- Uhud savaşı

Adsense kodları


Uhud savaşı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Hadice
Sat 15 January 2011, 08:33 am GMT +0200
Uhud Savaşı


386. Biz tekrar konumuza dönelim. Bedir Savaşı üzerinden onüç ay geçmiş olmasına rağmen, Mekke ile Medine arasındaki ilişkilerde henüz bir yumuşama sürecine girilmemişti. Bu arada Medine’de Müslümanlarla Yahudiler arasındaki ilişkiler gergin bir hal almış ve bir Yahudi heyeti Kureyşlileri bir intikam savaşına tahrik etmek amacıyla Mekke’ye gelmişti. Kuşkusuz bu heyet, Medine’de çıkabilecek olaylarda Mekkelilere destek olacakları güvencesini vermişti. Bu durum, Mekkelilerin savaş hazırlıklarını hızlandırmış ve H. 3 yılının Şevval ayında Mekke’deki müttefiklerden ve paralı askerlerden oluşan 3000 kişilik bir ordu Medine’ye doğru yola çıkmıştır. Resulullah (AS) şehre kapanmak ve kuşatma ve savunma savaşını benimsemekten yanaydı. Ancak genç komutanlar düşmana şehrin dışında, açık arazide taarruz savaşıyla karşılık verilmesinde ısrar ettiler.411 Düşman Medine’nin kuzey-batısında karargâh kurduğu için, Resulullah (AS) de şehrin kuzeyindeki dış mahallelere doğru yöneldi. Geceyi, Medine ile Uhud Dağı arasındaki Şeyheyn mevkiinde geçirdi ki günümüzde aynı yerde bu adı taşıyan bir mescit bulunmaktadır. Hanımı Umm Seleme kendisine akşam yemeğini getirmişti (Samhûdî, 2. bs., 865), ertesi sabah da Uhud’a kadar ilerleyerek, burada, geride çıkışı olmayan boğazlardan birine karargâhını kurdu.

387. Yaptıkları anlaşma hükümleri çerçevesinde Medineli Yahudilerin şehri savunmak için Müslümanlar safında yer almaları gerekiyordu. Ancak aralarından çoğunluğu, bu anlaşmanın bir Cumartesi günü yapıldığını öne sürerek savaşa katılmayı reddettiler. Bununla birlikte az sayıdaki bir Yahudi grubu çıkageldi ise de, Resulullah (AS) onların bazı gizli niyetlerinden kuşkulanarak, Müslüman karargâhına girmelerini reddetti. Sadece yedi yüz Müslüman askeriyle, o, 3000 yaya ve 200 atlıdan oluşan güçlü bir süvari birliğine sahip düşmana karşı tek başına savaştı. Resulullah (AS)’ın uyguladığı savaş stratejisi (askeri sevk ve yönetmesi)412 çok etkili oldu; düşman süvari birliğinin yarısı, kendi piyade birliklerini koruma amacıyla onların yanında kalıp kımıldayamaz hale gelmiş, diğer yarısı ise Müslüman hatlarına saldırmak amacıyla Uhud Dağı’nın etrafından dolaşarak uzun bir yol kat etmiş, ancak stratejik bir tepe üzerinde konuşlanmış bulunan Müslüman okçular nedeniyle burayı ele geçirememişti. Üzerinde bulundukları arazi, Müslümanların kendilerinden dört kat daha kalabalık olan düşmana karşı koymalarına imkân verecek nitelikteydi. Savaşın ilk safhasında Müslümanların hücumuna maruz kalan düşmanın geri çekilip kaçtığı görüldü. Düşman süvari birliğini kımıldayamaz hale getiren Müslüman okçular, o sırada Resulullah (AS)’ın kendilerine sıkı sıkıya yapmış olduğu şu uyarıyı unutmuşlardı:

        “Kuşların cesetlerimizi didikleyip parçalamaya başladığını görseniz bile, görev yerlerinizi terk etmeyin!”

