- Ünite 11

Adsense kodları


Ünite 11

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ayşe
Fri 16 January 2015, 08:07 pm GMT +0200
ÜNİTE 11

HİTABET, ŞİİR VE MUĞÂLATA

Hitabetin Tanımı ve Gâyesi
Hitabet “güzel söz söyleme sanatı”dır.
Batı dillerinde “retorik” olarak bilinen hitabeti Aristo, “belli bir durumda elde var olan inandırma yollarını kullanma yetisi” olarak tanımlamıştır.
islâm Mantıkçıları hitabeti, “(Kesin ve güvenilir bilgiler (yakiniyyât) seviyesine çıkamamıĢ olan) makbulât ve maznunât cinsinden önermelerle kurulan kıyas” Ģeklinde tariff etmiĢlerdir.
Bu san’atın gâyesi, “insanları faydalarına olan Ģeylere yöneltmek, o konuda rağbetlerini artırmak, onların zararlarına olan Ģeylerden uzaklaĢtırmak veya nefret ettirmektir.” Arapça sözcüklerle, terhîb, terğîp, teĢvîk, tenbîh ve tenfîrdir. Kısacası muhatapları ikna etmeye çalıĢmak hitabetin gâyesidir.
Mantıkta Hitabetin Ele AlınıĢı
Bu konu ilk olarak Aristoteles’in Retorik adlı eserinde
işlenmiştir. Sözkonusu eser üç kitaptan oluşmaktadır:
Birinci Kitap’ta Aristo, retorik’in tanımını verip, inandırmak için örtük tasım ve örnek (temsil)lerin retorikte nasıl kullandığını açıklar. Sonra hitabeti adlî, politik ve törensel olarak üçe ayırıp, bu türleri ayrı ayrı ele alarak inceler.
İkinci Kitap’ta hitabet sanatının nasıl uygulandığını açıklayan Aristoteles, hatibin görevlerini sıralayıp, onun bu görevini yerine getirirken öfke-sakinlik, dostluk-düĢmanlık, korku-güven, utanç-utanmazlık, acıma, hiddet, kıskançlık, gıpta gibi coşkuların rolleri ve etkilerini ayrı ayrı inceleyip, bu coşkuların hitabette nasıl kullanılacağını örneklerle açıklar; çeşitli insan karakter tiplerini tanıtır ve (mümkün ve mümkün olmayan, geçmiş olgular, gelecek olgular ve derece olmak üzere) dört genel kanıtlama yolu üzerinde durur. Bu bölümün sonlarına doğru ise iki genel inandırma tarzı olan örtük kıyas ve örneği ele alarak detaylı bir şekilde işler.
Aristoteles, Üçüncü Kitapta önce, üslûp (biçem) konusunu ele alır ve her retorik türünün kendine özgü üslûbu üzerinde ayrı ayrı durur. Bu kitabın son kısmında ise hitabetin nasıl düzenleneceği konusu ele alınır.
Aristo’dan sonar gelen mantıkçılar da onun Retorik’ini temel alıp konuyu şu üç sacayağına oturtarak işlemişlerdir:
Hitabetin Yapısı, Öncülleri ve Unsurları
Hitabette delillerin sunulmasının mantıki bir sistemi olmalı ve bir yönteme dayalı olarak iĢlenmesi gerekir. Aristoteles ikna etmenin teknik olan ve teknik olmayan Ģeklinde iki türü olduğunu vurgulamıĢtır. Teknik olan hitabette ya temsil (örnek) ya da entimem (matvi kıyas, örtük tasım) kullanılır.
Hitabet, makbûlat ve maznûnat türü öncüllerden kurulmaktadır:
