bengisu
Tue 11 December 2007, 02:54 pm GMT +0200
UCUB (KENDİNİ BEĞENME)
Kalbin huzurunu bozan manevi hastalıkların büyüklerinden birisi de ucub (kendini beğenme) dur. Bir insan kendisinde bulunan ucub hastalığından habersiz ise, ne kadar taat ve ibadet, hayır ve hasenat yaparsa yapsın kendisini zengin zanneden, büyük bir fakirdir. Çünkü kalpde bulunan ucub, aynı ateşin odunları yakıp kül ettiği gibi, hayır ve hasenatını taat ve ibadetini mahveder. Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur;
“Başka hiçbir günah işlemeseniz bile, ucub yapmanız sizin için yeterli bir günahtır.” (İbn Hıbban, Bezzar)
Ucub öyle bir hastalıktır ki, insanın üzerinden Allah-u Zülcelal’in tevfikini kaldırır ve her ameline şeytanı ortak yapar. Yememiz, içmemiz, hastalığımız, ölümümüz, kısaca herşeyimiz Allah-u Zülcelal’in elindedir. Onun karşısında herkes fakir ve güçsüz durumdadır.
Ayrıca ucub riyâ yapmaya da yol açar. Çünkü amelini beğenen bir kimse, onu başkalarına da gösterip onların hayranlığını kazanmak ister. Onun için herkes kendi amelini kusurlu görmesi lâzımdır.
Ucub sahibi olan kimse, Allah-u Zülcelal’in kendisi hakkındaki tevfik ve inayetini kendi şahsi hüneri zanneder ve bu sebeple, O’na hamd ve şükretmek yerine, kendi kendini övmeye ve göstermeye çalışır. Bir misal vermek gerekirse, Allah-u Zülcelal imtihan için Karun’a çok miktarda mal vermişti kendisi ise bu olayı:
“Bu mal benim ilim ve hünerimin sonucudur.” (Kasas; 78) diyerek değerlendirmiştir.
“Fakat onun bu nankörlüğü, kibri ve ucubu (kendini beğenmesi) üzerine Allah kendisini malıyla birlikte yerin dibine geçirdiği zaman, onun ilim ve hüneri ortalıkta görünmemiş ve onu kurtarmamıştır.” (Kasas; 81)
Şabi şöyle anlatmıştır:
Bir kişi vardı. Yürüdüğü zaman, daima bir bulut ona gölge yapardı. Bunu gören günahkar ve fasık bir kişi: “Ben bu adamın yanına gideyim, belki Allah onun hürmetine beni affeder.” dedi. Üzerinde bulut bulunan kişi, yanına gelen bu adamı küçük görüp:
“Bu günahkar ve fasık adam nasıl beni gölgelendiren bulutun altında yürüyebilir?” dedi. Ayrıldıkları zaman bulut o kimseyi terkederek o fasık adamla beraber gitti.
Ucub’un en tehlikeli afetlerinden biri de, insan kendisinin kurtuluşa erdiğini ve hayır yapmaya ihtiyacı kalmadığını sanarak hayır yolunda çalışmaktan geri durmasıdır. Bu da apaçık bir helaktır.
Meşruk demiştir ki:
“Bir kula ilim olarak; Allah-u Teala’dan korkması yeter. Cehalet olarakta amelini beğenip ucub’a kapılması yeter.”
Şeytanın insanlara karşı oyunları çoktur. Buna şöyle bir örnek verebiliriz. Şeytan, Bayezid-i Bestami’nin yanına gelmiş ve yirmi yıl onun yanında kalmıştır. Onu yoldan çıkarmak için çok çaba göstermiştir. Sonunda onu yoldan çıkarmaya bir çare bulamadığından dolayı onun yanında ayrılmak istemiş ve ayrılırken:
“Beni tanıdın mı?” diye sormuş. Bayezid-i Bestami ona:
“Seni şimdi değil, ilk geldiğin günde tanıdım.” demiş. Şeytan ona:
“Ben elimden geleni yaptım, seni yoldan çıkaramadım. Allah senden razıdır. O seni çok seviyor ve seni çok muhafaza ediyor. Senin gibisi yeryüzünde bulunmaz.” demiş. Bunun üzerine Bayezid-i Bestami:
“Sen son olarak beni ucub’a kaptırarak helâk mı etmek istiyorsun?” diyerek şeytanı uzaklaştırmıştır.
