- Ünite 10 Soru-Cevap Ders Özetleri

Adsense kodları


Ünite 10 Soru-Cevap Ders Özetleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Wed 16 April 2014, 10:43 am GMT +0200
ÜNİTE 10 – İSLÂM CEZA HUKUKU

S.   İslam ceza hukuku konuları, fıkıh kitaplarının hangi kapsama girer?    
C.   İslam ceza hukuku konuları, fıkıh kitaplarının İbâdât (ibadetler), Muâmelât (Muameleler) ve Ukûbât (Cezalar) şeklindeki zihni taksiminde, Ukûbât başlığı kapsamına girmektedir.

S.   Klasik fıkıh kitaplarında suç ve ceza konuları hangi başlıklar altında ele alınmaktadır?
C.   Klasik fıkıh kitaplarında suç ve ceza konuları: hudûd, kısâs, ta’zir, cinayat, diyât, ikrah, cirah, dimâ gibi başlıklar altında ele alınmaktadır.

S.   Suç kavramı için, İslam kaynaklarında hangi kelimelerin kullanıldığı görülmektedir?
C.   Suç kavramı için İslam kaynaklarında; cerîme, zenb, ism, ma’siyet, isyân, hatîe, lemem, seyyie, fahşâ, münker ve bağy gibi kelimelerin kullanıldığı görülmektedir.

S.   Suç için kullanılan cerîme, zenb, ism, ma’siyet, isyân, hatîe, lemem, seyyie, fahşâ, münker ve bağy kavramlarının ortak anlamı nedir?
C.   Dinin özüne uymayan ve ahlâken tasvip edilmeyen her türlü olumsuz fiil ve davranışı ifade etmek.

S.   İslam hukukçuları, dünyevî yargı ile ilgili olarak suç kavramını karşılamak üzere hangi kelimeleri kullanmayı tercih etmişlerdir?
C.   İslam hukukçuları, dünyevî yargı ile ilgili olarak suç kavramını karşılamak üzere “cerîme” veya “cürm” kelimelerini kullanmayı tercih etmişlerdir.

S.   Mâverdî tarafından kanunîlik ilkesi temelinde yapılan suç tanımı?
C.   “Allah’ın had veya ta’zir ile cezalandırdığı şer‘î yasaklardır”

S.   Çağdaş İslam hukukçuları suçu nasıl tanımlarlar?
C.   “Yapılması yasaklanan ve karşılığında ceza öngörülen bir fiili yapmak veya terki yasaklanan ve terk edilmesi halinde ceza öngörülen bir fiili terk etmektir”.

S.   Suç kavramının diğer bir tanımı?
C.   “İslam hukukunun kanunla yasaklayıp karşılığında ceza takdir ettiği, sorumlu bir kişinin hukuka aykırı bir fiil veya terkidir”.

S.   İslam hukukçuları suçları kaç kategoride ele almaktadırlar?
C.   İslam hukukçuları suçları üç kategoride ele almaktadırlar:
1.   Had cezası gerektiren suçlar
2.   Kısâs veya diyet gerektiren cinayet suçları
3.   Ta’zir cezası gerektiren suçlar
S.   Had cezaları gerektiren suçlar?
C.   Suç ve cezası önceden Kur’an veya Sünnet tarafından sabit olarak belirlenmiş olup değişime ve hâkimin takdirine kapalı olan suçlardır.

S.   Had cezası gerektiren suçlar nelerdir?
C.   Sayıları fakîhler arasında tartışmalı olmakla birlikte genel kabule göre yedi tanedir:
1.   Hırsızlık,
2.   İçki içme,
3.   Zina,
4.   Hirâbe (Yol Kesme, Eşkıyalık),
5.   Kazf (Zina İftirası),
6.   İrtidat (İslâm Dininden Çıkma)
7.   Bağy (Devlete Haksız İsyan) .

S.   Had suçlarının belirgin özellikleri nelerdir?
C.   Had suçlarının belirgin özellikleri:
•   Allah hakkının ağır basması,
•   İspat için kesinlik aranması,
•   Mahkeme kararından sonra af veya sulha konu olmamaları,
•   Cezalarının diğer suçlarınkinden ağır olması
•   Şüphe ile düşmesi

S.   Kısas ve diyet gerektiren cinayet suçları?
C.   Adam öldürme veya darp ve yaralama gibi müessir fiil suçlarında kul hakkı ağır basmakta, dolayısıyla bunlar hak sahipleri tarafından af edilmeye, sulh veya şefaate konu olabilmektedir.

S.   Ta’zir cezası gerektiren suçlar nelerdir?
C.   Suç ve cezası önceden Kur’an veya sünnet tarafından sabit olarak belirlenmeyerek, zaman ve şartlara göre esnek olarak kamu gücünün takdirine bırakılan suçlardır. Had ve kısâs dışındaki bütün suçlar ta’zir suçu olarak değerlendirilir.

S.   Ta’zir cezası hangi ilkelere göre belirlenmelidir?
C.   Ta’zir suçlarının ve cezalarının kamu gücü tarafından belirlenmesi sırasında, keyfiliğe yol açmamak için, genel İslamî ölçüler ve maslahat ilkesi göz önünde bulundurulmalıdır.

S.   İnsanın fiil ve davranışları sebebiyle sorumluluk alanları kaça ayrılır?
C.   İnsanın fiil ve davranışları sebebiyle sorumluluk alanları üçe ayrılır:
1.   Dinî sorumluluk
2.   Ahlakî sorumluluk
3.   İçtimaî/toplumsal / sosyal sorumluluk

S.   Dini sorumluluk alanı?
C.   Dinî sorumluluk: İnanan insanın, ahiret ve hesap günü inancına dayalı olarak, Yüce Yaratıcı ile arasındaki ilişkiler bakımından sorumluluğudur. İbadetlerin gerektiği şekilde eda edilmemesi, kişisel bazı haramların işlenmesinin veya hukukî suçların ahirete müteallik vebali buna örnektir.

S.   Ahlaki sorumluluk alanı?
C.   Ahlakî sorumluluk: İnsanın öncelikle kendi vicdanına karşı sorumluluğudur. Kişinin kendisine veya çevresine karşı yaptığı bazı yanlışlar, hukukî bir mahiyet arz etmediği için kovuşturmaya konu olmamakla birlikte, iyi ve erdemli insan davranışıyla bağdaşmadığı için vicdanı rahatsız etmektedir. Ayrıca toplum vicdanı ve ahlakıyla bağdaşmayan davranışlar, toplumun kınaması ve dışlaması gibi müeyyidelerle karşılaşmaktadır.

S.   İçtimai / toplumsal Sorumluluk alanı?
C.   İnsanın, içinde bulunduğu topluma karşı dünyevî sorumluluğudur. Genel olarak kanunî/hukukî sorumluluk, özelde de cezaî sorumluluk bu kısımda yer almaktadır.

S.   Cezai sorumluluk nasıl tanımlanır? (Çağdaş İslâm Âlimleri’nce)
C.   Cezai Sorumluluk: İnsanın kendi ihtiyarıyla, anlamları ve sonuçlarının idrakinde olarak işlediği yasak/haram fiillerin neticelerine katlanmasıdır.

S.   Cezaî sorumluluğun oluşması için bulunması gerekenler?
C.   Cezaî sorumluluğun oluşması için:
*   Cezaî ehliyet: “İnsanın sorumluluk altına girerek, bunun gereği olan fiil veya terki ve bu sorumluluğa aykırı hareket ettiğinde öngörülen cezayı üstlenebilme yeterliğidir”. Cezaî ehliyetin iki şartı vardır ki; bunlar akıl ve buluğdur. Buluğ ergenlik dönemine girmiş olmayı; akıl da, bu yaştaki normal bir insanda bulunan orta seviyede bir aklı ifade etmektedir. Normal gelişimini tamamlayarak buluğa ermiş ve aklî yönden de gerekli olgunluğa ulaşmış kişiler, kural olarak –aksi ispat edilinceye kadar- cezaî ehliyete sahip kabul edilir.
*   Kusurluluk: Çağdaş hukuk kaynaklarında kusurluluk şöyle tanımlanır: “Kanunda suç olarak düzenlenmiş bir fiilin, cezaî ehliyet bulunan bir kimse tarafından, bilerek ve isteyerek ve fakat en azından bilerek yapılmasıdır”. Kusurluluğun derecesine göre, sorumluluk da değişir; fâilin suç işleme kastının bulunduğu kasıtlı suçlarda daha ağır, suç kastının bulunmayıp ihtiyatsızlık ve tedbirsizlik gibi durumlardaysa daha hafif cezalar söz konusudur. Cebir ve tehdit (ikrâh) (Nahl 16/106), unutma, hata veya zaruret (Bakara 2/173), kusurluluğu ortadan kaldıran veya azaltan haller olup bu durumlarda cezaî sorumluluk ya bütünüyle kalkmakta veya hafiflemektedir.

S.   Suçun genel unsurları nelerdir?
C.   Suçun genel unsurları:
1.   Suçun Kanuni Unsuru
2.   Suçun Maddi Unsuru
3.   Suçun Hukuka Aykırılık Unsuru
4.   Suçun Manevi Unsuru