Kendisine itikad edilen, güvenilen, otorite kabul edilen kimselerden alınan bilgileri içeren önermelere makbulat adı verilir. Bunlar birer “otorite ilkesi” dir. Hitabette kullanılan ikinci tür öncül ise maznunâttır. Maznunât, belirti ve iĢaretlerden yola çıkarak aklın, zıttını mümkün görmesine rağmen, zann-ı gâlib ile tercihen hüküm verdiği önermelerdir.
Geceleri Ģüpheli bir Ģekilde dolaĢan hırsızdır; (maznunât)
Bu adam geceleri Ģüpheli bir Ģekilde dolaĢmaktadır;
O halde bu adam da hırsızdır. (maznunât)
HiTABETIN UNSURLARIna gelince, hitabette,
hatip (konuĢan kimse), hitap (üzerinde konuşulan konu) ve muhatab (dinleyici) olmak üzere üç temel unsur;konuşma tarzı,hareketler ve dış görünüş olmak üzere üç de yardımcı unsur bulunmaktadır.
iyi bir hatipte samimiyet, gâye ve inanç, gerçeğe bağlılık, konusuna hâkimiyet, muhatabı tanımak ve güvenini kazanmak, samimi ve inandırıcı olmak, dili güzel kullanmak, ses tonunu iyi ayarlamak, jeste ve mimiğe dikkat etmek, cesur olmak, sorulara açık olmak gibi özelliklerin bulunması gerekir.
Dinleyici (muhatap) karĢısında doğal olmak, onların doğasını dikkate almak, ilgilerini çekmek, seviyelerini gözetmek gerekir.
Bir konu ele alınırken üç nokta göz önünde tutulmalıdır.
1. inandırma yolları
2. Üslûp ya da dil,
3. Konuşmanın çeşitli bölümlere uygun düzenlenişi.
Hitabet Çeşitleri
Konularına göre hitabet beĢe ayrılmaktadır.
1. Siyasî hitabet,
2. Askerî hitabet,
3. Adlî ve hukukî hitabet,
4. Dinî hitabet,
5. Akademik hitabet.
Hangi zamanla ilgili konuĢulduğu esas alındığında Ģu üç retorik çeĢidi ortaya çıkar:
1. Politik hitabet: Daha ziyade gelecekle ilgilidir. Hitabet olmadan politika yapmak mümkün değildir; onsuz politika dilsizdir.
2. Adlî hitabet: GeçmiĢle ilgilidir. Bu, özellikle bireylerin suçlu ya da masum olduğunu ispatlamak için mahkemelerde kullanılan bir hitabet türüdür.
3. Törensel hitabet: Ağırlıklı olarak Ģimdiki zamanla ilgili olup, genellikle insanların erdem ve onurlarını övmek, kötü huyları ve zaaflarını yermek için kullanılır.
HİTABETİN BÖLÜMLERİ
Hitabet  giriŞ,   ifade (anlatı)   ispat ve   sonuç   olmak üzere dört bölümden oluŞur.
GiRiş’te konuşmanın hedefi belirlenir, çerçevesi çizilir ve sonucun ne olacağı ile ilgili öngörüde bulunulur. Bu bölüm, dinleyicinin konuya ilgisini artırmak amacıyla da kullanılabilir.
ANLATI’da konu delilleri ile birlikte iyi bir dille ortaya konur, tatminkar bir açıklama ile sunulur.
iSPAT bölümünde konuĢmacı, iddiasını kanıtlamak için kullandığı delilleri açıkça ortaya koymalı, gerekirse korku, güven, gıpta, dostluk gibi duyguları da ikna edici delillerle birlikte kullanmayı ihmal etmemelidir.
SONUÇ bölümünde hatip, dinleyicilerde kendisine yönelik varolan sempatiyi, rakipleri için de antipatiyi artırmalıdır.
 
