- Vefatının 25. yılında Cahit Zarifoğlu

Adsense kodları


Vefatının 25. yılında Cahit Zarifoğlu

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Tue 3 July 2012, 04:59 pm GMT +0200
Vefatının 25. yılında Cahit Zarifoğlu
Yakup ÖZTÜRK • 88. Sayı / EDEBİYAT


Cahit Zarifoğlu, Ocak 1987 tarihli son şiirinde şöyle diyor: “Ölüm başucumda/ bir melek elini uzatıyor bana/ Yapayalnız/ Bir yolculuk/ Ruhların beklediği bir yer var/ Orda/ Bir sığır gözü gibi bakıyor bana/ Ölüm/ Neden örtülerin altındasın, hadi çık/ Görün bana/ Zaman yol alıyor, O saat, ah o saat/ Kimbilir nerede konaklar/ Şatom kararıyor, ay ışığında mezar/ Lâmbayı yak anne, üşüdü parmaklarım/ Gidiyoruz azar azar” Şiirin devamında “Dün gece bana ölümüm gösterildi” dedi. Bu şiiri yazdıktan beş ay sonra Haziran 1987 tarihinde “ruhların beklediği” âleme göçtü Cahit Zarifoğlu. Vefatının yirmi beşinci yılından geriye dönüp baktığımızda bir yanıyla anlaşılmazlık kavramıyla bir kılınmış, bu sebepten de onun şiiriyle bir bağ kurmak isteyenler, bunu hep erteleme düşüncesine girmişlerdir; bir yanıyla da anlama zahmetine girmeden, onun bir şair olduğunu ihmal ederek, cami avlularında gitar çalarak anılan bir “Cahit abi” miti peyda edilmiştir. Modern Türk şiirinin Müslüman duyarlılığına sahip olup da nitelikli şiir üretebilmiş pek az şairi varken, Cahit Zarifoğlu’nun bu şiir serüvenindeki yerini belirlemek ve onu Müslüman kimliğini ötelemeden de şiir safında güçlü bir damar olduğunu anlatabilmek yerine, Zarifoğlu’na çiğ bir romantizmi reva görmek bir katliamdır.


Zarifoğlu okumamanın önündeki engeller
Zarifoğlu’nu okumamanın önünde iki engel var: Birincisi, anlaşılmadığı düşüncesinden dolayı okunmamak, okunması ertelenmek, ikincisi ise şiirin ve edebiyatın künhüne vakıf olamamış fanatik okur tarafından tüketilmek. Elbette, ikinci başlık çok daha tehlikeli sonuçlar doğuruyor. Estetikten, düşünceden uzakta bir slogan fanatizmine düşmüş insanlar arasında bir azınlık şairi olarak Cahit Zarifoğlu imajının çizilmesi, şairin asıl ulaşması gereken makam önündeki en büyük engel. Vefatının ardından yirmi beş yıl geçmesine rağmen hâlâ geniş katılımlı, nitelikli bir anma toplantısı ya da yayın yapılmadı. İslamcı kimliğini her an dillendirmekten çekinmeyen Cahit Zarifoğlu’nun şiiri, içinden çıktığı 1960’lar şiirinde apayrı bir güce ve tesire sahipti. 1960’lar, Türk şiirinde büyük bir kanal açmış, tesiri günümüzde de süren II. Yeni Şiiri’nin gümbür gümbür geldiği yıllardı. Cahit Zarifoğlu, yer yer bu şiire temas eden bir mısra bütünlüğü kursa da onlara inat yeni bir şiir yazılabileceğini gösterdi. Onun ardından Müslüman duyarlığıyla şiir yazıp, bunda da belli bir nitelik ve saygınlık kazanan şairimiz pek azken, Cahit Zarifoğlu’nun hâlâ küçük bir kesimin kurbanı olması sorunlu bir hâl. Ali Ayçil’in bir mısra kadar güçlü ifadesiyle “kabilesinin kurbanı olmuş bir şair”den söz ediyoruz. Bu mesele, elbette edebiyat kamuoyunun gündemine gelecek, Zarifoğlu şiiriyle ünsiyet kuranlar Zarifoğlu için daha hayırlı işler yapacaklar.

