rabia
Wed 10 March 2010, 09:52 pm GMT +0200
Vakf ve Hibe
Vakf üç şartla caiz olur:
1- Vakfedilen şey, zatı (aslı) baki kalmakla yararlanılabilen cinsten olmalı.
2- Vakf aslı kesilmeyen ve devam edebilen şey üzerine olmalıdır.
3- Vakfedilen şey mahzurlu (haram) olmamalıdır.
Vakf, vakfedenin ileri sürdüğü şartlara göre değerlendirilir. Üzerine vakfedilen kişilerin bir kısmına öncelik tanıması, bir kısmının sona bırakılması, bir kısmının eşit gösterilmesi veya bir kısmını üstün tutması gibi.
Vakf, aslı (zatı) baki kalmakla birlikte yararlanılması mümkün olan belirli bir malın hayır ciheti dışında her türlü tasarruftan menedilerek, Allah rızası için hapsedilmesine denir.
Vakfın asıl delili Allah-u Teala´nın şu ayet-i kerimesidir:
"Siz sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir." (Ali İmran: 3/92)
Ebu Talha (r.a.) bu ayeti duyunca, malından en çok sevdiği Büreyha adlı çok güzel bahçesini hemen vakfetmiştir. Peygamber (s.a.v.) bu davranışını kabul etmiş, hatta güzel bir davranış olarak görmüştür. [1]
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
"Ademoğlu öldüğü zaman amel defteri kapanır. Sadece şu üçü devam eder: Sadaka-i câriye, kendisinden faydalanılan ilim ve kendisine dua eden salih evlat." [2] Vakf, burda sadaka-i cariye hükmündedir. [3]
Vakfın Rükünleri
Vakfın rükünleri dörttür:
1- Vakfeden:
Vakfeden kişinin mükellef olması, hür ve serbest olması, hayır yapmaya ehil olması ve vakfettiği şeyin sahibi olması şarttır. Onun için çocuğun, delinin ve bunların velilerinin, zorlanan kişinin, savurganlıktan dolayı malı hacr edilmiş olanın, muvakkat veya sürekli o maldan faydalansın diye kendisi hakkında vasiyette bulunulmuş olanın vakfetme yetkileri yoktur ve vakıfları sahih değildir.
2- Vakfedilen şey:
Bunun şartı belirli bir mal olması, vakfedenin mülkü olması, bir şahsın mülkiyetinden başka birinin mülkiyetine intikale imkânı olması, mubah bir faydasının olması ve bu fayda olurken kendisinin yok olmamasıdır.
Bu şartlarda vakfedilen şeyin tarla ve ev gibi gayrimenkul olabileceği gibi kitap ve buna benzer menkul yahut ortak bir şey de vakf edilebilir.
Kaynar suyun, kuyuların, meyveleri için ağaçların ve süt, yün ve kılları için hayvanların da vakfedilmesi sahihtir.
3- Kendisine vakfedilen: Bu da iki kısımdır:
a) Muayyen (Belirli olan şeyler):
Kendisine vakfedilen muayyen (belirli) bir kimse ise, vakfedilen şeyin ona temlik edilebilecek özelliklerde olması şarttır. Mesela kişinin oğlu olmadığı halde oğluna vakıf yapması sahih değildir. Ayrıca kendisine vakfedilen kimse hazır ise, hemen onun kabul etmesi, hazır değilse haberi duyunca kabul etmesi veya mükellef değilse velisinin bu vakfedilen şeyi onun namına kabul etmesi gerekir. Vakfetme bir ma´siyete de (günaha) sebep olmamalıdır.
Zımmiye, ancak sahip olabileceği (gereğini kullanabileceği) bir şey vakfedilebilir. Onun için zımmi birine Kur´an-ı Kerim ve ilmi kitaplarla müslüman bir köle vakfetmek caiz değildir Mürted, müşrik ve kâfir birine vakf yapılamaz. Yapılsa da sahih değildir.
b) Gayri Muayyen (Belirli olmayan) yerler:
Bunun şartı ise günaha sebebiyet vermemesidir. Alimlere, mescidlere ve fakirlere vakf yapılabileceği gibi, zenginlere de vakf yapılabilir.
Ayrıca fasık ve zimmilere de vakfetmek caizdir. Çünkü bu durumdakilere sadaka verilebilir.