Olgular ve deliller açıkça anlaĢıldıktan sonra, sonuçta dinleyicilerde acı, hiddet, öfke, nefret, kıskançlık gibi hisler uyandırmalıdır. Bu bölümün sonunda daha önce söylenmiĢ olan sözler gözden geçirilmeli, davanın ispatlanmasında kullanılan kanıtlar özetlenmeli, bazı önemli hususlar tekrar hatırlatılmalıdır.
Hitabetin Uygulanması Ne amaçla kullanılırsa kullanılsın hitabet üç Ģekilde icra edilir:
 
1. Doğaçlama: Ġrticalen, yani hatibin hiçbir yazılı belgeye bağlı kalmadan içinden geldiği gibi konuĢmasıdır. Oldukça etkili olan bir konuĢma çeĢididir. Bir dezavantajı vardır ki sadece hafızaya dayalı olarak konuĢulduğu için bazen konunun önemli kısımları ve bazı önemli ayrıntıları unutularak atlanabilir.
 
2. şematik: Bu tarz konuĢmalarda konunun ana hatları bir kâğıda yazılır. Daha sonra konuĢurken baĢlıklar halinde yazılmıĢ olan konu, örneklemelerle ve açıklamalarla iĢlenir. Fakat kısmen de olsa metne bağlı kalındığı için dinleyicilerle diyalog kurmakta bazı noksanlıklar görülebilir.
 
3. Okuma: KonuĢma yazılı bir metin haline getirilir ve bu metne sadık kalınarak dinleyenlere okunur.
Bunun en büyük avantajı konunun bütün yönleriyle herhangi bir bölümü unutulmadan anlatmaya fırsat vermesidir. Ancak yalnızca okunduğu, dinleyicilerle diyalog kurma imkânı yeterince olmadığı için, ikna sağlama doğaçlama kadar etkili değildir. Ayrıca vücut dilini kullanmak da bu yöntemde oldukça zordur. Bu san’atı iyi uygulayabilmek için konuĢulacak konuları iyi bilmek, dili iyi kullanmak, hayal gücünü kullanarak dinleyicilerde iyi bir etki oluĢmasını sağlamak gerekmektedir.
 
Hitabetin Değeri ve Yararı
Hitabetin değerinin anlaĢılabilmesi için öncelikle onda kullanılan “makbulat” ve “maznunât” öncüllerinin bilgi değerine bakmak gerekir. Ġnsanlara her zaman kesinlik arzeden yakınî bilgilerle konuĢma imkânı bulunamaz.
Hitabetin öğretici, yol gösterici, savunmacı ve ikna edici olması onun yararını dile getirici niteliktedir. Bu nedenle o, insan hayatında sosyal bir zorunluluktur Hitabetin değeri ve yararını daha açık bir Ģekilde anlamak için onun ahlak ve siyasetle olan iliĢkisinin düĢünülmesi gerekmektedir.
Hatip dürüst davranmalı, özellikle konuĢma gücünü kötüye kullanmamalıdır.
 
ŞİİR (Poetica)
“Şiir”, Arapça bir sözcük olup, lügatte, bir şeyi kavramak, bir şeyin farkında ve bilincinde olmak, bir sözü manzum olarak söylemek anlamlarına gelmektedir.
islâm mantıkçıları, bir mantık terimi olarak şiiri “muhayyelât (hayal gücüne dayalı öncüller) dan kurulmuş sırf nefse neşe vererek onu bir şeye yönlendirmek veya onda nefret uyandırarak söz konusu şeyden alıkoymak amacıyla kurulan kıyastır” şeklinde tanımlamışlardır.
şiir, vezinli ve düzgün kafiyeli sözlerden kurulan hayal gücüne dayalı bir sanattır.
 
