- Türkiye’de medya ve siyaset ilişkileri

Adsense kodları


Türkiye’de medya ve siyaset ilişkileri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Wed 4 July 2012, 01:31 pm GMT +0200
Türkiye’de medya ve siyaset ilişkilerinin kırılma dönemleri
Alper GÖRMÜŞ • 60. Sayı / TÜRKİYE


Türkiye'de medyanın bir kesiminin, bir ucunda “sempati”nin öbür ucunda “organik”e yakın bir ilişkinin bulunduğu geniş bir yelpazede hükümetin etkisine açık bir çizgide gazetecilik yaptığı açık. Medyanın ikinci büyük grubunun genel müdürü, Başbakan'ın damadı; daha ötesi var mı? Ayrıca, medyanın en büyük grubunun sahibi, Başbakan'la atışmalarının birinde, talip oldukları büyük bir gazetecilik dışı iş için Başbakan'ın kendisine “Onu onlara verdik” (ikinci en büyük gruba) dediğini aktardı. Bu ifade tekzip edilmedi.

Medyanın, pejoratif bir biçimde “yandaş” diye adlandırılan kesimi esasen Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AK Parti) bilinçli çaba ve desteğiyle son 7-8 yılda ortaya çıktı. Fakat hiç unutmamalıyız: İktidar partisini, gazeteciliğin selameti bakımından hiç de hayırlı olmayan böyle bir çaba içine iten şey, medyanın, bu partiye ve onun temsil ettiği kesimlere (“irtica”) düşman muamelesi yapması oldu. Ben, AK Parti kadrolarının, iktidar öncesinde böyle bir hazırlık yaptıklarını ve bu “operasyon”da başarılı olamazlarsa iktidarlarını sürdüremeyeceklerine dair bir düşünce geliştirdikleri kanaatindeyim. Hiç de yanlış değildi bu tespit. Meseleyi evveliyatı ile birlikte alırsak, AK Parti'nin giriştiği medya hamlesinin kendi içinde bir meşruiyetinin olduğunu da kabul etmek zorunda kalırız.

Bana, 1960, 1971, 1980 ve 28 Şubat süreçlerinin bu noktaya gelinmesindeki rollerini soruyorsunuz... Medyanın, tek parti iktidarı dönemindeki, neredeyse devlet iktidarının dolaysız bir parçası olduğu yıllardan, bugünkü “hükümeti destekleyen medya”, “resmî ideolojiyi destekleyen medya” noktasına nasıl gelindiğini anlatırken, ben kısmen sizin anımsattığınız dönemlerle uyuşan, fakat esasen farklı diyebileceğim kırılma noktalarına başvuracağım.

Geçen yıl Birikim dergisi için kaleme aldığım bir yazıda Türk basınını 1923'ten başlayarak günümüze kadar başlıca dört kırılma dönem içinde değerlendirmiştim. O yazıda da belirttiğim gibi, Türk basınının niteliği gereği, bütün kırılma noktaları basının iktidarlarla kurduğu ilişki tarafından belirleniyordu.

Birinci dönem: Medyanın “devlet”in neredeyse dolaysız bir uzantısı olduğu 1923-1950 dönemi (tek parti iktidarı): Böyle bir yapıda iktidarla medyanın çatışması eşyanın tabiatına aykırıydı ve hiçbir zaman böyle bir şey olmadı (kamuoyunu etkileyebilecek yaygın medyadan söz ediyorum, yoksa “münferit vaka”lar her zaman olur). Bu dönemde devlet (baba) en fazla, medya “yaramaz çocukluk” ettiğinde onun kulağını bükmekle yetinmiştir.

İkinci dönem: Medya 1950'lerden itibaren (Hürriyet'in kurulması: 1948) görece bir bağımsızlıktan yararlanmaya başladı. Artık devletin dolaysız bir parçası değildi ama iktidarların elinde hâlâ önemli manipülasyon araçları vardı: Teşvikler, kâğıt ithali ve tahsisi, devlete bağlı fabrikalarda üretilen kâğıdın fiyatlarını belirleme tekeli, sahip olduğu büyük iktisadi kurumların (Kamu İktisadi Teşebbüsleri-KİT'ler) reklamlarından gazeteleri yararlandırma keyfiyeti vb.

Çok partili sisteme paralel bir süreç izleyen bu dönemde, medya sermayesi sadece medya sermayesiydi. Bir başka deyişle “patronları gazeteciler olan gazeteler” dönemiydi bu ve sektörün sınırlı yapısı nedeniyle patronların iktidarlardan büyük iktisadi beklentileri yoktu; biraz kâğıt, biraz reklam, dolayısıyla pek az çatışma.

Üçüncü dönem: 1980'lerden itibaren medya patronlarının “başka işleri” de olmaya başladı. Başlangıçta (1990'ların sonlarına kadar) medya patronlarının tamamı, iktidarların zaten sürekli para akıttığı “İstanbul sermayesi”ne bağlı oldukları için sorun çıkmadı. Bu dönemde medya sermayeleri çeşitli devlet ihalelerini alarak ve başka bazı imkânlardan faydalanarak ülkenin en güçlü sektörlerinden birini oluşturdular.

Dönemin belirleyici karakteri, iktidarların, alternatifsiz olan medyaya bağımlı olmasıydı (“kartel” dönemi). O nedenle iktidarlar medyanın önündeki molozları ayıklıyor, arada bir mırın kırın ettiklerinde de medyadan gelen “kafamı kızdırma” kampanyalarına maruz kalıyorlardı.

Dördüncü dönem: Ne zaman ki “başka işleri de olan” medya patronlarının “Anadolu kaplanı” versiyonları çıktı ortaya, işte o zaman çatışma kaçınılmaz oldu. (Bu değişimi bütün netliğiyle gösteren sembol olay, Aydın Doğan'ın Ceyhan'da rafineri talebine karşılık, Tayyip Erdoğan'ın “Onu Çalık'a verdik” cevabıydı.)

Günümüze gelirsek... Askerî vesayet (yargıyı da katarak devlet iktidarının vesayeti de diyebiliriz) sürdüğü ve AK Parti demokrasiye en yakın parti olarak kaldığı sürece, iktidarla kurduğu ilişki özünde problemli olsa da, “yandaş” denilen medyanın pozisyonu, son tahlilde olumlu kalmaya devam edecektir.

Fakat hiç kuşkusuz bu işin ideali, gerek resmî ideolojiden gerekse de siyasi iktidarlardan gerçek anlamda bağımsız yeni, eleştirel, demokrat bir medyanın ortaya çıkmasıdır.