- Ünite 10 Geleneksel Türk Dini

Adsense kodları


Ünite 10 Geleneksel Türk Dini

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Mon 24 March 2014, 04:18 pm GMT +0200
ÜNİTE  10 / GELENEKSEL TÜRK DİNİ

GELENEKSEL TÜRK DİNİ
*   Türklerin Gök Tanrı temelinde, yazılı bir kaynağa dayanmaksızın, kendi iç kültürel dinamiklerinden doğan ve kuşaklar boyu aktarılarak günümüze kadar ulaşan, gelenek ve göreneklerle şekillenmiş inanç ve pratikler bütünüdür. Ve bunların ilkini Gök Tanrı inancı oluşmaktadır.

*   Nemeth ve Holmmels gibi araştırmacılar, Sümerlerin “Parlak” tanrısı “Dingir” ile Türklerin Gök Tanrısı arasındaki paralelliğe dikkat çekmektedir.

*   Tanrı kelimesi; Yakutlarda “tangara”, Kazan Türklerinde “teri”, Çavuşlarda “tura” ya da “tora”, Moğollarda “tenggeri” gibi şekillere bürünmüşse de, yine de asli formunu muhafaza ederek, Türklerin kabul ettikleri bütün dini sistemlerde yerini almıştır.
*   Türklerin Tanrıyı ifade etmek için kullandıkları terimler: İdi, İz, Ugan, Çalab, Bayat. (çalab/çeleb terimi muhtemelen Nasturi Hıristiyanlığının etkisi altında Türk literatürüne girmiş)

*   Tonyukuk Kitabesinde “Türk Tanrısı” kavramına yer verilmiştir. 763te Mani dinini kabul eden Uygurlar, Tanrı kelimesinin başına Kün, Ay ve Kün-Ay kelimelerini ilave ederek Kün Tengri, Ay Tengri ve Kün-Ay Tengri kavramlarını oluşturmuşlardır

*   Türkler yüce ve soyut bir Tanrı telakkisine ulaşmış olmakla birlikte, başlangıçta onu yinede gökte düşünüyorlardı. Nitekim Orhun Kitabelerinde “üze kök tengri” terkibinde Tanrı, aynı zamanda gök manasını da muhafaza etmekteydi.

*   Metinlerde Gök Tanrı, diğer kavimlerin semavi ilahlarında görülen ortak özelliklere uygun olarak, kudretli ve aşkın, “Yüce Tanrı” şeklindi kendini göstermektedir. Bu amaçla kitabelerde “semavi”, “yüce” ve “küçlü” terimleri yer almıştır. Ebedi anlamındaki “bengü” terimine ise ancak Moğol çağında rastlanır, aynı şekildi “yaratıcı” sıfatı açık bir biçimde Altay Türklerinde ve Yakutlarda görülmektedir.

*   Türklerde Gök Tanrı en azından mefhum olarak Yaratıcı ve Kadir-i Mutlak Tanrı şeklinde telakki edilmektedir.

*   Gök Tanrı inancı ile ilgili belirtilmesi gereken en önemli hususlardan birisi antropomorfik özellik taşımasıdır (antropomorfik: insini ait özelliklerin başka bir varlığa [özellikle Tanrıya] aktarılmasıdır)

*   Türk Tanrı anlayışında temelde “kutsal evliliğe” (hierogamie) rastlanmamaktadır.

*   Altay Türklerinde Gök Tanrı “büyük” ve “ulu” anlamında “Ülgen” veya “Ulu zengin” manasında “Bay ülgen”e Kuzeybatı Moğolistan'da yaşayan Soyotlarda Tanrı “kayrakan”a, Yakutlarda ise Budist etkilerle şekillendiği anlaşılan “Ürüng Ayı Toyon”a dönüşmüştür.

TABİAT GÜÇLERİNE İNANMA
*   Eberhard, Geleneksel Türk dinini, “Güneş Ay kültlerinden müteşekkil Türk Gök Dini” olarak tanımlamaktadır.

*   Eski Türklerde, naturist inançlara, Orhun Kitabelerinde “Yer-Sub” şeklinde rastlanmaktadır. Yer-Sular “ıduk” yani kutsaldır.

*   Kağanların merkezi “ıduk Ötüken” ve Tamir suyunun kaynağı “tamag ıduk baş” buna örnek olarak gösterilebilir.

*   Türk din tarihinde Yer-Suların en önemli temsilcileri dağlardır. Gerçekte Türklerde “dağ kültü”, Gök Tanrı inancı ile ilgilidir. Orta Asya'da dağların adları mübarek, mukaddes, büyük ata, büyük hakan gibi anlamları içeren Han Tanrı, Buztağata, Iduk, Ata, Kuttağ… gibi isimlerle anılmıştır.

*   Eski Türklerde dağlara Han, Ata gibi isimler verilmiş olması, animist bir anlayışla bunların kişiselleştirmek suretiyle kutsallaştırdıklarını da ifade etmektedir. Efsaneler, eski Türklerde dağların, insanlar gibi konuşan, duyan, hatta evlenip çoluk-çocuk sahibi olan ruhi varlıklar şeklinde tasavvur edilerek, kutsallaştırdıkları bilinmektedir.

*   Etnografik araştırmalardan, Altay dağlarının Han addedildkleri bilinmektedir. Sagay gelinleri bu dağları “kayın babaları” olarak görüyor, onlara öyle sesleniyorlardı.

*   Eski Türklerde her reis ve oymağın kendine has kutsal bir dağı olduğu gibi daha büyük birliklerin de kutsal dağları bulunmaktaydı. Çinlilerin Tien-şan dedikleri Tanrı Dağı, Hsio ung-nuların en önemli kutsal yerlerinden biri olmuştur. Çok eski zamanlarda Wuhuanlar Kızıldağ denilen bir yeri kutsal bilmekteydiler.

*   Tabkaçlarda her yıl hakan, atının üzerinde sabaha karşı kutsal dağa döne döne tırmanıyor ve orada Gök Tanrıya kurban sunuyordu. Çin kaynakları Gök Türklerin, Ötüken'den başka kutsal bildikleri Ötüken'in 250km batısında yer alan Bodin İnli bir dağın olduğunu da haber vermektedir.

*   Cüveyni'nin naklettiği bir efsane Uygarların saadet ve bolluk sağlayan ve kendisine Kuttug denilen bir dağın bulunduğunu göstermektedir.

*   Anadoluda ise Müslüman Türkler arasında Alevi Türkler Kaz Dağına kutsiyet atfetmişlerdir.

*   Geleneksel Türk dini içerisinde, tabiat kuvvetlerine inanç çerçevesinde dağ kültünün yanı sıra “orman ve ağaç kültü”de önemli yer tutmaktadır. Türkler Kutsal Ötüken Dağı ormanla kaplıdır ve “Ötüken Yış” (Ötüken Ormanı), Göktürkler ve Uygurlarca kutsal bilinmektedir.

*   Türkler eteşe de saygı gösterip, kutsal ve temizleyici bir görüyorlardı. Altaylılar ve Yakutlar ateşteki bu kutsal ve temizleyici güç ya da ruha “ot izi” adını vermektedirler.

*   Türkler arasında ateşe kutsal ve temizleyici bir anlam ve önem atfetmenin tipik bir örneği de hastalıkları, evleri, ölüleri “tütsüleme” uygulamasıdır.

ATALAR KÜLTÜ
*   Atalar kültü, ölmüş ataları ta'zim ve onlar için kurbanlar sunma inanç ve âdetidir. Atalar kültünde her atanın ruhu ve dolayısıyla da mezarı kült konusu olmamakta, yalnızca saygıdeğer olanlar buna erişmektedirler. Bu anlamda “ölüler kültü” ile “atalar kültünü”de birbirinden ayırt etmek gerekmektedir.

*   Orta Asya Türkleri arasında, keçeden, paçavradan, kayın ağacı kabuğundan, atalarının tasvirlerinin yapılıp saklandığı sembollere Altaylılar “töz”, Yakutlar “tangara” diyorlardı.

*   XI. yy Kıpçaklar ve Altay Türkleri “aba” Yakutlar ise “ese”, “ebe”, “ebüge” demişlerdir ki, bunların hepsi “ata” anlamındadır.

*   Geleneksel Türk dininde hayvanlara verilen önem, zamanla, yıldızlarla ilgili tasavvurlara bağlı olarak, onların hayvanlarla temsil edilmeleri suretiyle, 12 Hayvanlı Türk Takvimi'nin oluşmasına imkân vermiştir.

*   Bu hayvanlar sıçan (fare), ud (inek), pars, tavuşgan (tavşan), it (köpek) ve tonguz (domuz) dur.

*   Araştırmacı Gumilev, Türklerde atalar kültünün en büyük delili olarak Bozkurt'a duyulan saygıyı göstermekte; hatta bütün Türk hükümdarlarının kendilerini Aşine=Asena soyuna bağlamak istemeleri bunun en büyük delili olarak gösterilmekte.

EVRENİN YARATILIŞI

*   Geleneksel Türk dini, Gök Tanrı inancı, Yer-Sular ve Atalar kültü ile evrensel bir sistem eğiliminde olduğundan, Türklerin evreni temel anlayış biçimi de “üniversalizm” veya “üniversizm” şeklinde adlandırılmış bulunmaktadır.

*   Bazıları yer ile gök arasındaki iki ilkeli bu ilişkiyi dikotomik bir biçimde göstermek istemişler, bu bakımdan da evren anlayışını “dikotomik üniversalizm” şeklinde adlandırmışlardır.

*   Türk düşüncesine yoktan var etme kavramı semitile dinlerden gelmiştir.

*   Efsanelerde Tanrı'nın yaratıcılığı yoktan var etme şeklinde değil, kaostan kozmosa geçişi sağlamaktan ibarettir.

DÜNYANIN SONU
*   Eski Türkler kıyamet meselesine daha az ilgi duymuşlar, kitabelerde dünyanın sonu ile ilgili net bilgiler mevcut değildir. Kıyamet anlayışı Budizm, Hıristiyanlık ve İslamiyet etkisi ile oluşmuştur. Altaylılar kıyamet gününe “Kalgançı çak” diğer Türk toplulukları ise “Uluğ kün” adını vermişlerdir.
İBADET
*   Hunların her yıl mevsim değişiklikleri ile bir bayram kutladıklarından, Çin kaynakları da Göktürkler de “Fu-yun-se” adı verilen ibadethanelerin varlığından söz etmektedirler. Türk çadırının da Türklerde ibadet mekânı olduğunu söylemek gerek.

*   Geleneksel Türk dininde sistemli olarak yapılan ferdi ibadetler bulunmasa da, duaların ferdi yapıldığını ifade etmek gerekir.

*   İbadet türü açısından ise, Geleneksel Türk dininde “saçı” ile “yalama” adı altında ağaçlara bağlanan çaputlar vardır. Birer kansız kurban olan saçılar, Anadolu Türkçesinde “darısı başınıza” temennisi ile günümüze kadar gelmiştir.

*   Türklerde kurban için kullanılan “kergek, kereh, kudayı, Allahlık, itık, ıyık, yağış, tapığ…” kelimeleri kanlı kurban ibadetinin önem ve yaygınlığını göstermektedir.

GELENEKSEL TÜRK DİNİ VE ŞAMANİZM
*   Türkler tarafından “kam” adı verilen, çok daha geniş bir kullanımı ise “Şaman” adı verilmektedir.

*   Şaman dini-sihri-mistik bir otorite tipini temsil etmektedir. Deus otiosus konumunu almış bir Gök Tanrı, ikinci dereceden ve bazen onunla rekabette imiş gibi görülen kutsiyetler, beşeri ruhun kararsızlığı, kötü ruhların sebep oldukları hastalıklar ve ölüm, öteki hayatta ruhun kaderi meselesi, sosyal hayatın çeşitli problem ve sıkıntıları, önceleri iki, daha sonra üç bölgeli ve çok katlı evren anlayışı ve bunların arasında bağlantının sağlanması meselesi gibi birçok hususlar, Kamları/Şamanları Geleneksel Türk dini içerisinde önemli bir konuma getirmiştir.. Bu sebepten Geleneksel Türk dinine “Şamanizm” adını vermişlerdir.

*   Ateizmin karmaşık bir sistemi olarak da kabul edilen Şamanizm’e, din demek mümkün değildir. Gayesi; insanlarınkine paralel, ancak görünmez ruhlar âlemi ile temasın ve insanların işlerinin gidişatına ruhların desteğinin sağlanması olarak görülmektedir. İran, Mezopotamya, Budizm ve Lamaizmin izlerini görmek mümkündür. Kamları/Şamanları, Geleneksel Türk dinine mahsus bir otorite tipiymiş gibi anlamak yanlıştır

*   Çin kaynaklarından Suy-şu'da, Türklerin “Hu” adını verdikleri sihirbazdan söz edilmektedir. XI. yy’da Kaşgarlı Mahmut'un Divanı'nda “Kam” kelimesi “kâhin” şeklinde, aynı yüzyılda Yusuf Has Hacip'in Kutadgu Bilig'inde “otacılar”  diye tanımlanmaktadır.