4 - Siga:
"Falan şeyi falan kimseye vakfettim" veya "Falan Şeyi falan kimse için sebil ettim" gibi vakfetmeyi ifade eden lafızlardır.
Bunun şartı ise ebedi olmasıdır.
Mesela: "Bir seneliğine vakfettim" demek sahih olmaz. Muhayyerliğin de olmaması gerekir.
Mesela; "Falan şeyi dilediği zaman geri vermesi" yahut ´´Falan kişinin kendisini ortak etmesi şartıyla vakfettim" demekle de sahih olmaz.
Kişi kendi eli altında bulunan maldan istediği kadar infak edebileceği gibi, o mal, kendisinden hayır görülsün diye kişilere veya herhangi bir hayır kurumuna hayır ettiği şartlar dahilinde bırakabilir.
Bu aslında çok hayırlı bir iştir. Çünkü malın sahibi mal zimmetinde iken veya kendisi hayattayken istediği gibi hayır için tasarrufta kullanabilir. Ama bu mal vakfettiği zaman ölümünden sonra da varislerinin bu malda herhangi bir hakkı kalmaz. Bu nedenle o mal hayır cihetiyle devam eder. İnsanoğlu hayatta iken böyle bir hayırlı işe teşebbüs etmişse öldükten sonra hayatta iken bu sevabı yapıyormuş gibi kendisi için gelir getiren bir yatırım gibi olur. İnsanoğlu hayattayken böyle hayırlı yollara başvurmamışsa ölümünden sonra o maldan sadır alabilecek hayırlı işler olsa da faydalanabilir diyemeyiz. Ancak başka cihetle faydalanıyorsa arası ayrı, yani Salih çocuk yetiştirmiş. O çocuk Salih olduğu için hayırlara tevessül etmişse o ayrıdır.
Vakıf apayrı bir konudur. Kendisinden hayır görülsün diye onu hayırlı yerlere hapsetmek. Kendisi bu işe bizzat vesile olduğu için büyük bir hayır adımını atmış oluyor. [4]
[1] Buhari, 607.
[2] Müslim, 1631.
[3] Kadı Ebu Şuca, Ğayetül-İhtisar ve Şerhi , Ravza Yayınları: 361-362.
[4] Kadı Ebu Şuca, Ğayetül-İhtisar ve Şerhi , Ravza Yayınları: 362-363.
HİBE (BAĞIŞ)
Satılması caiz olan herşeyin hibe edilmesi caizdir. Hibe kabzedilmesiyle gerçekleşir.
Kendisine hibe edilen kişi onu kabul ettikten sonra hibe eden onu geri alamaz, ancak hibe eden hibe alanın babası ise geri alabilir.
Kişi bir şeyi umra veya rukba ettiği zaman, mal umra edilen kişiye veya rukba edilen kişiye ve ondan sonraki varislerine geçer.
Hibe, bir insanın kendi hayatında karşılıksız olarak bir malını kesin bir şekilde başkasının mülkiyetine devretmesidir.
Hibede asıl delil şu ayeti kerimedir:
"Kadınlara mehillerini bir hak olarak verin (bununla beraber) eğer ondan birazını gönül hoşluğuyla size bağışlamış olurlarsa, onu da afiyetle yeyin" (Nisa: 4/4)
Hibenin delillerinden biri de Resuluîlah (s.a.v.)´ın şu hadisi şerifidir:
"Hiç bir komşu kadın, komşu kadının kendisine vereceği en basit bir hediyeyi bile küçümsemesin. Velev ki ona bir koyun tırnağı hediye etmiş olsun" [1]
Peygamberimiz (s.a.v.) başka bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
"Birbirinize hediye veriniz ki birbirinizi sevesiniz." [2]
Hibe, kişinin hayatta iken başkasına veya kendisinden hayır umulacak bir yere karşılıksız olarak mal vermek aktidir. Kişi başkasına faydalanması için bir mal verir ve bu malı bir süre sonra ondan alırsa hibe olmayıp ariye olur. Kişi hayatta iken bir malı başkasına vermeyip ancak ölümünden sonra ona temellükte bulunursa bu da hibe olamayacağı gibi vasiyet olur. Karşılık ile olursa satış olur. Bunda alış-veriş hükümleri işler.