Hayatın merkezine kendisini alan şair
Maraşlı bir ailenin çocuğu olarak Ankara’da doğan (1940) Cahit Zarifoğlu, bir hastalığa boyun bükerek öte dünyaya göç ettiği 1987 yılına kadar kendisine bereketli bir yazı serüveni armağan etti. Kendisi gibi Türk Edebiyatı’nda önemli bir yere sahip Rasim Özdenören, Erdem Bayazıt, Alaaddin Özdenören gibi isimlerle genç yaşta Maraş’ta edebiyat faaliyetine başladı. Şiirler (Beyan Y.) başlığı altında toplanan dört şiir kitabı, romanlar, hikâyeler, piyesler ve çocuk kitapları kaleme aldı. Bunların her birinde kaleminin gücünü gösterebildi. Şiir dışındaki çabalarını tali bir unsur olarak görmedi. Kısa kısa Zarifoğlu’nun edebi türleri üzerinde durmamız mümkün. Cahit Zarifoğlu’nun ailesi, hayatı ve hayata bakışı hakkında malumat sahibi olmak isteyenler Rasim Özdenören’in “Kuşbakışı” başlıklı yazısına bakabilirler. Orada hayatın merkezine kendisini alan bir Zarifoğlu görecekler. Belki bu ifade bile onun, bir kalıba sığdırılmasının ne denli büyük bir hata olduğunu gösteriyor. Rasim Özdenören’le devam edelim. Şiirler’in girişinde yer alan kısa değerlendirmesinde Cahit Zarifoğlu’nun şiirini kapalı bulanları hatırlatarak şimdiye kadar hiçbir “aklı başında” eleştirmenin bu şiirleri reddedemediğini söylemiştir.

Anlaşılmaz değil, okundukça açılan şiir
Cahit Zarifoğlu’nun şiiri dendiğinde akla ilk gelen anlaşılmaz sıfatı düpedüz bir sorumluluktan kaçma ifadesi. Onun şiiri anlaşılmaz değil, okundukça açılan bir şiir. Yağmur suyu yedikçe sertleşen Horasan harcı gibi. Yüzyıllardır yapıları ayakta tutan da bu. Okundukça dili çözülen, güçlenerek dimağa gelen bu tabaka tabaka şiir, Zarifoğlu’yla yapılan mülakatlarda da hep buradan hareketle konuşuldu. Onun Konuşmalar adlı eserine bakanlar Zarifoğlu’nu daha yakından tanıma imkânı bulabilirler ancak Zarifoğlu’ndan ilk okunan kitabın Konuşmalar olması bu bahsettiğimiz önyargıyı daha da büyütebilir.

İnsanca ve artistçe
Yıllar öncesinde, ilk gençlik yıllarında bir grup Maraşlı genç Necip Fazıl’ı ziyarete gider. Aralarında Zarifoğlu da vardır. Necip Fazıl, Zarifoğlu’nun ahvâline baktıktan sonra söylediği ilk kelime “artist”tir. Konuşmalar’ı okuyarak Zarifoğlu’nu tanımak isteyenlerin söyleyeceği ilk kelime de bu olabilir, daha da kötüsü Zarifoğlu okumaktan uzaklaşabilirler. Ama unutmamak gerekir ki Zarifoğlu, tavrını “insanca ve artistçe” diye tarif etmiş. Sırası gelmişken belirtelim Konuşmalar, şiir yorumunu, poetikayı, edebiyat tarihini hiçe sayan ama edebiyat tarihinin vazgeçilmez bir malzemesi olan bir şairin konuşmaları...

Zarifoğlu şiirinin beslendiği kaynaklar
“Ustam yok, en çok okuduğum şair Cahit Zarifoğlu’dur” diyen, şiirinin bir dergide heyecanla yayımlanmasını bekleyen, çünkü ne yazdığını merak eden bir şairdi o. Şiirden ne anladığını bilmez, şiirin yorumlanmasını ya da anlaşılmaz olduğu için eleştirilmesini doğru bulmaz. İslam tarihini ve siyeri şiirinin başköşesi yapardı. Her iki kaynaktan da beslenmeyi bilmişti ama şiirinde bunu göze sokmamıştı. “Menziller” şiirinde dediği gibi “Sözün ve yolun baş çeşmesi ruhumun/ Canım içre sevinç verir sözlerin” diye ifade ettiği hadis-i şeriflere (sözlerin), şiirin devamında “Baktığın dağların düşüncesi bile ağlatır beni/ Hür olurum buyruklarını bir bir donansam sultanım.” mısraları Siyer-i Nebi’ye bir telmihti. Şu kısacık şiirde dahi Zarifoğlu’nun kaynaklarını görmek mümkün.
Cahit Zarifoğlu dinler tarihinden, siyerden ve hadislerden aldığını günceli yakalamak ya da bir meselenin çözümüne hizmet için kullanmıştı. Onun Afganistan merkezinde, (1979’da işgal edilmişti) Müslüman coğrafyasında yaşananlar için yazdıkları bunun somut bir göstergesiydi. “Yıldızlar Üstlerinde” şiirinde geçen “Orda şehitler Afgan/ Derler ki gel iman armağanıyla boyan” mısraları küçük bir temastır sadece. Hemen burada onun “İslam haritasında bir şair olmak isterdim.” dediğini hatırlayabiliriz. Her şeye rağmen dünyaya bakışının şiire yansımadığını ifade eder. İdeolojinin şiiri güçsüz kılacağını belirtir. Onu büyük şair yapan da budur: bildiri şiiri yazmamak!

