ref ile "dirhemün" veya cer ile "dirhemin" şeklinde telaffuz ederek: "Üzerimde bir dirhemi vardır." diye itiraf ederse, bir dirhem ödemesi lazımdır. Şayet dirhem kelimesini "dirhemen" şeklinde nasp ile söyleyerek: "Üzerimde şöyle şöyle dihemi vardır." derse, mezhepçe kabul edilen rivayete göre, iki dirhem vermesi vacibtir. Ref veya cer haliyle söylerse bir dirhem vermesi gerekir. Eğer ref, nasp ve cer denilen her üç halde "vav" harfini zikretmeden itirafta bulunursa bir dirhem ödemesi lazım gelir. Eğer: "Üzerimde bin ve bir dirhemi vardır." derse, dirhem dışında elf (bin) hakkındaki açıklaması kabul edilir. Şayet üzerimde yirmi beş dirhemi vardır derse, en sahih kavle göre tümü dirhem olarak kabul edilir.
Bir kimse: "İkrar ettiğim dirhemlerin ölçüsü eksiktir." derse, bu durumda beldenin dirhemleri tam olur ve "eksik" lafzını ikrarı ile birlikte söylemişse açıklaması kabul edilir. İkrarından ayırarak söylerse açıklaması kabul edilmez. Beldenin dirhemlerinin ölçüsü eksik olur da "eksik" lafzını ikrarı ile birlikte söylerse, açıklaması yine kabul edilir. Keza İmam'm kesin beyanına göre ikrarından ayrı söylemişse de açıklaması kabul edilir.
Dirhemlerin bozuk olduğunu beyan ederse, bunun hükmü az önce geçen noksan dirhemlerin hükmü gibidir. Şayet: "Onun üzerimde birden ona kadar dirhemi vardır." derse, en sahih kavle göre dokuz dirhem vermesi lazım gelir. Şayet, "f " harfini beraberlik anlamında kullanarak, "Üzerimde on ile beraber bir dirhemi vardır." derse on bir dirhem, hesap yapmayı kastederse on dirhem vermesi lazımdır. Ancak "beraberlik veya hesabı" kastetmezse bir dirhem ödemesi gerekir.
3. İkrarın Bazı Nevileri
Bir kimse: "Kındaki kılıcı veya sandıktaki elbisesi yanım-dadır." derse, km ve sandığı vermesi gerekmez, "içinde kılıç olan kını veya elbise olan sandığı yanımdadir." şeklinde ikrar ederse, yalnız km ve sandığı vermesi gerekir. "Başında sarık olan kölesi yammdadır." derse, en sahih kavle göre sarığı vermesi gerekmez. Şayet: "Yanımda eğeri ile birlikte hayvanı veya nakışlı elbisesi vardır." derse, bunların tümünü, (hayvanı eğeri ile ve elbiseyi nakısı ile birlikte) vermesi lazımdır.
Bir kimse: "Babamın mirasında bin lira borç vardır." derse, bu babasının borcu bulunduğunun ikrarıdır. Eğer: "Babamdan aldığım mirasta bin lira borç vardır." derse bu, bin lirayı hîbe etmek üzere verilen sözün ikrarıdır. Şayet: "Onun bende bir dirhemi, bir dirhemi vardır." derse, bunu tekit için söylediğini kabul etmemiz halinde bir dirhem vermesi lazımdır. Ama, "Onun bende bir dirhemi ve bir dirhemi vardır." derse, iki dirhem vermesi gerekir. Eğer, "Bende bir dirhemi ve bir dirhemi ve bir dirhemi vardır." derse, ilk iki ikrar için iki dirhem vermesi lazımdır. Üçüncü ikrara gelince, bununla ikincisini tekit etmeyi kastederse bir şey vermesi gerekmez. Eğer bununla söze başlamaya niyet ederse, üçüncü bir dirhem vermesi gerekir. Keza üçüncü lafızla birinci lafzı tekit etmeye niyet ederse veya hiçbir şeyi kastetmeden söylerse, en sahih kavle göre, üçüncü bir dirhem vermesi lazım gelir.
Bir kimse müphem bir hakkı ikrar ederse, meselâ: "Onun bir şeyi veya bir elbisesi bendedir." derse, kendisinden bu hakkın ne olduğunu açıklaması istenir. Açıklama yapmamakta ısrar ederse en sahih kavle göre açıklama yapıncaya kadar hapsedilir. Şayet müphem olanı açıklar da kendisi lehine ikrar yapılan kişi onu tekzip ederse, hakkını açıklamalı ve iddia etmelidir. Reddetmekte ikrar yapanın sözü geçerlidir. Bir kimse: "Onun bende bin lirası var." der, ikinci günde yine: "Onun bende bin lirası var." derse sadece bin lira vermesi lazım gelir.
İkrar edilen hakkın miktarı ayrı ayrı olursa, az miktar çok miktara dahil edilir. Şayet üzerindeki hakkı kırık ve sağlam lira gibi ayrı ayrı iki sıfatla nitelendirir veya satış ve borç gibi ayrı ayrı iki cihete dayandırır veya: "On lirayı cumartesi günü aldım ve pazar günü de on lira aldım." derse, her üç halde de zikrettiği iki hakkı ödemesi lazımdır. Yani biri diğerine dahil olmaz. Şayet: "Onun bende içki veya köpek ücretinden bin lirası vardır veya bin lirasını ödedim." derse en zahir kavle göre bin lira vermesi gerekir.
İkrarı yapan kişi: "Henüz teslim almadığım kölenin parasından onun bende bin lirası vardır. Köleyi bana teslim ettiği zaman bin lirasını teslim ederim." derse, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, itirafı kabul edilir ve bu para o malın bedeli
olur.
Bir kimse: "Allah dilerse onun bende bin lirası vardır," derse, mezhepçe kabul edilen rivayete göre, bir şey vermesi gerekmez. Şayet: "Onun bende kendisine lazım olmayan bin lirası vardır." derse, bin lira vermesi lazımdır. Şayet kişi: "Onun bende bin lirası vardır." diyerek bin lirayı getirir ve: "Bu bin liradan kastım onun bendeki emanetidir." der, lehine ikrar yapılan kişi de: "Benim onda başka bin liram vardır." derse, en zahir kavle göre ikrarı yapan kişinin sözü yemini ile birlikte kabul edilir. Eğer: "Onun bin lirası zimmetimde-dir veya bende bin lira borcu vardır." derse, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, lehine karar verilen kişinin sözü kabul edilir. Ben diyorum ki; belirtilen hakkı vedia (emanet) kabul etmemiz halinde, en sahih kavle göre bu bir emanettir.
İkrarı yapan kişi, ikrardan sonra: "Bu emanet telef oldu veya emaneti geri verdim." diye iddia ederse, iddiası ve reddetme konusundaki iddiası kabul edilir. Şayet: "Bin lirası yammdadır veya bendedir." derse, bin liranın emanet olduğu, geri verdiği ve ikrardan sonra telef olduğu konusundaki iddiası kesin olarak doğrulanır. Allah daha iyi bilir.
İkrarı yapan kişi, satış akdi veya hîbe akdi yaptığını ve malı teslim aldığını ikrar eder de sonra bu akidlerin fâsid olduğunu ve akidlerin sahih olduğunu zannettiğini söylerse, akidlerin fâsid olduğu hakkındaki iddiası kabul edilmez. Ancak lehine ikrar yapılan kisiye yemin ettirebilir. Yemin etmekten çekinirse, ikrarı yapan kişi yemin eder ve akidlerden ibra etmiş olur.
İkrarı yapan kişi, "Bu ev Zeyd'indir, hatta Amr'mdır veya bu evi Zeyd'den gasp ettim hatta Amr'dan gasp ettim." derse ev Zeyd'e teslim edilir. En zahir kavle göre evin Amr'a ait olduğunu ikrar ederse, evin değerini Amr'a vermek üzere borçlu olur.
4. İkrarda İstisna Yapmak
İkrar edilenin tümünü kapsaması ve istisna ile müstesnanın ard arda söylenmesi şartıyla ikrarda istisna yapmak caizdir. Bir kimse: "Zeyd'in bende on lirası vardır, ancak dokuz lirası, ancak sekiz lirası müstesna." derse dokuz lira vermesi lazımdır.
Müstesnayı, cinsinden olmayan bir şeyden istisna etmek de sahihtir. "Onun bende bin lirası vardır, ancak elbise müstesna." demek gibi. Elbisenin de kıymetini bin liradan az bir değerle beyan etmesi lazımdır.
Belli olan bir şeyden istisna yapmak caizdir. "Bu ev onundur ancak şu oda müstesna veya şu dirhemler onundur ancak şunlar müstesna." demek gibi.
Belli olan eşyada kaide dışı bir vecih vardır: Belli eşyada istisna yapmak caiz değildir. Ben diyorum ki kişi: "Şu köleler Zeyd'indir ancak bir tanesi müstesnadır." derse, bu ikrarı kabul edilir ve istisna ettiği köleyi açıklaması istenir. Henüz açıklama yapmadan köleler ölür de bir tanesi sağ kalır ve o da sağ kalanı istisna ettiğini zannederse, en sahih kavle göre yemini ile sözü tasdik edilir. Allah daha iyi bilir.
5. Nesebi İkrar Etmek
Bir kimse; "Şu benim oğlumdur." diye birini kendine nispet ederek nesebi ikrar ederse, böyle bir ikrar şu şartlarla caiz olur:
1- İkrar edilen, ikrar edeni hissen ve şer'an tekzip etmemelidir. Onu tekzip etmesi demek, başkasının soyundan olduğunun bilinmesi demektir.
2- İkrar edilen kişi tasdik etmeye ehil ise, itiraf edeni tasdik etmelidir. Şayet ikrar edilen kişi buluğ çağında olur da onu tekzip ederse, ikrarı yapanın delili olmadıkça neseb tespit edilmiş olmaz. İkrar edilen küçük ise, ikrarı yapanın soyundan olduğu sabit olur. Şayet buluğ çağma gelir de ikrarı yapanı tekzip ederse, en sahih kavle göre nesebi geçersiz sayılmaz.
Bir kimsenin, küçük yaşta ölmüş çocuğun kendi soyundan olduğunu ikrar etmesi sahihtir. En sahih kavle göre, büyük yaşta ölmüş olanın da hükmü böyledir. İkrarı yapan kendine nispet ettiği ölü kişiye mirasçı olur.
İki kişi baliğ bir kişinin kendi soyundan olduğunu ikrar ederse, çocuğun kendisini tasdik ettiği kişinin soyundan olduğu sabit olur. İki kişinin neseplerine ilhak ettikleri küçük çocuk ile ilgili hükümler, Allah'ın izni ile ileride "lakid" bölümünde açıklanacaktır.
Bir kimse, cariyesinin çocuğu için, "Bu benim oğlumdur." derse, onun soyundan olduğu sabit olur, ama en zahir kavle göre; "ümmü velet" sabit olmaz. Keza, "Bu kadın çocuğumu mülkümde doğurdu." derse bununla ümmü veled sabit olmaz. Eğer, "Bu kadın mülkümde hamile oldu." derse, bununla istilât sabit olur. Şayet kişi cariyesi ile yattığını ikrar ederse, çocuğun kendisine ait olduğunu ikrar etmesine gerek kalmadan yatak sebebi ile çocuk ona nispet edilir. Cariyesi evli ise, çocuk kocasına aittir. Bu durumda efendisinin, "Bu çocuk benim çocuğumdur." demesi geçersizdir.
Nesebi başkasına ilhak etmenin hükmüne gelince kişinin: "Bu kardeşimdir veya amcamdır." derse, az önce geçen şartlara göre ilhak edilenin nesebi sabit olur. Kendisinin nesebine ilhak edilen kişi şu şartları taşımalıdır:
1- Nesebe dahil edilen ölmüş olmalıdır.
2- Nesebe dahil edilen kişinin ilhak edileni reddetmemesi en sahih kavle göre şart değildir.
3- İkrarı yapan kendisinin nesebine ilhak edilen kişinin malının tümüne mirasçı olmalıdır. En sahih kavle göre nesebe ilhak edilen ikrarı yapanın hissesine mirasçı veya ortak olamaz.
Akil ve baliğ olan mirasçı, beraberinde başka mirasçılar olursa, yalnız başına ikrarda bulunamaz. Mirasçılardan biri nesebi ikrar eder de diğeri ikrarda bulunmaz ve ölürse ve bu durumda ikrar edenden başka mirasçı da yoksa, ikrar ettiği kişinin nesebi sabit olur.Malın tümüne mirasçı olan çocuk bilinmeyen kardeşlerinin olduğunu ikrar eder, kardeşleri ise onun nesebini inkar ederlerse; bu inkarın bir faydası olmaz ve kardeşlerinin de nesebi sabit olur. Zahir olan mirasçı nesebe dahil edileni mirastan men ederse, mesela; ölünün kardeşi: "Şu çocuk ölen kardeşimin oğludur." derse, çocuğun nesebi tespit edilmiş olur fakat çocuk mirasçı olamaz.
N. ÂRIYE (İĞRETİ)
Muirin (ödünç verenin) teberru yapma ehliyetine ve ödünç malın menfaatine sahib olması şarttır. Kiracı, kiraladığı malı ariye (ödünç) olarak başkasına verebilir. En sahih kavle göre ödünç alan kişi malı Ödünç veremez. Müstair (ödünç alan), bir vekil vasıtasıyla maldan istifade edebilir. Meselâ ödünç aldığı hayvana kendi ağırlığında olan eşini veya hizmetçisini bindirebilir.
Mustaar (ödünç mal), aslı baki kalarak kendisinden yararlanılan bir mal olmalıdır. Cariyeyi, bir kadına veya mahremi olan bir erkeğe hizmet için ödünç vermek caizdir. Müslüman köleyi kafire ödünç vermek ise mekruhtur.
En sahih kavle göre ariye akdinin muir tarafından: "Şunu sana iare olarak verdim." veya müstair tarafından: "Şunu bana iare olarak ver." gibi bir lafızla söylenmesi şarttır. İkisinden birinin telaffuz ettiği lafza diğerinin uygun bir davranışla karşılık vermesi lafız için yeterli sayılır.
Bir kimse başkasına: "Ona yem vermen veya atını bana ödünç vermen şartı ile atımı sana ödünç veriyorum." derse, bu fâsid bir icare akdi olup ücret-i misli gerektirir.
Ariye iade edilirken bir masraf gerektiriyorsa, bu masrafın müstair tarafından ödenmesi lazımdır. Ödünç mal kullanmak sebebiyle değil de başka bir sebeple -kusur göstermeksizin olsa bile- telef olursa, müstair onu tazmin eder. En sahih kavle göre ödünç mal izin verilen işlerde kullanılması nedeniyle telef olur veya bir kısmı eksilirse, müstair zamin olmaz. Üçüncü bir kavle göre ise, ödünç malın tümü telef olursa müstair zamin olur.
Bir kimse kiracıdan kiraladığı malı iğreti olarak ister de eli altında iken telef olursa, en sahih kavle göre zamin olmaz.