        Komutanları onları uyarıp kendisi görev yerinde kaldıysa da, bu okçuların büyük bir bölümü bozguna uğrayıp kaçmakta olan düşmanı yağmalamak üzere yerlerinden ayrıldı. Bu durum her şeyi tersine çevirdi: Hala tetikte beklemekte olan düşman süvari birliğinin öteki yarısı yeniden hücuma kalkarak Müslüman saflarının arkasına kadar sızdı. Bu süvarilere karşı kendilerini savunmak için Müslüman savaşçılar yarım daire çizdiler. Düşmanın ana gövdesi üzerinde oluşturdukları baskı böylece zayıflayınca, bu kez kaçan müşrik ordusu toparlanıp yeniden saldırıya geçti. İki “ateş” arasında kalan Müslüman birliklerinin durumu oldukça eğreti bir hal almıştı. Bu kargaşa içerisinde, bir düşman askeri Resulullah (AS)’ı vurup öldürdüğünü ilan etti. Bu haber karşısında Müslümanlar bozguna uğrayıp çeşitli yönlere doğru kaçışmaya başladılar. Gerçekte Muhammed (AS) yaralanmış ve hatta düşman tarafından gizlice açılıp üzeri kamufle edilen çukurlardan birine düşmüştü. Ancak aralarında birkaç kadının da bulunduğu çok az sayıdaki sahabe, savaşı terk etmeyip, peygamberlerini savunmaya devam ettiler. Daha fazla bir şey yapamayacağını anlayan düşman ise savaş alanından çekilmeye başladı. Müslümanlar, aralarında Resulullah (AS)’ın amcası Hamza’nın da bulunduğu 70 şehit vermişlerdi.413

388. Bu savaşta kadınlar çok saygın bir durum kazandılar: Daha savaşın başladığı sırada, düşman ordusu birbiri ardı sıra birçok sancaktarını kaybetmiş, öyle ki yere düşen bayrağı kaldırmaya kimse cesaret edemez olmuştu. Bu sırada Ehabiş kabilesinden ‘Amra adında bir kadın bayrağı yerden kaldırarak, savaşın sonuna kadar muhafaza etti. Bunun üzerine şair Hassân, Ehâbiş kabilesinden devşirilen paralı askerler aleyhinde şöyle bir hicviye kaleme almıştır:

        “Eğer Hârisli bir kadın orada olmasaydı, siz köleler gibi pazarda satılırdınız!”414

389. Öte yandan Ebû Sufyân’ın karısı Hind de, kendi adına yaptığı adağını unutmamıştı: Bedir Savaşı’nda Hind’in babasını ve oğlunu öldüren ve aynı zamanda Resulullah (AS)’ın amcası olan Hamza’nın cesedinin yanına geldi. Karnını deşerek Hamza’nın ciğerini söktü ve ağzında çiğnedi. Daha sonra, boynuna gerdanlık şeklinde asmak için burnunu, kulaklarını vs. kesti.415 İki oğlu Uhud’da Müslümanlar tarafından öldürülen, Sa’d’in kızı Mekkeli Sulâfe de, onları öldüren kişilerin kafatasları içinde şarap içeceğine yemin etmişti.416

390. Müslümanlara gelince, aralarından Umm Umâre adlı kadın tıpkı bir erkek gibi savaştı ve elde ettiği sonuçlar Resulullah (AS)’ın takdir ve övgüsüne muhatap oldu. Çok farklı nitelikte bir yiğitlik örneğine de Dinar kabilesinden Medineli bir Müslüman kadın olan, Amr’ın kızı Hind’de rastlıyoruz: Savaştan sonra Müslümanlar Medine’ye dönerken, kendisine kocası, babası ve oğlunun şehit düştüğü haber verildiğinde, kendisi şu soruyu sormuştu:

        “Peki ya Resulullah (AS) ne yapıyor? O nasıl?