S.   Suçun Kanuni Unsuru?
C.   Suçun kanunî unsuru, suç sayılan fiillerin ve uygulanacak cezaî müeyyidelerin önceden kanunla belirlenmesi demektir.
*   İslam ceza hukuku hükümlerinin zaman bakımından uygulanması: İslam ceza hukukunda genel kural, cezai hükümlerin, yürürlük tarihinden itibaren uygulamaya konulması, daha önce işlenen suçlara uygulanmamasıdır.
*   İslam ceza hukuku hükümlerinin yer bakımından uygulanması: Genel anlayışa göre İslam ceza hukuku kuralları Daru’l-İslam denilen İslam ülkesi sınırları içinde geçerli olup Daru’l-harb denilen Düşman ülke sınırları içinde geçerli değildir. Âlimler arasında tartışmalı olan nokta, Daru’l-harb’de suç işledikten sonra İslam ülkesine dönen kişinin cezalandırılıp cezalandırılmayacağı hususudur.
o   Ebu Hanife’ye göre, mülkilik anlayışı esastır. Yani İslam ülkesi sınırları esas alınarak bu sınırlar içerisinde suç işleyen Müslüman, zimmi (gayri müslim vatandaş) veya müste’men (izinle gelen yabancı ülke vatandaşı) ‘lere İslam ceza hukuku kuralları uygulanır. Ebu Hanife salt Allah hakkı olan hususların müste’menlere uygulanmamasını bu kuraldan istisna etmiştir. Yine ona göre İslam ülkesi dışında suç işleyenler İslam ülkesine döndüklerinde cezalandırılmazlar. Çünkü suçun işlendiği yerde İslam hükümleri hâkim değildir.
o   Maliki, Şafii ve Hanbeli mezheplerinde ise, İslam ülkesinde işlenen suçlar kim tarafından işlenirse işlensin (Müslüman, zimmi veya müste’men) İslam ceza hükümlerine tabidir. Allah hakkı olan hususlar bundan istisna edilmez. Yine onlara göre İslam ülkesi dışında suç işleyen Müslüman veya zimmi ise, İslam ülkesine döndüğünde cezalandırılır.
*   İslam ceza hukuku hükümlerinin kişiler bakımından uygulanması: İslam ceza hukukunda kural olarak kişiler arasında bir ayırıma gidilmez. Yani herkese eşit davranılması ve özelliklerine göre kişilere farklı uygulama yapılmaması esastır. Bu genel kuralın istisnası sayılabilecek durumlar devlet başkanı, zimmiler ve kölelerle ilgili bazı hususlardır.
*   Âlimlerin büyük çoğunluğuna göre devlet başkanı, bütün suçlar bakımından diğer vatandaşlardan farklı değildir.
*   Hanefiler devlet başkanının işlediği suçları Allah hakkı ve kul hakkı olanlar şeklinde ikiye ayırmaktadırlar. İçki içme, (karşılıklı rıza ile yapılan) zina ve zina iftirası gibi Allah hakkı sayılan had suçlarında devlet başkanına ceza uygulanmaz. Çünkü bu tür suçların uygulanması devlet başkanının yetki ve sorumluluğundadır. Bir kimsenin cezalandırma yetkisini kendisine karşı kullanması söz konusu olamayacağından, bu tür suçların dünyevi cezası uygulanmaz fakat cezanın uygulanmaması, bunların suç sayılmadığı anlamına gelmez. Kul haklarını ilgilendiren kısas ve diyet suçları gibi suçlarda ise devlet başkanı ile diğerleri arasında bir ayırım yoktur.
*   Yine Ebu Hanife’ye göre zimmiler, içki içme suçundan sorumlu tutulamazlar. Çünkü onların dininde içki helaldir. Bu istisna, onlara tanınan din özgürlüğünün gereğidir.
*   Diğer mezhepler ise içki içme ve diğer suçlarda Müslüman ile zimmi vatandaşlar arasında ayırım yapmazlar.
*   Köleler de İslam ceza hukukunda hürlerden farklı hükümlere tabi kılınmıştır. Buna göre kölenin cezası, hürün cezasının yarısıdır. Zina suçunda, muhsan sayılmadığı için köleye recm uygulanmaz, onun yerine hürlerden daha hafif bir sopa cezası ile cezalandırılır. Ayrıca köleye ve kadına yönelik öldürme ve müessir fiil suçlarında, failin kısas yerine diyet ödemeye mahkûm edilmesi veya diyetin miktarının yarıya düşürülmesi gibi durumlar söz konusu olabilmektedir ki bunlar da köle ve kadın gibi kesimlerin İslam ceza hukukunda bazı farklılıklara sahip olduğunu göstermektedir.

S.   Suçun Maddi Unsuru?
C.   Suçun maddî unsuru, kişinin ancak söylediği söz, işlediği fiil veya terk sebebiyle sorumlu tutulabilmesi, kalpte kalan niyetten dolayı sorumlu tutulmamasıdır. Maddî unsur tabiri, sadece hareketi/fiili değil, neticeyi ve hareketle netice arasındaki illiyet bağını da kapsamaktadır. Böylece illiyet bağı ile bir insan hareketine bağlanan suç fiilinin, fâil veya fâillerini tespit etmek mümkün olmaktadır. Fâil tespit edildiğindeyse, herkesin kendi fiilinden sorumlu olması anlamındaki cezaların şahsîliği ilkesine riayet edilmiş olmaktadır.

S.   Hukuka Aykırılık Unsuru?
C.   İşlenen fiilin, hukuk düzenince cevaz verilmeyen, haklı sayılmayan bir fiil olmasını ifade eder. Meşrû müdafaa, bir görevin ifası veya bir hakkın kullanılması gibi durumlar, hukuka uygunluk sebepleridir.
*   Meşru müdafaa; kendine yönelik bir saldırıyı önleme çabasıdır. Bir fiilin meşru müdafaa sayılabilmesi için, can, mal veya ırza yönelik bir tehdidin bulunması, devlet güçlerinden yardım isteme imkânının bulunmaması, saldırıyı önlemek için gereğinden fazla güç kullanılmaması gerekmektedir.
*   Bir görevin ifası; devlet görevlilerinin vazifeleri gereği yaptıkları işleri kişisel kusurları olmadan ifa etmeleridir. Mesela darp ve öldürme gibi görevleri yerine getiren infaz memurları, bu görevleri sebebiyle suç işlemiş sayılmazlar.
*   Hakkın kullanılması: veli ve koca gibi kişilerin sorumlu oldukları kişiler üzerinde te’dib hakkını kullanmaları zikredilebilir. Buna göre te’dib hakkının meşru ölçülerde kullanılması, bir hukuka uygunluk sebebidir.
   
S.   Suçun Maddi Unsuru?
C.   Kanunî tarife uygun ve hukuka aykırı fiilin, irâdî yani fâile isnadı kabil olabilecek şekilde kusurlu olmasını ifade etmektedir.

S.   Cezai sorumluluk ve  Şartları nelerdir?
C.   Cezaî sorumluluğun varlığından bahsedebilmek için, suç sayılan bir fiilin işlenmesinin ötesinde, fâilin bu fiilin suç olduğunu anlayıp kavrayabilecek aklî melekelere sahip olması ve söz konusu fiili herhangi bir zorlayıcı neden olmadan kendi hür iradesiyle gerçekleştirmiş olması gerekmektedir. Cezai sorumluluğun Şartları:
1.   Yaşayan İnsan Olmak: İslam hukukunun hükümlerinin gereğini yerine getirip getirmediğinden sorumlu tutulacak olan yaşayan insanlardır. Böylece cezaî sorumluluğun ilk şartı, yaşayan insan olmaktır.
2.   İdrâk Sahibi Olmak: Bir şahsın işlediği fiil sebebiyle cezaî sorumluluğa sahip olması, ancak suçun işlendiği sırada aklî melekelerini tam olarak kullanabilmesine bağlıdır. Zira insanın mükellefiyetlere muhatap olması, diğer canlılardan farklı olarak, akıla ve iyiyi kötüden ayırma kabiliyetine sahip olmasına dayanmaktadır. Aklî melekeleri hiç gelişmemiş olanlar veya bir rahatsızlık sonucu şuur ve idrakini kaybedenler, işledikleri fiilleri sebebiyle cezaî yönden sorumlu olmazlar. İnsanın akıl, şuur veya idrakine etki eden delilik, akıl rahatsızlıkları, sarhoşluk, bayılma vb. hallerin cezaî sorumluluğa etki edebilmektedir.
3.   İrâde Hürriyetine Sahip Olmak: İrâde bütün suçlarda gerekli olan bir unsurdur. Çünkü irâde olmadan fiilin varlığı veya şahsa isnadı mümkün olmayacaktır. İsnat mümkün olmayınca sorumluluğun da bulunmayacağı açıktır.  Cezaî sorumluluktan bahsedebilmek için kişinin akıllı ve olgunluk çağına gelmiş olmasının ötesinde, fiillerini işleme konusunda yeteri kadar hürriyete sahip olması gerekmektedir.
4.   Yasaklanan/Suç Sayılan Bir Fiili İşlemek: Yaşayan bir insanın aklî melekeleri yerinde olup yaptığı işlerin şuurunda olduğu ve irâdesini hür bir şekilde kullandığı halde, suç teşkil eden bir fiil veya terk şeklinde bir davranış sergilemesi durumunda, cezaî sorumluluğun şartları/unsurları tamamlanmış olmaktadır.

S.   İrade ne demektir?
C.   İrâde; sözlükte istemek anlamındadır. Fakihler bu kelimeyi “Bir şeyi kastetmek, bir şeye yönelmek, niyet” anlamında kullanmış ve bir fıkıh terimi olarak “Maddî bir fiili kasten yapmak veya terk etmektir” şeklinde tanımlamışlardır.

S.   İhtiyar ne demektir?
C.   İhtiyar; sözlükte seçmek, seçim yapmak, tercih etmek anlamlarında olup bir terim olarak “Bir şeyi yapmak ile yapmamak arasında tercih yapmak” veya “olup olmaması tereddütlü olan ve fâilin kudreti dâhilinde bulunan bir şeye, iki yönden birini tercih ederek yönelmektir” şeklinde tanımlamıştır.
•   Hanefîler; ihtiyarı ikiye ayırırlar:
1.   Sahih ihtiyar; Fâilin kastında müstakil olması yani hiçbir etki altında kalmaması halidir.
2.   Fâsit ihtiyar; Fâilin ihtiyarının başkasının ihtiyarına bağlı olması yani tehdit ve ikrah altında bulunması halidir. Eğer bu tehdit, fâilin canına veya organlarına yönelik tam ikrah şeklinde ise, fâilin ihtiyarı fâsit olmakla birlikte bu sebeple ihtiyar ortadan kalkmaz, çünkü kasıt mevcuttur. Şayet ikrah hafif dövme vb. daha düşük derecede eksik ikrah şeklinde ise, ihtiyar fâsit olmaz. Buna göre Hanefîlerin tam ikrahı, ihtiyarı ortadan kaldıran değil ancak bozabilen bir şey olarak gördükleri sonucu çıkmaktadır.
•   Diğer fakihler ise ihtiyarı “fâilin sırf kendi iradesiyle bir fiile yönelmesi ve onu diğerlerinden üstün tutması” şeklinde tanımlarlar ki; buna göre ikrah halinin, ihtiyarı ortadan kaldırdığı anlamı çıkmaktadır.
S.   İhtiyar-İrâde ilişkisi?
C.   İrâde ile ihtiyar arasındaki fark; irâdenin doğrudan tek bir fiile, ihtiyarın ise iki veya daha fazla seçenek arasından birine yönelmesidir. İrâde, yönelme ve kasıtla ilgidir. İhtiyar ise bir şeyi yapıp yapmamakla ilgilidir.