Bir kimsenin hayvanı işine gönderdiği vekilinin elinde veya terbiye etmek üzere verdiği kişinin elinde telef olursa, o kişi zamin olmaz. Müstair, verilen izne göre ödünç maldan istifade edebilir. Meselâ; bir kimse buğday veya benzeri bir tahıl ekmek için tarlayı ariye alır ve muir başka bir şey ekmesini yasaklamamışsa, ekebilir. Ancak arpa ekmek için ariye almışsa, bundan üstün olan buğdayı ekemez. Fakat mutlak bir tahılı ekmek için ariye almışsa en sahih kavle göre akid sahih olup dilediği tahılı ekebilir.
Bir kimse, bina yapmak veya fidan dikmek üzere bir tarlayı ödünç alırsa sadece ziraat yapabilir. Bunun aksini yapamaz. En sahih kavle göre müstair, bina için Ödünç aldığı tarlaya fidan dikemez. Keza fidan dikmek için aldığı tarlaya da bina yapamaz. En sahih kavle göre, bir tarlayı mutlak şekilde ödünç akdi ile almak caiz değildir. Bilakis tarladan faydalanma şeklini belli etmek şarttır.
İğreti Akdi Caiz Olan Bir Akiddir
Ödünç akdi vekalet akdi gibi caiz olan bir akiddir. Taraflar diledikleri zaman emanet malı geri verebilirler. Ancak bir kimsenin mezarlık için ödünç verdiği tarlasını, oraya gömülen cenaze çürüme-dikçe geri istemesi caiz değildir.
Üzerine bina yapmak veya ağaç dikmek için tarlasını ödünç veren kişi belli bir zaman tayin etmemişse ve müstair binayı yaptıktan veya fidan diktikten sonra tarlasını geri isterse, muir de ağaç veya binanın meccanen söküp çıkarılmasını şart koşmuşsa, müstairin bu şarta uyması lazımdır. Tarladaki bina ve ağaçların sökülmesini şart koşmamışsa, müstair isterse, ağaç veya binayı söküp çıkarır. Söküm veya yıkım nedeni ile tarlada meydana gelen çukurları tesviye etmesi en sahih kavle göre gerekmez. Ben diyorum ki en sahih kavle göre, müstairin tarlada meydana gelen çukurları tesviye etmesi gerekir. Allah daha iyi bilir.
Müstair arzusu ile söküm veya yıkım işini yapmazsa, meccanen yapmaya zorlanamaz. Bu durumda tarla sahibi şu hususlardan birini yapmakta muhayyerdir: Bir ücret karşılığında fidanları tarlada bırakır veya fidanları söküp noksanlık farkını öder. Zayıf kavle göre ise, fidanların değerini ödeyerek mülkiyetine geçirir.
Muir yukarıda zikredilen hususlardan birini tercih etmezse, meccanen fidanları sökemez. Müstair tarla için bir ücret ödesin keza ödemesin en sahih kavle göre hüküm böyledir. Zayıf kavle göre ise, hakim tarlayı ve tarlada bulunanı satar ve bedeli hisseler nisbe-tinde taksim eder. En sahih kavle göre, taraflar muhayyer oldukları şıklardan birini tercih edinceye kadar hakim onları serbest bırakır.
Muir, ihtilâf giderilinceye kadar tarlaya girebilir ve ondan faydalanabilir. Müstair ise muirden izin almadan bakıp gezmek için tarlaya giremez. En sahih kavle göre sulama ve bakım işleri için tarlaya girebilir.
Taraflardan her biri kendilerine ait malı diğerine veya üçüncü bir şahsa satabilir. Zayıf kavle göre ise, müstair kendisine ait olan malı üçüncü bir şahsa satamaz.
Süreli olan iğretinin hükmü, mutlak iğretinin hükmü gibidir. Bir kavle göre süresi dolup muir tarlasını isteyince, noksanlık farkını ödemeden söküm işlerini yapabilir.
Bir kimse tarlasını ziraat için ödünç verir de henüz ziraat olgunlaşmadan geri isterse, en sahih kavle göre, ürün hasat zamanına kadar tarlada kalır. Bu durumda tarla sahibi istediği andan itibaren hasat vaktine kadar geçen süre için tarlanın ücretini alabilir.
Tarla belli bir süre için ödünç verilmişse, tarlayı alan kişi sözgelimi tohumu geç atmak gibi bir kusur işler de bu sebeple ürün belirtilen sürede biçilecek hale gelmezse, muir değer farkım Ödemeden ürünü söküp çıkarabilir.
Sel suyu tohumu başkasının tarlasına taşır da tohum orada ye-şerirse, mahsul tohumun sahibine ait olur. En sahih kavle göre, mahsûlü toplaması için tohum sahibi icbar edilir.
Bir kimse bir hayvana biner ve sahibine: "Onu bana ödünç olarak verdin." der, mal sahibi ise: "Hayır sana ücretle verdim." derse veya tarla sahibi ile ekin sahibi aynı şekilde anlaşmazlığa düşerlerse; mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre mal sahibinin sözüne itibar edilir. Keza kişi, mal sahibine; "Sen onu bana iğreti verdin." der, mal sahibi de: "Hayır onu gasbettin." derse ve bu durumda mal telef olursa, ikisi tazminat konusunda anlaşırlar. En sahih kavle göre ise, ödünç mal telef olduğu günün değerine göre tazmin edilir. En fazla değerine veya teslim alındığı günün değerine göre tazmin edilmez se
Mal sahibi gasp edilen malının daha fazla olduğunu iddia eder-, iddia ettiği ziyadelik için kendisine yemin ettirilir.
O. GASP
Gasp, haksız yere başkasının malını ele geçirmektir. Meselâ, bir kimse bir başkasının atma biner veya sergisine oturursa, her ne kadar bunları yerlerinden ayırmasa da gasp etmiş sayılır. Bir kimse bir başkasının evine girer ve onu evinden çıkarır veya eve girmese bile zor kullanarak onu evden çıkarır ve ona karşı zor kullanırsa evi gasp etmiş sayılır. Sonuncu meselede zayıf bir vecih vardır, yani gasp etmiş sayılmaz.
Bir kimse bir evin bir odasında oturur sahibini sadece oturduğu odadan men ederse, yalnız o odayı gasp etmiş olur.
Bir kimse istilâ etmek maksadı ile bir eve girer de sahibi evde yoksa, evi gasp etmiş sayılır. Şayet ev sahibi evde olur ve onu evden çıkarmazsa evin yarısını gasp etmiş olur. Ancak gâsıp ev sahibinden güçlü değilse, bir şey gasbetmiş sayılmaz.
Zorla alman mal mevcut ise, gâsibin derhal sahibine iade etmesi lazımdır. İade etmeyip eli altında iken telef olursa malı tazmin eder. Sahibinin elindeki malı itlaf eden kişi de onu tazmin eder.
Bir kimse yerdeki torbanın ağzını açarak içindekilerin dökülmesine sebebiyet verir veya torbayı açıp da düşürür ve içindeki dökülürse, malı ödemek zorundadır. Fakat torbanın ağzını açtıktan sonra rüzgar sebebiyle yere düşerse zamin olmaz.
Bir kimse kafesi açıp içerisindeki kuş uçarsa zamin olur. Sadece kafesin kapısını açar da kuş derhal uçarsa en zahir kavle göre yine zamin olur. Şayet bir süre geçtikten sonra uçarsa zamin olmaz.
Gasp edilmiş malı, bir başkası gâsıpten alırsa eli zamin eli olur. Malın gasp edilmiş olduğunu bilmez de sonra öğrenirse bunun hükmü gâsıbm, gâsıp kişiden aldığı malın hükmü gibidir. Yani eli altında iken telef olursa zimmetinde kalır. Keza malın gasp malı olduğunu bilmezse, ariye bahsinde olduğu gibi eli aslında zamin el olur. Eli vedia alanın eli gibi eman eli ise, karar gâsıbm aleyhine olur.
Bir kimse bir malı gasp eden kişiden yalnız başına alır da telef ederse, karar mutlak şekilde aleyhine olur. Yani malı tazmin eder.
Malı tazmin eden kişi başkasına takdim etmek sureti ile onu telefe teşvik ederse, telef eden kişi zamin olur. Bunun misali şudur: Kişi zorla aldığı malı ziyafet yolu ile başkasına yedirirse zamin olduğu gibi, keza en zahir kavle göre yiyen kişi de zamin olur. Buna göre, gâsıp kişi, gasp ettiği malı asıl sahibine takdim ederek yedirirse gasp eden borçtan kurtulmuş sayılır.
1. Gâsıbın Zimmetine Geçirdiği Mal
Bir kimse gasp ettiği köleyi telef eder veya semavi bir afetle adi (zamin) el altında iken telef olursa, o kölenin değerini tazmin eder. Kölenin hür kişide değer farkı takdir edilmeyen bir organını telef ederse, kıymetinden noksan olan farkı öder. Keza değer takdiri yapılan bir organı telef olur veya kendisi telef ederse, keza İmam'm ilk kavline göre noksanlık farkını öder. imam'm son kavline göre ise, kölenin telef edilen organının kıymeti takdir edilir. Bu kıymet hür kişinin organı için takdir edilen diyet gibidir. Kölenin elinin kesilmesi halinde kıymetinin yarısı ödenir.
Telef edilen veya bir cinayet sonucu telef olan sair hayvanların kıymetleri takdir edilir.
Hayvanlar dışında kalan mallar ise, ya benzeri bulunan veya kıymetlerine göre değerlendirilen mallardır. En sahih kavle göre benzeri bulunan mallar ölçülen tartılan ve üzerinde selem akdi yapılması caiz olanlara münhasır olan mallardır. Meselâ su, toprak, bakır, ham metal, misk, kafur, pamuk üzüm ve un gibi mallar benzeri bulunan mallardır. Esans ve hamur benzeri olmayan mallardır..
Misli bulunan mal telef edilir veya bir afet sonucu telef olursa, benzeri ödenir. Benzerini vermek mahzurlu ise kıymeti ödenir. .En sahih kavle göre gasp edildiği günden itibaren mislini vermenin mahzurlu olduğu güne kadar en yüksek değeri dikkate alınır. Eğer benzeri bulunan mal bir başka beldeye nakledilmişse; mal sahibi isterse geri getirilmesini teklif eder, isterse değerinin peşin ödenmesini talep eder. Mal geri getirildiğinde sahibine iade edilir. Şayet mal nakledildiği beldede telef olursa, mal sahibi benzerini iki beldeden birine göre (malm telef olduğu veya nakledildiği beldeye göre) talep edebilir. Benzeri mevcut değilse, en yüksek değeri takdir eden beldeye göre gâsibi borçlandırır.
Mal sahibi gasp edeni malm telef edildiği belde dışındaki bir beldede görürse, en sahih kavle göre mal da para gibi nakli bir masraf gerektirmiyorsa, malın benzerini talep edebilir. Nakil için bir masraf gerektiriyorsa benzerini talep etmeyebilir. Fakat malm telef edildiği beldenin raicine göre malm kıymeti ile gasibi borçlandırır.
Kıymetlerine göre değerlendirilen mallara gelince, gasp edildiği günden telef edildiği güne kadar olan kıymetin en yükseği tazmin edilir. Mal, zorla alınmadan telef olursa, telef olduğu günün kıymeti tazmin edilir. Zorla alınmamış köleye karşı cinayet işlenir ve bunun sirayetiyle telef olursa yine kıymetin en yükseği tazmin edilir.
Müslüman kişiye ait içki telef edilirse tazmin edilmez. Zımmi-ye ait içki ise dökülerek telef edilemez. Ancak alenen içer veya satışım yaparsa döktürülür. Şayet alenen kullanmazsa geri kalanı iade edilir. Keza müslümandan gasp edilen muhterem malm geri kalanı da sahibine iade edilir.
Put ve çalgı aletleri telef edilirse bunlar için bir şey ödemek gerekmez. En sahih kavle göre bu aletler aşırı tarzda kırılmamalıdır. Ancak, eski hallerine dönecek biçimde parçalarını ayırmak gerekir. Sahibinin zorluk çıkarması nedeniyle adaba uygun olarak kötülüğe mani olamayan kişi, kötülüğü en kolay şekliyle ortadan kaldırmalıdır.
Gasp eden kişi ev ve köle gibi bir malm menfaatini zamin el ile giderir veya gidermesine sebep olursa menfaati tazmin eder. Evde oturması, köleyi hizmetinde çalıştırması gibi. Bid'i menfaati giderir-se tazmin etmez. Cariye ile cinsel ilişkide bulunması gibi. Menfaatin gidermesine sebep olan zamin olur. Keza hür kişinin bedeninin menfaatini gideren en sahih kavle göre zamin olur.
Gasp edilen mal kullanılmaksızın eksilirse, noksanlık farkı ile birlikte bedelinin ödenmesi vacibtir. Keza kullanmak sureti ile menfaati noksanlaşırsa, noksanlık farkı ile birlikte bedelinin ödenmesi en sahih kavle göre vacibtir. Elbiseyi giyerek eskitmek gibi.
2. Zorla Alanın ve Mal Sahibinin İhtilâfı
Gâsıp, gasp ettiği malm telef olduğunu iddia eder, mal sahibi ise telef olmadığım söylerse, en sahih kavle göre gâsıp yemini ile birlikte doğrulanır. Gâsıp yemin ederse, en sahih kavle göre mal sahibi onu borçlandırır.
Malın değeri konusunda veya gasp edilmiş kölenin üzerindeki elbise veya tabii bir ayıp konusunda ihtilâfa düşerlerse, gâsıp yemini ile doğrulanır. Yeni peyda olmuş ayıp konusunda ise en sahih kavle göre mal sahibi yemini ile birlikte doğrulanır.
Gâsıp malın aynısını iade ederken değeri düşmüşse, bir şey vermesi gerekemez. Bir kimse değeri on dirhem olan bir elbiseyi gasp eder fiyatın düşmesi nedeni ile değeri bir dirheme, sonra elbiseyi giyerek eskittiği için yarım dirheme inerse, elbiseyi iade ederken beş dirhem vermesi lazımdır. Bu, telef olan kısmın (gasp edildiği günden itibaren telef edildiği güne kadar) en yüksek değeridir. Ben diyorum ki; bir kimse değeri on dirhem olan iki mesti gasp eder de bir tanesi telef olur ve geri kalanın değeri iki dirhem olup iade ederse veya bir tanesi gasp yolu ile veya sahibinin elinde telef olursa, en sahih kavle göre sekiz dirhem ödemesi lazımdır. Allah daha iyi bilir.
Malda peyda olan bir noksanlık malın telef olmasına sirayet ederse, buğdayı öğütüp un haline getirmek gibi, bunun hükmü telef edilen malın hükmü gibidir. Bir kavle göre malı noksanlık farkı ile iade eder.
