- Türkiye’nin İsrail’e tepkisi gayet normal

Adsense kodları


Türkiye’nin İsrail’e tepkisi gayet normal

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Thu 26 July 2012, 01:18 pm GMT +0200
Türkiye’nin İsrail’e tepkisi gayet normal
Selim Savaş GENÇ • 80. Sayı / GÜNDEM


Mavi Marmara olayı yaşandıktan sonra dünyanın hangi ülkesi olursa olsun aynı tepkiyi verirdi. Bundan farklı bir yol haritası çizmeniz mümkün değil, çünkü uluslararası karasularında sivil vatandaşlarınız katledilmiş. Dolayısıyla Türkiye’nin İsrail’e tepkisini gayet olağan bir tepki olarak değerlendirmek gerekiyor. Biraz daha ileri gidecek olursam Türkiye’nin iddia edildiği gibi NATO kalkanlarını kabul etmesi ve İsrail’in de güvenliğini sağlama ihtimali olan bu projeyi durdurmamasını da normal bir tavır olarak algılamalıyız. Bu bir çelişki değil. Türkiye bu hamlesiyle İsrail’in Hamas’ı ve Filistin’i haritadan silmek isteme düşüncesi gibi bir resim vermemiş oldu aslında. Türkiye’nin derdi Ortadoğulu bir ülke gibi krizin ortasına girmek değil, krizi çözmek. Üstelik yalnızca Mavi Marmara krizini değil, aynı zamanda Gazze krizini de. Tıpkı Erdoğan’ın Ortadoğu’ya yaptığı ziyarette laiklik kelimesini zikredip İsrail’in küresel alanda kamuoyu oluşturarak bu geziyi sulandırma çabasına müsaade etmediği gibi.

2004’ün Türkiyesi’ni düşündüğümüzde o günkü güçler sonucu ne olursa olsun böyle bir krizle karşı karşıya kalmamak için Mavi Marmara’nın yola çıkmasına müsaade etmezlerdi. Ama o dönemde başka vesilelerle ya da bu gibi bir nedenle İsrail’le Türkiye arasında diplomatik bir kriz çıkmış olsaydı, Türk kamuoyu krizi bu kadar konuşmadan farklı yöntemlerle çözme arayışına girebilirdi. Muavenet firkateyni vurulduğunda ne yapıldıysa Mavi Marmara vurulduğunda muhtemelen aynısı yapılırdı, yani hiçbir şey! Her şeye rağmen şunu da unutmamak gerekiyor: 2004’ten önce Ecevit İsrail’i terörist devlet olarak nitelemiş ve bunun arkasında sonuna kadar durmuştu. Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler 2004 öncesi askerî alanda gerçekleşiyordu. Genelkurmay birçok askerî anlaşma ve tatbikatla 28 Şubat sürecinde İsrail’le çok sıkı bir ilişki içerisindeydi. Yine de o dönemde Türk dış politikası bu gibi olaylarda müttefiki olduğu devletlerle çatışmamaya ve orada kötü fotoğraf vermemeye odaklanmış bir politika izliyordu. Dolayısıyla o dönemde Türkiye böyle bir hadisenin ortaya çıkmasına müsaade etmezdi.

Erdoğan’ın Mısır’da laikliğe vurgu yapmasıyla İsrail’e gösterdiği sert tepki ortada bir çelişki olduğu hissini uyandırabilir. Oysa biz laikliği 28 Şubat sürecinde Türkiye’de yaşanan olayları düşünerek algılıyoruz. Bence bu açıklamanın hedefinde olan iki nokta vardı: Birincisi Ortadoğu ülkelerindeki mezhep çatışmaları ve onların kısa sürede Irak’a ya da Afganistan’a dönüşmesi tehlikesine binaen onları uyarmış olabilir. Ama bundan daha önemlisi Erdoğan’ın gezisini ısrarla İsrail karşıtı ve İslamcı bir çizgiye çekmek ve Arap Baharı gezisinin yapıldığı ülkelerdeki etkisini düşürmek isteyen, bunun için bekleyen çok ciddi bir küresel medya var. Örneğin Der Standard gezi başlamadan şöyle bir açıklamada bulundu: “Erdoğan gidecek ve Arap sokaklarında şov yapacak.” Ama Arap sokakları İslamcılık ve İsrail karşıtlığından farklı gerekçelerle bu devrimleri gerçekleştirdi. Yani Erdoğan bu çıkışıyla yine kendisi üzerinden alışılagelmiş algıyı çok başarılı bir şekilde kırmış oldu. Şunu herkes biliyor; siz Arap sokaklarına laiklik telkinini ne kadar yaparsanız yapın onlar bu telkinleri kendi algılarıyla yorumlayacaklardır. Erdoğan’ın işaret etmeye çalıştığı nokta şu da olabilir: Türkiye demokratikleşme sürecinde Müslüman bir toplumla çoğulcu bir devlet yapısını barıştırma tecrübesi kazandı. Belki de o kavramı kullanarak Ortadoğu toplumlarının dikkatini Türkiye’ye biraz daha çekerek Türkiye’nin geçmişte yaptığı hataları yapmamaları adına bu tecrübenin altını çizmek istemiş olabilir. Buna paralel olarak Arap dünyasındaki seküler oluşumların da dikkatini kendi üzerine çekerek muhafazakâr partilerin yanı sıra onlara da açık kapı bırakmış olabilir.

Arap baharının yaşandığı bir süreçte İsrail’in bu kadar ciddi bir şekilde yalnızlaşması ve bunun doğal bir sonucu olarak Amerika’nın elindeki kartları zayıflatması hesapları bozmuşa benziyor. Dolayısıyla Netanyahu hükümetinin ya da bu koalisyonun direkt olarak özür dileme şansı görünmese bile İsrail cephesinden krizi bitirecek bir adımın geleceğine inanıyorum. Bu Şimon Peres’in özür dilemesi olabilir ya da başka bir enstrüman kullanılabilir. Ancak her ne olursa olsun İsrail’in bir şekilde geri adım atacağını düşünüyorum. Türkiye’nin kaybedecekleriyle İsrail’in kaybedeceklerini düşündüğümüzde özellikle bu konjonktürde İsrail’in kötü durumda olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye belki şöyle bir taviz verebilir: Özrü ve tazminatı aldıktan sonra Gazze’ye yapılan ablukanın kaldırılmasını sürece bırakabilir. Ama şunu da ifade edilmesi gerektiğini düşünüyorum; İsrail belki de özür dileyecekti, o pazarlıklar çok uzun sürdü. Palmer Paporu’nun açıklanması üç kere ertelendi. Madem ellerinde İsrail lehine bir rapor vardı, bunun üç kere ertelenmesi normal değil. İsrail ile AK Parti iktidarı arasındaki husumet bir türlü bitmiyor. Mavi Marmara olayının öncesinde de birçok kriz yaşanmıştı. Muhtemelen “biz şimdi özür dilersek, yarın başka bir krizle karşı karşıya kaldığımızda ne yapacağız?” sorusuna cevap veremedikleri için özür dileyemiyorlar.

*Doç. Dr. Selim Savaş Genç, Fatih Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı