- Vakfın Malı Deniz Değil

Adsense kodları


Vakfın Malı Deniz Değil

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sat 12 November 2011, 02:26 pm GMT +0200
Vakfın Malı Deniz Değil!

Haziran 2008 33.SAYI

Ne yazık ki, kendi evimizde yapmayacağımız bir horlukla vakıf mallarını kullanıp onlara zarar veriyoruz. Ve işin en acı yanı da ne biliyor musunuz? O zararı, hizmet yaptığını sanan insanlar veriyor.

Yaratan’ın rızasına ulaşmak maksadıyla “yaratılanlar”a hizmet için kurulan vakıflar aynı zamanda binlerce insanın hakkının bulunduğu müesseselerdir. Bu yüzden oradaki en ufak bir hakka girme, aynı anda binlerce kişinin kul hakkına girmeyle neticelenir. Bu anlamda hizmetin hezimete dönüşmemesi, başka bir ifadeyle kanadından tuttuğumuzda bizi rızaya ulaştıracak hizmetin, kaybedenler halkasının ortasına düşürmemesi için azami dikkat göstermeliyiz.

Allah Teala, kul hakkıyla huzuruna çıkmamamız hususunda bizleri uyarıyor. Çeşitli ayeti kerime ve hadis-i şeriflerde mana itibariyle, “Ben hakkımı affedebilirim, ama kulumun hakkıyla bana gelirsen, o affetmedikçe ben onun yerine seni affetmem” buyuruyor. Bunun yanında Rabbimiz’in dilerse kul hakkını da  affedeceğine dair hadisler de var. Ancak bu çok özel lütfa mazhar olabileceğini kim garanti edebilir? Bunun için Peygamberimiz ve Allah dostları kul hakkı konusunda ciddi anlamda bizleri uyarıyor.

Kul hakkı konusunda büyükler öylesine titiz davranmışlar ki, hayrete düşmemek mümkün değil. Mesela bir gün Beyazıt Bistami Hazretleri çamurlu bir yolda yürürken kayıp düşeceği an bir duvara tutunup destek alır. Ancak duvardan biraz toprak aşınıp dökülünce hemen o duvarın sahibini bulur ve helallik ister. Mecusi olan duvar sahibi “Sizin dininiz bu kadar hassas mı?” diye sorar şaşırarak. Beyazıt Bistami de, “İslam’da kul hakkı var, eğer bu dünyada helalleşilmezse, mahşerde ödemek çok zordur. Rabbimiz kulun her günahını dilerse affeder ama kul hakkını affetmiyor. Onun için, mutlaka burada helalleşmek lazım. Aksi halde, cennete ulaşmak mümkün olmaz” der.

Şehitlik bile kul hakkını kaldırmıyor

Özellikle tek tek helalleşme imkanı asla olamayacak kalabalıkların hakları altında kalmak, korkunç bir neticeye götürebilir insanı. Eskiden kul hakkından korkan insanlar, vakıf arazisinden geçtikten sonra ayakkabılarını dahi çıkarıp silkelerdi “Vakıf malının tozu bile bize bulaşmasın, onca insanın hakkı sorulmasın” diye. Kul hakkına girmemeye gayret etmeli ancak varsa da onu, mahşerin dehşetini düşünerek o güne bırakmamalı. Sadece beklemesi bile azap olacak o günde beklememek için, kişi alacağı hakkından vazgeçiriliyorken, binlercesinin hakkını ödeyebilmek nasıl mümkün olur? Kul hakkı öylesine önemlidir ki, Efendimiz (s.a.v) bir hadislerinde bizleri uyarır ve “Şehitlerin, kul borcundan başka bütün günahları mağfiret olunur” sözleriyle buna vurgu yapar. Yani Allah dilemedikçe şehitlik bile kul hakkını kaldırmıyor. Yine Efendimiz aynı hususta, “Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, bir insan Allah yolunda üç defa şehit olsa bile, üzerindeki kul hakkı ödenmedikçe cennetteki makamına erişemez!..” buyurur.