S.   İhtiyar-İdrâk ilişkisi?
C.   İdrâk ile ihtiyar esasen, cezaî sorumluluk bakımından birbirini gerektiren şeylerdir. Ancak her zaman bunlardan birinin varlığı, diğerinin de varlığını gerektirmemektedir. Örneğin bir kimse idrâk sahibi yani yaptığı işlerin bilincinde ve iyi ile kötüyü ayırt edebilecek durumda olduğu halde, kendisini çevreleyen özel şartlar sebebiyle ihtiyarını kaybetmiş olup irâdesi ile gerçekleştirdiği fiiller arasında uygunluk bulunmamış olabilir. Yine bir kimse irâdesini bir kötülüğe/suça yönlendirmiş ve irâdesine uygun olarak onu gerçekleştirmiş ancak işlediği fiilin kıymetini/hukukî değerini ve ortaya çıkaracağı sonuçları kavramaktan aciz olabilir. Diğer taraftan idrâk ve ihtiyarın suçun işlendiği sırada bulunması şarttır.

S.   İhtiyar-Rıza ilişkisi?
C.   Rıza; sözlükte bir şeyin vukûuna gönülden muvafakat etmek, bir şeyi yapmaya gönüllü olmak, rağbet etmek, hoşnut olmak demektir. Terim olarak;
•   Hanefîlere göre “bir şeyi yapmak veya yapmamak seçeneklerinden birini, yüze akseden bir memnuniyetle tercih etmek” anlamında kullanılır ki bu ihtiyarın tam ve kâmil derecesidir.
•   Diğerler âlimler ise rızayı “ikrah etkisi olmaksızın fiili istemektir” şeklinde daha geniş anlamda tanımlamışlardır. Buna göre, her rıza ihtiyarı içeriyorsa da, her ihtiyar rızayı içermemektedir.
•   Rıza, fiilin sonucunu kastetmek bakımından ihtiyardan daha ilerdedir. Rıza ile ihtiyar arasında karşılıklı bir lüzum yoktur yani birinin varlığı diğerinin de var olmasını gerektirmez. Bazen insan râzı olmadığı bir şeyi tercih etmek durumunda kalabilir.
•   Hanefîler, irâde ve rızayı ayrı görmekle birlikte, irâde ve rıza, ihtiyar anlamında kullanıldıklarında eşit görülmüştür. Buna göre, eksik (gayri mülcî) ikrah rızayı ortadan kaldırır ancak ihtiyarı bozmaz. Tam ikrah (mülcî) ise hem rızayı kaldırır hem de ihtiyarı bozar.

S.   Cezai Sorululuğun Sebebi?
C.   Suç sayılan fiilleri işlemek veya işlenmesi halinde karşılığında had veya ta’zir cezası öngörülen hukuken mahzurlu sayılan şeyleri irtikap etmek. Cezaî sorumluluğun sebebi suç işlemek olunca, suç sayılan fiili irtikâp yanında fâilin idrâk ve ihtiyar sahibi olması da şarttır. Cezaî sorumluluğun sebebi olan yasak fiil irtikâp edilmiş, idrâk ve ihtiyar şartları da gerçekleşmiş ise, işlenen fiil suç sayılarak fâil kusurlu kabul edilir ve mezkûr suç sebebiyle cezalandırılmayı hak eder.

S.   Cezaî Sorumluluğun Dereceleri?
C.   İslam hukukuna göre cezaî sorumluluğun varlığı kusurun varlığına bağlı olduğundan, doğal olarak cezaî sorumluluğun dereceleri de kusurun derecelerine bağlı olmaktadır. İslam hukukunda amellerin niyetlere göre değerlendirilmesi ve fâile niyetine göre muamelede bulunulması temel ilkedir.
S.   Niyet ne demektir ve Cezai Sorumluluk açısından niyetin önemi nedir?
C.   Niyet kasıt demek olup onun yeri kalptir. Kalbinden bir yasağı çiğnemeyi niyet ederek onu yapan kişi, kasıtlı suç işlemiş demektir. Ameller niyetlere göre değerlendirilince, cezaî sorumluluğun varlığından bahsedebilmek için sadece suç sayılan bir fiilin işlenmiş olmasına bakmak yeterli olmayıp bunun ötesinde fâilin kusuruna da bakmak gereklidir.

S.   Cezai Sorumluluk açısından kusurlar kaça ayrılır?
C.   İdrâk sahibi ve fiillerinde muhtar olan bir insana isnat edilebilecek, dolayısıyla onu işlediği fiil sebebiyle cezaî bakımdan sorumlu kılacak kusurlar iki türde ele alınır:
1.   KASITLI FİİLLER: İnsanın kalben niyet ederek, kötü niyetle yaptığı ve Şâri’e isyan niteliği taşıyan fiillerdir.
a.   Kasıt (Amd)
b.   Kasdın aşılması (Şibh-i Amd)
2.   TAKSİRLE (HATA İLE) İŞLENEN FİİLLER: Kalben niyet edilmeyen, kötü niyet bulunmayan ve Şâri’e isyan niteliği taşımayan ancak taksirle veya sebebiyet verme yoluyla işlenen fiillerdir.
a.   Hata,
b.   Hata hükmünde olan (Mecre’l-Hata)
c.   Sebebiyet verme (Tesebbüb)

S.   Cezai Sorumluluğun Dereceleri hangileridir?   
C.   Böylece cezaî sorumluluğun dereceleri, işlenen fiilin ağırlık ve hafifliğine dayanan kusurun derecesine göre beş derece olarak tespit edilmiş olmaktadır ki bunlar;
1.   Kasıt,
2.   Kastın Aşılması,
3.   Hata,
4.   Hata Hükmünde Olan 
5.   Sebebiyet Verme.

S.   Cezai Sorumluluğun Şahsiliği?
C.    Cezaî sorumluluğun şahsîliği, herkesin yaptığının karşılığını kendisinin görmesi ve hiçbir mükellefin başkasının işlediği suçun sorumluluğunu taşımaması şeklinde ifade edilmektedir. İslam hukuku, öteden beri devam etmekte olan ve dönemin Arap toplumunda benimsenmiş bulunan kolektif (topluluk halinde) sorumluluğu reddedip cezaî sorumluluğun şahsîliğini ilke olarak hâkim kılmıştır. Cezaî sorumluluğun şahsîliği ilkesi İslâm hukukunun temel ilkelerindendir. Suçtan dolayı yalnız suçlu sorumludur. Yakınlık ve dostluk derecesi ne olursa olsun bir başkası sorumlu tutulamaz.
      
S.   Akile ne demektir? İslam ceza Hukukunda neyi ifade eder?
C.   Âkile; diyeti yüklenip ödeyen asabe, aşiret, divan üyeleri gibi kişi ve kurumlardır. Bunlar kendi üyelerinden birinin kasıt benzeri veya hata yoluyla işlediği cinâyetin veya “ğurre” denilen cenin düşürme tazminatını ödemekle mükellef bulunurlar.
*   İslam hukukunda cezaî sorumluluğun şahsîliğinin istisnası gibi görünen bir husus vardır ki; o da âkile müessesesidir. Âkile uygulamasının cezânın şahsîliği ile bağdaştırılması konusunda İslâm hukukçuları farklı yorumlara başvurmuşlardır.
1.   Bazıları diyetin âkileye yüklenmesinin cezânın şahsîliği ilkesine aykırı olmadığını, dolayısıyla bir istisnâ sayılmasının gereksiz olduğunu savunmaktadır. Onlara göre diyetle âkileyi mükellef tutmak, onları suçlunun günahından dolayı cezalandırmak değildir. Diyetin asıl yükümlüsü suçludur. Âkilenin suçluyla birlikte hem ceza hem de tazmin yönü bulunan diyeti yüklenmesi, suç işleme kastı bulunmayan kimsenin bir bakıma mazur olduğu, dolayısıyla ağır bir cezaya maruz bırakılmaması anlayışı temelinde bir bakıma yardımlaşma mahiyetindedir. Bu sebeple diyetin ödenmesi taksite bağlanmıştır. Diğer taraftan cemiyette toplumsal denetimin yerleşmesi amaçlanmakta, öte yandan da maktulün kanının heder olması önlenmektedir.
2.    Bazı İslâm hukukçuları ise, âkile uygulamasının cezânın şahsîliği ilkesiyle çeliştiğini kabul etmektedirler. Onlara göre, âkile konusundaki hadisler, cezânın şahsîliği ile ilgili âyetlerin umumî ifadelerini, maslahata binaen tahsis etmiştir. Yani âkile uygulaması, cezaî sorumluluğun şahsîliği ilkesinin bir istisnasıdır.
3.   Diğer bir görüş de, âkilenin suçlunun cezasına iştirak etmediğini, aslında kendi ihmal ve sorumsuzluğunun cezasını ödediğini savunur. Âkile, suçluyu kollama ve gözetme görevini yerine getirmediği zaman suça ortak sayılmakta ve cezaî sorumluluğu birlikte üstlenmektedirler.      

S.   Ceza Ehliyeti ne demektir?
C.   Cezaî ehliyeti: “ İnsanın sorumluluk altına girerek, bunun gereği olan fiil veya terki ve bu sorumluluğa aykırı hareket ettiğinde de öngörülen cezayı üstlenebilme yeterliğidir ” veya kısaca “ Ceza hukuku bakımından sorumlu olabilmesi için insanda bulunması gereken vasıf ” şeklinde tanımlamak mümkündür.

S.   Ceza Ehliyeti adlandırmaları?
C.   İslam Hukukçularından:
*   Hanefî fakihler;
•   Had ve kısas cezaları için gereken cezaî ehliyeti “ehliyyetü’l-‘ukûbe”, buna sahip olanları da genel olarak “ehlü’l-‘ukûbe”, veya suçlara göre “ehlü’l-had” veya “ehlü’l-kısâs” tabirleriyle ifade etmişlerdir.
•   Ta’zir için ise “ehliyyetü’t-te’dîb” tabiri kullanılmıştır ki; böylece te’dip türünden bazı ta’zir çeşitlerinin çocuklara da uygulanabileceği ifade edilmektedir.
*   Diğer fakihler ise, cezaî ehliyet anlamını genellikle “teklîf” kelimesiyle karşılamışlardır.
*   Çağdaş Hukuk kaynaklarında bunun yerine “isnad kabiliyeti”, “isnad yeteneği”, “kusur yeterliği”, “isnad ehliyeti”, “cezayı üstlenme ehliyeti” ve “suç ehliyeti” gibi ifadeler kullanılmaktadır.