Zorla alman köle cinayet işler de zimmetine bir mal taallûk ederse, gâsıp kölenin değeri ile telef edilen malın değerinden az olanı ile köleyi kurtarır. Cani köle gâsıbm eli altında iken telef olursa, kölenin sahibi gasıbı en yüksek değerle borçlandırır. Gasp edilen köle, birine karşı cinayet işlerse mağdur kişi, isterse gasibi borçlandırır, isterse hakkını sahibinin alacağı mala bağlar. Sonra köle sahibi hakkını gâsıp kişiden alır. Gâsıp cani köleyi sahibine iade eder de sahibi onu satar ve mağdur da hakkını bu ücretten alırsa, köle sahibi bu parayı gâsıp kişiden alır.
Bir kimse bir araziyi gasp edip toprağını başka bir tarafa naklederse, toprağı veya benzerini iade etmesi veya tarlayı eski haline dönüştürmesi için tarla sahibi gâsıp kişiyi icbar eder. Toprağı iade etmede bir gaye varsa, tarla sahibinin talebi olmasa da toprağı alan kişinin toprağı yerine iade etmesi gerekir. İade etmede bir gaye yoksa en sahih kavle göre izin almadan iade edemez.
Kuyu kazmanın ve tekrar doldurmanın hükmü, tarlanın hükmüne kıyas edilir. Kişi gasp ettiği toprağı iade ederken tarlada bir noksanlık olmazsa, değer farkını ödemez. Lakin gasp ettiği günden itibaren iade ettiği güne kadar geçen zaman için ücret-i misil öder. Eğer bir noksanlık olmuşsa ücretle birlikte noksanlaşan kısmın bedelini verir.
Bir kimse yağ gibi bir şeyi gasp eder, kaynatır ve bu sebeple kıymetinde değil de kendisinde bir eksilme olursa, malı ve en sahih kavle göre eksilen kısmın mislini; değerinde bir noksanlık olmuşsa sadece değer farkını ödemesi lazımdır. Şayet hem kıymetinde hem de kendisinde bir noksanlık olmuşsa, eksilen kısmı tazmin eder. Gasp edilen malın değerinde fazla noksanlık olmuşsa gâsıp malın geri kalanı ile beraber değer farkını da iade eder. En sahih kavle göre maldaki artış, kendinden önceki noksanlığı karşılayamaz. Bunun misali şudur: Gasp edilen cariye zayıflar, değeri eksilir ve sonra kilo alırsa; bu kilo önceki noksanlık farkını karşılayamaz. Cariyeyi geri iade ederken noksanlık farkını da ödemesi lazımdır.
Gasp edilen kişi gâsıbm elinde iken bildiği sanatını unutur da sonradan tekrar hatırlarsa, bu hatırlama evvelki unutmanın yerine geçer. Öğrendiği yeni sanat ise, alimlerin ittifakı ile unuttuğu sanatın yerine sayılamaz.
Bir kimse şırayı gasp eder de şıra rakıya dönüşür ve sonra da sirke olursa, en sahih kavle göre sirkeyi sahibine teslim eder. Sirkenin değeri düşük olursa, değer farkı ödemesi gerekir. Şayet rakıyı gasp eder ve sirkeye dönüşürse veya meytenin derisini tabaklarsa, en sahih kavle göre sirkeyi de deriyi de sahibine teslim eder.
3. Gâsıp Malda Meydana Gelen Artış
Gasp edilen maldaki artış kasaranın yaptığı gibi sadece bir iz şeklinde ise, bu sebeple gâsıbm bir şey ödemesi gerekmez. Mal sahibi -mümkün ise- malının eski haliyle iadesini veya değeri eksilmişse değer farkını isteyebilir. Maldaki artış tarlada bina yapmak veya fidan dikmek gibi bir ayın ise, binayı yıkması ve fidanları sökmesi için teklif edebilir.
Gâsıp, gasp ettiği elbiseyi aynı boya ile boyar ve boyayı giderme imkanı varsa, en sahih kavle göre gidermesi için icbar edilir. Boyayı gidermek mümkün değilse ve elbisenin değeri boya sebebi ileartmamışsa, bunda gâsıp için bir şey yoktur. Değeri düşmüşse, değer farkını ödemesi lazımdır. Şayet değeri yükselmişse her ikisi de kâra ortak olur.
Gâsıp, malı bir başka mala karıştırmışsa ve onu ayırmak mümkün ise -zor olsa bile- ayırması lazımdır. Ayırması mahzurlu ise, mezhepçe kabul edilen rivayete göre bunun hükmü malı telef edenin hükmü gibidir. Mal sahibi bu konuda gasibi borçlandırabüir, Gâsib, aynı malı iade etmelidir.
Bir kimse bir direk gasp eder de üzerine bina yaparsa, direğin çıkarılması lazımdır. Şayet geminin yapımında kullanılmışsa sökülür. Ancak bir canın veya masum olan iki kişinin malının telef olması korkusu varsa sökülemez.
Bir kimse gasp ettiği cariye ile cinsel ilişkide bulunur ve bunun haram olduğunu bilirse kendisine had cezası verilir. Haram olduğunu bilmezse ceza verilmez. Fakat her iki durumda da gâsıbıh mehir ödemesi lazımdır. Ancak cariye rıza göstermişse, en sahih kavle göre mehir vermesi vacib değildir. Cariye bu fiilin haram olduğunu bilirse kendisine had cezası verilir.
Müşterinin gâsıp kişiden satm aldığı cariye ile cinsel ilişkide bulunmasının hükmü, cariye ile cinsel ilişkide bulunması sebebi ile gasibe tatbik edilen had ve vermesi gereken mehrin hükmü gibidir. Mal sahibi müşteriyi mehir vermekle borçlandırırsa, en zahir kavle göre müşteri verdiği mehri gasp eden kişiden alamaz.
Müşteri veya gâsıp cariye ile cinsel ilişkide bulunmanın haram olduğunu bilerek cariyeyi hamile bırakırsa, doğan çocuk nesebi belli olmayan köle olur. Haram olduğunu bilmiyorsa, çocuk nesebi belli ve hür olur. Ancak müşteri, çocuğun doğduğu gün bir kölenin değeri ne ise o değeri cariyenin efendisine vermelidir. Müşteri verdiği değeri gâsıptan alır.
Mal müşterinin eli altında iken telef olur ve mal sahibi onu borçlandırırsa, müşteri bunu gasp eden kişiden alamaz. Keza en zahir kavle göre mal müşterinin yanında iken ayıplı hale gelirse, değer farkını gâsıpten alamaz. En zahir kavle göre müşteri maldan bir menfaat elde eder ve menfaatin bedelini öderse bunu gâsıptan alamaz.
Müşteri bir kazanç elde etmeksizin elinde bulundurduğu malın kazancı telef olursa, en sahih kavle göre ödediği bedeli gâsıtan alır. Yine en sahih kavle göre mal sahibi tarlasında inşa edilmiş binayı bozar veya dikilen fidanları söker ve müşteri değer farkım öderse bu farkı gâsıptan alır.
Mal sahibinin müşteriyi borçlandırdığı şeyi gâsıbm da ödemesi gerekiyorsa, müşteri bunu gâsıptan alır. Şayet mal müşterinin elinde iken telef olur da mal sahibi onu gâsıptan alırsa, gâsıp müşteriden alamaz. Mal sahibi gâsıbm ödemesi gerekmediği şeyi gâsıptan alırsa, gâsıb verdiği malı müşteriden alır. Ben diyorum ki; gâsıbm elindeki mal başkasının eline geçerse bunun hükmü, müşterinin hükmü gibidir. Allah daha iyi bilir.
P. ŞÜF'A (ÖNCELİK HAKKI)
Şüf a muamelesi, menkul mallarda olmaz. Ancak arsa ve içerisinde bulunan bina, ağaç ve bunlara bağlı olan şeylerde olur. Keza en sahih kavle göre, henüz belirlenmemiş meyvelerde de şüf a hakkı vardır. Müşterek olmayan tavan üzerinde yapılan odalarda, keza en sahih kavle göre müşterek olan tavanda yapılan odalarda ve bölüştürüldüğünde asıl amacı ortadan kalkan küçük hamam ve tek gözlü değirmen gibi şeylerde en sahih kavle göre şüf a hakkı olmaz.
Şüf a hakkı sadece malda ortak olan kişi için vardır. Bir ev satılır da yoldan geçiş hakkına ortak olanın şüf a hakkı olmaz. En sahih kavle göre müşteri için eve giden bir başka yol veya sokağa kapı açma imkanı varsa, geçişte şüf a hakkı vardır. Böyle bir imkan yoksa şüf a hakkı olmaz.
Eski şüf adarın mülkiyetinden sonra yeni ortağın mehir, hul', can diyeti, mukâteb kölenin taksitleri, kira ve selem akdinin ana parası gibi bir bedelle lazımî akid (taraflardan birinin izni olmadan diğerinin akdi feshetme hakkı olmayan akid) ile mülk edindiği malda eski şüf adarın şüf a hakkı vardır.
Şayet satış akdinde her iki taraf veya satıcı için muhayyerlik şartı koşulmuşsa, muhayyerlik müddeti bitmeyinceye kadar şüf a hakkı olmaz. Muhayyerlik hakkı yalnız müşteri için şart koşulmuşsa ve mülkiyetin müşteriye ait olduğunu kabul etmemiz halinde, en zahir kavle göre ilk ortak için şüf a hakkı vardır. Mülkiyetin satıcıya ait olduğunu kabul ettiğimiz takdirde, ilk ortak için şüf a hakkı olmaz.
Müşteri satın aldığı ortak malda bir ayıp görüp malı geri iade eder de şüf a hakkına sahip olan kişi maldaki ayıba rıza göstererek malı almak isterse, müşterinin ona icabet etmesi lazımdır. İki kişi bir evi veya evin bir kısmını satın alırsa, birinin diğerine karşı şüf a hakkı olmaz. Müşteri, satılan arazide hissesi varsa, en sahih kavle göre şüf a hakkı ile satılan hissenin tümünü değil ancak payına düşen miktarı satın alabilir. Örneğin üç kişi bir tarlada ortak olur da birisi hissesini satarsa onu almak isteyen ortak hepsini alamaz. Ancak payına düşeni alabilir.
Şüf a hakkı ile bir malı mülk edinmek için hakimin kararı, para ve müşterinin hazır bulunması şart değildir. Fakat şüf adarın: "Bu malı şüf a hakkı ile aldım veya mülk edindim." şeklinde bir lafız kullanması şarttır. Bu lafızla birlikte şüf adar, şüf a hakkı ile almak istediği şeyi üç şartla mülk edinir.
1-Şüf adarın malın bedelini müşteriye teslim etmesi. Müşteri bedeli teslim alınca veya hakim bedeli müşteriye gerekli kılınca şüf adar malı mülk edinmiş olur.
2-Müşterinin malın bedelini şüf adarın zimmetinde kalmasına rıza göstermesi.
3-Şüf adar hakimin meclisinde hazır bulunarak hakkını ispat ederse, en sahih kavle göre hakimin kararı ile malı mülk edinmiş olur. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre şüf adar görmediği ortak malı mülk edinemez.
Ortak Malın Bedeli
Bir kimse ortak olan malı misli olan bir mal ile satın alırsa, şüf a hakkı olan kişi de mislini vererek o malı satın alabilir. Şayet müşteri değer biçilen bir mal ile satın almışsa, şüf adar alış-veriş günündeki değeri ödeyerek satın alır. Zayıf kavle göre, muhayyerlik süresinin bitmesi ile akdin kesinleştiği günkü değeri dikkate alınır. Şayet müşteri malı borçla almışsa, en zahir kavle göre şüf adar isterse parayı peşin verip malı derhal alır, isterse vade süresi gelinceye kadar bekler ve malı o zaman alır. Kişinin şuf adar olduğu mal ile başka bir mal birlikte satılırsa şuf adar, şuf a hakkı ile payına düşen malı, (satış vaktindeki) değeriyle satın alır.
Bir kimse ortak olduğu malını mehir olarak verir ve şüf adar o malı almak isterse, malı asıl değeriyle değil mehr-i misilin değerine göre karşılığını vererek satın alır. Keza hul' bedelinin hükmü de aynıdır. Şayet müşteri, miktarı belli olmayan bir bedelle satın alır da henüz miktarı belli olmadan mal telef olursa, şüf adar malı alamaz. Şüf adar miktarı belli eder de müşteri paranın miktarının belli olmadığını iddia ederse, müşteri miktarı bilmediğine dair yemin eder. Şüf adar, müşterinin fiyatı bildiğini iddia eder de miktarı belirtmezse, en sahih kavle göre davası geçersiz sayılır. Müşterinin verdiği bedelin, bir başkasının olduğu anlaşıldığında bedel akid esnasında tayin edilmişse, satış akdi ve şüf a hakkı geçersiz sayılır. Malın bedeli zimmette olup bir başkasının olduğu anlaşılırsa, bu bedelin karşılığını verir ve satış akdi ile şüf a hakkı devam eder. Şüf adar bilmeden başkasına ait olan bedeli müşteriye verirse, keza en sahih kavle göre bilgisi olsa da şüf a hakkı batıl olmaz.
Müşterinin; satış, vakıf ve icare gibi bir muamele ile satın aldığı ortak malda tasarrufta bulunması sahihtir. Şüf adar, vakıf akdi gibi şüf a hakkı olmayan bir muameleyi bozup onu şüf a hakkı ile alabilir. Şüf adar, satış akdi gibi şüf a hakkı olan bir akdi isterse ikinci bir satışla alır, isterse akdi bozar veya ilk şüf a hakkı ile alır. Müşteri ile şüf adar paranın miktarında ihtilâf ederlerse, yemini ile beraber müşterinin sözü tasdik edilir. Keza müşteri malı satın aldığını inkar eder veya şüf a hakkını talep edenin mala ortak olmadığını inkar ederse, yemini ile beraber müşterinin sözü tasdik edilir. İlk ortak (satıcı) malı sattığını itiraf ederse, en sahih kavle göre ortaklık malı isteyen için şüf a hakkı sabit olur ve satıcı bedeli aldığını itiraf etmezse, bedel kendisine teslim edilir. Bedeli aldığım itiraf ederse, bedel şüf adarda mı kalacak yoksa hakim bedeli alıp muhafaza mı edecek? Bu konuda ihtilâf vardır. Bunun benzeri "İkrar" bahsinde geçmiştir. (Yani kendisine ikrar edilen, ikrar edeni tekzib ederse en sahih kavle göre mal onda kalır.)
Şüf ayı hak eden birden fazla ise, her biri malı kendi hissesi nispetinde satın alır. Bir kavle göre şüf a hakkına sahip olan her biri malı satın alabilir. İki ortaktan biri hissesinin yarısını birine, diğer yarısını da başkasına satarsa, ilk yarısında şüf a hakkı ilk ortağındır. Şayet ilk ortak malın ilk yarısındaki payını almaktan vaz-geçerse, en sahih kavle göre ilk müşteri malın ikinci yarısında onunla birlikte şüf a hakkına sahip olur. Payım almaktan vazgeçmezse, ilk müşteri ikinci hissede ortak olamaz
İki şüf adardan biri şüf a hakkından vazgeçerse, en sahih kavle göre şüf a hakkı düşer. Diğer şüf adar isterse malın tümünü satın alır, isterse satın almaktan vazgeçer. Fakat sadece kendi hissesini alamaz. Şüf a hakkı olanlardan biri hakkının bir kısmından vazgeçerse, tüm hakkından vazgeçmiş sayılır.