Bakınız, şeytan onu methetmek suretiyle ucub’a sürüklemek ve onu yoldan çıkarmak istedi. Daha önce de buna benzer çok hileler yapmış ve onu kandırmaya gücü yetmemişti. İşte insan şeytanın oyunlarına kanmamalı, çok dikkatli olmalıdır.
Bir gün İsa aleyhisselam’a:
“Ey Ruhullah! Nasılsın?” diye sormuşlar. İsa aleyhisselam bu soruya karşılık şöyle bir cevap vermiştir:
“Ben öyle biliyorum ki; yeryüzünde benden daha fakir kimse yoktur. Benim ruhum benim elimde değil, sıhhatim benim elimde değil, açlığım ve susuzluğum benim elimde değil, yani bütün her şeyim başka bir zatın elindedir. Böyle olan bir kimseden yeryüzünde daha fakir biri var mıdır?”
İşte her insanın hali aynen böyledir. Yememiz, içmemiz, kuvvetimiz, hastalığımız, ölümümüz, kısaca her şeyimiz Allah-u Zülcelal’in elindedir. O’nun karşısında fakir ve güçsüz durumdayız. Hal böyleyken ucub’lanmak çok yanlış bir davranıştır.
Ucub’dan kurtulmak isteyen kimse şu dört şeyi yapmalıdır
1-) Başarıyı Allah-u Zülcelal’den bilmelidir. Çünkü bir kimse başarıyı Allah’tan bilirse, O’na şükreder ve ucub’a düşmez.
2-) Allah-u Zülcelal’in kendisine ikram ettiği nimetlere bakmalıdır. Bir kimse Allah-u Zülcelal’in nimetlerini görürse, O’na şükreder, amelini az görür ve ucub’a kapılmaz.
3-) Amelinin kabul olmama ihtimalini düşünüp, hesabını buna göre yapmalıdır. Bir kimse, amelinin kabul olmama ihtimalini düşünüp korktuğu sürece ucub’a kapılmaz.
4-) Daha önce işlediği günahları düşünmelidir. Bir kimse, günahlarının sevaplarından fazla olmasından korkarsa, ucub’a kapılmaz.
Zaten böyle bir idrakte olan bir kimse, nasıl ucub’a kapılabilir ki? Hiç kimse kıyamet gününde amel defterinde neler çıkacağını bilemez. Bir kimsenin ucub’u ve sevinci ancak kıyamet gününde amel defterini okuduktan sonra olacaktır.
Şeyh Abdulkadir-i Geylani şöyle demiştir:
“İnsan neyi ile ucublanabilir ki? İlmi ile ucublansa, o ilmi kendisine kim verdi? Konuşması ile ucublansa, dilini çeviren kimdir? Malı ile ucublansa o malı ona kim verdi? Gerçekten ucublanmak çok büyük akıl eksikliğidir.”
Hakikaten Şeyh Abdulkadir-i Geylani’nin bu sözleri bizim için çok büyük bir derstir.
İnsan, ucubun ne kadar zararlı olduğunu, manevi hayatını alt üst ettiğini bildikten sonra kendisini bundan muhafaza etmesi lazımdır. İnsan yaptığı ibadetleri eksik görmelidir ki onunla ucublanmasın. İnsan yaptığı her amelde kendisini hatâ sahibi olarak görürse o kimse ucub’a kapılmaz. Onun için herkes kendisine dikkat etmelidir. Biz kendimizi herkesten daha aşağı görelim. Olabilir ki kötü olarak tanıdığımız bir insan bir gün Allah-u Zülcelal’e yönelebilir. Bizde onun yerine kötü olabiliriz. Onun için herkes kendisini alçak görmesi lâzımdır .