Kul hakkı vebali altında bulunan kimseleri, Efendimiz (s.a.v) “müflis” olarak niteleyip, durumlarını şöyle anlatır: “Benim ümmetimden müflis o kimsedir ki, kıyamet gününde namaz, oruç ve zekat ile gelir. Ama şuna sövmüş, buna iftira etmiş, onun malını yemiş, berikinin kanını akıtmış, ötekini dövmüştür de, sevabından bir kısmı şuna, bir kısmı buna verilir. Üzerindeki kul hakları ödenmeden önce hasenât tükenirse, onların günahlarından alınıp, buna yüklenir ve sonra cehenneme atılır” (Buhari). Mesele çok açık. Kul hakkı bulunan kimse, amelleri salih de olsa hak sahipleri ile hesaplaşmadan cennete giremiyor.

Hz. Osman’ın yanlışlıkla kulağını çektiği ve hatasını anladığında da yanına çağırdığı kölesine “Sen de benim kulağımı çek!” diye kulağını çektirmesi, hatta kölenin hafif davranması üzerine “Ben daha sert çekmiştim; biraz daha sert çek de beni ahiret vebalinden kurtar!” demesi üzerine kölenin de “Ey halife! Daha fazla çekersem bu sefer de ben size borçlu olurum!” şeklinde cevap vermesi, neticede karşılıklı helalleşmeleri oldukça ibret verici.

Efendimiz’in (s.a.v) bile son demlerinde ashabına “Kimin üzerimde hakkı varsa gelsin alsın!” buyurarak kul hakkını düşünmesi, ahiretteki hesaplaşmanın ne kadar çetin olduğunu hatırlatır.

Evinizde de böyle rahat mısınız?

Bu şartlarda ahlaki kurallar bir yana, kul hakkından dolayı olsa dahi vakıfta bulunan her mala aşırı derecede titizlik göstermek zorundayız. Hatta kendi evimizin, büromuzun eşyasından da daha fazla özenli davranmak zorundayız oradakilere karşı. Çünkü işin ucunda helallik için kendilerine asla ulaşamayacağımız, hiçbir zaman tanıyamayacağımız binlerce, belki de milyonlarca insanın hakkı söz konusu. Fakat ne yazık ki, kendi evimizde yapmayacağımız bir horlukla vakıf mallarını kullanıp onlara zarar veriyoruz. Ve işin en acı yanı da ne biliyor musunuz? O zararın, hizmet yaptığını sanan kişiler tarafından verilmesi.  Diğer yandan o malın oraya hangi fedakarlıklarla konulduğunun da düşünülmesi gerek. Çok değil, bir lira bağış, sadaka vermemek için sırt dönülürken, yüzlerce liraya mal olmuş eşyalara gösterilen hodgamlık insanın canını acıtmalı.

Su değdiğinde dahi kabaracak bir tahta kapının, hortum tutularak yıkanması; elektrik süpürgesinin kulpu dururken hortumundan tutulup kaldırılması ya da çekilerek yerine konulması nasıl bir hizmet anlayışı ve içselleştirilmiş davranışla açıklanabilir? Öte yandan evlerimizde yerlere çöpleri atar mıyız ya da halının üzerine kirletecek bir şey döktükten sonra, orayı silmeden öylece bırakır gider miyiz? Veyahut çocuklarımızın duvarları, sandalyeleri çizmelerine, delmelerine, kapılara tekme atıp şiddetle çarpmalarına göz yumar mıyız? Elektrik ya da suları açık bırakır mıyız, deterjanları boca mı ederiz? Örnekleri çoğaltmak mümkün, ancak gerek yok: Okyanusu, bir damlası gösterir misali… Eğer bunları kendi eşyalarımıza yapmıyor ve yapılmasını istemiyorsak vakıf mallarına, o şekilde davranmayı nasıl açıklayabiliriz? Hainlikle mi, yoksa vurdumduymazlıkla mı? Hele bir de işin ucunda binlerce kişinin kul hakkı varken?!..

Rabia SULUK