*   Yakutlar erkek ve kadın Şamanlar arasında ayrım yapmakta ve birincisine “oyun” ikincisine de “udagan”, Kırgız- Kazaklar, “bahsı-bakşı” demektedirler.

*   Şamanizm, Moğollara Uygurlardan geçmiştir. Şamanizm ile ilgili inanç ve uygulamaların çok güç kazandığı ve sistemleştiği dönem Moğol hakimiyetidir.

*   Şaman, özel usulleri sayesinde vecd hali içinde ruhunun göklere yükseldiğini, yeraltına indiğini ve oralarda dolaştığını hisseden bir “trans” ustasıdır.

*   Possesion ele geçirme, elde tutma, possedé cin tutmak, cinler tarafından ele geçirilmek anlamına gelir.

*   Afrika, Siyah Amerika ve Ortadoğu Şamanlarının possedé, yani kendi irade ve istekleri ile değil, kendilerine egemen olan bir cinin emir ve direktifleri ile konuşan, hareket eden, ancak kendilerine egemen olan cinler aracılığı ile eylemlerini gerçekleştiren kimseler olduğu görülmektedir. Örneğin bazı kişilerin “…bana yazdırıldı.. …bana bildirildi…” gibi ifadelerdir.

*   Şaman, ruhlara her istediğini yaptıran, onlara egemen olan kişidir.
*   Altaylarda kurban kesme görevi Kamlara ait değildir. Ölüm ve evlenme törenlerinde de onlar ancak kısırlık, güç doğum… gibi sıkıntılı hallerinde müdahale edebilirler.

*   Ava çıkmadan önce, bereketli bir av olması için Kamların duasına başvuruluyordu. Sürülerin aç kurtlardan korunması için Kamlara müracaat edilmekteydi. Buna karşılık olayların normal cereyanı içinde Gök Tanrı veyahut öteki kutsiyetlere yapılan ibadetlerde, dini merasimlerde Kamların yeri yoktur. Hastalık ve ölüm gibi hallerde ise onlar uzman kabul edilir. Bu bakımdan Kamlar gerçek birer “psychopompe”durlar. Onların en başta gelen fonksiyonu hastalıkları iyileştirmede kendini göstermektedir.

*   Herkes Kam olamaz. Bu teknik kendi kendine öğrenmekle de elde edilmez. Bunun yollarından biri irsiyettir. Bir başka yöntem, Kam olmaya doğal istidattır. Kamlık mesleğine eğilim ve istidat çoğu zaman garip davranışlanla kendini belli eder. Dalgınlık, hayal görme, inziva eğilimi, kendi kendine konuşma vb. davranışlar bunun belirtilerinden sayılır. Ayrıca, asabiyet, zaman zaman bayılma, sara nöbetine benzer ve ağızdan köpük gelmesi gibi kendini gösteren patolojik haller, ağaç kabukları ile beslenme, kendini ateşe ve suya atma, bıçakla kendini yaralama gibi davranışlarda Kamlık eğilimi ve kabiliyetinin belirtileri sayılmaktadır.
*   Veraset yoluyla Kamlığa seçilenlerin, ata Şamanın ruhu tarafından rahatsız edildiği tasavvur edilir. Bu bakımdan onlarda da yukarıda sayılanlara benzer davranışlar gözlenebilir.

*   Dikkate değer hususlardan biri de Kamların genellikle erkek oluşlarıdır. Bir rivayete göre Tobalarda kadın Şamanlardan söz edilmektedir. Cücenler için de benzeri rivayetler mevcuttur.

*   Altay Şamanlığında Kamlar “ak” ve “kara” şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Böyle bir ayrımın bir görüşe göre XVII yy'den sonra, bir görüşe göre ise İran etkisinden kaynaklanmaktadır.

*   Ak Kamların yalnızca göğe, iyi ve aydınlık ruhlar şerefine kansız kurban ayin ve törenleri düzenledikleri; buna karşılık Kara Şamanların kötü ve karanlık tanrılarına cehennem ilahı Erlik'e ayinler düzenlemiştir. Kadınların yalnızca Kara Şaman olabilecekleri düşünülmektedir. Kamlık, demircilik sanat ve etaşle de ilişkilidir.