Zarifoğlu şiirini anlamak için…
Zarifoğlu’nun biyografisiyle paralellik arzeden şiirini, ilk kitap olan İşaret Çocukları’ndaki imge yoğunluğunu ve bu kitapla birlikte şairine mahsus bir şiir dili kurduğunu, bunu daha sonraki kitaplarında peyderpey terkettiğini, buna rağmen Zarifoğlu’nu anlamanın yolunun modern şiirin kodlarını çözmekten geçtiğini hatırda tutmak; Zarifoğlu’nu büyük bir şairle karşı karşıya gelmiş olmanın hazzıyla okumamız gerekiyor. Babasının üç evlilik yaptığını, evde iki eşiyle birden yaşadığını bilmeden, Zarifoğlu’nun ilk gençlik aşklarını okumadan, yerli yersiz toplum içinde sessiz kalan bir delikanlının psikolojisini anlamadan, pilotluk yapamamanın sıkıntısını ya da müzikle meşgul olamamanın ızdırabını duymadan Zarifoğlu’nun okunması, sahiplenilmesi problemli bir hâle işaret. Belki bir gün onun şiiri psikanalitiğin imkânlarından istifade edilerek yeniden okunacak. Şiir bahsinde son olarak onun Batı Edebiyatı’ndan Nietzsche, Rainer Marie Rilke’den okumalar yapmış olduğunu, aldığı akademik disiplin dolayısıyla Alman Edebiyatı’na eğildiğini hatırlatalım. Belki burada Mavera dergisi de söz konusu edilebilir. Mavera dergisi; Karakoç’un Diriliş’i, Cemal Süreya’nın Papirüs’ü kadar önemli bir şair dergisi.

Roman ve başkalarının hayatını bilmek
Şair Zarifoğlu’ndan romancı Zarifoğlu’na geçtiğimizde bizi Afganistan’ın işgalinin ardından kaleme alınan Savaş Ritimleri ve yarım kalmış romanı Anne karşılar. Başkalarının hayatını bilmek merakının romanı büyüttüğünü düşünen Zarifoğlu, romanı kıymetli addetmez. Buna rağmen romanlar kaleme alması, bu türün imkânlarını bir kamuoyu oluşturmak için kullanmak istediğinden kaynaklanabilir. Kendisi de romanın ardından Savaş Ritimleri için roman tekniği açısından kitabı ele alan bir yazının çıkmadığını söyler. Afganistan’la ilgilenmeyi kendisine dert edinmiş bir yazardır Zarifoğlu. Afganistan’a gitmeden, anlatılanlardan yola çıkarak kaleme almıştır romanını. Firdevs Canbaz, bu romanın ilkin çocuk romanı olarak tasarlandığını belirtir. Bu sebepten olsa gerek, roman çocuğun gözünden anlatılıyor. Diğer romanı, belki de roman tasarısı Anne, otobiyografik izlerle örülü.

Zarifoğlu’nun romancılığından önce çocuk kitaplarıyla çocuk edebiyatına yaptığı katkı hatırlanmalı. Zarifoğlu, umulur ki zengin muhayyile gücüne eş değerde gördüğü çocuk dimağına hitap eden eserler de kaleme almıştı. Bir çocuk edebiyatı külliyatında yazar Zarifoğlu olarak değil, şiirden arta kalan yoncalardan Serçekuşu’nu, Yürek Dede ile Padişahı, Katıraslan’ı yazmıştı. Masalın, fantastiğin dünyasından beslenen bu metinler ayrıca ele alınıp değerlendirilmeli. Zarifoğlu’nun şiirinde çocuğun işgal ettiği yer ile muhatabı bizzat çocuk olan metinler arasındaki münasebet derinlikli bir yazı ile ele alınmalı.

Sonuç olarak, Cahit Zarifoğlu’nun Türk Edebiyatı’ndaki yeri acilen tespit edilmeli. Yedi Güzel Adam şairinin, bir şiirin gölgesinde heba edilmemesi gerekir. Zarifoğlu fanatizmi, şiirini okuma ve konuşmanın önüne geçtiyse bir felaketin eşiğindeyiz demek. Tıpkı, son on yıldır Ahmet Hamdi Tanpınar cereyanına tutulmamız gibi. Bir estet ve medeniyet mimarı Tanpınar’ın ardından atılan sloganlar kadar Huzur okunmadı.

Zarifoğlu çığırtkanlık suikastına uğruyor. Ruhu şâd olsun.