Kalbin huzurunu bozan manevi hastalıkların büyüklerinden birisi de ucub (kendini beğenme) dur. Bir insan kendisinde bulunan ucub hastalığından habersiz ise, ne kadar taat ve ibadet, hayır ve hasenat yaparsa yapsın kendisini zengin zanneden, büyük bir fakirdir. Çünkü kalpde bulunan ucub, aynı ateşin odunları yakıp kül ettiği gibi, hayır ve hasenatını taat ve ibadetini mahveder. Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur;
“Başka hiçbir günah işlemeseniz bile, ucub yapmanız sizin için yeterli bir günahtır.” (İbn Hıbban, Bezzar)
Ucub öyle bir hastalıktır ki, insanın üzerinden Allah-u Zülcelal’in tevfikini kaldırır ve her ameline şeytanı ortak yapar. Yememiz, içmemiz, hastalığımız, ölümümüz, kısaca herşeyimiz Allah-u Zülcelal’in elindedir. Onun karşısında herkes fakir ve güçsüz durumdadır.
Ayrıca ucub riyâ yapmaya da yol açar. Çünkü amelini beğenen bir kimse, onu başkalarına da gösterip onların hayranlığını kazanmak ister. Onun için herkes kendi amelini kusurlu görmesi lâzımdır.
Ucub sahibi olan kimse, Allah-u Zülcelal’in kendisi hakkındaki tevfik ve inayetini kendi şahsi hüneri zanneder ve bu sebeple, O’na hamd ve şükretmek yerine, kendi kendini övmeye ve göstermeye çalışır. Bir misal vermek gerekirse, Allah-u Zülcelal imtihan için Karun’a çok miktarda mal vermişti kendisi ise bu olayı:
“Bu mal benim ilim ve hünerimin sonucudur.” (Kasas; 78) diyerek değerlendirmiştir.
“Fakat onun bu nankörlüğü, kibri ve ucubu (kendini beğenmesi) üzerine Allah kendisini malıyla birlikte yerin dibine geçirdiği zaman, onun ilim ve hüneri ortalıkta görünmemiş ve onu kurtarmamıştır.” (Kasas; 81)
Şabi şöyle anlatmıştır:
Bir kişi vardı. Yürüdüğü zaman, daima bir bulut ona gölge yapardı. Bunu gören günahkar ve fasık bir kişi: “Ben bu adamın yanına gideyim, belki Allah onun hürmetine beni affeder.” dedi. Üzerinde bulut bulunan kişi, yanına gelen bu adamı küçük görüp:
“Bu günahkar ve fasık adam nasıl beni gölgelendiren bulutun altında yürüyebilir?” dedi. Ayrıldıkları zaman bulut o kimseyi terkederek o fasık adamla beraber gitti.
Ucub’un en tehlikeli afetlerinden biri de, insan kendisinin kurtuluşa erdiğini ve hayır yapmaya ihtiyacı kalmadığını sanarak hayır yolunda çalışmaktan geri durmasıdır. Bu da apaçık bir helaktır.
Meşruk demiştir ki:
“Bir kula ilim olarak; Allah-u Teala’dan korkması yeter. Cehalet olarakta amelini beğenip ucub’a kapılması yeter.”
Şeytanın insanlara karşı oyunları çoktur. Buna şöyle bir örnek verebiliriz. Şeytan, Bayezid-i Bestami’nin yanına gelmiş ve yirmi yıl onun yanında kalmıştır. Onu yoldan çıkarmak için çok çaba göstermiştir. Sonunda onu yoldan çıkarmaya bir çare bulamadığından dolayı onun yanında ayrılmak istemiş ve ayrılırken:
“Beni tanıdın mı?” diye sormuş. Bayezid-i Bestami ona:
“Seni şimdi değil, ilk geldiğin günde tanıdım.” demiş. Şeytan ona:
“Ben elimden geleni yaptım, seni yoldan çıkaramadım. Allah senden razıdır. O seni çok seviyor ve seni çok muhafaza ediyor. Senin gibisi yeryüzünde bulunmaz.” demiş. Bunun üzerine Bayezid-i Bestami:
“Sen son olarak beni ucub’a kaptırarak helâk mı etmek istiyorsun?” diyerek şeytanı uzaklaştırmıştır.