Hibe müstehab olduğuna göre, akrabalara hibe etmek daha da faziletlidir. Çünkü bir yardımlaşma olduğu için sıla-ı rahm olan akrabalık bağını daha da kuvvetlendirmektedir. Kız ve erkek çocuğuna hibe eden bir babanın onlara eşit şekilde vermesi sünnettir.
Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Allah´tan korkunuz ve çocuklarınız arasında adaletli davranınız."[3]
Hibeye karşılık verilmesi sünnettir. Hz. Aişe (r.anha) şöyle rivayet eder: "Resulullah hediyeyi kabul eder ve hediye edene hediyesi karşılığında O da bir şey verirdi." [4]
Herhangi bir şey hibe edildikten sonra onu geri istemek caiz değildir. Geri isteyip alması haramdır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Hibe ettiğini geri alan kimse, ´kendi kusmuğuna dönüp yalayan gibidir." [5]
Ana-baba ve dedeler çocuklarına hibe ettiklerini geri alabilirler. Çünkü çocuk ve elindeki her mülkü ana-babasına aittir. Bu konuda Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Bağış veya hibe verip te sonra onu geri almak hiç bir kimseye helal değildir, ancak babanın çocuğuna verdiği müstesna" [6]
Baba çocuğa herhangi bir şey hibe eder, hibe olan şey çocuğunda mevcut olduğu sürece babanın onu geri alma hakkı vardır. Ama çocuğu hibeyi satmış veya sarfetmişse baba onu talep edemez. Anne ve dede de baba hükmündedir. [7]
Çocuklarına hibe edenin ayrım yapmaması ve eşit değerde hibe vermesi sünnettir. Şayet kendisine hibe edilenin ihtiyacından dolayı ve sevap için ona hibe verilmişse sadakadır. [8]
[1] Buhari, 2427; Tirmizi, 1623.
[2] El-Muvatta´, İmam Malik, 2908.
[3] Buhari, 2447; Müslim, I623.
[4] Buhari, 2445.
[5] Buhari, 2478, Müslim, 1622.
[6] Tirmizi, 2133; Nesei, 3720; İbni Mace, 2377.
[7] Kitabul Fıkh âla Mezahibil Erbaa, Hibe Bölümü.
[8] Kadı Ebu Şuca, Ğayetül-İhtisar ve Şerhi , Ravza Yayınları: 364-365.
Vakf üç şartla caiz olur:
1- Vakfedilen şey, zatı (aslı) baki kalmakla yararlanılabilen cinsten olmalı.
2- Vakf aslı kesilmeyen ve devam edebilen şey üzerine olmalıdır.
3- Vakfedilen şey mahzurlu (haram) olmamalıdır.
Vakf, vakfedenin ileri sürdüğü şartlara göre değerlendirilir. Üzerine vakfedilen kişilerin bir kısmına öncelik tanıması, bir kısmının sona bırakılması, bir kısmının eşit gösterilmesi veya bir kısmını üstün tutması gibi.
Vakf, aslı (zatı) baki kalmakla birlikte yararlanılması mümkün olan belirli bir malın hayır ciheti dışında her türlü tasarruftan menedilerek, Allah rızası için hapsedilmesine denir.
Vakfın asıl delili Allah-u Teala´nın şu ayet-i kerimesidir:
"Siz sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir." (Ali İmran: 3/92)
Ebu Talha (r.a.) bu ayeti duyunca, malından en çok sevdiği Büreyha adlı çok güzel bahçesini hemen vakfetmiştir. Peygamber (s.a.v.) bu davranışını kabul etmiş, hatta güzel bir davranış olarak görmüştür. [1]
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
"Ademoğlu öldüğü zaman amel defteri kapanır. Sadece şu üçü devam eder: Sadaka-i câriye, kendisinden faydalanılan ilim ve kendisine dua eden salih evlat." [2] Vakf, burda sadaka-i cariye hükmündedir. [3]
Vakfın Rükünleri
Vakfın rükünleri dörttür:
1- Vakfeden:
Vakfeden kişinin mükellef olması, hür ve serbest olması, hayır yapmaya ehil olması ve vakfettiği şeyin sahibi olması şarttır. Onun için çocuğun, delinin ve bunların velilerinin, zorlanan kişinin, savurganlıktan dolayı malı hacr edilmiş olanın, muvakkat veya sürekli o maldan faydalansın diye kendisi hakkında vasiyette bulunulmuş olanın vakfetme yetkileri yoktur ve vakıfları sahih değildir.