S.   Cezai Ehliyet’in şartları nelerdir?
C.   Cezaî ehliyetin iki şartı vardır. Bunlar:
1.   Akıl
2.   Buluğdur.
*   Akıllı ve bâliğ olamayanların fiilleri suç sayılmaz ve karşılığında ceza bulunmaz. Buna göre cezaî ehliyet ilahî hitaptan önce olamaz yani tam edâ ehliyetine sahip bulunmayanların cezaî ehliyeti de yoktur. Böylece cezaî ehliyetin, hem vücup hem de edâ ehliyetini, birbirinden ayrılmayacak şekilde kapsadığı ve onlara dayandığı ortaya çıkmaktadır.
*   Normal gelişimini tamamlayarak buluğa ermiş ve aklî yönden de gerekli olgunluğa ulaşmış kimseler, kural olarak –aksi ispat edilinceye kadar- cezaî ehliyete sahip kabul edilirler. Kişinin cezaî ehliyeti bulunmadığı noktasında bir şüphe varsa, hâkim durumu araştırır.

S.   Cezaî Ehliyete Etki Eden Durumlar?
C.   Kişinin idrâk ve aklına etki edip cezaî ehliyetini daraltan veya ortadan kaldıran durumlardır. İslam hukukçuları, tam edâ ehliyetine sahip olduktan sonra kişinin başına gelen ve daraltma veya ortadan kaldırma şeklinde ehliyeti etkileyen ya da ehliyetini etkilemeksizin ilgili kişiye nispetle bazı hükümlerin değişmesine yol açan durumları “ehliyet ârızaları” başlığı altında ele alıp incelemişlerdir.

S.   Ehliyet Arızaları (Cezai Ehliyete etki eden durumlar) nelerdir?
C.   Ehliyet Arızaları:
1.   Yaş küçüklüğü
a.   Temyiz Öncesi Küçüklük Dönemi: İslam hukuku, cezaî sorumluluk bakımından çocuklar ile büyükler arasında tam bir ayırım yapan ilk hukuk sistemidir. Bu dönemde Cezai sorumluluk yoktur.
*   Ancak cezaî sorumluluğun bulunmaması, medenî sorumluluğun da bulunmamasını gerektirmemektedir. Bu devrede çocuk, başkalarının mal veya canına verdiği zararların tazmininden sorumludur. Fâilin çocuk olması sebebiyle, başkalarının mal ve can dokunulmazlığı ortadan kalkmaz, meydana gelen zarar da heder edilemez.
b.   Temyiz Dönemi: Temyiz devresi, yaklaşık yedi yaşından itibaren başlar ve buluğa kadar devam eder. Çocuğun temyiz devresinde, buluğa ermiş kişilere oranla daha az olan zayıf bir idraki vardır. Cezaî sorumluluğun yüklenebilmesi için temyiz gücünün bulunması yeterli görülmemiş, ayrıca belli bir sürenin daha geçerek kişinin iyiyi kötüden ayırma kabiliyetinin iyice yerleşmesi şartı aranmış olduğundan, temyiz devresindeki çocuğun da cezaî sorumluluğu bulunmamaktadır. Kendisine had, kısas veya ta’zir cezası uygulanmadığı gibi, fiilleri suç olarak değerlendirilmez. Çünkü bu cezaların uygulanabilmesi için buluğ şarttır. Ancak bu çocukların uygun olmayan davranışlarına karşılık ıslah ve te’dip mahiyetinde bazı emniyet tedbirleri uygulanabilir.
*   Ancak bu devrede de medenî sorumluluk mevcuttur ve çocuk başkalarına verdiği zararları tazmin etmek durumundadır.
•   Mesela, bu devredeki bir çocuk aynı devredeki bir kız çocuğu ile cinsî ilişkide bulunsa ve onun bekâretini bozsa, zina cezasına çarptırılmamakla birlikte, ona mehr-i misil vermekle mükellef olur.
•   Aynı şekilde mümeyyiz bir çocuk, buluğa ermiş ve bâkire bir kadınla, tam ikrah hali şartları altında zina fiilini işlemiş olsa, kendisine had cezası uygulanmamakla birlikte, kadının mehrini vermesi gerekir. Ancak böyle bir durumda, kadın istekli olduğu halde ilişkide bulunmuşlarsa mehir de gerekmez.
•   Temyiz devresindeki çocukların suç ikrarları muteber değildir. Ancak buluğa erdikten sonra hırsızlık ikrarında bulunurlarsa bu ikrar geçerli sayılır.
c.   Buluğ Sonrası Dönem: Bu devre çocuğun tabiî veya hükmî yolla buluğa ermesi ile başlamaktadır. Bu aşamaya gelmiş olan çocuğa, buluğa ermiş olduğunu ifade için “bâliğ”, idrâk gelişimini tamamladığı için de “âkil”, “râşid” veya “reşîd” denir. Artık çocukluk çağını geride bırakarak, suç sayılan fiillerinin neticesine katlanmak ve cezaî sorumluluğu taşımak zorundadır. İşlediği suçun türüne göre kendisine had, kısas veya ta’zir cezası uygulanabilir. Buluğun varlığı suçun işlendiği zaman aranır. Suçun işlenmesi esnasında mevcut olmayan buluğun, tutuklanma veya muhâkeme sırasında meydana gelmiş olması, öncesinde işlenen fiil sebebiyle cezaî sorumluluğu da beraberinde getirmez.
2.   Akıl Hastalığı ve Rahatsızlıkları: Aklı ortadan kaldırma, bozukluğa yol açma veya zayıflatma gibi etkilerle idrâk/temyiz gücünü ortadan kaldırmaları, noksanlaştırmaları veya zayıflatmalarıdır. İdrâk kabiliyetinin ortadan kalkması veya noksanlaşmasına bağlı olarak sorumluluk da ortadan kalkmakta veya aklî kuvvelerinin etkilenmesi oranında hafiflemektedir.
a.   Delilik hali: Kişinin idrâk kabiliyetini kaybetmesi. Tam ve Cüzî olmak üzere ikiye ayrılır. Bu ayırım kişinin idrâk kabiliyetinin tamamını veya bazı yönlerini kaybetmiş olması esasına dayanmaktadır. Birincisine tam delilik, ikincisine de cüz’î delilik adı verilir.
*   Tam Delilik Hali: Tam delilik, akıl hastalığının uzun süre devam edip etmemesi yani vaktinin tamamını kaplayıp kaplamaması bakımından ikiye ayrılır; kesintisiz (uzun süreli) veya kesintili (kısa süreli) olabilir. Eğer kesintisiz ise “cünûn-u mutbik”, kesintili ise “cünûn-u gayri mutbik” veya “cünûn-u munkatı’” adını alır. delilik hali bir ay veya daha fazla sürerse kesintisiz, bundan az sürerse kesintili delilik hali olarak kabul edilecektir. Delilik hali devam ettiği müddetçe kişinin cezaî sorumluluğu bulunmamakla birlikte, tam iyileşmenin gerçekleştiği ara devrelerde cezaî sorumluluğun varlığından bahsedilir. Tam iyileşme hallerinde işlediği suçlar karşılığında normal insanlar gibi sorumlu tutularak gerekli cezalar uygulanır. Cüzî iyileşme hallerinde cüzî delilik, zayıf idrâk ile iyileşmenin gerçekleştiği durumlarda da ateh hali hükümleri geçerli olur.
*   Cüz’î Delilik Hali: Kişinin idrakinin bir veya daha fazla yönlerinden faydalanamazken diğer bazı yönlerinden faydalanması halinde cüzî delilikten bahsedilir. Bu durumda olan biri, bazı şeyleri anlayabilirken diğerlerini anlayamamaktadır. Böyle kişiler idrâk ettikleri şeyler sebebiyle sorumlu sayılırken, idrâk edemediklerinden sorumlu tutulmazlar. Cüzî delilik sürekli olabileceği gibi kesintili de olabilir. Delilik hali ortadan kalkınca kişinin cezaî sorumluluğu da geri döner ve işlediği suçlar sebebiyle sorumlu tutulur.
b.   Delilik Hükmünde Olan Durumlar:
*   Akıl Zayıflığı (‘Ateh): İdrâk ve anlayış eksikliğinden kaynaklanan akıl zayıflığı. Fakihler ‘atehi idrâk ve temyiz derecesine göre iki kısımda değerlendirmektedirler:
•   İdrâk ve temyiz kudretinden mahrum bırakan akıl zayıflığı: Bu durumdaki kişi, bütün hükümler bakımından yukarıda sözü edilen akıl hastası (deli) gibidir.
•   İdrâk ve temyiz gücünü ortadan kaldırmayan fakat normal olgun kişilerdekinden daha düşük bir seviyeye indiren akıl zayıflığı: Bu durumdaki kişi de bütün hükümler bakımından mümeyyiz küçükler gibidir.
*   Bazı Psikolojik ve Asabî Rahatsızlıklar: İnsan aklını asıl tabiatından çıkaran bir takım âfetlerin kişiye isabet etmesi mümkündür. Bu âfetler beyinde veya sinir sisteminde meydana gelebileceği gibi psikolojik rahatsızlıklar da olabilir. Bunlara örnek olarak histeri, sara, şizofreni ve paranoya burada zikredilebilir. Hukukî değerlendirmeye tâbi tutulan fiili işlediği sırada, idrâk ve temyiz gücünü yitirmiş olanlar deli hükmünde kabul edilir ve bu kimseler için cezaî sorumluluktan bahsedilmez.
*   İdrake Etki Ettiği Düşünülen Diğer Durumlar:
•   Sağırlık-Dilsizlik: Sağır ve dilsizlerin cezaî ehliyete sahip bulundukları açıktır. İslam hukukçuları arasında ilke olarak, sağır ve dilsizlerin ta’zir gerektirecek suçlar için cezaî sorumluluğunun mevcudiyeti konusunda ihtilaf bulunmamaktadır. Ancak had ve kısas gerektiren suçlar sebebiyle sorumluluk konusunda iki görüş bulunmaktadır:
1.   Fakihlerin çoğunluğuna göre; işaretinde bir şüphe bulunmadıkça, sağır ve dilsizin ikrarı kabul edileceği gibi; had ve kısas suçlarından da cezaî sorumlulukları mevcuttur. Çünkü onlar da normal insanlar gibi hükümlere muhataptırlar.
2.   Hanefîlere göre ise, sağır ve dilsizlere had ve kısas cezası uygulanmayıp bunların yerine gerekli görülürse ta’zir cezası ile iktifa edilir. Böyle kimselerin ikrarı işaretle olup, işaretler de farklı anlamlara delalet edebilmektedir. İşâret, ibâreye (sözlü beyan) bedel yani onun yerine konulan bir vasıtadır. Had cezaları, bedel üzerine bina edilmez.
•   Duygu Yoğunluğu Durumları: İnsan bazen intikam ve nefret gibi değişik sebeplerle aşırı kızgınlık halinde bulunup çektiği sıkıntı içinde hareketlerini denetleyemeyebilir, fakat kısa bir süre sonra eski normal haline döner. Ancak bu sıkıntı hali kişinin idrakinin kaybolması veya zayıflaması noktasına gelmez. Bu sebeple şiddetli kızgınlık/gazap halleri, cezaî sorumluluğu ortadan kaldıran bir mazeret olarak kabul edilmez. Bu hal, had ve kısas cezalarında hafifletme sebebi de olamaz. Ancak ta’zir gerektiren suçlarda hafifletici sebep olabilir. İlke olarak durum böyle olmakla birlikte, ikrah hali gibi durumlarda şiddetli korku hali, bazen cezaî sorumluluğu kaldırabilmektedir.
•   Temyiz Zayıflığı: Bazı kişilerin idrâk dereceleri deli ve ma’tûh durumunda olanlardan yüksek olmakla birlikte, normal insan idrakinin biraz altında olabilir. İslam hukukçuları, idrâk gücündeki bu çok önemli olmayan idrâk noksanlığı için cezayı hafifletme veya ağırlaştırma gibi bir durum öngörmezler. Ancak bu halin yetkililerin takdirine bırakılmış olan ta’zir cezalarında uygun görüldüğü takdirde hafifletici sebep olarak değerlendirilmesi mümkündür.