*   Kamlar, özel bir kıyafetle toplumdan ayırt edilmektedir. Her Kamın kendine mahsus özel bir cübbesi, külahı, davulu ve maskesi mevcuttur. Cübbe ve davulun vasıfları ve biçiminin, Kamın hizmetinde bulunduğu ruh tarafından bildirildiğine inanılır.

*   Altaylılar da davulun yerine tef mevcuttur. Gerek cübbe, gerek külah ve gerekse de davulun üzerinde özel süsler, semboller mevcuttur. Bunlar; güneş, ay, yıldız, gök kuşağı, dünya ağacı gibi sembollerdir. Çin kaynakları, özellikle davulun Şaman ayinlerinde çok eskiden beri kullanıldığını haber vermektedir.

*   Şaman ayinlerinde göğe yükselişin birde yeraltına yani, cehenneme iniş şeklindeki karşılığı mevcuttur. Bu durum yükselişe göre daha güç ve karmaşıktır. “iniş” düşey veya yatay-düşey olabilmektedir. Birinci durumda Şaman/Kam, sanki yedi basamaklı bir merdivenden yeraltı katlarına iniyormuş farz olunmaktadır. Yerin altının her bir katında engellerle karşılaşmakta, onları aşmak için çeşitli yollara başvurmaktadır. Yedinci kata ulaşan Şaman orada cehennem dünyasının hâkimi olan Erlik Han'a yalvarmakta; bu arada Bay Ülgen'i de anmakta ve sonuçta geri dönmektedir.

*   Kamların trans halinde gerek göğe yükselişleri gerekse de yeraltına inişlerinin başta Altay ve Yakut kütleri olmak üzere, Geleneksel Türk topluluklarının hayatında önemli bir yeri olduğu görülmektedir. Sürüler ve ürünün rekoltesi hakkında bilgiler, ölen ve yeraltına gidemeyen ruhların oraya ulaştırılması, hastanın ruhunun tutsaklıktan kurtarılarak sahibine iadesi, bu yolculuğun ana amaçlarını oluşturmaktadır.

*   Kamlar kötü ruhlarla mücadelenin kahramanları olarak görülmekte; hastalıklar, kötü ruhlar ve karabüyü onların uzmanlık alanına girmektedir.

*   Genel olarak denilebilir ki, Kamlar hayatı, sağlığı, verimliliği ve aydınlığı, ölüme, hastalıklara, kısırlığa, kötü ruhlara karşı savunmaktadır. Görünmez alemin kötülüklere eğilimli sakinlerine karşı insanların arasından, onlarla veya daha genel olarak ruhlar alemi veya kutsal alemle, Tanrıyla teması sağlayabilen, gerektiğinde de onlara yardım eden, en azından onlara haber getiren, bir otorite tipi olarak toplumun manevi hayatında seçkin bir yere erişmiş bulunmaktadır.

*   Bu bakımdan, bu toplumlarda ölümle, öte dünya ile, görünmez alemle ilgili mitolojinin gelişmesinde, ahiret ve ölümden sonraki hayatla ilgili tasavvurlar ve inanışların şekillenmesinde Kamların ekstazik seyahatlerinin ve bu konuda onlarının naklettiklerinin önemli rolleri olmuştur. Türk dininin zenginleşip renklenmesinde Şamanizm önemli bir rol oynamıştır.

TÜRK DÜNYASI VE ANADOLU'DA
GELENEKSEL TÜRK DİNİNİN İZLERİ
*   Geleneksel Türk dini inanışları içerisinde en köklü ve günümüze ulaşanı kurban geleneğidir. Kanlı ve kansız olmak üzere ikiye ayrılan kurban ibadeti, hangi dine mensup olursa olsun bütün Türk toplulukları tarafından yerine getirilmektedir.

*   Önceleri ruhlar için kesilen bu kurbanlar, günümüzde şükran ve kefaret kurbanlarına dönmüştür.

*   Geleneksel Türk dini inanışlardan günümüze kadar ulaşan diğer bir uygulama ise toplu halde yapılan mezar ziyaretleridir.

*   Türkler ölülerini gömdükleri yerlere sin, kabir, kesene, mola, meşhed…vb. adlar vermişlerse de en yaygın kullanıma sahip olan mezar ve mezarlık kelimesidir.