Akid esnasında iki şüf adardan biri hazır ise, bu şuf adar malın tümünü derhal satın alabilir. Hazır olmayan şuf adar geldiği zaman isterse ona ortak olabilir. En sahih kavle göre hazır olan ortak, diğeri hazır oluncaya kadar almayı geciktirebilir. Ortak malı iki kişi alırsa şüf a hakkı olan kişi isterse ikisinin payını, isterse birinin payını alabilir. Bir kimse iki kişinin ortak olduğu malı satın alırsa, en sahih kavle göre şüf adar iki satıcıdan birinin hissesini alabilir.
En zahir kavle göre şüf a hakkı acele üzere kullanılır. Şu halde şüf adar satış hakkını öğrenince, hakkını kullanmada örfe göre acele etmelidir. Şayet hasta veya müşterinin bulunduğu beldeden uzak olur veya bir düşmandan korkarsa, muktedir ise vekil tayin eder. Muktedir değilse, şüf a hakkını kullanmak istediğine dair şahit bulundurur. Muktedir olduğu halde vekil tayin etmez veya şahit bulunduramazsa en zahir kavle göre şüf a hakkım kaybetmiş olur. Şayet namaz kılmaktaysa veya banyoda veya sofrada ise, bu işlerini bitirinceye kadar bekleye bilir. Eğer geciktirir ve haber verene inanmadım der de, haber verenler adil iki kişi ise bu mazeret kabul edilmez. Keza en sahih kavle göre haber veren güvenilir ise de mazereti kabul edilmez. Haberci haberi kabul edilmeyen bir kişi ise mazur sayılır.
Satışın bin liraya yapıldığı şüf adara söylenir de sonra akdin beş yüz liraya yapıldığı anlaşılırsa, şüf adarın hakkı bakidir. Bin liradan fazla bir ücretle satılmışsa, hakkı batıl olur. Hak sahibi müşteri ile karşılaşır da ona selâm verir veya "Allah akdini mübarek eylesin" derse, hakkı batıl olmaz. Dua konusunda iki vecih vardır yani, bir veçhe göre hakkını kaçırmış olur. Hak sahibi şüf a hakkının olduğunu bilmeden hissesini satarsa, en sahih kavle göre hakkı batıl olur.
L.VEKALET
Kişinin vekil tayin ettiği işleri, mülkiyet veya velayeti sebebiyle bizzat kendisinin yapması sahih olması şarttır. Buna göre çocuğun, delinin, kadının ve ihramlınm nikah akdi için vekil tayin etmesi sahih değildir. Çocuğun mal, nikah ve vasiyet gibi hakları hususunda velisini vekil tayin etmesi sahihtir. Gözleri görmeyen kişi, alım satım akdi konusunda bu hükümden müstesna olup vekil tayin etmesi sahihtir.
Kişinin vekalet yoluyla yapacağı işin bizzat kendisi için sahih olması şarttır. Bu bakımdan çocuğun ve delinin vekil olması sahih değildir. Keza kadın ve ihramlmm nikah akdi için vekil olması sahih değildir. En sahih kavle göre, eve girmeye izin vermek ve hediyeyi sahibine ulaştırmada güvenilir çocuğun sözüne itimat edilir. En sahih kavle göre köle, nikahı kabul etme hususunda vekillik yapabilir. Ama nikahı teklif etmede vekil olamaz.
Vekalet konusu olan şeyin müvekkilin mülkünde olması şarttır. Şu halde kişinin ileride mülkiyetine alacağı köleyi satmak üzere vekil tayin etmesi ve evlenecek bir kadını boşamak için başkasına vekalet vermesi en sahih kavle göre geçersizdir.
Vekalet konusu olan iş vekalete elverişli olmalıdır. Bu itibarla, ibadetleri ifa etmek için başkasını vekil tayin etmek sahih değildir. Ancak hac ibadetini eda etmek, zekâtı hak sahiplerine dağıtmak ve kurbanı kesmek için vekil tayin etmek caizdir. Şahitlik, ilâ, lian gibi yeminlerde vekil tayin etmek caiz olmaz. En sahih kavle göre zihar akdi için vekil tayin etmek sahih değildir.
Alışveriş yapmak, hîbe, selem, rahin, nikah, talâk gibi sair akidler ile akdi bozmak, borçları teslim almak ve teslim etmek, mahkemede dava açmak ve davaya cevap vermek gibi hususlarda vekil tayin etmek sahihtir. Keza Ölü araziyi ihya etmek, av avlamak ve odun toplamak gibi herkese mubah olan şeyleri mülk edinmek için vekil tayin etmek, en zahir kavle göre sahihtir. En sahih kavle göre, ikrar akdinde vekil tayin etmek sahih değildir. Kısas, had ve kazif gibi insan haklarına taallûk eden cezaların îfası için vekil tayin etmek sahihtir. Zayıf kavle göre, müvekkil hazır da olsa vekilin ifadesine göre cezaları ifa etmek caizdir.
Vekalet konusu olan işin bazı yönleri bilinmelidir. Fakat her yönünün bilinmesi şart değildir. Bir kimse başkasına: "Az veya çok işlerde veya bütün işlerimde seni vekil tayin ettim veya her şeyi sana havale ettim." derse, vekalet belirsiz olduğundan sahih değildir. Şayet: "Mallarımı satmak veya kölelerimi azad etmek için seni vekil tayin ettim." derse, böyle bir vekalet sahihtir. Kişi kendisine bir köle satın almak için birisini vekil tayin ederse, kölenin türünü, bir ev satın almak isterse, mahalle ve sokağını belirtmesi vacibtir. En sahih kavle göre paranın miktarını belirtmesi vacib değildir.
Müvekkilin vekalet vermeye razı olduğunu hissettiren bir lafzı söylemesi şarttır. Müvekküm vekiline: "Şu hususta seni vekil tayin ettim, onu sana havale ettim veya o hususta sen veküimsin." demesi gibi. Şayet müvekkil sadece: "Sat, azad et" derse bununla da izin gerçekleşmiş olur. Vekilin lafzen: "Kabul ettim." demesi ise şart değildir. Zayıf kavle göre kabulün lafızla olması şarttır. Bir başka zayıf kavle göre ise: "Seni vekil tayin ettim." gibi akid lafızlarına karşılık kabulün lafızla olması şarttır. Ancak: "Sat, azad et." gibi emir lafızlarına karşılık kabulün lafızla olması şart değildir. En sahih kavle göre, vekaleti bir şarta bağlamak sahih olmaz.
Vekaleti şarta bağlamanın caiz olmasını kabul etmemiz halinde müvekkilin tasarruf için bir şart ileri sürmesi caizdir. Müvekkil vekiline: "Seni vekil tayin ettim ve seni azlettiğim zaman vekilim-sin." derse, en sahih kavle göre: "Seni vekil tayin ettim." lafzı ile vekalet derhal geçerli olur. Şarta bağlanan vekaletten azledildikten sonra vekilin vekaletinin kendiliğinden iade olunup olunmadığı, konusunda iki vecih vardır. Bu iki vecih görevden almayı şarta bağlama hakkında da geçerlidir.
1. Mutlak ve Mukayyed Satışta Vekilin Uyacağı Hususlar
Müvekkil mutlak satış akdi için vekil tayin ederse, vekil malı akdin yapıldığı beldenin parasından başka bir para ile veya vadeli veya aşırı bir aldanma ile satamaz. Aşırı aldanmadan maksat, genellikle olması ihtimal dahilinde olmayan fazla bir aldanmadır. Vekil bu üç şekilden birine göre malı satar ve müşteriye teslim ederse malı tazmin eder.
Müvekkil malı vade ile satmak üzere vekil tayin eder ve vadeyi belirtirse, vekilin bu şarta uyması lazımdır. Vadeyi belirtmeksizin tayin ederse, en sahih kavle göre böyle bir vekalet sahihtir. Misli olan mallarda vade, halk arasındaki örfe göre takdir edilir.
Vekil, malı kendi adına satın alamaz ve küçük çocuğuna satamaz. En sahih kavle göre babasına veya baliğ olan çocuğuna satabilir. Satış akdi yapan vekil bedeli teslim alır ve malı teslim eder. Bedeli almadan malı teslim edemez. Bu şekilde davranmazsa malı tazmin eder.
Bir malı satın almak için tayin edilen vekil, ayıplı malı satın alamaz. Malı zimmetine bağlı olarak satın alır da malın ayıbını bilmezse ve bedele denk ise, mal müvekkile ait olur. Ancak malın ayıplı olduğunu bilirse, en sahih kavle göre mal müvekkilin olmaz. Aypılı mal bedele denk olmayıp, vekil ayıbı biliyorsa mal kendisinin olur. Şayet ayıplı olduğunu bilmiyorsa ve paraya denk değilse, en sahih kavle göre müvekkilin olur. Ayıplı olduğunu bilmeden malı satın almış ve müvekkil adına olmuşsa, bu takdirde hem vekil hem de müvekkil malı geri verebilir.
Vekil tayin edildiği işi yapabilecek durumda ise, müvekkilden izin almadan tayin edildiği iş için vekil tayin edemez. İşi güzel bir şekilde yapabilecek durumda değilse veya ona layık değilse müvekkilden izin almadan vekil tayin etmesi sahihtir. Şayet iş çok olur ve vekil tümünü yapmaktan aciz kalırsa, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre yapması mümkün olanın dışında kalan kısım için vekil tayin eder.
Müvekkil vekiline izin verip: "Kendine bir vekil tayin et." derse ve o da bir vekil tayin ederse, bu ikinci vekil birinci vekilin vekili olur. En sahih kavle göre ikinci vekil, birinci vekilin azledilmesi veya ölmesi gibi bir sebeple azlolması ile azlolur.
Müvekkil vekiline: "Benim için bir vekil tayin et." derse, bu ikinci vekil müvekkilin vekili olur. Keza hiçbir şart belirtmeksizin: "Bir vekil tayin et." derse, en sahih kavle göre müvekkil adına tayin edilmiş olur. Ben diyorum ki; bu iki durumda bir vekil, diğer vekili azledemez veya birinin azlolması ile diğeri azlolamaz.
Vekilin bir başkasını vekil tayin etmesini kabul etmemiz halinde, güvenilir birisini tayin etmesi şarttır. Müvekkil güvenilir birinin tayin etmezse, vekil başkasını tayin eder. Vekil, güvenilir birisini tayin eder de sonradan fasık olduğu anlaşılırsa, en sahih kavle göre onu azledemez. Allah daha iyi bilir.
2. Vadeli Mukayyed Satışta Vekilin Uyacağı Hususlar
Müvekkil vekiline: "Malımı falan şahsa veya şu günde veya şu pazarda sat." diye bir kayıt koyarsa vekilin müvekkilin emrine uyması lazımdır. Pazarı tayin etme konusunda bir vecih vardır: Belirtilen pazarla ilgili özel bir maksat yoksa, vekil malı başka bir pazarda satabilir.
Müvekkil: "Malımı yüz liraya sat." derse, vekil bu bedelden daha aşağı bir bedelle satamaz. Müvekkil vekiline: "Şu dinarla şu evsafta bir koyun satın al." der, vekil aynı evsafta iki koyun alır da bir koyun bir dinar değerinde değilse, müvekkil adına sahih bir akid olmaz. Her bir koyun mevcut dinara eşit ise, en zahir kavle göre akid sahihtir. Mülkiyet hakkı müvekkilindir.
Müvekkil, malının belli bir kısmı ile bir şeyi satın almayı emreder de vekil zimmetine bağlı olarak satın alırsa, alman mal müvekkilin olmaz. Keza müvekkil malı vadeli almasını emreder de vekil peşin satın alırsa, en sahih kavle göre müvekkil için geçerli sayılmaz. Vekil müvekkilin emrine muhalefet ederek malını satar veya aynı malla satın alırsa, böyle bir tasarruf geçersizdir.
Vekil müvekkilin ismini zikretmeden zimmetine bağlı bir malı satın alırsa, bu malı kendi şahsına satın almış sayılır. Müvekkilinin ismini zikreder de satıcı: "Bu malı sana sattım." derse, vekil ise: "Falan için satın aldım." diye cevap verirse, keza en sahih kavle göre mal vekil için olur. Eğer satıcı: "Müvekkilin Zeyd'e sattım." der, vekil de: "Onun için aldım." derse, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre akid geçersizdir.
Vekil, müvekkilin malı üzerinde güvenilir bir emanetçi hükmündedir. Her ne kadar ücret karşılığı tayin edilmiş ise de hüküm böyledir. Şayet vekil mala karşı kusur gösterirse, malı tazmin eder. Ancak en sahih kavle göre, bununla azledilmiş sayılmaz. Akdin hükümleri müvekkile değil vekile taallûk eder.
Malın görülmesi ve akdin geçerli sayılması akid meclisinden ayrılmaya göre dikkate alınır. Müvekkil değil de vekil bedelin mecliste teslim edilmesini şart koşmuşsa vekilin sözü geçerlidir.
Vekil bir malı satın alır da malın bedelini müvekkilden almış ise, satıcı bedeli vekilden ister. Müvekkil bedeli vekile ödememişse ve bedel belli bir mal ise, satıcı vekilden talep edemez. Bedel vadeli olup zimmette zikredilmiş ise, satıcı vekilden talep eder.
Müvekkil vekilin vekaletini inkar eder veya onu tanımadığını söylerse, satıcı hakkını vekilden talep eder.Vekilin vekaletini itiraf
ederse, müvekkilden isteyebildiği gibi en sahih kavle göre vekilden de talep edebilir.
Vekil zamin, müvekkil ise asıl hükmündedir. Vekil malı satıp bedeli alır ve bedel henüz eli altında iken telef olur da satılan malın bir başkasına ait olduğu anlaşılırsa, vekil de vekaletim itiraf ederse en sahih kavle göre, müşteri vekile müracaat eder. Sonra vekil müvekkile başvurur. Ben diyorum ki en sahih kavle göre, müşteri ilk başta müvekkile başvurur. Doğusunu Allah bilir.
3. Vekalet Akdi Caiz Olan Bir Akiddir
Vekalet akdi, hem vekil için hem de müvekkil için caiz olan bir akiddir. Müvekkil, vekil hazır iken onu azlederse veya "Vekaletini kaldırdım veya iptal ettim veya seni vekaletten çıkardım." derse vekil azledilmiş sayılır. Vekil hazır değilken azledilse hemen azledilmiş olur. Bir kavle göre, vekil azledildiğini Öğrenmedikçe azledilmiş olmaz. Şayet vekil: "Kendimi azlettim veya vekaleti geri verdim." derse azledilmiş sayılır.