        Ona Resulullah (AS)’ın sağ ve salim olduğu söylendiği ve kendisi de onu bizzat gördüğü zaman, duygularını dile getirmek için doğaçtan şöyle bir şiir söyledi:

        “Madem ki sen yaşıyorsun, diğer tüm sıkıntılar aşılabilir!”417

391. Tekrar savaşın seyri ile ilgili gelişmelere dönmek gerekirse, Resulullah (AS) birkaç sahabesinin de yardımıyla, içine düştüğü çukurdan çıkıp Uhud Dağı’na tırmanarak dağın yamacındaki bir mağarada bir süre dinlendi. Bu mağara günümüzde de hacıların kutsal bilip ziyaret ettiği bir yerdir. Müslümanlar yavaş yavaş haberi öğrendiler ve bu mağaranın önünde toplanmaya başladılar. Bir grup düşman da oraya çıkmaya çalıştıysa da, Muhammed (AS)’ın orada olduğunu bilmediklerinden, kendilerine yukarıdan hedefini şaşmayan taşlar fırlatan bu bir avuç Müslümanla fazla ilgilenmediler. Ebû Sufyân da, son bir kez savaş alanını dolaştıktan sonra çekip gitti. Bu arada mağaraya yaklaşarak, yüksek sesle “Muhammed hayatta mı?” diye sorduğunda Resulullah (AS) cevap verilmemesini emretti. Ebû Sufyân tekrar “Ebû Bekir yaşıyor mu? Ömer yaşıyor mu? vs.” şeklinde sorular sorup hiçbir cevap alamayınca, sevinerek şöyle söylendi:

        “Tabii ki hepsi de öldüler. Putumuz Hubel’e şükürler olsun!”

        Bunun üzerine Ömer kendisini tutamayıp, onu yalanlamak için haykırdı. Ebû Sufyân, Ömer’in sesini tanımış ve böylece Resulullah (AS) de hayatta olduğunu ve bu konuşmayı dinlediğini anlamıştı. Bunun üzerine Ebû Sufyân’ın sadece şöyle karşılık vermesi oldukça şaşırtıcıdır:

        “Bugün bir başka güne bedeldir. Bedir’e karşılık Uhud; Hanzala’ya (oğluma) karşılık Hanzala (ibn Ebî Âmir); eğer isterseniz gelecek yıl Bedir’de yine aynı gün benimle karşılaşmaya geliniz.”418

        Daha sonra beraberindekilerle birlikte, o sırada savunmasız kalmış olan Medine’yi yağmalamayı aklına bile getirmeksizin, Mekke’ye doğru yola koyuldu. Acaba bu durum sıradan bir muhakeme hatası ve yanlış bir karar mı idi? Ebû Sufyân, paralı askerlerinin daha önceden gitmelerine izin verdiği için mi çekilmek zorunda kalmıştı? Yoksa, ne kadar önemli olursa olsun, Müslümanların son anda oluşturduğu bu direnişe tek başına karşı koyamayacağını mı anlamıştı? Ya da gönlünün yüksek niteliklerine hayran olduğu bu çocukluk arkadaşına karşı duygusal bir yakınlık duyuyor da,419 Resulullah (AS)’ın şahsına karşı bir kin beslemediği için sadece elde ettiği bu zaferle mi yetinmek istiyordu? Belki de sabahleyin, savaşı kaybetmenin verdiği gevşeklikle paralı askerlerinin içine düştüğü aczi görmüş ve tekrar sonucundan emin olmadığı bir savaşa girmek istememişti. Hatta Müslümanlar lehine durumun ters dönerek, hiç ümit etmedikleri bir sırada elde edilen bu zaferin boşa gitmesinden de korkuyor olabilirdi. Bu konuda hiçbir bilgimiz yok. Her halde Ebû Sufyân’ın müşrik hemşehrilerine bile bile ihanet ettiğini düşünmek saçma olacaktır, çünkü bundan kazanacağı hiçbir şey yoktu.