Tarihçe
Mantıkta şiirin ne olduğunu, çeşitlerini ve bunların nasıl işlediğini biz ilk olarak Aristo’nun Poetica adlı eserinden öğrenmekteyiz. Aristo bu eserinde, ilkin genel olarak Ģiir sanatının ne olduğu, sonra Ģiir sanatının türleriyle bu türlerin teker teker ne oldukları, sonra da bir Ģiirin baĢarılı bir Ģiir olabilmesi için onda konu/öykünün ne Ģekilde iĢlenmesi gerektiği, bir Ģiirin bölümleri sayısı ile bunların özellikleri ve Ģiirde iĢlenen yanlıĢlar, Ģiire yöneltilen eleĢtiriler ve bunların çürütülmeleri konularını incelemektedir. Bu yapıtın ağırlığını, trajedi ve onu oluĢturan altı öğenin uzunca incelenmesi oluĢturmaktadır. Aristo, Ģiir san’atının varlığını insan doğasındaki taklit içtepisine ve hoĢlanma duygusuna dayandırır. Ona göre sanatın taklit ettiği Ģey, karakterler, heyecanlar ve elemlerdir. Melodi hiçbir zaman ritimsiz varolamaz.
islâm dünyasında Farâbi ve onu takip edenler, (şiiri edebiyat türü olarak gören) Aristo’dan farklı olarak, şiiri hem şekilsel, hem de mahiyet olarak bir mantık işi, daha da özel olarak bir kıyas işi olarak görmüşlerdir. islam’dan önce özellikle Araplar şiirde pek ileri olduklarından, Yunan şiirinden ve onun türlerinden etkilenmemişlerdir; hatta bu yüzden, Aristo’nun diğer mantık eserlerine kıyasla Poetica gerekli ilgiyi görmemiştir.
Aristo’da olduğu gibi, Farâbi’de de şiir yalancı bir ispatlama yoludur. Her ikisine göre de şiir şairin karakterini yansıtır.

şiirin Mahiyeti
Zihin Ģiirde kıyası kullandığı için bu san’at mantık disiplininde incelenmiştir. şiir, önermeleri veya hükümleri hayal gücüne dayalı, doğruluğu muhal olan kıyasları içerir.
“içki, akıcı bir yakuttur.”,
“Bal acı bir kusmuktur !”.
Bir Şiirin tam bir Şiir olabilmesi için üç unsur aranır:
1. Vezin: Vezin, musiki ve güzel bir ses ve uygun nağme ile olursa nefislerdeki etkisi çok büyük olur. Her sesli nağme bir hâli (yani kızgınlığı, sevinci, üzüntüyü) yorumlar. Nâme vezne bitişince Şiirin hayal gücündeki etkisini arttırır.
2. Sözler: Bunlarla bizzat Şiirin lafızları kastedilir.
 
3. (Hayali ifade eden sözlerdeki) anlamlar:
Bunlar Şiirin oluşmasında esas olan muhayyelât türü önermeler ve şiirin kendisiyle kurulu olduğu maddelerdir. şiirde olgular aşırı biçimde yüceltilir de, aşağılanır da. Örneğin, sevgili övülünce “gül yüzlü”, yerilince “egzama suratlı!” denebiliyor.
Temsil, şiir sanatında en çok kullanılandır.
şiir kaynağını, taklit etme güdüsüne borçludur.
Dil, coşkuyu ve karakteri dile getiriyorsa ve konusuna/içeriğine denk düşüyorsa uygun olacaktır.
Dilde canlı ve çekici deyişler bulunmalıdır.

şiirde Kafiye ve Veznin Önemi
şiir uygun bir vezinle ve güzel sesle inşadı
edilirse nefsi etkileme gücünün artacağı
aşikârdır. Bu durum Şiirin gayesi açısından önemlidir.
Çünkü Şiir, insanı bir Ģeye yöneltmeyi veya ondan alıkoymayı gaye edindiğinden vezin
ve kafiye ile söylenirse amacına daha kolay
ve daha etkili bir biçimde ulaşacaktır.