2- Vakfedilen şey:
Bunun şartı belirli bir mal olması, vakfedenin mülkü olması, bir şahsın mülkiyetinden başka birinin mülkiyetine intikale imkânı olması, mubah bir faydasının olması ve bu fayda olurken kendisinin yok olmamasıdır.
Bu şartlarda vakfedilen şeyin tarla ve ev gibi gayrimenkul olabileceği gibi kitap ve buna benzer menkul yahut ortak bir şey de vakf edilebilir.
Kaynar suyun, kuyuların, meyveleri için ağaçların ve süt, yün ve kılları için hayvanların da vakfedilmesi sahihtir.
3- Kendisine vakfedilen: Bu da iki kısımdır:
a) Muayyen (Belirli olan şeyler):
Kendisine vakfedilen muayyen (belirli) bir kimse ise, vakfedilen şeyin ona temlik edilebilecek özelliklerde olması şarttır. Mesela kişinin oğlu olmadığı halde oğluna vakıf yapması sahih değildir. Ayrıca kendisine vakfedilen kimse hazır ise, hemen onun kabul etmesi, hazır değilse haberi duyunca kabul etmesi veya mükellef değilse velisinin bu vakfedilen şeyi onun namına kabul etmesi gerekir. Vakfetme bir ma´siyete de (günaha) sebep olmamalıdır.
Zımmiye, ancak sahip olabileceği (gereğini kullanabileceği) bir şey vakfedilebilir. Onun için zımmi birine Kur´an-ı Kerim ve ilmi kitaplarla müslüman bir köle vakfetmek caiz değildir Mürted, müşrik ve kâfir birine vakf yapılamaz. Yapılsa da sahih değildir.
b) Gayri Muayyen (Belirli olmayan) yerler:
Bunun şartı ise günaha sebebiyet vermemesidir. Alimlere, mescidlere ve fakirlere vakf yapılabileceği gibi, zenginlere de vakf yapılabilir.
Ayrıca fasık ve zimmilere de vakfetmek caizdir. Çünkü bu durumdakilere sadaka verilebilir.
4 - Siga:
"Falan şeyi falan kimseye vakfettim" veya "Falan Şeyi falan kimse için sebil ettim" gibi vakfetmeyi ifade eden lafızlardır.
Bunun şartı ise ebedi olmasıdır.
Mesela: "Bir seneliğine vakfettim" demek sahih olmaz. Muhayyerliğin de olmaması gerekir.
Mesela; "Falan şeyi dilediği zaman geri vermesi" yahut ´´Falan kişinin kendisini ortak etmesi şartıyla vakfettim" demekle de sahih olmaz.
Kişi kendi eli altında bulunan maldan istediği kadar infak edebileceği gibi, o mal, kendisinden hayır görülsün diye kişilere veya herhangi bir hayır kurumuna hayır ettiği şartlar dahilinde bırakabilir.
Bu aslında çok hayırlı bir iştir. Çünkü malın sahibi mal zimmetinde iken veya kendisi hayattayken istediği gibi hayır için tasarrufta kullanabilir. Ama bu mal vakfettiği zaman ölümünden sonra da varislerinin bu malda herhangi bir hakkı kalmaz. Bu nedenle o mal hayır cihetiyle devam eder. İnsanoğlu hayatta iken böyle bir hayırlı işe teşebbüs etmişse öldükten sonra hayatta iken bu sevabı yapıyormuş gibi kendisi için gelir getiren bir yatırım gibi olur. İnsanoğlu hayattayken böyle hayırlı yollara başvurmamışsa ölümünden sonra o maldan sadır alabilecek hayırlı işler olsa da faydalanabilir diyemeyiz. Ancak başka cihetle faydalanıyorsa arası ayrı, yani Salih çocuk yetiştirmiş. O çocuk Salih olduğu için hayırlara tevessül etmişse o ayrıdır.
Vakıf apayrı bir konudur. Kendisinden hayır görülsün diye onu hayırlı yerlere hapsetmek. Kendisi bu işe bizzat vesile olduğu için büyük bir hayır adımını atmış oluyor. [4]
[1] Buhari, 607.
[2] Müslim, 1631.
[3] Kadı Ebu Şuca, Ğayetül-İhtisar ve Şerhi , Ravza Yayınları: 361-362.