Vekil veya müvekkil ölüm veya delilik gibi keza en sahih kavle göre, devamlı baygınlık gibi bir sebeple tasarruf ehliyetini kaybederse, azledilmiş sayılır. Müvekkilin tasarruf hakkının mülkiyetinden çıkması ile de vekil azledilmiş olur. Vekil, vekaletini unutarak veya zalimin zulmünden korkması gibi gizli bir maksatla vekaletini inkar ederse, azledilmiş olmaz. Fakat bir maksat olmaksızın vekaletini inkar ederse azledilmiş olur.
Vekil ve müvekkil vekaletin aslında veya sıfatında anlaşmazlığa düşerlerse; örneğin vekil: "Malı borca satmak için veya yirmi liraya satmak için beni vekil tayin etti." der, müvekkil de; "Peşin satmak üzere veya on liraya satm almak üzere vekil tayin ettim." derse, müvekkil yemini ile birlikte tasdik edilir.
Vekil, müvekkilin kendisine emrettiğini zannederek bir cariyeyi yirmi liraya satm alırsa, müvekkil de, "On liraya satm alması için izin vermiştim." diyerek ve yemin ederse, bu durumda bakılır: Vekil müvekkilin malının aynısı ile satm almış ve akid esnasında müvekkilin ismini zikretmişse veya malı falan kişi adına onun malı ile satm aldığını akidden sonra söylerse ve satıcı onu bu sözünde tasdik ederse her iki durumda da akid batıl sayılır. Şayet satıcı onu tekzip eder ve vekil tayin edildiğinden habersiz olduğuna yemin ederse, satın alma akdi vekil adına gerçekleşmiş olur. Keza malı borca satın almış ve müvekkilin ismini zikretmemiş veya zikretmişse ve satıcı onu müvekkilin ismini zikrettiğini tekzip ederse, en sahih kavle göre akid vekil adına gerçekleşmiş olur.
Satıcı, müvekkilin adını zikrettiği konusunda vekili tasdik ederse, akid batıl sayılır. Akdin vekil adına gerçekleştiğine karar verirsek müvekkilin: "Şayet yirmi liraya satın almak üzere sana em-retmişsem onu sana yirmi liraya satıyorum." şeklinde vekile teklifte bulunması için hakimin müvekkile ricada bulunması müste-habtır. Akdin kendisine helal olması için vekilin de: "Satın alıyorum." demesi lazımdır. Şayet vekil, "izinli kılındığım konuda tasarrufta bulundum." der ve müvekkil de bu iddiayı inkar ederse, müvekkil yemini ile birlikte tasdik edilir. Bir kavle göre, vekil tasdik edilir.
Malın telef olması konusunda yemini ile birlikte vekilin sözü kabul edilir. Keza malın müvekkile iade edildiği hususunda da vekilin sözü kabul edilir. Zayıf kavle göre ise, ücret karşılığı tayin edilen vekilin malı iade ettiği hususundaki sözü kabul edilmez. Şayet vekil, müvekkilin elçisine malı teslim ettiğini iddia eder de elçi bunu inkar ederse, elçinin sözü tasdik edilir. En sahih kavle göre müvekkilin, vekilin sözünü tasdik etmesi gerekmez. Eğer vekil: "Parayı aldım ve telef oldu." der, müvekkil de bu iddiayı inkar eder ve ihtilâf malı teslim etmeden önce olmuşsa müvekkilin sözü kabul edilir. Aksi halde (ihtilâf, mal teslim edildikten sonra olmuş ise) mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, vekilin sözü geçerli sayılır.
Borcun edası için tayin edilen vekil borcu ödediğini söyler de hak sahibi bu iddiayı inkar ederse, yemini ile birlikte hak sahibinin sözü kabul edilir. En zahir kavle göre, delili olmadıkça vekilin sözü, müvekkilin aleyhine tasdik edilemez.
Yetimin işlerine bakan kişi, yetim buluğa erdikten sonra malı kendisine teslim ettiğini iddia ederse, en sahih kavle göre delil göstermesi gerekir. Vekil (kendisine emanet bırakılan kişi) mal sahibi malını talep ettiğinde en sahih kavle göre: "Şahit getirmedikçe malım veremem." diyemez. Malı gasp eden kişi ile malı geri vermede sözü geçerli olmayan kişi, mal sahibi şahit göstermedikçe malı kendisine vermeyebilir.
Bir kimse borçluya gelerek: "Alacaklı sende bulunan borç malını veya malını almam için beni vekil tayin etti." der ve alacaklı onu bu sözünde tasdik ederse, malı ona teslim edebilir. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, vekil tayin edildiğine dair şahit göstermedikçe borçlunun malı ona teslim etmesi gerekmez.
Bir kimse borçluya, "Hak sahibi beni sana havale etti." der, borçlu onu bu sözünde tasdik ederse en sahih kavle göre, malı ona teslim etmesi gerekir. Ben diyorum ki şayet: "Ben hak sahibinin varisiyim." der ve borçlu onu tasdik ederse, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, malı ona teslim etmesi vacibtir. Allah daha iyi bilir.
M. İKRAR (İTİRAF)
(Şer'i ıstılahta ikrar, kişinin başkasına ait olup kendisi üzerinde bulunan bir hakkı haber vermesidir. İkrarın rüknü dörttür: İkrar eden, lehine ikrar edilen, lafız ve ikrar edilen şey.)
Mutlak tasarruf ehliyetine sahip olan kimsenin ikrarda bulunması sahihtir. Çocuk ve delinin ikrarı ise geçersizdir. Çocuk, dokuz yaşında iken ihtilâmla buluğa erdiğini iddia ederse, kendisine yemin verdirmeden iddiası tasdik edilir. Ancak yıl itibarıyla buluğa erdiğini iddia ederse, delil göstermesi istenir.
Sefih ve müflisin ikrarı ile ilgili hükümler yukarıda hacr ve iflas bölümünde açıklandı.
Kölenin ikrarı, cezayı gerektiren durumlarda kabul edilir. Köle, cezayı gerektirmeyen bir cinayet sebebi ile borçlu olduğunu itiraf eder de efendisi bu konuda onu yalanlarsa, borç kölenin zimmetine geçer, bedenine taallûk etmez.
Köle, bir akid sebebi ile borçlu olduğunu ikrar eder ve ticaret için kendisine izin verilmemişse, bu ikrarı efendisi hakkında geçerli olmaz. Ticarette izinli kılmmışsa, ikrarı efendisi için geçerli olur. İkrar edilen borçlar, kölenin kazancından ve elinde bulunan maldan ödenir.
Kişinin ölümcül hastalığında yabancı bir kimse hakkında yaptığı ikrar, keza mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre mirasçıları hakkındaki ikrarı sahihtir. Sıhhatli iken bir kimseye borcu olduğunu ikrar eden kişi, hastalığında başka bir kişiye daha borçlu olduğuna ikrar ederse bu, birinci kişinin borcunun ödenmesi için öncelik sebebi olamaz.
Bir kimse sıhhatli iken veya hasta iken bir kişiye borçlu olduğunu ikrar eder de öldükten sonra mirasçıları bir başkasına borçlu olduğunu söylerse, en sahih kavle göre bu birinci kişinin borcunun ödenmesinde öncelik sebebi olamaz. Zorlanan kişinin ikrarı sahih değildir.
Kendisi adına ikrar yapılan kişinin, ikrar edilen mala sahip olma ehliyeti bulunmalıdır. Örneğin bir kimse: "Şu hayvanın bende şu kadar borcu var." derse bu sahih olmaz. Ancak hayvanı kiralamak gibi bir sebeple sahibine karşı borçlu olduğunu söylerse sahihtir.
Bir kimse, Hind'in karnındaki ceninin veraset veya vasiyet yolu ile, "Bende şu kadar borcu var." diye ikrar ederse bunu ödemesi gerekir. Eğer borç kişinin mümkün olmayan bir yönüne isnat edilerek söylenirse bu ikrar boş sözden ibaret olur. (Kişinin, "Hind'in karnındaki cenin, bana borç verdi veya bana şu malı sattı." demesi gibi. Burada ikrarın yalan olduğu kesindir). En zahir kavle göre mutlak şekilde yapılan ikrar sahihtir.
Kendisi adına ikrar yapılan kişi, ikrar edeni yalanlarsa en sahih kavle göre, mal ikrar edenin elinde kalır. İkrar eden kişi tekzip edildiğinde ikrarından döner ve: "Ben ikrarımda hata ettim." derse, en sahih kavle göre sözü kabul edilir.
1. İkrar Lafzı
Lafız ikrarın bir rüknüdür. Bir kimse: "Zeyd'in bende şu kadar malı vardır." derse, bu ikrar olur. Kişi borcu için: "Üzerimde veya zimmetimde." veya her hangi bir mal için: "Beraberimde veya yanımda." derse, bu da ikrar olur. Ancak bir kişi bir başkasına: "Benim sende bin liram vardır." der o da cevap olarak: "Ölç, al, onu al, üstünü mühürle veya kesene koy." derse, ikrar olmaz. Şayet ona: "Bela, evet, doğru söyledin, beni ondan kurtardın, onu ödedin veya ben onu ikrar ediyorum." derse ikrar olur. Sadece: "Ben ikrar ediyorum veya ben onu ikrar ediyorum." derse ikrar olmaz. Şayet: "Şu kadar borcum sende değil midir?" der o da: "Bola veya evet" derse, bu ikrar olur. "Evet" lafzı hakkında bir vecih vardır: Bu lafızla ikrar olmaz.
Şayet alacaklı borçlusuna: "Sendeki bin liramı öde." der, borçlu da: "Olur, yarın öderim; bana bir gün veya oturuncaya kadar, keseyi açıncaya kadar veya anahtarı buluncaya kadar mühlet ver." derse, en sahih kavle göre bu bir ikrardır.
2. İkrar Edilen Mal
1- İkrar edilen mal, ikrar edenin mülkü olmamalıdır. Eğer kişi: "Zeyd'de olan evim veya elbisem veya borcum Amr'mdır." derse, bu geçersiz bir sözdür. Şayet kişi şu mal, falan kişinindir ve onu ikrar edinceye kadar mülkümdür derse; ilk sözü ikrar, ikinci sözü ise boş sözden ibarettir.
2- İkrar edilen malı, ikrar edilene teslim etmek için ikrar edenin elinde bulunmalıdır. Şayet kişi, elinde olmayan bir malı ikrar eder de sonra eline geçerse, ikrarın gereği yerine getirilir. Bir kimse bir başkasında bulunan kölenin hür olduğunu ikrar eder de sonra onu satın alırsa 6 kölenin hür olduğuna hüküm verilir. Sonraki ikrarında: "Onun aslı hürdür." derse, satın alması köle için fîdye yerine geçer.
Köleyi elinde bulunduran kişi, onu azad ettiğini söylerse, mezhepçe kabul edilen rivayete göre, müşteri açısından satış akdi fidye, satıcı açısından ise satış muamelesi olur. Bu takdirde sadece satıcı için meclis muhayyerliği ve şart muhayyerliği sabit olur.
Kişi üzerinde bulunan meçhul bir hakkı ikrar ederse, bu sahihtir. Meselâ, "Onun bende bir şeyi vardır." dediği zaman, o az da olsa mal olabilecek her hangi bir şey ise, yapacağı açıklama kabul edilir, ikrar edilen hak mal olacak durumda olmayıp mal olabilecek cinsten, mesela; bir buğday habbesi veya talim edilmiş köpek veya tezek gibi faydalanılması helal olan necis bir şey ise, en sahih kavle göre açıklaması kabul edilir. Fakat ikrar edilen hak domuz veya istifade edilmeyen veya köpek gibi mal edinilmesi caiz olmayan bir şey ise,açıklaması kabul edilmez. Kişi açıklamasında hastayı ziyaret etmek veya selâmı almak gibi bir hakkı kastederse, ikrarı kabul edilmez.
Bir kimse üzerinde herhangi bir malın veya değerli bir malın veya büyük bir malın veyahut çok malın olduğunu söylerse, ikrar edeceği şeyin en az miktarı kabul edilir. Keza ikrar edeceği şey ümmü veled olursa, en sahih kavle göre bu konudaki açıklaması kabul edilir. İtiraf edeceği şey köpek ve meytenin derisi gibi necis bir şey ise, ikrarı kabul edilmez.
Bir kimse: "Üzerimde böyle bir hakkı vardır." derse, bunun hükmü yukarıda geçtiği gibi: "Üzerimde bir şey vardır." demesinin hükmü gibidir. "Üzerimde bir şey, bir şey veya böyle böyle bir malı vardır." derse, tekrar yapmamış gibidir. Şayet: "Üzerimde bir şeyi ve bir şeyi veya şöyle ve şöyle bir hakkı vardır." derse, iki şey vermesi vacib olur. Eğer dirhem kelimesini nasp ile yani "dirhemen" veya ref ile "dirhemün" veya cer ile "dirhemin" şeklinde telaffuz ederek: "Üzerimde bir dirhemi vardır." diye itiraf ederse, bir dirhem ödemesi lazımdır. Şayet dirhem kelimesini "dirhemen" şeklinde nasp ile söyleyerek: "Üzerimde şöyle şöyle dihemi vardır." derse, mezhepçe kabul edilen rivayete göre, iki dirhem vermesi vacibtir. Ref veya cer haliyle söylerse bir dirhem vermesi gerekir. Eğer ref, nasp ve cer denilen her üç halde "vav" harfini zikretmeden itirafta bulunursa bir dirhem ödemesi lazım gelir. Eğer: "Üzerimde bin ve bir dirhemi vardır." derse, dirhem dışında elf (bin) hakkındaki açıklaması kabul edilir. Şayet üzerimde yirmi beş dirhemi vardır derse, en sahih kavle göre tümü dirhem olarak kabul edilir.
Bir kimse: "İkrar ettiğim dirhemlerin ölçüsü eksiktir." derse, bu durumda beldenin dirhemleri tam olur ve "eksik" lafzını ikrarı ile birlikte söylemişse açıklaması kabul edilir. İkrarından ayırarak söylerse açıklaması kabul edilmez. Beldenin dirhemlerinin ölçüsü eksik olur da "eksik" lafzını ikrarı ile birlikte söylerse, açıklaması yine kabul edilir. Keza İmam'm kesin beyanına göre ikrarından ayrı söylemişse de açıklaması kabul edilir.
Dirhemlerin bozuk olduğunu beyan ederse, bunun hükmü az önce geçen noksan dirhemlerin hükmü gibidir. Şayet: "Onun üzerimde birden ona kadar dirhemi vardır." derse, en sahih kavle göre dokuz dirhem vermesi lazım gelir. Şayet, "f " harfini beraberlik anlamında kullanarak, "Üzerimde on ile beraber bir dirhemi vardır." derse on bir dirhem, hesap yapmayı kastederse on dirhem vermesi lazımdır. Ancak "beraberlik veya hesabı" kastetmezse bir dirhem ödemesi gerekir.