şiir Türleri
Farâbî şiir çeşitleri ile ilgili özetle şu bilgileri verir: şiirsel beyanlar, ya vezinlerine ya da anlamlarına (maânî) göre sınıflandırılabilirler. Arap ve Fas şairleri şiiri, hicv, medih, atışmalar, muamma, mizahi, gazel, tavsîfî ve benzeri kısımlara ayırırlar.
Yunan şiirinin önemli türleri şunlardır:
Trajedi: işiten veya onu okuyan herkese zevk veren özel bir vezni olan bir şiir türüdür. Trajedinin görevi acıma ve korku uyandırarak ruhu tutkulardan temizlemek (katharsis)dir. Trajedide ortalamadan daha iyi olan karakterler taklit edilmek istenir.
Komedi: Komedi, gülünç olanı taklit eder. Gülünç olanın özü ise soylu olmayışa ve kusura dayanır. Komedide ortalamadan daha aşağı karakterler taklit edilmek istenir.
Drama: Savaşlarda gazap ve üzüntü anlarında kullanılırdı. Bunda, atasözleri gibi meşhur sözler zikredilir.

şairlerin Sınıfları
Birinci şair sınıfı, tamamen şiir sanatını bilenlerdir. “Kıyas yapan” şairler ismine hakkıyla layık olanlar bu şairlerdir.
ikinci şair grubu, şiir yazma ve okumada tabii bir vergiye ve yeteneğe sahip olanlardır.
Üçüncü sınıf, kendilerinin hiçbir şiirsel yetenekleri olmaksızın veya sanatın kanunlarını anlamaksızın, ilk iki sınıf şairlerin faaliyetlerini devam ettirerek, onları taklit edenler teşkil eder. En çok yanılgılar ve hatalar bu sınıf şairler arasında olur.

şiirin Gâyesi, Önemi ve Faydası
Mantıkta şiir, insanların bir şeyi yapması veya yapmamasını temin etmek için kullanılır. Bundan dolayı islâm mantıkçıları şiirin gâyesini, “bir şeyi nefse hoş ya da kötü göstermek sûretiyle ona etki etmektir” şeklinde tespit etmişlerdir.
şiir gerek dinî, siyasî ve içtimaı gibi genel alanda, gerekse ferdî olan özel alanda olsun sıralayacağımız şu faydaları sağlar:
* Halkın dini inançlarını veya siyasi kanaatleri konusundaki gayretlerini etkileme, onları eyleme geçmede tetikleme.
* İnsanları yanlış davranışlardan alıkoyma ve iyi davranışlara sevketme.
* Sevgiliye olan iştiyakı ve özlemi alevlendirme.
* Liderleri övgü ile yüceltme, hasımları aşağılama veya hicvederek küçümseme.
* Eğlence meclislerinde olduğu gibi tatlı heyecan ve sevinç-coşku uyandırma, keder-hüzün meclislerinde olduğu gibi acıyı, elemi, hüznü harekete geçirme.
* Kişiyi etkileyerek nefsi olgunlaştırma.

şiirin Değeri
şiir, bir Şeyin, burhan gibi gerçek bilgisini değil de, taklidi bilgisini verir. Bu yüzden de, Farabi ve diğer bazı Müslüman filozoflar, Şiirin verdiği bilgiye “yalancı (kâzibe)” bilgi olarak bakarlar.
şiir, doğası gereği yalancı bir sanattır; ancak o, realizm ile beraber olunca, bir eğitim aracı olabilir.
Görüldüğü gibi Şiirin bilgi açısından değeri yoktur. Fakat gayesi açısından aynı Şey söylenemez. Zira Şiir, doğru bilgi vermeyi değil, duyguları etkilemeyi amaçlamaktadır. Bundan olacak ki, İslam mantıkçıları beş sanat içinde en bozuk ve değersiz olanının Şiir değil de muğâlata olduğunu söylemişlerdir. Çünkü muğâlata da karşı tarafa yanlış bilgi aktarma söz konusudur.
şiirin islâm’daki değerine gelince, o, islâm kültür ve
sanat dünyasında en çok geliĢen sanatlardan biridir.
Her islâmî dilde yazılmış binlerce divân vardır. Ancak
islâm kültür dünyasında şiirin didaktik olmasına önem
verilmiştir; yani bir ölçüde realist şiir anlayışı tutulmuştur.
Kur’an, ġu’arâ’ (ġairler) sûresinde, gerçekçi olmayan şairleri kınamaktadır.
Hz. Peygamber, ahlaki ve edebî güzel şiirlere, onları yazan şairlere değer verirdi.
islam, böylece şiirde, ahlâkilik, estetik açıdan güzellik arar; Ģiirin konusu bakımından insana bir fayda vermesini ve öğretici olmasını ister. Dolayısıyla islâm, şiir ve şairi, şiir ve şair olmasından dolayı reddetmez.”