Bakınız, şeytan onu methetmek suretiyle ucub’a sürüklemek ve onu yoldan çıkarmak istedi. Daha önce de buna benzer çok hileler yapmış ve onu kandırmaya gücü yetmemişti. İşte insan şeytanın oyunlarına kanmamalı, çok dikkatli olmalıdır.
Bir gün İsa aleyhisselam’a:
“Ey Ruhullah! Nasılsın?” diye sormuşlar. İsa aleyhisselam bu soruya karşılık şöyle bir cevap vermiştir:
“Ben öyle biliyorum ki; yeryüzünde benden daha fakir kimse yoktur. Benim ruhum benim elimde değil, sıhhatim benim elimde değil, açlığım ve susuzluğum benim elimde değil, yani bütün her şeyim başka bir zatın elindedir. Böyle olan bir kimseden yeryüzünde daha fakir biri var mıdır?”
İşte her insanın hali aynen böyledir. Yememiz, içmemiz, kuvvetimiz, hastalığımız, ölümümüz, kısaca her şeyimiz Allah-u Zülcelal’in elindedir. O’nun karşısında fakir ve güçsüz durumdayız. Hal böyleyken ucub’lanmak çok yanlış bir davranıştır.
Ucub’dan kurtulmak isteyen kimse şu dört şeyi yapmalıdır
1-) Başarıyı Allah-u Zülcelal’den bilmelidir. Çünkü bir kimse başarıyı Allah’tan bilirse, O’na şükreder ve ucub’a düşmez.
2-) Allah-u Zülcelal’in kendisine ikram ettiği nimetlere bakmalıdır. Bir kimse Allah-u Zülcelal’in nimetlerini görürse, O’na şükreder, amelini az görür ve ucub’a kapılmaz.
3-) Amelinin kabul olmama ihtimalini düşünüp, hesabını buna göre yapmalıdır. Bir kimse, amelinin kabul olmama ihtimalini düşünüp korktuğu sürece ucub’a kapılmaz.
4-) Daha önce işlediği günahları düşünmelidir. Bir kimse, günahlarının sevaplarından fazla olmasından korkarsa, ucub’a kapılmaz.
Zaten böyle bir idrakte olan bir kimse, nasıl ucub’a kapılabilir ki? Hiç kimse kıyamet gününde amel defterinde neler çıkacağını bilemez. Bir kimsenin ucub’u ve sevinci ancak kıyamet gününde amel defterini okuduktan sonra olacaktır.
Şeyh Abdulkadir-i Geylani şöyle demiştir:
“İnsan neyi ile ucublanabilir ki? İlmi ile ucublansa, o ilmi kendisine kim verdi? Konuşması ile ucublansa, dilini çeviren kimdir? Malı ile ucublansa o malı ona kim verdi? Gerçekten ucublanmak çok büyük akıl eksikliğidir.”
Hakikaten Şeyh Abdulkadir-i Geylani’nin bu sözleri bizim için çok büyük bir derstir.
İnsan, ucubun ne kadar zararlı olduğunu, manevi hayatını alt üst ettiğini bildikten sonra kendisini bundan muhafaza etmesi lazımdır. İnsan yaptığı ibadetleri eksik görmelidir ki onunla ucublanmasın. İnsan yaptığı her amelde kendisini hatâ sahibi olarak görürse o kimse ucub’a kapılmaz. Onun için herkes kendisine dikkat etmelidir. Biz kendimizi herkesten daha aşağı görelim. Olabilir ki kötü olarak tanıdığımız bir insan bir gün Allah-u Zülcelal’e yönelebilir. Bizde onun yerine kötü olabiliriz. Onun için herkes kendisini alçak görmesi lâzımdır .