392. Sürekli ihtiyat halinde olan ve herhangi bir saldırıya karşı kendisini kollayan Resulullah (AS), düşmanın hareketleri hakkında bilgi almak için bir gözcü çıkardı ve onların develerine binip atları da yedeklerine alarak geri çekildikleri haberini aldı. Muhammed (AS) bu durumu şöyle açıkladı:

        “Uzun bir yolculuğa çıkacak gibi görünüyorlar. Eğer Medine’ye hücum etmek isteselerdi atlarına binerlerdi.”420

393. Resulullah (AS) yaralarını tedavi ettirdi, şehitlerin cenazelerinin gömülmesine nezaret etti, namazları da ayakta değil ama oturarak kıldırdı ve kısa bir süre sonra da Medine’ye döndü. Düşmanın geri çekilme nedenini anlamamakla birlikte, pişman olup kararlarından vazgeçerek geri dönecekleri düşüncesiyle onların takip edilmesi gerektiği kanısına vardı. Haksız da değildi. Fakat bu önlemler düşmanın çekilmeye devam etmesinde etkili oldu. Paralı askerlerin de yeni bir ödeme yapılmaksızın hayatlarını tehlikeye atacak bir nedenleri kalmamıştı.421

394. Bu arada, Hıristiyan keşiş Ebû Amir’in, Resulullah (AS)’ın Medine’ye hicret etmesi üzerine kendi isteğiyle anayurdu Medine’yi terk edip Mekke’ye gittiğini de hatırlatalım. Kendisi, Uhud Savaşı’nda Mekkelilere refakat etmiş, hatta açtığı çukurların üzerlerini bizzat kamufle etmişti. Savaşın başlangıcında Müslüman saflarının önüne kadar gelerek, eski hemşehrilerine Resulullah (AS)’ı terk edip yalnız başına bırakmaları çağrısında bulunmuştu. Ama doğal olarak bu davete Müslümanların hemen uyması beklenemezdi.422


411 İbn Hişâm, s. 558 vd.

412 Hz. Peygamber’in Savaşları, § 75-115.

413 İbn Hişâm, s. 555-638, bk. S. 607.

414 A.g.e., s. 571; Makrızî, s. 125-6.

415 İbn Hişâm, s. 581; Belazurî, I, § 696.

416 İbn Hişâm, s. 567, 639.

417 Makrızî, I, 147, Muhabber, s. 404.

418 İbn Hişâm, s. 582-83. “Hanzala’ya karşılık Hanzala” ifadesi Câhiz’in Osmâniye adlı eserinde geçmektedir.

419 Bk. § 183 ve dipnotu.

420 İbn Hişâm, s. 583.

421 A.g.e., s. 589-90.

422 A.g.e., s. 561-62.
411 İbn Hişâm, s. 558 vd.

412 Hz. Peygamber’in Savaşları, § 75-115.

413 İbn Hişâm, s. 555-638, bk. S. 607.

414 A.g.e., s. 571; Makrızî, s. 125-6.

415 İbn Hişâm, s. 581; Belazurî, I, § 696.

416 İbn Hişâm, s. 567, 639.

417 Makrızî, I, 147, Muhabber, s. 404.

418 İbn Hişâm, s. 582-83. “Hanzala’ya karşılık Hanzala” ifadesi Câhiz’in Osmâniye adlı eserinde geçmektedir.

419 Bk. § 183 ve dipnotu.

420 İbn Hişâm, s. 583.

421 A.g.e., s. 589-90.

422 A.g.e., s. 561-62.
411 İbn Hişâm, s. 558 vd.

412 Hz. Peygamber’in Savaşları, § 75-115.

413 İbn Hişâm, s. 555-638, bk. S. 607.

414 A.g.e., s. 571; Makrızî, s. 125-6.

415 İbn Hişâm, s. 581; Belazurî, I, § 696.

416 İbn Hişâm, s. 567, 639.

417 Makrızî, I, 147, Muhabber, s. 404.

418 İbn Hişâm, s. 582-83. “Hanzala’ya karşılık Hanzala” ifadesi Câhiz’in Osmâniye adlı eserinde geçmektedir.

419 Bk. § 183 ve dipnotu.

420 İbn Hişâm, s. 583.

421 A.g.e., s. 589-90.

422 A.g.e., s. 561-62.