MUĞÂLATA (Sophistic elenchi)
Muğâlata, “ğalat”tan türemiştir. Ğalat ise “nutuk ve kelâmda yanılmak” demektir.
Bir mantık terimi olarak Muğâlata “doğruya benzeyen yanlış öncüllerden veya meşhurâttan olan yanlış öncüllerden yahut da yanlış olan vehmî öncüllerden kurulan kıyastır.”
Klasik Mantıkçılar, muhatabı aldatmak, haksız bir biçimde ona karşı galebe çalmak, dil yanlışlarıyla veya başka yollarla onu yanıltmak ve şaşırtmak gibi gâyelerle kurulan muğâlataya, bu tür yanıltmacaların tuzağına düşmemek için eserlerinde yer vermişlerdir. Onlar bu konuyu ele alırken temelde Aristo’ya dayanırlar. Zira belli başlı muğâlata yerleri ilk olarak Aristo tarafından tesbit edilmiştir. Aristo bunu Organon’un VI. kitabı olan Sofistik Çürütmeler (Kitâbü’s-Sûfistâiyyîn)’inde başarmıştır.
Tanımda geçen vehmî öncülleri açacak olursak, vehmiyât, kuruntu ile verilen hükümlerdir.
Meselâ,
“Vücudu olmayan bir şey âlemin içinde olmadığı gibi dışında da yoktur” diye hükmetmek gibi.
Her varlığın bir yeri ve yönü vardır;
Allah da vardır;
Öyleyse Allah’ın da bir yeri ve yönü vardır
kıyası da, islâm Mantıkçılarına göre, vehme dayalı öncüllerden kurulu bir kıyastır.

Muğâlatanın Yapılış şekilleri
islâm Mantıkçılarına göre muğâlata, kıyasın biçimi ve içeriği yahut da hem biçimi hem de içeriği bozularak veya çarpıtılarak yapılıyordu. Biçim bakımından muğâlatadaki bozukluk, kıyas kurallarının ihlal edilmesiyle, kıyasın dört şeklinin netice verme şartlarına uymamakla olur. içerik bakımından bozukluk ise,
1. Dile ilişkin olarak (Lafzî, lafızda)
a- Eşsesli lafız
b- Belirsiz lafız
c- Terkip
d- Taksim
e- Noktalama ve vurgu
f- ifade
2. Dile ilişkin olmayarak (Ğayr-i lafzî, ma’nada)
a- ilintisel olanı özsel olan yerine alma
b- Bazı kayıtlamalarla söyleneni mutlak olarak söyleme
c- Tartışılan konuyu bilmeme veya bilmezlikten gelme
d- isbat edilecek olanı delil yerine alma
e- Aksini gerekli görme
f- Neden olmayanı neden olarak alma
g- Birden çok konunun tek konu gibi sorulması
Temelde muğâlata, gerçekte böyle olmadığı halde sadece zâhir (görünüş)de bir neticenin çıkarıldığı bir muhâkeme Sekline dayanır.
Örnek: Bir kişi duvarda asılı olan at resmini göstererek,
Bu (resimdeki) attır ; (K.Ö)
Her at kişner; (B. Ö)
Öyleyse bu (resim de) da kişner!