*   Ziyaret yeri manasına gelen mezar ve mezarlıklar bütün Türk dünyasında arife yada bayram günleri ziyaret edilmektedir. Bu durum bir yandan ölüler kültü ile ilişkili olduğu gibi, türbe, tekke, yatır, dede mezarları… ziyaretleri ise doğrudan Atalar kültü ile bağlantılıdır.

*   Bütün Türk dünyasında ölüler güneş battıktan, hatta bazı yörelerde ikindi vaktinden sonra gömülmezler. Çünkü Türk toplulukları güneşin batımı ile birlikte yerlerin mühürlendiğine/kilitlendiğine inanmakta ve bu zamanda hiçbir şeyi kabul etmeyeceğini ifade etmektedirler. Bu duruma bağlı olarak güneş battıktan sonra evden, tencere, tuz, makas, iğne vb. dahil olmak üzere komşulara verilmez ve onlardan da istenmez.

*   Yoğ-Yuğ törenleri, Türk toplulukları açısından önemli törenlerdir. Ölünün arkasından ağıt söylemekle başlanan yuğ-yoğ törenleri günümüzde de çeşitli şekillerde devam etmektedir.

*   Ölüler ile ilgili günümüze intikal eden inançların başında ölünün arkasından verilen “can pidesi, ölü aşı, can aşı, kazma takırtısı vb.” adlarla verilen yemekler gelmektedir. Temelinde ölünün ruhunu teskin ve onun kötülüklerinden korunmak, Anadolu'da mahiyeti değiştirerek ölüye sevap olsun inancı ile verilmeye devam etmektedir.

*   Ölü ile ilgili diğer bir inanış ise, mezar yapılarıdır. Türk topluluklarının ana kültüründe ölüyü gizleme inancı yer almaktadır. İşte bu inanış sebebiyle dinleri ne olursa olsun bütün Türk toplulukları sapıtmalı/saptırmalı mezarlar yaparlar. Bu tür mezarlarda ölü toprağın yığıldığı yerin altına değil, mezarlara yapılan bir cebin içerinde bulunur. Bu tür mezarlar şehre oranla kırsalda daha fazladır.

*   Mezarın baş tarafındaki taş yada ağaç, ölenin kendini, ayakucundaki ise ölenin ailesini temsil etmektedir. Geleneksel Türk dini inanışlarından günümüze intikal eden ve bütün canlılığı ile varlığını devam ettiren diğer bir inanış ise, ateş ve ocak inanışıdır. Türklerde ateş, tapınma objesi değil, temizleme vasıtasıdır ve bu niteliği ile Zerdüşti ateşten ayrılır.

*   Ateş ve ateşe bağlı olarak tütsüleme, evi, işyerini, çarşıyı, pazarı… vb.ni kötü ruhlardan korur. Ateşin yakıldığı ocakta kutsaldır.

*   Geleneksel Türk dini inanışları içerisinde ruhlara inanışta büyük bir yer tutar. Bu ruhlar içerisinde en yaygın ve günümüze ulaşanı, “al kızı, al gelini, al karası, al basması… vb.” adlarla anılan “al” ruhudur. *Özellikle loğusa kadınlara kötülük yapan ve onların ölümüne neden olan al ruhu çeşitli biçimlerde tasavvur edilmekte olup, bu inanış bütün Türk dünyasında mevcudiyetini devam ettirmektedir. Bununla ilgili olarak, Orta Asya Türk toplulukları, Kazak, Kırgız, Altay vb.de çocukların koruyucusu olarak kabul edilen varlığını günümüzde de sürdüren umay, ene/ana inanışı Anadolu'ya intikal etmemiştir.

*   Taşınabilen ruhlar ise, İslam'ın etkisi ile cin ve peri şekline dönüşerek yaygınlaşmıştır.

*   Anadolu'ya nispetle Orta Asya Kazak, Kırgız, Özbek, Çavuş vb. topluluklarda ruh=ervah/arvah inanışı vardır.
*   Geleneksek Türk inanışları içinde yaygın olan bir diğeri ise ağaçlara çaput ve bez bağlama inanışıdır. Kansız kurban olarak da adlandırabileceğimiz bu inanç da, insanlar çeşitli dilek ve isteklerinin yerine gelmesi amacıyla söz konusu çaput ve bezleri kutsal bildikleri ağaçlara bağlamaktadırlar.