3. İkrarın Bazı Nevileri
Bir kimse: "Kındaki kılıcı veya sandıktaki elbisesi yanım-dadır." derse, km ve sandığı vermesi gerekmez, "içinde kılıç olan kını veya elbise olan sandığı yanımdadir." şeklinde ikrar ederse, yalnız km ve sandığı vermesi gerekir. "Başında sarık olan kölesi yammdadır." derse, en sahih kavle göre sarığı vermesi gerekmez. Şayet: "Yanımda eğeri ile birlikte hayvanı veya nakışlı elbisesi vardır." derse, bunların tümünü, (hayvanı eğeri ile ve elbiseyi nakısı ile birlikte) vermesi lazımdır.
Bir kimse: "Babamın mirasında bin lira borç vardır." derse, bu babasının borcu bulunduğunun ikrarıdır. Eğer: "Babamdan aldığım mirasta bin lira borç vardır." derse bu, bin lirayı hîbe etmek üzere verilen sözün ikrarıdır. Şayet: "Onun bende bir dirhemi, bir dirhemi vardır." derse, bunu tekit için söylediğini kabul etmemiz halinde bir dirhem vermesi lazımdır. Ama, "Onun bende bir dirhemi ve bir dirhemi vardır." derse, iki dirhem vermesi gerekir. Eğer, "Bende bir dirhemi ve bir dirhemi ve bir dirhemi vardır." derse, ilk iki ikrar için iki dirhem vermesi lazımdır. Üçüncü ikrara gelince, bununla ikincisini tekit etmeyi kastederse bir şey vermesi gerekmez. Eğer bununla söze başlamaya niyet ederse, üçüncü bir dirhem vermesi gerekir. Keza üçüncü lafızla birinci lafzı tekit etmeye niyet ederse veya hiçbir şeyi kastetmeden söylerse, en sahih kavle göre, üçüncü bir dirhem vermesi lazım gelir.
Bir kimse müphem bir hakkı ikrar ederse, meselâ: "Onun bir şeyi veya bir elbisesi bendedir." derse, kendisinden bu hakkın ne olduğunu açıklaması istenir. Açıklama yapmamakta ısrar ederse en sahih kavle göre açıklama yapıncaya kadar hapsedilir. Şayet müphem olanı açıklar da kendisi lehine ikrar yapılan kişi onu tekzip ederse, hakkını açıklamalı ve iddia etmelidir. Reddetmekte ikrar yapanın sözü geçerlidir. Bir kimse: "Onun bende bin lirası var." der, ikinci günde yine: "Onun bende bin lirası var." derse sadece bin lira vermesi lazım gelir.
İkrar edilen hakkın miktarı ayrı ayrı olursa, az miktar çok miktara dahil edilir. Şayet üzerindeki hakkı kırık ve sağlam lira gibi ayrı ayrı iki sıfatla nitelendirir veya satış ve borç gibi ayrı ayrı iki cihete dayandırır veya: "On lirayı cumartesi günü aldım ve pazar günü de on lira aldım." derse, her üç halde de zikrettiği iki hakkı ödemesi lazımdır. Yani biri diğerine dahil olmaz. Şayet: "Onun bende içki veya köpek ücretinden bin lirası vardır veya bin lirasını ödedim." derse en zahir kavle göre bin lira vermesi gerekir.
İkrarı yapan kişi: "Henüz teslim almadığım kölenin parasından onun bende bin lirası vardır. Köleyi bana teslim ettiği zaman bin lirasını teslim ederim." derse, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, itirafı kabul edilir ve bu para o malın bedeli
olur.
Bir kimse: "Allah dilerse onun bende bin lirası vardır," derse, mezhepçe kabul edilen rivayete göre, bir şey vermesi gerekmez. Şayet: "Onun bende kendisine lazım olmayan bin lirası vardır." derse, bin lira vermesi lazımdır. Şayet kişi: "Onun bende bin lirası vardır." diyerek bin lirayı getirir ve: "Bu bin liradan kastım onun bendeki emanetidir." der, lehine ikrar yapılan kişi de: "Benim onda başka bin liram vardır." derse, en zahir kavle göre ikrarı yapan kişinin sözü yemini ile birlikte kabul edilir. Eğer: "Onun bin lirası zimmetimde-dir veya bende bin lira borcu vardır." derse, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, lehine karar verilen kişinin sözü kabul edilir. Ben diyorum ki; belirtilen hakkı vedia (emanet) kabul etmemiz halinde, en sahih kavle göre bu bir emanettir.
İkrarı yapan kişi, ikrardan sonra: "Bu emanet telef oldu veya emaneti geri verdim." diye iddia ederse, iddiası ve reddetme konusundaki iddiası kabul edilir. Şayet: "Bin lirası yammdadır veya bendedir." derse, bin liranın emanet olduğu, geri verdiği ve ikrardan sonra telef olduğu konusundaki iddiası kesin olarak doğrulanır. Allah daha iyi bilir.
İkrarı yapan kişi, satış akdi veya hîbe akdi yaptığını ve malı teslim aldığını ikrar eder de sonra bu akidlerin fâsid olduğunu ve akidlerin sahih olduğunu zannettiğini söylerse, akidlerin fâsid olduğu hakkındaki iddiası kabul edilmez. Ancak lehine ikrar yapılan kisiye yemin ettirebilir. Yemin etmekten çekinirse, ikrarı yapan kişi yemin eder ve akidlerden ibra etmiş olur.
İkrarı yapan kişi, "Bu ev Zeyd'indir, hatta Amr'mdır veya bu evi Zeyd'den gasp ettim hatta Amr'dan gasp ettim." derse ev Zeyd'e teslim edilir. En zahir kavle göre evin Amr'a ait olduğunu ikrar ederse, evin değerini Amr'a vermek üzere borçlu olur.
4. İkrarda İstisna Yapmak
İkrar edilenin tümünü kapsaması ve istisna ile müstesnanın ard arda söylenmesi şartıyla ikrarda istisna yapmak caizdir. Bir kimse: "Zeyd'in bende on lirası vardır, ancak dokuz lirası, ancak sekiz lirası müstesna." derse dokuz lira vermesi lazımdır.
Müstesnayı, cinsinden olmayan bir şeyden istisna etmek de sahihtir. "Onun bende bin lirası vardır, ancak elbise müstesna." demek gibi. Elbisenin de kıymetini bin liradan az bir değerle beyan etmesi lazımdır.
Belli olan bir şeyden istisna yapmak caizdir. "Bu ev onundur ancak şu oda müstesna veya şu dirhemler onundur ancak şunlar müstesna." demek gibi.
Belli olan eşyada kaide dışı bir vecih vardır: Belli eşyada istisna yapmak caiz değildir. Ben diyorum ki kişi: "Şu köleler Zeyd'indir ancak bir tanesi müstesnadır." derse, bu ikrarı kabul edilir ve istisna ettiği köleyi açıklaması istenir. Henüz açıklama yapmadan köleler ölür de bir tanesi sağ kalır ve o da sağ kalanı istisna ettiğini zannederse, en sahih kavle göre yemini ile sözü tasdik edilir. Allah daha iyi bilir.
5. Nesebi İkrar Etmek
Bir kimse; "Şu benim oğlumdur." diye birini kendine nispet ederek nesebi ikrar ederse, böyle bir ikrar şu şartlarla caiz olur:
1- İkrar edilen, ikrar edeni hissen ve şer'an tekzip etmemelidir. Onu tekzip etmesi demek, başkasının soyundan olduğunun bilinmesi demektir.
2- İkrar edilen kişi tasdik etmeye ehil ise, itiraf edeni tasdik etmelidir. Şayet ikrar edilen kişi buluğ çağında olur da onu tekzip ederse, ikrarı yapanın delili olmadıkça neseb tespit edilmiş olmaz. İkrar edilen küçük ise, ikrarı yapanın soyundan olduğu sabit olur. Şayet buluğ çağma gelir de ikrarı yapanı tekzip ederse, en sahih kavle göre nesebi geçersiz sayılmaz.
Bir kimsenin, küçük yaşta ölmüş çocuğun kendi soyundan olduğunu ikrar etmesi sahihtir. En sahih kavle göre, büyük yaşta ölmüş olanın da hükmü böyledir. İkrarı yapan kendine nispet ettiği ölü kişiye mirasçı olur.
İki kişi baliğ bir kişinin kendi soyundan olduğunu ikrar ederse, çocuğun kendisini tasdik ettiği kişinin soyundan olduğu sabit olur. İki kişinin neseplerine ilhak ettikleri küçük çocuk ile ilgili hükümler, Allah'ın izni ile ileride "lakid" bölümünde açıklanacaktır.
Bir kimse, cariyesinin çocuğu için, "Bu benim oğlumdur." derse, onun soyundan olduğu sabit olur, ama en zahir kavle göre; "ümmü velet" sabit olmaz. Keza, "Bu kadın çocuğumu mülkümde doğurdu." derse bununla ümmü veled sabit olmaz. Eğer, "Bu kadın mülkümde hamile oldu." derse, bununla istilât sabit olur. Şayet kişi cariyesi ile yattığını ikrar ederse, çocuğun kendisine ait olduğunu ikrar etmesine gerek kalmadan yatak sebebi ile çocuk ona nispet edilir. Cariyesi evli ise, çocuk kocasına aittir. Bu durumda efendisinin, "Bu çocuk benim çocuğumdur." demesi geçersizdir.
Nesebi başkasına ilhak etmenin hükmüne gelince kişinin: "Bu kardeşimdir veya amcamdır." derse, az önce geçen şartlara göre ilhak edilenin nesebi sabit olur. Kendisinin nesebine ilhak edilen kişi şu şartları taşımalıdır:
1- Nesebe dahil edilen ölmüş olmalıdır.
2- Nesebe dahil edilen kişinin ilhak edileni reddetmemesi en sahih kavle göre şart değildir.
3- İkrarı yapan kendisinin nesebine ilhak edilen kişinin malının tümüne mirasçı olmalıdır. En sahih kavle göre nesebe ilhak edilen ikrarı yapanın hissesine mirasçı veya ortak olamaz.
Akil ve baliğ olan mirasçı, beraberinde başka mirasçılar olursa, yalnız başına ikrarda bulunamaz. Mirasçılardan biri nesebi ikrar eder de diğeri ikrarda bulunmaz ve ölürse ve bu durumda ikrar edenden başka mirasçı da yoksa, ikrar ettiği kişinin nesebi sabit olur.Malın tümüne mirasçı olan çocuk bilinmeyen kardeşlerinin olduğunu ikrar eder, kardeşleri ise onun nesebini inkar ederlerse; bu inkarın bir faydası olmaz ve kardeşlerinin de nesebi sabit olur. Zahir olan mirasçı nesebe dahil edileni mirastan men ederse, mesela; ölünün kardeşi: "Şu çocuk ölen kardeşimin oğludur." derse, çocuğun nesebi tespit edilmiş olur fakat çocuk mirasçı olamaz.
N. ÂRIYE (İĞRETİ)
Muirin (ödünç verenin) teberru yapma ehliyetine ve ödünç malın menfaatine sahib olması şarttır. Kiracı, kiraladığı malı ariye (ödünç) olarak başkasına verebilir. En sahih kavle göre ödünç alan kişi malı Ödünç veremez. Müstair (ödünç alan), bir vekil vasıtasıyla maldan istifade edebilir. Meselâ ödünç aldığı hayvana kendi ağırlığında olan eşini veya hizmetçisini bindirebilir.
Mustaar (ödünç mal), aslı baki kalarak kendisinden yararlanılan bir mal olmalıdır. Cariyeyi, bir kadına veya mahremi olan bir erkeğe hizmet için ödünç vermek caizdir. Müslüman köleyi kafire ödünç vermek ise mekruhtur.
En sahih kavle göre ariye akdinin muir tarafından: "Şunu sana iare olarak verdim." veya müstair tarafından: "Şunu bana iare olarak ver." gibi bir lafızla söylenmesi şarttır. İkisinden birinin telaffuz ettiği lafza diğerinin uygun bir davranışla karşılık vermesi lafız için yeterli sayılır.
Bir kimse başkasına: "Ona yem vermen veya atını bana ödünç vermen şartı ile atımı sana ödünç veriyorum." derse, bu fâsid bir icare akdi olup ücret-i misli gerektirir.
Ariye iade edilirken bir masraf gerektiriyorsa, bu masrafın müstair tarafından ödenmesi lazımdır. Ödünç mal kullanmak sebebiyle değil de başka bir sebeple -kusur göstermeksizin olsa bile- telef olursa, müstair onu tazmin eder. En sahih kavle göre ödünç mal izin verilen işlerde kullanılması nedeniyle telef olur veya bir kısmı eksilirse, müstair zamin olmaz. Üçüncü bir kavle göre ise, ödünç malın tümü telef olursa müstair zamin olur.
Bir kimse kiracıdan kiraladığı malı iğreti olarak ister de eli altında iken telef olursa, en sahih kavle göre zamin olmaz.
Bir kimsenin hayvanı işine gönderdiği vekilinin elinde veya terbiye etmek üzere verdiği kişinin elinde telef olursa, o kişi zamin olmaz. Müstair, verilen izne göre ödünç maldan istifade edebilir. Meselâ; bir kimse buğday veya benzeri bir tahıl ekmek için tarlayı ariye alır ve muir başka bir şey ekmesini yasaklamamışsa, ekebilir. Ancak arpa ekmek için ariye almışsa, bundan üstün olan buğdayı ekemez. Fakat mutlak bir tahılı ekmek için ariye almışsa en sahih kavle göre akid sahih olup dilediği tahılı ekebilir.
Bir kimse, bina yapmak veya fidan dikmek üzere bir tarlayı ödünç alırsa sadece ziraat yapabilir. Bunun aksini yapamaz. En sahih kavle göre müstair, bina için Ödünç aldığı tarlaya fidan dikemez. Keza fidan dikmek için aldığı tarlaya da bina yapamaz. En sahih kavle göre, bir tarlayı mutlak şekilde ödünç akdi ile almak caiz değildir. Bilakis tarladan faydalanma şeklini belli etmek şarttır.
İğreti Akdi Caiz Olan Bir Akiddir
Ödünç akdi vekalet akdi gibi caiz olan bir akiddir. Taraflar diledikleri zaman emanet malı geri verebilirler. Ancak bir kimsenin mezarlık için ödünç verdiği tarlasını, oraya gömülen cenaze çürüme-dikçe geri istemesi caiz değildir.
Üzerine bina yapmak veya ağaç dikmek için tarlasını ödünç veren kişi belli bir zaman tayin etmemişse ve müstair binayı yaptıktan veya fidan diktikten sonra tarlasını geri isterse, muir de ağaç veya binanın meccanen söküp çıkarılmasını şart koşmuşsa, müstairin bu şarta uyması lazımdır. Tarladaki bina ve ağaçların sökülmesini şart koşmamışsa, müstair isterse, ağaç veya binayı söküp çıkarır. Söküm veya yıkım nedeni ile tarlada meydana gelen çukurları tesviye etmesi en sahih kavle göre gerekmez. Ben diyorum ki en sahih kavle göre, müstairin tarlada meydana gelen çukurları tesviye etmesi gerekir. Allah daha iyi bilir.