Muğâlatanın Kısımları
Yukarıda muğâlatanın tarifinde geçen öncüllerden yola çıkarak diyoruz ki,
a- Doğruymuş gibi alınan öncüller (şebîhü’n-bi’l-hak) gerçekte doğru değilse, bunlarla kurulan kıyasa “safsata” denir,
b- Gerçekte meşhur olmadıkları halde meşhura benzeyen öncüllerden kurulan kıyasa da “müşâğabe” denir.
c- Yanlış olan vehmî öncüller (kesin) hüküm karşılığında alınırsa buna “safsata”, cedel karşılığında alınırsa buna da “müşâğabe” adı verilir.
Meşhurâttan olmadığı halde meşhurâta benzeyen öncüllerden kurulmuş olan şu bozuk kıyas müşâğabeye örnektir.
Battaniyeye iyice bürünüp yatanın kendi kardeşi olduğunu bilmeyene bir müşâğibin,
“Her insan kendi kardeşini tanır; (Meşhurât)
Sen o yatanı tanımıyorsun; (O bürünüp yatan kardeşindir)
Öyleyse sen daha kardeşini tanımıyorsun !”çıkarımında bulunması, müşâğabe türünden bir kıyastır.
Safsata, vehmî olan öncüllerin yanısıra doğruya benzeyen fakat gerçekte doğru olmayan öncüllerden de kurulur. Aslında muğâlata, müşâğabe ve safsata, öncüllerin yanlış olması, gerçeği yansıtmaması noktasında birleşmektedirler.
Muğâlata ve safsata terimleri bazen birbirinin yerine kullanılmıştır.

Muğâlatanın Değeri ve Onu Bilmenin Yararı
Muğâlata, ancak zahiren makbul olup fakat gerçekte doğru netice
vermeyen ve hasmı yanıltma için düzenlenip, izzet-i nefs, menfaat
ve ihtirasın baskısıyla kullanılan bir delildir.
Ġslâm Mantıkçıları muğâlatayı, burhan, cedel, hitabet ve şiirden sonra beş san’atın sonuncusu olarak ele almış ve onu en değersiz (ednâ) kıyas olarak tanıtmışlardır.
Muğâlatanın yanlış bilgi içermesi onun öncüllerinin tam ve doğru olmayışından veya öncüllerin uygun bir şekilde telif edilmemesinden kaynaklanır. Bundan dolayı o, bozuk bir kıyas (kıyas-ı fasid)tır. Bozukluk ise kıyastaki ya lafız ya da mana cihetinden olur.
işte böyle bir bozuk kıyas, hasmı yanıltmaya (tağlît) veya susturmaya (iskâta) yönelik olarak kurulur. Bunu kurmak ise bir sanattır. Binaenaleyh kurnaz ve kıvrak bir zekâ gerektirdiği gibi biçim olarak geçerli bir kıyas kurma gücünü de gerektirir.
Kısacası muğâlata şek ve şüpheden başka bir şey ifade etmeyen kıyas-ı fâsittir. Yani yakîn ifade etmez; burhan ve cedel olmadığı gibi zan ifade edip hitabet ve şiir derecesinde bile olamaz. O ancak şek ve şüphe-i kâzibe (kuruntu) ürünüdür.
Bütün islâm Mantıkçıları bu tür bozuk delilleri bilmenin en büyük yararının, bunların kuruluş gâyelerini ve şekillerini bilip bunlardan sakınmak ve korunmak olduğunu söylemektedirler. Ayrıca muğâlata, “kıyas-ı imtihânî”dir de! BEş SAN’AT içerisinde,
• Burhanla, doğruluğu zorunlu olan bilgiler elde edilir, felsefe ve ilimlerin zaruri ilkeleri çıkartılır.
• Cedelde doğru yalandan daha çok;
• hatâbede hayal ve gerçek eĢit durumda;
• şiir, çoğu zaman, doğruluğu imkânsız olan hayal alanıdır.
• Safsatada ise yalan doğrudan daha fazladır.