[4] Kadı Ebu Şuca, Ğayetül-İhtisar ve Şerhi , Ravza Yayınları: 362-363.
HİBE (BAĞIŞ)
Satılması caiz olan herşeyin hibe edilmesi caizdir. Hibe kabzedilmesiyle gerçekleşir.
Kendisine hibe edilen kişi onu kabul ettikten sonra hibe eden onu geri alamaz, ancak hibe eden hibe alanın babası ise geri alabilir.
Kişi bir şeyi umra veya rukba ettiği zaman, mal umra edilen kişiye veya rukba edilen kişiye ve ondan sonraki varislerine geçer.
Hibe, bir insanın kendi hayatında karşılıksız olarak bir malını kesin bir şekilde başkasının mülkiyetine devretmesidir.
Hibede asıl delil şu ayeti kerimedir:
"Kadınlara mehillerini bir hak olarak verin (bununla beraber) eğer ondan birazını gönül hoşluğuyla size bağışlamış olurlarsa, onu da afiyetle yeyin" (Nisa: 4/4)
Hibenin delillerinden biri de Resuluîlah (s.a.v.)´ın şu hadisi şerifidir:
"Hiç bir komşu kadın, komşu kadının kendisine vereceği en basit bir hediyeyi bile küçümsemesin. Velev ki ona bir koyun tırnağı hediye etmiş olsun" [1]
Peygamberimiz (s.a.v.) başka bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
"Birbirinize hediye veriniz ki birbirinizi sevesiniz." [2]
Hibe, kişinin hayatta iken başkasına veya kendisinden hayır umulacak bir yere karşılıksız olarak mal vermek aktidir. Kişi başkasına faydalanması için bir mal verir ve bu malı bir süre sonra ondan alırsa hibe olmayıp ariye olur. Kişi hayatta iken bir malı başkasına vermeyip ancak ölümünden sonra ona temellükte bulunursa bu da hibe olamayacağı gibi vasiyet olur. Karşılık ile olursa satış olur. Bunda alış-veriş hükümleri işler.
Hibe müstehab olduğuna göre, akrabalara hibe etmek daha da faziletlidir. Çünkü bir yardımlaşma olduğu için sıla-ı rahm olan akrabalık bağını daha da kuvvetlendirmektedir. Kız ve erkek çocuğuna hibe eden bir babanın onlara eşit şekilde vermesi sünnettir.
Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Allah´tan korkunuz ve çocuklarınız arasında adaletli davranınız."[3]
Hibeye karşılık verilmesi sünnettir. Hz. Aişe (r.anha) şöyle rivayet eder: "Resulullah hediyeyi kabul eder ve hediye edene hediyesi karşılığında O da bir şey verirdi." [4]
Herhangi bir şey hibe edildikten sonra onu geri istemek caiz değildir. Geri isteyip alması haramdır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Hibe ettiğini geri alan kimse, ´kendi kusmuğuna dönüp yalayan gibidir." [5]
Ana-baba ve dedeler çocuklarına hibe ettiklerini geri alabilirler. Çünkü çocuk ve elindeki her mülkü ana-babasına aittir. Bu konuda Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Bağış veya hibe verip te sonra onu geri almak hiç bir kimseye helal değildir, ancak babanın çocuğuna verdiği müstesna" [6]
Baba çocuğa herhangi bir şey hibe eder, hibe olan şey çocuğunda mevcut olduğu sürece babanın onu geri alma hakkı vardır. Ama çocuğu hibeyi satmış veya sarfetmişse baba onu talep edemez. Anne ve dede de baba hükmündedir. [7]
Çocuklarına hibe edenin ayrım yapmaması ve eşit değerde hibe vermesi sünnettir. Şayet kendisine hibe edilenin ihtiyacından dolayı ve sevap için ona hibe verilmişse sadakadır. [8]
[1] Buhari, 2427; Tirmizi, 1623.
[2] El-Muvatta´, İmam Malik, 2908.
[3] Buhari, 2447; Müslim, I623.
[4] Buhari, 2445.
[5] Buhari, 2478, Müslim, 1622.
[6] Tirmizi, 2133; Nesei, 3720; İbni Mace, 2377.
[7] Kitabul Fıkh âla Mezahibil Erbaa, Hibe Bölümü.
[8] Kadı Ebu Şuca, Ğayetül-İhtisar ve Şerhi , Ravza Yayınları: 364-365.