Müstair arzusu ile söküm veya yıkım işini yapmazsa, meccanen yapmaya zorlanamaz. Bu durumda tarla sahibi şu hususlardan birini yapmakta muhayyerdir: Bir ücret karşılığında fidanları tarlada bırakır veya fidanları söküp noksanlık farkını öder. Zayıf kavle göre ise, fidanların değerini ödeyerek mülkiyetine geçirir.
Muir yukarıda zikredilen hususlardan birini tercih etmezse, meccanen fidanları sökemez. Müstair tarla için bir ücret ödesin keza ödemesin en sahih kavle göre hüküm böyledir. Zayıf kavle göre ise, hakim tarlayı ve tarlada bulunanı satar ve bedeli hisseler nisbe-tinde taksim eder. En sahih kavle göre, taraflar muhayyer oldukları şıklardan birini tercih edinceye kadar hakim onları serbest bırakır.
Muir, ihtilâf giderilinceye kadar tarlaya girebilir ve ondan faydalanabilir. Müstair ise muirden izin almadan bakıp gezmek için tarlaya giremez. En sahih kavle göre sulama ve bakım işleri için tarlaya girebilir.
Taraflardan her biri kendilerine ait malı diğerine veya üçüncü bir şahsa satabilir. Zayıf kavle göre ise, müstair kendisine ait olan malı üçüncü bir şahsa satamaz.
Süreli olan iğretinin hükmü, mutlak iğretinin hükmü gibidir. Bir kavle göre süresi dolup muir tarlasını isteyince, noksanlık farkını ödemeden söküm işlerini yapabilir.
Bir kimse tarlasını ziraat için ödünç verir de henüz ziraat olgunlaşmadan geri isterse, en sahih kavle göre, ürün hasat zamanına kadar tarlada kalır. Bu durumda tarla sahibi istediği andan itibaren hasat vaktine kadar geçen süre için tarlanın ücretini alabilir.
Tarla belli bir süre için ödünç verilmişse, tarlayı alan kişi sözgelimi tohumu geç atmak gibi bir kusur işler de bu sebeple ürün belirtilen sürede biçilecek hale gelmezse, muir değer farkım Ödemeden ürünü söküp çıkarabilir.
Sel suyu tohumu başkasının tarlasına taşır da tohum orada ye-şerirse, mahsul tohumun sahibine ait olur. En sahih kavle göre, mahsûlü toplaması için tohum sahibi icbar edilir.
Bir kimse bir hayvana biner ve sahibine: "Onu bana ödünç olarak verdin." der, mal sahibi ise: "Hayır sana ücretle verdim." derse veya tarla sahibi ile ekin sahibi aynı şekilde anlaşmazlığa düşerlerse; mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre mal sahibinin sözüne itibar edilir. Keza kişi, mal sahibine; "Sen onu bana iğreti verdin." der, mal sahibi de: "Hayır onu gasbettin." derse ve bu durumda mal telef olursa, ikisi tazminat konusunda anlaşırlar. En sahih kavle göre ise, ödünç mal telef olduğu günün değerine göre tazmin edilir. En fazla değerine veya teslim alındığı günün değerine göre tazmin edilmez se
Mal sahibi gasp edilen malının daha fazla olduğunu iddia eder-, iddia ettiği ziyadelik için kendisine yemin ettirilir.
O. GASP
Gasp, haksız yere başkasının malını ele geçirmektir. Meselâ, bir kimse bir başkasının atma biner veya sergisine oturursa, her ne kadar bunları yerlerinden ayırmasa da gasp etmiş sayılır. Bir kimse bir başkasının evine girer ve onu evinden çıkarır veya eve girmese bile zor kullanarak onu evden çıkarır ve ona karşı zor kullanırsa evi gasp etmiş sayılır. Sonuncu meselede zayıf bir vecih vardır, yani gasp etmiş sayılmaz.
Bir kimse bir evin bir odasında oturur sahibini sadece oturduğu odadan men ederse, yalnız o odayı gasp etmiş olur.
Bir kimse istilâ etmek maksadı ile bir eve girer de sahibi evde yoksa, evi gasp etmiş sayılır. Şayet ev sahibi evde olur ve onu evden çıkarmazsa evin yarısını gasp etmiş olur. Ancak gâsıp ev sahibinden güçlü değilse, bir şey gasbetmiş sayılmaz.
Zorla alman mal mevcut ise, gâsibin derhal sahibine iade etmesi lazımdır. İade etmeyip eli altında iken telef olursa malı tazmin eder. Sahibinin elindeki malı itlaf eden kişi de onu tazmin eder.
Bir kimse yerdeki torbanın ağzını açarak içindekilerin dökülmesine sebebiyet verir veya torbayı açıp da düşürür ve içindeki dökülürse, malı ödemek zorundadır. Fakat torbanın ağzını açtıktan sonra rüzgar sebebiyle yere düşerse zamin olmaz.
Bir kimse kafesi açıp içerisindeki kuş uçarsa zamin olur. Sadece kafesin kapısını açar da kuş derhal uçarsa en zahir kavle göre yine zamin olur. Şayet bir süre geçtikten sonra uçarsa zamin olmaz.
Gasp edilmiş malı, bir başkası gâsıpten alırsa eli zamin eli olur. Malın gasp edilmiş olduğunu bilmez de sonra öğrenirse bunun hükmü gâsıbm, gâsıp kişiden aldığı malın hükmü gibidir. Yani eli altında iken telef olursa zimmetinde kalır. Keza malın gasp malı olduğunu bilmezse, ariye bahsinde olduğu gibi eli aslında zamin el olur. Eli vedia alanın eli gibi eman eli ise, karar gâsıbm aleyhine olur.
Bir kimse bir malı gasp eden kişiden yalnız başına alır da telef ederse, karar mutlak şekilde aleyhine olur. Yani malı tazmin eder.
Malı tazmin eden kişi başkasına takdim etmek sureti ile onu telefe teşvik ederse, telef eden kişi zamin olur. Bunun misali şudur: Kişi zorla aldığı malı ziyafet yolu ile başkasına yedirirse zamin olduğu gibi, keza en zahir kavle göre yiyen kişi de zamin olur. Buna göre, gâsıp kişi, gasp ettiği malı asıl sahibine takdim ederek yedirirse gasp eden borçtan kurtulmuş sayılır.
1. Gâsıbın Zimmetine Geçirdiği Mal
Bir kimse gasp ettiği köleyi telef eder veya semavi bir afetle adi (zamin) el altında iken telef olursa, o kölenin değerini tazmin eder. Kölenin hür kişide değer farkı takdir edilmeyen bir organını telef ederse, kıymetinden noksan olan farkı öder. Keza değer takdiri yapılan bir organı telef olur veya kendisi telef ederse, keza İmam'm ilk kavline göre noksanlık farkını öder. imam'm son kavline göre ise, kölenin telef edilen organının kıymeti takdir edilir. Bu kıymet hür kişinin organı için takdir edilen diyet gibidir. Kölenin elinin kesilmesi halinde kıymetinin yarısı ödenir.
Telef edilen veya bir cinayet sonucu telef olan sair hayvanların kıymetleri takdir edilir.
Hayvanlar dışında kalan mallar ise, ya benzeri bulunan veya kıymetlerine göre değerlendirilen mallardır. En sahih kavle göre benzeri bulunan mallar ölçülen tartılan ve üzerinde selem akdi yapılması caiz olanlara münhasır olan mallardır. Meselâ su, toprak, bakır, ham metal, misk, kafur, pamuk üzüm ve un gibi mallar benzeri bulunan mallardır. Esans ve hamur benzeri olmayan mallardır..
Misli bulunan mal telef edilir veya bir afet sonucu telef olursa, benzeri ödenir. Benzerini vermek mahzurlu ise kıymeti ödenir. .En sahih kavle göre gasp edildiği günden itibaren mislini vermenin mahzurlu olduğu güne kadar en yüksek değeri dikkate alınır. Eğer benzeri bulunan mal bir başka beldeye nakledilmişse; mal sahibi isterse geri getirilmesini teklif eder, isterse değerinin peşin ödenmesini talep eder. Mal geri getirildiğinde sahibine iade edilir. Şayet mal nakledildiği beldede telef olursa, mal sahibi benzerini iki beldeden birine göre (malm telef olduğu veya nakledildiği beldeye göre) talep edebilir. Benzeri mevcut değilse, en yüksek değeri takdir eden beldeye göre gâsibi borçlandırır.
Mal sahibi gasp edeni malm telef edildiği belde dışındaki bir beldede görürse, en sahih kavle göre mal da para gibi nakli bir masraf gerektirmiyorsa, malın benzerini talep edebilir. Nakil için bir masraf gerektiriyorsa benzerini talep etmeyebilir. Fakat malm telef edildiği beldenin raicine göre malm kıymeti ile gasibi borçlandırır.
Kıymetlerine göre değerlendirilen mallara gelince, gasp edildiği günden telef edildiği güne kadar olan kıymetin en yükseği tazmin edilir. Mal, zorla alınmadan telef olursa, telef olduğu günün kıymeti tazmin edilir. Zorla alınmamış köleye karşı cinayet işlenir ve bunun sirayetiyle telef olursa yine kıymetin en yükseği tazmin edilir.
Müslüman kişiye ait içki telef edilirse tazmin edilmez. Zımmi-ye ait içki ise dökülerek telef edilemez. Ancak alenen içer veya satışım yaparsa döktürülür. Şayet alenen kullanmazsa geri kalanı iade edilir. Keza müslümandan gasp edilen muhterem malm geri kalanı da sahibine iade edilir.
Put ve çalgı aletleri telef edilirse bunlar için bir şey ödemek gerekmez. En sahih kavle göre bu aletler aşırı tarzda kırılmamalıdır. Ancak, eski hallerine dönecek biçimde parçalarını ayırmak gerekir. Sahibinin zorluk çıkarması nedeniyle adaba uygun olarak kötülüğe mani olamayan kişi, kötülüğü en kolay şekliyle ortadan kaldırmalıdır.
Gasp eden kişi ev ve köle gibi bir malm menfaatini zamin el ile giderir veya gidermesine sebep olursa menfaati tazmin eder. Evde oturması, köleyi hizmetinde çalıştırması gibi. Bid'i menfaati giderir-se tazmin etmez. Cariye ile cinsel ilişkide bulunması gibi. Menfaatin gidermesine sebep olan zamin olur. Keza hür kişinin bedeninin menfaatini gideren en sahih kavle göre zamin olur.
Gasp edilen mal kullanılmaksızın eksilirse, noksanlık farkı ile birlikte bedelinin ödenmesi vacibtir. Keza kullanmak sureti ile menfaati noksanlaşırsa, noksanlık farkı ile birlikte bedelinin ödenmesi en sahih kavle göre vacibtir. Elbiseyi giyerek eskitmek gibi.
2. Zorla Alanın ve Mal Sahibinin İhtilâfı
Gâsıp, gasp ettiği malm telef olduğunu iddia eder, mal sahibi ise telef olmadığım söylerse, en sahih kavle göre gâsıp yemini ile birlikte doğrulanır. Gâsıp yemin ederse, en sahih kavle göre mal sahibi onu borçlandırır.
Malın değeri konusunda veya gasp edilmiş kölenin üzerindeki elbise veya tabii bir ayıp konusunda ihtilâfa düşerlerse, gâsıp yemini ile doğrulanır. Yeni peyda olmuş ayıp konusunda ise en sahih kavle göre mal sahibi yemini ile birlikte doğrulanır.
Gâsıp malın aynısını iade ederken değeri düşmüşse, bir şey vermesi gerekemez. Bir kimse değeri on dirhem olan bir elbiseyi gasp eder fiyatın düşmesi nedeni ile değeri bir dirheme, sonra elbiseyi giyerek eskittiği için yarım dirheme inerse, elbiseyi iade ederken beş dirhem vermesi lazımdır. Bu, telef olan kısmın (gasp edildiği günden itibaren telef edildiği güne kadar) en yüksek değeridir. Ben diyorum ki; bir kimse değeri on dirhem olan iki mesti gasp eder de bir tanesi telef olur ve geri kalanın değeri iki dirhem olup iade ederse veya bir tanesi gasp yolu ile veya sahibinin elinde telef olursa, en sahih kavle göre sekiz dirhem ödemesi lazımdır. Allah daha iyi bilir.
Malda peyda olan bir noksanlık malın telef olmasına sirayet ederse, buğdayı öğütüp un haline getirmek gibi, bunun hükmü telef edilen malın hükmü gibidir. Bir kavle göre malı noksanlık farkı ile iade eder.
Zorla alman köle cinayet işler de zimmetine bir mal taallûk ederse, gâsıp kölenin değeri ile telef edilen malın değerinden az olanı ile köleyi kurtarır. Cani köle gâsıbm eli altında iken telef olursa, kölenin sahibi gasıbı en yüksek değerle borçlandırır. Gasp edilen köle, birine karşı cinayet işlerse mağdur kişi, isterse gasibi borçlandırır, isterse hakkını sahibinin alacağı mala bağlar. Sonra köle sahibi hakkını gâsıp kişiden alır. Gâsıp cani köleyi sahibine iade eder de sahibi onu satar ve mağdur da hakkını bu ücretten alırsa, köle sahibi bu parayı gâsıp kişiden alır.
Bir kimse bir araziyi gasp edip toprağını başka bir tarafa naklederse, toprağı veya benzerini iade etmesi veya tarlayı eski haline dönüştürmesi için tarla sahibi gâsıp kişiyi icbar eder. Toprağı iade etmede bir gaye varsa, tarla sahibinin talebi olmasa da toprağı alan kişinin toprağı yerine iade etmesi gerekir. İade etmede bir gaye yoksa en sahih kavle göre izin almadan iade edemez.
Kuyu kazmanın ve tekrar doldurmanın hükmü, tarlanın hükmüne kıyas edilir. Kişi gasp ettiği toprağı iade ederken tarlada bir noksanlık olmazsa, değer farkını ödemez. Lakin gasp ettiği günden itibaren iade ettiği güne kadar geçen zaman için ücret-i misil öder. Eğer bir noksanlık olmuşsa ücretle birlikte noksanlaşan kısmın bedelini verir.
Bir kimse yağ gibi bir şeyi gasp eder, kaynatır ve bu sebeple kıymetinde değil de kendisinde bir eksilme olursa, malı ve en sahih kavle göre eksilen kısmın mislini; değerinde bir noksanlık olmuşsa sadece değer farkını ödemesi lazımdır. Şayet hem kıymetinde hem de kendisinde bir noksanlık olmuşsa, eksilen kısmı tazmin eder. Gasp edilen malın değerinde fazla noksanlık olmuşsa gâsıp malın geri kalanı ile beraber değer farkını da iade eder. En sahih kavle göre maldaki artış, kendinden önceki noksanlığı karşılayamaz. Bunun misali şudur: Gasp edilen cariye zayıflar, değeri eksilir ve sonra kilo alırsa; bu kilo önceki noksanlık farkını karşılayamaz. Cariyeyi geri iade ederken noksanlık farkını da ödemesi lazımdır.
Gasp edilen kişi gâsıbm elinde iken bildiği sanatını unutur da sonradan tekrar hatırlarsa, bu hatırlama evvelki unutmanın yerine geçer. Öğrendiği yeni sanat ise, alimlerin ittifakı ile unuttuğu sanatın yerine sayılamaz.