3.   Sarhoşluk ve Uyuşturucu Madde Kullanımı:

*** SARHOŞLUK: Haram yollardan kişinin kendi isteğiyle sarhoş olması anlamında kullanılmaktadır.
*   Sarhoşluğun ölçüsünü belirleme yani kişinin işlediği suçtan sorumlu sayılabilmesi için hangi hallerin onun sarhoş olduğunun göstergesi sayılması hususundaki görüşler:
*   Ebû Hanîfe’ye göre; kadını erkeği, yeri göğü, eni boyu, hanımı ile cariyesini ayırt edemeyecek derecede bilincini kaybeden kişi sarhoş sayılır. Bu ölçü, sarhoşluğun sonucunu dikkate alarak belirlenmiştir ki; Ebû Hanîfe hırsızlık, zina ve diğer had suçlarında da hep nihayete bakmaktadır. Sarhoşluğun nihayeti de, eşyayı birbirinden ayıramayacak kadar sürûr halinin kişiyi kaplamış olmasıdır.
*   Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre; sözünü karıştıran, konuşmasında ve cevabında istikrarlı olamayandır. Bu konuda örf dikkate alınır. İnsanlar, içki içtikten sonra sözünü toparlayamayana sarhoş derler.
*   İmam Mâlik’e göre; sarhoşluğun ölçüsü, güzel ve çirkini ayıramamaktır.
*   Şafîi, Hanbelî ve Zâhirî âlimler de şöyle derler: Konuşmasında dil yönünden kırıklık, anlam yönünden intizamsızlık, hareketlerinde tutarsızlık ve yürüyüşünde yamukluk görülen sarhoştur. Sözü anlama ve anlatma sıkıntısıyla oturup kalkma hareketlerindeki sıkıntısı birleştiği zaman sarhoşluk gerçekleşmiş olur.
*   Sarhoşun Cezaî Sorumluluğu: Yukarıda zikredilen ölçüde sarhoş olan kişinin, sarhoşluğu sırasında işlediği suçlar sebebiyle cezaî sorumluğunun bulunup bulunmadığı hususunda ileri sürülen görüşler:
•   Birinci görüş: Eğer sarhoşluk kişinin kendi ihtiyar ve irâdesi ile ve haram yoldan meydana gelmişse, sarhoşluk sırasında işlediği suçların bütününden sorumludur. Ancak ikrah veya zaruret sebebiyle, helal yollardan veya bilmeyerek sarhoş edici maddeleri almışsa cezaî sorumluluğu yoktur. Bu görüş Hanefîlerin ve Malikîlerin, Şafiîlerle Hanbelîlerin de tercih edilen görüşüdür.
•   İkinci görüş: Her ne sebeple ve her ne şekilde olursa olsun sarhoş olmuş kişi, bu hal içinde işlediği diğer suçlar sebebiyle sorumlu tutulmaz. Bu görüşe göre sarhoşluğun meydana gelmiş olması ve aklı giderici özelliği dikkate alınmakta, sebebine ise bakılmamaktadır. Kişinin rızası ve ihtiyarıyla, şer’i bir mazereti bulunmaksızın, sarhoş edici özelliğini bilerek veya bilmeyerek sarhoş olması önemli değildir. İbn Teymiyye, İbn Kayyim, Hanefîlerden Ebû Yûsuf, Züfer, Tahâvî ve Kerhî ile Şafiîlerden Müzenî ve İbn Şüreyh bu görüştedir. Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel’in bir kavli de bu yöndedir. Ancak İbn Teymiyye, sarhoşluğun suç işlemek için bir yol haline getirilmemesi, yani istismar edilmemesi şartını zikretmektedir. Şayet sarhoşluğun bu amaçla kullanıldığı tespit edilirse cezanın ağırlaştırılarak verilmesini söyler.

*** UYUŞTURUCU MADDELER: İnsan veya diğer canlıların farklı derecelerde şuurunu kaybetmesine sebep olan afyon, eroin vb. maddeler.
•   Fakihler, uyuşturucu maddelerin haramlığı konusunda ittifak halinde bulunmalarına rağmen, tedavi amacı dışında alınan uyuşturucu maddelerin cezası konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bu konudaki görüşler iki grupta toplanabilir:
•   Bir görüşe göre uyuşturucu maddeler sebebiyle meydana gelen sarhoşluk için de içkiden meydana gelen sarhoşluk için uygulan had cezası uygulanır. Bu görüşün çoğunluk tarafından benimsendiği görülmektedir.
•   Diğer bir görüşe göre uyuşturucu maddelerin alınması haram olmakla birlikte bunun cezası had değil ta’zirdir.
•   Uyuşturucu maddelerin haramlığı konusunda ittifak bulunduğundan, bunların alımı sonucu meydana gelen sarhoşluk halinde işlenen suçlar, ilke olarak, haram yoldan meydana gelen sarhoşluk halinde işlenen suçlarla; tedavî için alınan uyuşturucular da helal yollarla meydana gelen sarhoşluk haliyle aynı konumda olmalıdır. Böylece sarhoşluk halinde işlenen suçlar sebebiyle cezaî sorumluluğunun ne olacağı hususundaki tartışmalar, uyuşturucu madde kullanımı hali için de geçerli olacaktır.
4.   Uyku ve Bayılma Halleri: Uyku: idrakin ve zâhirî duyuların acziyet halidir. Bayılma hali: kişinin ihtiyar ve kuvvetinin ortadan kalkması bakımından uyku halinden daha şiddetlidir. İslam hukukunda genel kural, uyuyan kimsenin söz ve fiilleri sebebiyle sorumlu tutulmamasıdır. Yani ilke olarak uyku hali cezaî sorumluluğa engel teşkil etmektedir. Çünkü uyuyan insanın kasıtlı davrandığından ve ihtiyarını kullandığından bahsedilemez; hareketlerini vücut ve organlarının ağırlığıyla yapmaktadır. Uyku ve baygınlık hallerinde zina, hırsızlık ve başkasına ait bir malı telef etmek gibi cismanî hareketler esasen normal hallerde suç olsa bile suç olarak değerlendirilmez. Uyuyanın ikrarı da geçerli değildir.
•   Uyku ve bayılma hallerindeki cezaî sorumluluğu, işlenen suçun mahiyetine göre Allah hakkı ve kul hakkı olanlar şeklinde ikiye ayırmak gerekmektedir:
1.   Allah hakkına taalluk eden suçlar: Uyku veya baygınlık hallerinde işlenmesi durumunda bunlar suç telakkî edilmez. Bu hallerde iken zina etmek, içki içmek gibi suçlar işlendiği takdirde ilgili had cezaları uygulanmayacaktır. Diğer taraftan uyuyan ve bayılanların fiilleri hata gibi değerlendirildiği için, sadece kasıtlı olarak işlenebilen had suçlarında suçun unsurlarından biri gerçekleşmemiş olmaktadır. Bu sebeple hata yolu ile işlenen suçlarda had cezası uygulanmamakta ancak gerekli görülürse ta’zir tatbik edilebilmektedir.
2.   Kul haklarına taalluk eden haklar: Uyku ve baygınlık halleri mazeret teşkil etmez. Mal ve canla ilgili haklar böyledir. Mesela uyku veya baygınlık halinde iken işlenen katil suçu, örneğin bir çocuğun üzerine yuvarlanarak ölümüne neden olmak, kasıt bulunmadığı için, hata ile işlenmiş gibi değerlendirilir ve kısas değil diyet gerektirir. Böyle bir suça “hataya benzeyen katil suçu” denmektedir. Bunun gibi mezkûr hallerde başkasının malını itlaf eden bunu tazmin ile mükellef olur.
•   Kişinin kötü niyetli bir hareket yapabilme ihtimali bulunup bulunmaması temelinde, cezaî sorumluluk açısından şu iki durumu da birbirinden ayırmak gerekmektedir:
1.   Uyuyan veya baygın kişinin, henüz kendisine bu hal ârız olmadan, uyuduğunda veya bayıldığında, zararlı ve suç teşkil eden fiillerin sâdır olabileceğini tahmin edebileceği haller. Böyle bir durumda, kişi henüz söz konusu haller kendine ârız olmadan ihtiyatlı davranıp gerekli tedbirleri almaması sebebiyle, ihmal ve taksiri neticesinde suç meydana geldiği için hata yolu ile suç işlemiş sayılmaktadır. Böyle durumlarda ihmal ve taksiri sebebiyle, uygun görüldüğü takdirde kendisine münasip bir ta’zir uygulanabilecektir. Mesela, kendisinde uyurgezerlik hali bulunduğunu bilen bir kişinin, yanında silah bulunduğu halde uyuyup, uyurgezerlik hali ârız olduğunda da yanındaki silahı kullanarak yakınında bulunan bir kişiyi öldürmesi böyledir. Bir diğer örnek; kendisine ânî baygınlık halinin ârız olduğunu bilen birinin, araç sürmeye başlayıp mezkûr hal ârız olunca aracının kaza yapması sonucu ölüm meydana gelmesidir. Söz konusu kişi ihtiyatsız ve tedbirsiz bulunduğu için hata ile adam öldürme suçu işlemiş sayılır ve gerekirse ayrıca ta’zir cezasına çarptırılır.
2.   Kişinin daha önce bir benzeri başına gelmemiş, aniden ârız olup meydana gelen haller. Geçmişte benzeri bir durumla karşılaşmadığı halde beklenmedik bir şekilde kişiye baygınlık veya uyku hali ârız olursa, böyle hallerde kişinin hareketlerinin denetimini yitirdiği, fiillerinde kendi ihtiyar ve irâdesini kullanamadığı ve söz konusu hali öngöremediği için cezaî sorumluluğu bulunmamaktadır. Mesela, hayatında ilk defa âniden kendisine baygınlık hali ârız olan kişi, bu halde iken düşme ve benzeri bir hareketle başkasının ölümüne neden olsa, bu sebeple cezaî sorumluluğu bulunmamaktadır.

