- Vatanın o hoş kokusu vardı

Adsense kodları


Vatanın o hoş kokusu vardı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Fri 25 May 2012, 01:37 pm GMT +0200
“VATANIN O HOŞ KOKUSU VARDI” MAHMUT DEVRİŞ’TE...
Atakan YAVUZ • 43. Sayı / EDEBİYAT GÜNDEMİ


Filistin direnişinin ve Arap Şiiri’nin büyük ismi geçtiğimiz günlerde yaşamını yitirdi. Şiirleri yirmiden fazla dile çevrilen şairin şiir gecelerinde kimi zaman stadyumlar dolar, taksi şoförüyle profesör yan yana mırıldanırdı mısralarını, kimi zaman da Derviş’in şiiriyle işgale gerekçeler bulunurdu İsrail Parlamentosu’nda. Çocuk yaşta şiir yazmaya başlayan Mahmud Derviş, bir milletin kimliğini küflü nüfus sayfalarına bakarak değil gözlerinin içine bakarak ve nabzını tutarak kayıtlara geçirmişti. Bu yüzden Filistin artık sadece bir toprak parçası değildir. Onun tüm şiirlerini yan yana koyun, tek bir kelime çıkar karşınıza: “Vatan”. Dostu Yaser Arafat’ın dediği gibi “vatan”ın o hoş kokusu vardı Mahmud Derviş’te… 

Kimimizin ismiyle kaderi bir çizgide kesişir ve bir daha ayrılmaz, yan yana giden iki kara tren gibi. Sanki görünmez bir makastar ayırıp birleştirir ömrümüzün raylarını; bazen sükût içinde yüzen bahçelere, ışık salıncaklarına, bazen de bombalanmış bir köyün dumanlı göğüne gönderiverir bizleri… İşte geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Mahmud Derviş de ismiyle müsemma yaşayanlardandı. İki ayrı dervişliği yan yana getirdi: Biri İsrail işgaliyle başlayan mecburî, diğeri şiirle başlayan gönüllü “derviş”lik. İlkinde dağlar, tepeler, sınırlar aştı: Filistin, İsrail, Mısır, Rusya, Ürdün, Lübnan… İkincisi ise yerle gök arası bir dervişlik idi. İki ayrı direnişi de birlikte örgütlemek durumunda kaldı; hem doğduğu toprakların işgaline karşı hem de ajitatif mecralara çekmek isteyenlere karşı. 

1941 yılında, şu anda İsrail sınırları içinde bulunan Akko kentinin köylerinden El-Berva’da bir çiftçinin oğlu olarak dünyaya gelir Mahmut Derviş, köyünün 1948 Arap-İsrail Savaşı sırasında saldırıya uğramasıyla ailesi ve dokuzyüzbin mülteciyle birlikte Lübnan’a kaçarlar. Evinden, yurdundan sürülen bir halkın hafızasında derin yaralar açan bu olaydan ziyade bir yıl sonra geri döndüklerinde daha trajik ve yıllar sonra bile unutamayacağı bir manzarayla karşılaşır. Dörtyüzden fazla köyle birlikte kendi köyleri de yerle bir edilmiş ve yeni, taşınması daha güç bir sürgün başlamıştır Derviş için. Kendi vatanında sürgün hayatı. İlk sürgünlüğü taşımak için halka, kendi vatanındaki sürgünlüğü taşımak için şiire omuz vermek gerekiyordu. Bu yaşlarda şiire başlar Mahmud Derviş, dedesinin öğrettiği Arapçayla.

İsrail’de Filistin vatandaşı olarak bir köyden ötekine geçmek için bile askerden izin alması gerekmektedir. Belki de bu şartlar altında yapılacak tek şey devlete muhalif olmaktır, Derviş de komünist olmayı tercih eder başlangıçta ve defalarca tutuklanır, evine mahkûm edilir, İsrail’in gadrine uğrar. 22 yaşında yazdığı ve oldukça ses getiren şiiri “Kimlik” kendisine kimlik kartını soran bir İsrailli polise yoksul bir Arap tarafından verilebilecek muhtemel cevapları içerir: “Kaydet Arabım, kartımın numarası belli değil… Selvilerden, zeytinlerden daha eskiye / Uzanmıştır köklerim… Kolla kendini kork benim açlığımdan / Kork benim öfkemden kolla kendini”.

1970 yılında “dönemin genç komünistlerinin Vatikan’ı sayılan Sovyetler Birliği’ne gider ve hayâl kırıklığına uğramış olarak bir yıl sonra Mısır’a geçer. 1973 yılında FKÖ’ye katılır. 1993’teki Oslo Barış Görüşmeleri’nde Arafat’ın teslimiyetçi tavrını eleştirerek aktif mücadeleden ayrılır. Filistin Devlet Deklarasyonu’nu yazmasına, şiirlerinin dillerde marş olmasına rağmen, dostu Arafat’ın Kültür Bakanlığı teklifini reddeder. Hatta halkının vefasız olmasına içerleyen Arafat’a; “Öyleyse kendine yeni bir halk bul’ diyecek kadar da gözü pektir. Çünkü ancak özgür bir halk eleştirilebilir Derviş için.

VATAN ÖNCE DİLDE İNŞÂ EDİLİR

Edward Said’in Filistin’in en görkemli ve zeki şairi dediği, kendi ülkesinin Aragon’u ya da Neruda’sı sayılabilecek  Mahmud Derviş, aslında kolaylıkla bir şiir kariyeri elde edebilirdi kendisine. Çünkü elinde hem bir ideoloji hem de bir hikâye, bir direniş hikâyesi vardı. İbranice dâhil birçok dili iyi derecede biliyordu. Ancak Derviş zor olanı, bir “aygıt” olarak değil bir “sanat formu” olarak şiiri tercih etti. (Hâlbuki dönemin Arap şiirinde bir silah olarak toplumcu şiir revaçta idi.) Bu durum iki tarafın eleştirilerine hedef olmak demekti. İsraillileri insanîleştirdiği için eleştirildi, intihar saldırılarını anlamaya çalıştığı için eleştirildi…

Belki de tüm bu zorlu mücadelelerin dip akıntısında tek bir mücadele vardı. Kendisini şiirden uzaklaştıran ne varsa oradan uzaklaştı, şiire yaklaştıran ne varsa oraya yaklaştı. Bir halkın şiirsiz bırakılmadan vatansız bırakılamayacağını bildiği için, vatanı dilde inşâ etmeye çalıştı. Böylece samimi, dürüst ve modern bir şair olarak iz bıraktı.

Geçtiğimiz Haziran ayında öleceğini sezmiş gibi  dervişane bir veda mesajı verdi dinleyenlere: “Başkalarını Düşün: Kahvaltını hazırlarken düşün başkalarını. Güvercinlere yem vermeyi unutma. Başkalarını düşün savaşırken, barış isteyen ötekileri. Su faturanı öderken, düşün sadece bulutlardan su içenleri. Eve giderken, kendi evine, çadırda yaşayanları düşün. Uyurken ve gezegenleri sayarken baş koyacak bir yastığı olmayanları… İmgelerle özgürleşirken sen, konuşma hakkı gasp edilenleri düşün. Ve uzaktaki ötekini düşünürken kendini düşün ve de ki: Keşke bir mum olabilsem şu karanlıkta”.