Bir kimse şırayı gasp eder de şıra rakıya dönüşür ve sonra da sirke olursa, en sahih kavle göre sirkeyi sahibine teslim eder. Sirkenin değeri düşük olursa, değer farkı ödemesi gerekir. Şayet rakıyı gasp eder ve sirkeye dönüşürse veya meytenin derisini tabaklarsa, en sahih kavle göre sirkeyi de deriyi de sahibine teslim eder.
3. Gâsıp Malda Meydana Gelen Artış
Gasp edilen maldaki artış kasaranın yaptığı gibi sadece bir iz şeklinde ise, bu sebeple gâsıbm bir şey ödemesi gerekmez. Mal sahibi -mümkün ise- malının eski haliyle iadesini veya değeri eksilmişse değer farkını isteyebilir. Maldaki artış tarlada bina yapmak veya fidan dikmek gibi bir ayın ise, binayı yıkması ve fidanları sökmesi için teklif edebilir.
Gâsıp, gasp ettiği elbiseyi aynı boya ile boyar ve boyayı giderme imkanı varsa, en sahih kavle göre gidermesi için icbar edilir. Boyayı gidermek mümkün değilse ve elbisenin değeri boya sebebi ileartmamışsa, bunda gâsıp için bir şey yoktur. Değeri düşmüşse, değer farkını ödemesi lazımdır. Şayet değeri yükselmişse her ikisi de kâra ortak olur.
Gâsıp, malı bir başka mala karıştırmışsa ve onu ayırmak mümkün ise -zor olsa bile- ayırması lazımdır. Ayırması mahzurlu ise, mezhepçe kabul edilen rivayete göre bunun hükmü malı telef edenin hükmü gibidir. Mal sahibi bu konuda gasibi borçlandırabüir, Gâsib, aynı malı iade etmelidir.
Bir kimse bir direk gasp eder de üzerine bina yaparsa, direğin çıkarılması lazımdır. Şayet geminin yapımında kullanılmışsa sökülür. Ancak bir canın veya masum olan iki kişinin malının telef olması korkusu varsa sökülemez.
Bir kimse gasp ettiği cariye ile cinsel ilişkide bulunur ve bunun haram olduğunu bilirse kendisine had cezası verilir. Haram olduğunu bilmezse ceza verilmez. Fakat her iki durumda da gâsıbıh mehir ödemesi lazımdır. Ancak cariye rıza göstermişse, en sahih kavle göre mehir vermesi vacib değildir. Cariye bu fiilin haram olduğunu bilirse kendisine had cezası verilir.
Müşterinin gâsıp kişiden satm aldığı cariye ile cinsel ilişkide bulunmasının hükmü, cariye ile cinsel ilişkide bulunması sebebi ile gasibe tatbik edilen had ve vermesi gereken mehrin hükmü gibidir. Mal sahibi müşteriyi mehir vermekle borçlandırırsa, en zahir kavle göre müşteri verdiği mehri gasp eden kişiden alamaz.
Müşteri veya gâsıp cariye ile cinsel ilişkide bulunmanın haram olduğunu bilerek cariyeyi hamile bırakırsa, doğan çocuk nesebi belli olmayan köle olur. Haram olduğunu bilmiyorsa, çocuk nesebi belli ve hür olur. Ancak müşteri, çocuğun doğduğu gün bir kölenin değeri ne ise o değeri cariyenin efendisine vermelidir. Müşteri verdiği değeri gâsıptan alır.
Mal müşterinin eli altında iken telef olur ve mal sahibi onu borçlandırırsa, müşteri bunu gasp eden kişiden alamaz. Keza en zahir kavle göre mal müşterinin yanında iken ayıplı hale gelirse, değer farkını gâsıpten alamaz. En zahir kavle göre müşteri maldan bir menfaat elde eder ve menfaatin bedelini öderse bunu gâsıptan alamaz.
Müşteri bir kazanç elde etmeksizin elinde bulundurduğu malın kazancı telef olursa, en sahih kavle göre ödediği bedeli gâsıtan alır. Yine en sahih kavle göre mal sahibi tarlasında inşa edilmiş binayı bozar veya dikilen fidanları söker ve müşteri değer farkım öderse bu farkı gâsıptan alır.
Mal sahibinin müşteriyi borçlandırdığı şeyi gâsıbm da ödemesi gerekiyorsa, müşteri bunu gâsıptan alır. Şayet mal müşterinin elinde iken telef olur da mal sahibi onu gâsıptan alırsa, gâsıp müşteriden alamaz. Mal sahibi gâsıbm ödemesi gerekmediği şeyi gâsıptan alırsa, gâsıb verdiği malı müşteriden alır. Ben diyorum ki; gâsıbm elindeki mal başkasının eline geçerse bunun hükmü, müşterinin hükmü gibidir. Allah daha iyi bilir.
P. ŞÜF'A (ÖNCELİK HAKKI)
Şüf a muamelesi, menkul mallarda olmaz. Ancak arsa ve içerisinde bulunan bina, ağaç ve bunlara bağlı olan şeylerde olur. Keza en sahih kavle göre, henüz belirlenmemiş meyvelerde de şüf a hakkı vardır. Müşterek olmayan tavan üzerinde yapılan odalarda, keza en sahih kavle göre müşterek olan tavanda yapılan odalarda ve bölüştürüldüğünde asıl amacı ortadan kalkan küçük hamam ve tek gözlü değirmen gibi şeylerde en sahih kavle göre şüf a hakkı olmaz.
Şüf a hakkı sadece malda ortak olan kişi için vardır. Bir ev satılır da yoldan geçiş hakkına ortak olanın şüf a hakkı olmaz. En sahih kavle göre müşteri için eve giden bir başka yol veya sokağa kapı açma imkanı varsa, geçişte şüf a hakkı vardır. Böyle bir imkan yoksa şüf a hakkı olmaz.
Eski şüf adarın mülkiyetinden sonra yeni ortağın mehir, hul', can diyeti, mukâteb kölenin taksitleri, kira ve selem akdinin ana parası gibi bir bedelle lazımî akid (taraflardan birinin izni olmadan diğerinin akdi feshetme hakkı olmayan akid) ile mülk edindiği malda eski şüf adarın şüf a hakkı vardır.
Şayet satış akdinde her iki taraf veya satıcı için muhayyerlik şartı koşulmuşsa, muhayyerlik müddeti bitmeyinceye kadar şüf a hakkı olmaz. Muhayyerlik hakkı yalnız müşteri için şart koşulmuşsa ve mülkiyetin müşteriye ait olduğunu kabul etmemiz halinde, en zahir kavle göre ilk ortak için şüf a hakkı vardır. Mülkiyetin satıcıya ait olduğunu kabul ettiğimiz takdirde, ilk ortak için şüf a hakkı olmaz.
Müşteri satın aldığı ortak malda bir ayıp görüp malı geri iade eder de şüf a hakkına sahip olan kişi maldaki ayıba rıza göstererek malı almak isterse, müşterinin ona icabet etmesi lazımdır. İki kişi bir evi veya evin bir kısmını satın alırsa, birinin diğerine karşı şüf a hakkı olmaz. Müşteri, satılan arazide hissesi varsa, en sahih kavle göre şüf a hakkı ile satılan hissenin tümünü değil ancak payına düşen miktarı satın alabilir. Örneğin üç kişi bir tarlada ortak olur da birisi hissesini satarsa onu almak isteyen ortak hepsini alamaz. Ancak payına düşeni alabilir.
Şüf a hakkı ile bir malı mülk edinmek için hakimin kararı, para ve müşterinin hazır bulunması şart değildir. Fakat şüf adarın: "Bu malı şüf a hakkı ile aldım veya mülk edindim." şeklinde bir lafız kullanması şarttır. Bu lafızla birlikte şüf adar, şüf a hakkı ile almak istediği şeyi üç şartla mülk edinir.
1-Şüf adarın malın bedelini müşteriye teslim etmesi. Müşteri bedeli teslim alınca veya hakim bedeli müşteriye gerekli kılınca şüf adar malı mülk edinmiş olur.
2-Müşterinin malın bedelini şüf adarın zimmetinde kalmasına rıza göstermesi.
3-Şüf adar hakimin meclisinde hazır bulunarak hakkını ispat ederse, en sahih kavle göre hakimin kararı ile malı mülk edinmiş olur. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre şüf adar görmediği ortak malı mülk edinemez.
Ortak Malın Bedeli
Bir kimse ortak olan malı misli olan bir mal ile satın alırsa, şüf a hakkı olan kişi de mislini vererek o malı satın alabilir. Şayet müşteri değer biçilen bir mal ile satın almışsa, şüf adar alış-veriş günündeki değeri ödeyerek satın alır. Zayıf kavle göre, muhayyerlik süresinin bitmesi ile akdin kesinleştiği günkü değeri dikkate alınır. Şayet müşteri malı borçla almışsa, en zahir kavle göre şüf adar isterse parayı peşin verip malı derhal alır, isterse vade süresi gelinceye kadar bekler ve malı o zaman alır. Kişinin şuf adar olduğu mal ile başka bir mal birlikte satılırsa şuf adar, şuf a hakkı ile payına düşen malı, (satış vaktindeki) değeriyle satın alır.
Bir kimse ortak olduğu malını mehir olarak verir ve şüf adar o malı almak isterse, malı asıl değeriyle değil mehr-i misilin değerine göre karşılığını vererek satın alır. Keza hul' bedelinin hükmü de aynıdır. Şayet müşteri, miktarı belli olmayan bir bedelle satın alır da henüz miktarı belli olmadan mal telef olursa, şüf adar malı alamaz. Şüf adar miktarı belli eder de müşteri paranın miktarının belli olmadığını iddia ederse, müşteri miktarı bilmediğine dair yemin eder. Şüf adar, müşterinin fiyatı bildiğini iddia eder de miktarı belirtmezse, en sahih kavle göre davası geçersiz sayılır. Müşterinin verdiği bedelin, bir başkasının olduğu anlaşıldığında bedel akid esnasında tayin edilmişse, satış akdi ve şüf a hakkı geçersiz sayılır. Malın bedeli zimmette olup bir başkasının olduğu anlaşılırsa, bu bedelin karşılığını verir ve satış akdi ile şüf a hakkı devam eder. Şüf adar bilmeden başkasına ait olan bedeli müşteriye verirse, keza en sahih kavle göre bilgisi olsa da şüf a hakkı batıl olmaz.
Müşterinin; satış, vakıf ve icare gibi bir muamele ile satın aldığı ortak malda tasarrufta bulunması sahihtir. Şüf adar, vakıf akdi gibi şüf a hakkı olmayan bir muameleyi bozup onu şüf a hakkı ile alabilir. Şüf adar, satış akdi gibi şüf a hakkı olan bir akdi isterse ikinci bir satışla alır, isterse akdi bozar veya ilk şüf a hakkı ile alır. Müşteri ile şüf adar paranın miktarında ihtilâf ederlerse, yemini ile beraber müşterinin sözü tasdik edilir. Keza müşteri malı satın aldığını inkar eder veya şüf a hakkını talep edenin mala ortak olmadığını inkar ederse, yemini ile beraber müşterinin sözü tasdik edilir. İlk ortak (satıcı) malı sattığını itiraf ederse, en sahih kavle göre ortaklık malı isteyen için şüf a hakkı sabit olur ve satıcı bedeli aldığını itiraf etmezse, bedel kendisine teslim edilir. Bedeli aldığım itiraf ederse, bedel şüf adarda mı kalacak yoksa hakim bedeli alıp muhafaza mı edecek? Bu konuda ihtilâf vardır. Bunun benzeri "İkrar" bahsinde geçmiştir. (Yani kendisine ikrar edilen, ikrar edeni tekzib ederse en sahih kavle göre mal onda kalır.)
Şüf ayı hak eden birden fazla ise, her biri malı kendi hissesi nispetinde satın alır. Bir kavle göre şüf a hakkına sahip olan her biri malı satın alabilir. İki ortaktan biri hissesinin yarısını birine, diğer yarısını da başkasına satarsa, ilk yarısında şüf a hakkı ilk ortağındır. Şayet ilk ortak malın ilk yarısındaki payını almaktan vaz-geçerse, en sahih kavle göre ilk müşteri malın ikinci yarısında onunla birlikte şüf a hakkına sahip olur. Payım almaktan vazgeçmezse, ilk müşteri ikinci hissede ortak olamaz
İki şüf adardan biri şüf a hakkından vazgeçerse, en sahih kavle göre şüf a hakkı düşer. Diğer şüf adar isterse malın tümünü satın alır, isterse satın almaktan vazgeçer. Fakat sadece kendi hissesini alamaz. Şüf a hakkı olanlardan biri hakkının bir kısmından vazgeçerse, tüm hakkından vazgeçmiş sayılır.
Akid esnasında iki şüf adardan biri hazır ise, bu şuf adar malın tümünü derhal satın alabilir. Hazır olmayan şuf adar geldiği zaman isterse ona ortak olabilir. En sahih kavle göre hazır olan ortak, diğeri hazır oluncaya kadar almayı geciktirebilir. Ortak malı iki kişi alırsa şüf a hakkı olan kişi isterse ikisinin payını, isterse birinin payını alabilir. Bir kimse iki kişinin ortak olduğu malı satın alırsa, en sahih kavle göre şüf adar iki satıcıdan birinin hissesini alabilir.
En zahir kavle göre şüf a hakkı acele üzere kullanılır. Şu halde şüf adar satış hakkını öğrenince, hakkını kullanmada örfe göre acele etmelidir. Şayet hasta veya müşterinin bulunduğu beldeden uzak olur veya bir düşmandan korkarsa, muktedir ise vekil tayin eder. Muktedir değilse, şüf a hakkını kullanmak istediğine dair şahit bulundurur. Muktedir olduğu halde vekil tayin etmez veya şahit bulunduramazsa en zahir kavle göre şüf a hakkım kaybetmiş olur. Şayet namaz kılmaktaysa veya banyoda veya sofrada ise, bu işlerini bitirinceye kadar bekleye bilir. Eğer geciktirir ve haber verene inanmadım der de, haber verenler adil iki kişi ise bu mazeret kabul edilmez. Keza en sahih kavle göre haber veren güvenilir ise de mazereti kabul edilmez. Haberci haberi kabul edilmeyen bir kişi ise mazur sayılır.
Satışın bin liraya yapıldığı şüf adara söylenir de sonra akdin beş yüz liraya yapıldığı anlaşılırsa, şüf adarın hakkı bakidir. Bin liradan fazla bir ücretle satılmışsa, hakkı batıl olur. Hak sahibi müşteri ile karşılaşır da ona selâm verir veya "Allah akdini mübarek eylesin" derse, hakkı batıl olmaz. Dua konusunda iki vecih vardır yani, bir veçhe göre hakkını kaçırmış olur. Hak sahibi şüf a hakkının olduğunu bilmeden hissesini satarsa, en sahih kavle göre hakkı batıl olur.