5.   Hipnoz Hali:
•   İhtiyarî ve planlı hipnoz halinde, kişi işlediği suçlar sebebiyle tam cezaî sorumluluğa sahiptir. Buna göre kendi isteğiyle ve planlı bir şekilde hipnoza girenler, bu haldeyken işledikleri suçlar sebebiyle sorumlu olurlar. Hatta suç işlemek maksadıyla planlı olarak hipnoza girip suç işleyenlere, işledikleri suçların cezalarına ilaveten gerekli görüldüğü takdirde ta’zir de uygulanabilir. Bu, bir tür cezanın ağırlaştırılması durumudur. Sarhoşluğun suç işlemek için bir yol olarak kullanılması yani istismarı durumunda bazı âlimlerin, cezanın ağırlaştırılması yönündeki ifadelerine yer vermiştik.
•   İhtiyarî olmayan yani kişinin elinde olmayan sebeplerle meydana gelen hipnoz halinde ise cezaî sorumluluktan bahsedilemez. Böyle durumları da, ihtiyarî olmayan ve helal yoldan meydana gelen sarhoşluk gibi değerlendirmek uygun olacaktır.

S.   Ceza kavramının tanımları?
C.   Ceza kavramı tanımları:
*   Mâverdî’nin cezayı belirleyen otorite açısından yaptığı tanımı şöyledir: Ceza Allah’ın, haram kıldığı şeylerin işlenmesini ve emrettiği şeylerin terkini önlemek üzere koyduğu müeyyidelerdir (zevâcir).
*   İbn Âbidîn cezayı amacı açısından şöyle tanımlar: Cezalar, insanların yararı için, din, nefis, nesil, mal, akıl ve namuslarını korumak ve kulların zarar gördüğü çeşitli kötülüklerden vazgeçirmek amacıyla konulan müeyyidelerdir.
*   Günümüz İslam hukukçuları şu tanımı vermektedirler: Kanun koyucunun toplum yararı için yasaklamış olduğu fiilleri işleyene, acı veren bir karşılık olarak, kanunda belirtilmiş korkutucu müeyyidedir.

S.   İslam Ceza Hukuku’nda Cezalandırmalardaki amaçlar nelerdir?
C.   İslam Hukuku’nda Cezalandırmalarda gözetilen amaçlar:
1.   Genel önleme: Suç failinin cezalandırılması, başkalarına da ibret olmakta ve potansiyel olarak suça eğilimli olanları caydırmaktadır.
2.   Özel önleme: Suçlunun uslandırılması ve ıslahı demektir. Yaptığının karşılığını gören ve acısını çeken failin, bir daha suç işleme cesaretin kaybetmesi ve tövbe etmesi beklenir.
3.   Mağdurları tatmin: İşlenen suçtan mağdur olan ve zarar gören taraflar, intikam alma hevesiyle ortaya çıkıp başka ve daha büyük suçların işlenmesine sebep olabilirler. Neticede bitmek tükenmek bilmeyen kan davaları başlamış olur. Özellikle adam öldürme ve müessir fiil suçlarında mağdurlara yetki verilmesi, onların vicdanını rahatlatmaktadır.
4.   Toplumun korunması: Toplumdaki bir kötülük, herkesi huzursuz eder. Kötülüğün karşılığının verilmesi de toplum vicdanını rahatlatır.
5.   Keffâret: Her suç Yüce Allah’ın bir yasağını çiğnemek ve isyan anlamı taşıdığından, suçların bir dünyalık cezaları bir de ahirete yönelik günah boyutu vardır. Dünyevi cezalar zorla da olsa kişilere uygulandığından, işin uhrevî boyutu bâkî kalmaktadır. Hz. Peygamber dünyada uygulanan cezaların keffâret olduğunu yani ilgili suçun günahını da sildiğini buyurmuştur.

S.   Cezaların Tasnifi / Kısımları?
C.   Cezalar:
a.   Türleri Bakımından Cezalar:
*   Had Cezaları
*   Kısas Cezaları
*   Ta’zir Cezaları
b.   Allah Hakkı veya Kul Hakkı Olması Bakımından Cezalar:
*    Allah hakkı olan cezalar: Zina, hırsızlık ve içki içme cezalarıdır.
*   Kul hakkı olan ceza: Kısas cezasıdır. İki hakkın birlikte bulunduğu ceza: Zina iftirası (kazf) cezasıdır.
c.   Hüküm Koyucu (Şâri’) Tarafından Belirlenmiş Olup Olmaması Bakımından Cezalar: İslam hukukunda cezalar, naslar (Kur’ân ve sünnet) tarafından belirlenip belirlenmeme açısından:
*    Had cezaları,
*    Kısâs-diyet cezası
*   Ta’zir cezaları

S.   Had Cezaları?
C.   Kur’ân ve Sünnet tarafından kesin olarak belirlenen cezalardır. Hâkimin bu cezaları uygulamama, artırma veya eksiltme yahut başka cezalarla değiştirmeye yetkisi bulunmaz. Bu sebeple had cezaları “Allah hakkı olarak yerine getirilmesi gereken” cezalar olarak tanımlanmaktadır.
*   Kur’ân-ı Kerîm’de dört had cezasından bahsedildiğini görmekteyiz:
•   Hırsızlık yapanın elinin kesilmesi (Mâide 5/38),
•   Zina edene yüz sopa vurulması (Nûr 24/2),
•   Zina iftirasında bulunana seksen sopa vurulması ve bir daha şahitliğinin kabul edilmemesi (Nûr 24/4-5),
•   Hirâbe (yol kesme, eşkıyalık) suçu işleyenlere de öldürme, asma, el ve ayakların çapraz kesilmesi veya sürgün (Mâide 5/33-34).
*   Hz. Peygamber’in emir ve uygulamalarına yani sünnete dayanan cezalar:•   Zina edenin bekâr olması durumunda yüz sopa ve sürgün, Evli olması halindeyse taşlanarak öldürülme (recm) şeklindeki ayırım.
•   İçki içene kırk sopa vurulması
•   İslam dininden ayrılanın (irtidat) öldürülmesi

S.   Hırsızlık (Serika) Suçu?
C.   Mükellef bir kimsenin başkasına ait, kısa zamanda bozulmayan belirli miktarda bir malı, muhafaza altındaki bir yerden, gizlice almasıdır.

S.   Hırsızlık Suçunun sabit olması için taşıması gereken şartlar?
C.   Hırsızlık suçunun önemli şartları şunlardır:
•   Çalan kişi akil ve baliğ yani mükellef olmalıdır.
•   Çalınan mal başkasına ait olmalıdır.
•   Sebze, meyve ve et gibi kısa zamanda bozulmayan bir mal olmalıdır.
•   Malın değeri belirli bir miktara ulaşmalıdır.
•   Mal, muhafaza altında iken çalınmalıdır.

S.   Hırsızlık suçunun cezası?
C.   Hırsızlık suçu: şartların oluşması-oluşmaması açısından:
1.   Şartları taşımayan hırsızlık fiili için: had cezası uygulanmaz. Bu işlenen fiilin cezasız kalacağı anlamına gelmez; gerekli görülürse ta’zir cezası uygulanabilir.
2.   Şartları taşıyan hırsızlık fiili için: Şartlarını taşıdığı işin ispat edilen hırsızlık suçunun cezası, el kesmedir (Mâide 5/38). Çoğunluğa göre sağ elin bilek kısmından kesilir.

S.   Zina Suçu?
C.   Bir kadın ve erkeğin, aralarında evlilik bağı, mülkiyet veya şüphe bulunmadan önden cinsel birleşmeleridir.

S.   Zina Suçunun önemli şartları?
C.   Zina suçunun önemli şartları şunlardır:
•   Cinsel birleşme bir erkek ile kadın arasında olmalıdır; Homoseksüel ilişkinin (livâta) zina suçu kapsamında olup olmadığı tartışmalıdır. Lezbiyen ilişkiler de zina suçu kapsamında değildir.
•   Fakihlerin çoğunluğuna göre hayvanla ilişki de zina suçu kapsamına girmez.
•    Kadın canlı olmalıdır; ölü kadınla ilişki zina suçu kapsamına girmez.
•   Aralarında nikâh bağı bulunmamalıdır: Evli çiftler arasındaki ilişkiler zina kapsamına girmez. Fakat eşine zarar veren kişi, ta’zir türünden bir cezaya veya tazminata mahkûm edilebilir.
•   Aralarında mülkiyet bağı bulunmamalıdır: Mülkiyet bağı efendilik kölelik ilişkisini ifade eder. Günümüzde kölelik kalkmıştır.
•    Şüphe bulunmamalıdır: İlişki yaşadığı kişiyi eşi zannetme veya onunla nikâh yaptığını zannetme gibi durumlarda şüpheye dayalı ilişkiden bahsedilir ve bu tür ilişkiler zina suçu kapsamına girmez.
•   İlişkinin önden olması gerekir: Ters ilişki çoğunluğa göre, zina suçu kapsamına girmez. Şafii ve Hanbelîler ters ilişkiyi de zina sayarlar.

S.   Zina suçunun ispatı?
C.   Zina suçunun ispatı için ya bizzat failin gönüllü ikrarı veya olayın dört şahidin ayrıntılı beyanıyla ispatı gerekmektedir. Çoğunluk fakihlere göre evli olmayan bir kadının hamileliği gibi durumlar, zina suçunun ispatı için delil olarak kullanılamaz.

S.   Zina Suçunun Cezası?
C.   Zina Suçu; Şartları taşıma ve taşımama açısından:
1.   Şartları taşımayan Zina fiili için: Had cezası uygulanamaz. Şartları taşımayan zina fiili için had cezası uygulanamaması, fiilin cezasız kalacağı anlamına gelmez; gerekli görülürse ta’zir cezası uygulanabilir.
2.    Şartları taşıyan Zina Suçunun Cezası: Zina edenin muhsan olup olmamasına göre zina suçunun cezası farklılık göstermektedir.
*   Muhsan: Müslüman ve mükellef olup hayatında bir kere dahi olsa evlilik yapmış ve evlilik içinde eşiyle birleşmiş olan kişiye muhsan denilir. Bir kere muhsan sıfatını kazana kişinin zina ettiği zaman evli veya dul olması önemli değildir.
*   Gayri Muhsan (Bekâr): Müslüman ve mükellef olup hayatında hiç evlenmemiş ve birleşme yaşamamış kişiye de gayri muhsan (bekâr) denir.
*   Muhsan olmayan Zani’nin cezası: Ayet gereği (Nur, 24/2) yüz sopadır (celde). Şafii ve Hanbelîlere göre sopa cezasına had olarak bir yıl sürgün de eklenir. Hanefiler ise sürgünü ta’zir kapsamında görürler. Özellikle kadın suçluların sürgüne gönderilmeyeceği yönündeki görüş ağırlık kazanmıştır.
*   Muhsan olan Zani’nin cezası: Sünnete göre recm yani taşlayarak öldürmedir. Recm cezası klasik fıkıh kitaplarında bir had cezası olarak ele alınmış ve Hz. Peygamber zamanından Osmanlı dönemine kadar az da uygulaması bulunmuştur. Klasik kaynaklarda recme kökten karşı çıkanların bazı Hariciler olduğu ifade edilmektedir. Günümüzde ise bazıları çeşitli gerekçelerle İslam’da recm cezası bulunmadığını ileri sürerken; bazıları da recmi bir had değil ta’zir cezası olarak değerlendirmektedir.

S.   Zina İftirası (Kazf) Suçu?
C.   Namuslu bir erkek veya kadının zina yaptığı iddia edilip dört şahitle ispat edilememesi.

S.   Zina iftirası suçunun oluşması için gerekli şartlar?
C.   Zina iftirası suçunun oluşması için isnadın, iftirada bulunanın ve iftiraya maruz kalanın bazı şartları taşıması gerekmektedir:
*   İsnadın zina veya neseple ilgili olması ve dört şahitle ispat edilememiş bulunması gerekir. Yalancılık, sahtekârlık gibi iftiralar bu kapsama girmek. Zina isnadının dört şahitle ispatı halinde söz konusu zina faillerine zina cezası uygulanır.
*    İftirada bulunan kişi âkil, bâliğ ve fiillerinde ihtiyar sahibi olmalıdır. Kadın, erkek, müslüman veya gayri müslim olması önemli değildir.
*   İftiraya maruz kalan kişinin de muhsan olması gerekir. Buradaki muhsan ifadesi –zina suçundan biraz farklı olarak- akil, baliğ, hür, müslüman ve iffetli/namuslu olmak anlamındadır. Buna göre çocuk, akıl hastası ve gayri müslim gibi kişilere yönelik zina isnatları, zina iftirası suçu kapsamına girmez.

S.   Zina İftirası Suçunun Cezası?
C.   Zina İftirası Suçu; şartları taşıma ve taşımama açısından:
1.   Şartları taşımayan Zina İftirası suçu için: Had cezası uygulanamaz. Şartları taşımayan Zina İftirası için had cezası uygulanamaması, fiilin cezasız kalacağı anlamına gelmez; gerekli görülürse ta’zir cezası uygulanabilir.
2.   Şartları taşıyan Zina İftirası Suçunun Cezası: Zina iftirası suçunun cezası seksen sopa ve artık şahitliğinin kabul edilmemesidir (Nûr 24/4-5).
.
S.   Hirâbe (Yol Kesme, Eşkıyalık) Suçu?
C.   Hirâbe Suçu: Silâhlı gasp, yol kesme ve eşkıyalık gibi anarşi ve fesat çıkaran suçları kapsayan karmaşık bir suçtur. Şöyle tanımlanır: Elindeki güce dayanarak, muhatapların dışardan yardım alamayacağı bir yerde, açıktan ve güç gösterisi şeklinde mal almak, öldürmek veya korku salmak amacıyla ortaya çıkmaktır. Bu suç ve cezası (Mâide 5/33–34.) ayetlerde belirlenmiş olup faile muhârip denilmektedir.

S.   Muharip sayılacak kişide bulunması gereken şartlar?
C.   Muhârip sayılacak kişinin âkil, bâliğ, müslüman, zimmî veya mürted olması şarttır. Erkek olması, silahlı olması ve suçun yerleşim yerleri dışında işlenmesi gibi şartlar konusunda ihtilaf bulunmaktadır.

S.   Hirabe Suçunun Cezası?
C.   Muhâriplerin yakalanmadan önce tövbe etmeleri halinde had cezasının düşeceği konusunda ilgili ayet sebebiyle ittifak bulunmaktadır. Hirâbe suçunun cezasının ayette belirtildiği üzere öldürülme, asma, el ve ayağın çapraz kesimi veya sürgün olduğu konusunda ittifak olmakla birlikte, karmaşık yapıdaki bu suçta hangi şartlarda hangi cezaların uygulanacağı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür.
      
S.   İçki İçme Suçu?
C.   İçki ve sarhoş edici olan bütün içecekler İslam dininde haramdır. Üzüm veya hurma suyundan yapılıp adına Arapların hamr dediği ve ayette ifadesi geçen (Mâide, 5/90) içkinin haramlığı ve bu içkiden az veya çok içmek arasında bir fark bulunmadığı hususu ittifakla kabul edilmektedir. Bunun dışında kalıp azı veya çoğu sarhoşluk veren içkiler konusunda ihtilaf bulunmaktadır. Hanefilerin ağırlıkta olduğu bir gruba göre hamr dışındaki içeceklerin ancak sarhoşluk veren miktarı haramdır. Diğer gruba göreyse her sarhoşluk veren içki hamr kapsamına girer ve azı da çoğu da haramdır. İçki içmek dinen haram olmanın yanında şartları oluştuğunda hukuki bir suç teşkil etmektedir.

S.   İçki içen kişilerde bulunması gereken şartlar?
C.   İçenin hür, müslüman ve mükellef olması, bilerek ve isteyerek içmesi, eğer hamr dışında bir içki içmişse Hanefilere göre dili dolaşacak veya kadın ile erkeği ayıramayacak kadar sarhoş olması şarttır. Hamr içmişse sarhoş olması şart olmayıp onun azı da suçun oluşması için yeterlidir. Hamr dışındaki içkilerde sarhoşluk şartını arayan âlimler bu suçun ve cezasının adını “haddü’s-sekr= sarhoşluk cezası” olarak da kullanmaktadırlar.

S.   İçki İçme Suçunun cezası?
C.   İçki içmenin cezası Kur’an’da geçmez. Hz. Peygamber ve halifeler döneminde bu suç için uygulamalara dair muhtelif rivayetler bulunmaktadır. Rivayetlere göre Hz. Peygamber bu suçu işleyenlere kırk sopa vurma cezası uygulatmış ve Hz. Ebubekir döneminde aynı uygulama sürdürülmüştür. Hz. Ömer’in hilafeti sırasında içki içenlerin çoğalması sebebiyle yapılan istişare sonucu, ceza seksen sopaya çıkarılmıştır. Bu sebeple bazı âlimler bu cezayı kırk, bazıları da seksen sopa olarak ifade etmektedirler. Öyle anlaşılıyor ki Hz. Peygamberin uyguladığı kırk sopa had cezası; Hz. Ömer döneminde yapılan kırk sopa ilavesi ise ta’zir cezası niteliğindedir.

S.   Bağy (Devlete karşı haksız İsyan / Ayaklanma) Suçu?
C.   Müslümanlardan bir grubun kendi kanaat ve içtihatlarına göre yanlış yolda olduğunu düşündükleri meşru İslam devleti idaresine karşı isyan edip, yönetimi değiştirmek veya ayrı bir devlet kurmak üzere ayaklanmalarıdır. Böyle bir kalkışmada bulunanlara bâğî (çoğulu: buğât) denir.

S.   Bağy Suçunun Cezası?
C.   Bağy Suçunun Cezası: Bu suçun cezası, suçun ne şekilde ve ne ölçüde işlendiğine bağlı olmak üzere, kısmen had kısmen de ta’zir olmak üzere farklı şekillerde uygulanmaktadır. Genel kabule göre durum şöyledir:
•   Ehlisünnet inancına aykırı bir inanca sahip olmakla birlikte, bir grup teşkil etmeyen ve devlete başkaldırmayanlara dokunulmaz. Bunlara diğer müslümanlar gibi davranılır. Ehlisünnete aykırı inanç ve bid’atların propagandasını yapanlar, ikaz edilir, sağlam ve sahih düşünce kendilerine telkin edilir, buna rağmen ısrar ederlerse uygun bir ta’zir cezasıyla cezalandırılırlar.
•   Bir grup oluşturmakla birlikte devlete itaate devam ederlerse, toplanmalarına engel olmak için uygun tedbirler alınabilmekle birlikte, kendilerine karşı savaşılmaz.
•   Devlete itaat etmez ve başkaldırırlarsa, önce itaate davet edilirler, ısrar ederlerse zor kullanarak ve savaşla itaat altına alınırlar.
•   Bâğilere karşı zor kullanma ve savaş kararı verildiğinde, kaçanın arkasından gidilmez, yaralı ve esirler öldürülmez, malları ganimet olarak alınmaz, çoluk çocukları esir alınmaz. Mecbur kalınmadıkça evleri, barınakları, ağaçları, ürün ve hayvanları tahrip edilmez.

S.   İrtidat (İslam’dan Çıkma) Suçu?
C.   İrtidat: Bir Müslümanın dinini terk etmesi yahut başka bir dine girmesidir. İrtidat edene mürted denir.
*   Kişilerin hangi dini seçecekleri konusunda onlara baskı yapılmasına İslam karşı çıkmakta, hak ile batılı görüp kendi hür iradeleriyle karar vermelerini istemektedir (Bakara, 2/256). Hz. Muhammed’in elçi olarak gönderilişinden sonra geçerli tek hak din olan İslam (Mâide, 5/3) ile şereflendikten sonra bu dini terk eden kimse, hem dünyada hem de ahirette kendine yazık etmiş olur. Böyle kişilerin kâfir olarak ölmeleri halinde yaptıkları bütün hayırlı işler boşa gitmiş olur ve ahirette cehennem azabı onları beklemektedir (Bakara, 2218).
*   İrtidat suçu, kişisel çerçevede kalan salt bir din değiştirme olayı olarak görülmemiş, meseleye müslüman toplumun ve devletin birliğinin korunması açısından bakılmıştır. Nitekim Hz. Ebubekir halifeliği döneminde, namaz kılarız ama devlete zekât vermeyiz diyenleri mürted olarak değerlendirip kendilerini savaş yoluyla itaat altına almıştır.
*   İslam âlimleri çoğunlukla mürtede karşı şunların yapılması gerektiğini ifade etmişlerdir: Mürtedin İslam dini konusunda şüphe ve tereddütleri varsa, kendisine açıklamalarda bulunularak bunlar giderilir ve İslam’a dönmesi teklif edilir. Gerektiğinde düşünmesi için kendisine makul süreli fırsat verilir.

S.   İrtidat Suçunun Cezası?
C.   İrtidat Suçunun Cezası: İrtidat suçunun dünyevi cezası sünnet deliline dayanmaktadır ve ölümdür. Hadislerde şöyle geçer: “Kim dinini değiştirirse, onu öldürün” (Ebu Davud, Hudud, 1); “Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim de Allah’ın Resulü bulunduğuma şahadet eden kimsenin kanı, üç hal dışında helal değildir: Zina yapan dul, cana can kısâs, dinden çıkıp cemaatten ayrılan.”(Buhârî, Diyât 6; Müslim, Kasâme 25).

S.   Kısas ve Diyet Cezaları?
C.   Kısâs: misliyle karşılık vermek anlamında olup öldürme ve müessir fiil (yaralama, darp vb.) suçlarında faile mukabelebilmisil esasına göre aynı muamelenin yapılması demektir.
Diyet: Mağdur tarafa ödenen kan parasıdır.
*   İslam hukukunda adam öldürme veya müessir fiil suçları karşılığında verilen ceza ya kısâs veya onun yerine maddi bir bedel ödenmesi şeklinde (Bakara 2/ 178, 179, 194) infaz edilmektedir.
*   Kısâs ve diyet cezaları yüce Allah tarafından belirlenmiş olması itibariyle had cezalarına benzemekle birlikte, kul hakkı ağırlıkta olan cezalardır.

ÖLDÜRME SUÇUNUN CEZASI
Öldürme suçu, meydana geliş şekline göre Hanefiler tarafından şu şekilde beş türe ayrılmıştır:
1.   Kasıtlı (Amden) Öldürme: Bir kişiye, genelde ölümüne neden olacak silah, demir vb. bir şeyle vurmak, ya da yüksekten atmak gibi genellikle ölüme yol açacak bir fiilde bulunmaktır.
*   Bir mümini kasten öldürmenin dünyevi cezası, kısâs yoluyla katilin öldürülmesidir (kaved).
*   Ancak maktûlün velilerine kısâs cezasını bütünüyle affetme veya kısâstan diyete dönme yetkisi verilmiştir (Bakara, 2/178-179).
*   Diyetin Hz. Peygamber dönemindeki miktarı yüz devedir. Bu miktar o zamanda yaklaşık olarak ikiyiz sığır veya iki bin koyuna denk gelmekteydi.
2.   Kastın Aşılması Yoluyla Öldürme (Şibh-i Amd): Genelde öldürücü olmayan bir şey kullanılması sonucu ölüm meydana gelmesidir. Kamçı, sopa, küçük bir taş parçası, yumruk, tokat ve benzeri genelde öldürücü olmayan bir fiil sonucu ölüm meydana gelmesi böyledir.
*   Kastın aşılması yoluyla öldürmenin cezası ağırlaştırılmış diyettir. Bu ise kırk tanesi hamile olmak üzere yüz devedir.
3.    Hata İle Öldürme: Bir mümini yanlışlıkla öldürmektir. Hata iki şekilde olabilir: Mubah bir şeye ateş edip yanlışlıkla insana isabet etmesi veya harbî (düşman) zannıyla ateş edilen kişinin Müslüman çıkması. Hata ile öldürmenin hükümleri biraz tafsilatlıdır.
*   Kim bir mümini hata yoluyla öldürürse mümin bir köle azat etmesi ve ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi lazımdır. Maktûlün velileri isterlerse diyetten vazgeçebilirler.
*   Öldürülen kişi mümin olduğu halde düşman bir topluluktan ise, mümin bir köleyi azat etmek gerekir.
*   Şayet öldürülen kişi, İslam toplumuyla aralarında anlaşma bulunan bir topluluktansa, ailesine bir diyet vermek ve mümin bir köle azat etmek gerekir. Köle azadına gücü yetmeyenin, Allah tarafından tövbesinin kabulü için aralıksız iki ay oruç tutması gerekir (Nisa, 4/92).
4.   Hata Yerine Sayılan Öldürme (Mâ Cerâ Mecre’l-Hata): Kişiden iradesinin dışında çıkan bir fiil nedeniyle bir şahsın ölümüne sebep olmaktır. Uyuyan bir kimsenin, farkında olmadan bir başka kişinin üzerine düşerek onu öldürmesi buna örnektir.
*   Bu tür öldürmede yapılacak işlem, hata ile öldürmede yapılacak işlemlerle aynıdır.
5.   Sebebiyet Verme (Tesebbüb) Yoluyla Öldürme: Umuma açık bir yolda suyu çevirmek vb. amaçla kazı yapıp birinin buraya düşerek ölmesi veya umumî yola saldığı hayvanının bir insana çarparak onu öldürmesi gibi durumlar sebebiyet yoluyla meydana gelen öldürmelerdir.
*   Sebebiyet verme suretiyle ölüm meydana geldiğinde, Hanefilere göre fâilin âkilesi diyeti öder fakat fâile keffâret gerekmez. Diğer mezhepler sebebiyeti hata ile öldürme içinde değerlendirmektedirler.

MÜESSİR FİİL SUÇLARI
İnsan bedenindeki organlara, kemiklere karşı saldırıda bulunmak, vurmak, yarmak ve yaralamak gibi fillerdir. Bu tür fiillerde de esas ceza genellikle kısâstır. Yani göze göz, dişe diş, buruna burun, kulağa kulak gibi misliyle karşılık vermedir. Mağdur dilerse kısâstan vazgeçip organ diyetine razı olabilir. Genel kurala göre vücutta tek bulunan organlar için tam diyet, çift organların her biri için yarım diyet ödenir.   

TA’ZİR CEZALARI:
Hakkında had veya kısâs cezası bulunmayan suç ve günahları işleyenlere verilen, miktarı ve keyfiyeti naslarda kesin olarak belirlenmemiş, zamana ve şartlara göre esneklik arz eden cezalardır. Ta’zir suç ve cezaları esnek oldukları için bunları maddeler halinde sıralamak mümkün değildir. Ancak İslam’ın genel amaç ve yasaklarıyla çelişmemek ve maslahata uygun olmak gibi genel ölçülerle sınırlandırılabilmektedir. Zamanın kamu gücü, gerekli gördüğünde bu tür suçları ve cezaları belirleyip kanun şeklinde ilan edebilir. Ta’zir cezaları, tür, miktar ve mahiyet bakımından şartlara ve kişilere göre farklılık gösterebilmek, affa ve şefaate konu olabilmek, şüpheli durumlarda dahi uygulanabilmek gibi hususlar bakımından had cezalarından ayrılmaktadır.
Başlıca ta’zir suçları: Namaz ve orucu terk etmek, söz veya fiille birini haksız yere incitmek, birine haksız yere hırsız, tefeci, fâsık veya sarhoş demek. Ayrıca hırsızlık ve zina gibi suçlarda suçun unsurlarının tam olarak oluşmamasından dolayı had cezaları uygulanamamakla birlikte, gerekli görüldüğünde uygun bir ta’zir cezası uygulanabilir.
Başlıca ta’zir cezaları: Sopa, hapis, sürgün, sözlü uyarı, azarlama, teşhir, bazı haklardan mahrumiyet. Ta’zir suçları had suçlarından daha hafif sayıldığı için bunların cezasının da ilke olarak had cezalarından daha hafif olması benimsenmiştir.

UYGULANDIĞI MAHAL BAKIMINDAN CEZALAR
Had, kısâs-diyet veya ta’zir olarak belirlenen cezaların, uygulandıkları mahal bakımından bir tasnifi yapıldığında şu ceza türleri karşımıza çıkmaktadır:
Bedenî cezalar: Suçlunun bedeni üzerinde uygulanan öldürme, uzuv kısâsı, recm, el kesme ve sopa gibi cezalardır.
Hürriyeti kısıtlayan cezalar: Hapis ve sürgün cezalarıdır.
Malî cezalar: Keffâret nitelikli malî harcamalar, diyet, malî ceza ve malî mahrumiyet gibi cezalardır.
Şahsiyet ve itibara yönelik cezalar: Şahitliğin kabul edilmemesi, teşhir ve azarlama gibi cezalardır.

İSLÂM CEZA HUKUKU’NUN GENEL İLKELERİ
İslam ceza hukukunda belirlenmiş bütün suçlar ve cezalar bakımından geçerli olan bazı genel ilkeler söz konusudur ki bunları şöylece özetlemek mümkündür:
Kanunîlik: Suç sayılan fiillerin önceden belirlenip mükelleflere duyurulması, mubah bir fiili işledikten sonra onun suç olarak ilan edilmemesi demektir.
Şahsîlik: Suç ve cezanın şahsiliği, sadece suçu işleyen failin cezalandırılması, onun akrabaları veya diğer kimselerin cezalandırılmamasıdır.
Genellik: İslâm ceza hukukunda suçlar ve cezalar karşısında herkesin eşitliği ilkesi hâkim olup hiçbir zümre ve şahsa dokunulmazlık veya ayrıcalık tanınmamıştır.
Suç-Ceza dengesi: İslam ceza hukukunda suç sayılan fillerle onlar için belirlene cezalar arasında makul bir denge bulunmaktadır. Hırsızlık, zina ve hirâbe gibi suçların cezaları ilk bakışta ağır gibi görünmesine rağmen, bu suçların fertler ve toplumda meydana getirdiği zarar göz önüne alındığında, belirlenen cezaların makul olduğu gerçeği teslim edilmektedir.
Adalet ve Hakkaniyet (Nısfet): İslam ceza hukukunda en önemli suçlar olan had ve kısâs-diyet suçlarının Allah ve Peygamber tarafından belirlenmiş olması, cezalandırmada keyfilik, aşırılık ve yetersizlik gibi itirazların önünü kapamaktadır. Suçun ispatında kesinlik aranması, suçlu lehine titizlik gösterilerek en ufak şüphe bulunduğunda cezanın uygulanmaması, affetmede hata etmenin cezalandırmada hata etmekten daha hayırlı sayılması gibi ilkeler, hakkaniyet ve insaf ölçüleri olarak zikredilebilir.

CEZAYI DÜŞÜREN DURUMLAR
İslam hukukund