seymanur K
Wed 21 September 2011, 03:46 pm GMT +0200
Türkiye'de Nurculuk Hareketi (1910-...)
1876 yılında Bitlis'in Nurs köyünde dğar Said Nursi, gençliğinin ilk yıllarını çevrede okutulan ilimleri tahsil etmekle geçirir. Tahsil sonrası belli bir yaşa gelen Said ilk hareket olarak Van'da "Medresetü'z-Zehra" adıyla bir üniversite kurmayı planlar. Finansman için İstanbul'a kadar giderek Sultan Redaş'dan 150 bin alın lira tahsisat çıkartarak, hemen medresenin inşaatına başlar. Ancak 1. Dünya savaşı patlak verince inşaat bu temel üzere kalır.
I. Dünya savaşından önce bir takım çalkantılar başlamış ve Jön Türkler, 1908'de Sultan Abduhlamid'in yönetimeni son vermişti. Bu olayın akabinde Said nursi, İttihad ve Terakki fırkasıyla karşı karşıya gelmişti. Masonlarınelinde olan bu farkaya karşılık Said Nirsi de İslami h-reketinmüdafisi olan "İttihad-ı Muhammediye'ye girmişti. Ancak zamanla çalışmaları göze batan Said, yeni kurulan Divan-ı Harbe verilir. Mahkeme reisi Hurşid Paşa, Said'in arkadaşlarından ondokuz kişiyi idam ettikten sonar, ikinci bir idam listesini Saîd'e göstererek şöyle der:
"Siz de mi şeriat istiyorsunuz? İşte şeriat isteyenlerin hali budur!" Said de şöyle cevap verir:
"Bin tane canım olsa, hepsini İslam için feda ederim. İslam'a yakışmayan her şey bana yabancıdır." Paşa:
"Sen de mi İttihad-ı Muhamediyye'densin" dedi. Said de:
"En küçük efradındanım.
O İttihadda olmayan, dinsizlerden başka kimdir?" diye karşılık verdi.
Tutuklu bulunan Said, halkın gösterdiği tepki sonucu 130 kişiyle birlikte serbest bırakıldı. Beraatın akabinde Van'a, oradan da Şam'a giden Said, halkın ısrarı üzerine burada "Hutbe-i Şamiye" diye bilinen meşhur konuşmasını yaparak, modern çağın rahatsızlıklarını dile getirir. Bu haratsızlıkların başında ümitsizlik,doğrular dan uzaklaşma, düşmanlık, müslümanlar arasındaki bölünmeler, İslam'ın dışındaki idare sistemleri ve egoizmi saymıştır.
Suriye'den tekrar Van'a dönen Said Nursi, burada Horhor Mderesesi'ne Müderris olarak atanır. Bu medresede kaldığı süre içerisinde öğrencilerine hem dini bilimleri vermiş, hem de silah eğitimi yaptırarak asker yetiştirmişti. Yine bu medresede altmış ciltlik bir tefsir yazmayı tasarlamışsa da ancak bir cildini hazırlayıp neşredebilmiştir. Birinci Dünya savaşı sırasında alay komutanı olarak savaşa katılan Said, yaralı olarak Rusya'ya esir düşmüş bu esaret günlerinin birinde Rus generalini hiddetlendirmiş ve general de onun idamına karar vermişse de son anda bu kararından vazgeçmiştir. Bu esaret kampından bir fırsatını bulup firar etmiş, Almanya üzerinden İstanbul'a dönmüştür.
Hükümet İstanbul'dan Ankara'ya nakledilince, Said Nursi de tehlikeli görülmüş ve hemen Ankara'ya istenmişti. Ankara'ya gelip Mecliste on maddelik bir konuşma yapan Said'e M. Kemal hemen karşı çıkarak şöyle demiştir: 'Biz seni buraya çağırdık ki yüksek fikirlerinden istifade edelim. Sen ise hemen namazı gündeme getirdin, aramıza ihtilaflar soktun." Said Nursi buna karşılık şu cevabı verir:
"Paşa, Paşa... İmandan sonra en büyük hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir. Hainin hükmü merduttur." Said Nursi'nin meclis üyelerine bazı hakikatler hatırlatması, bir çok üyeyi etkilemiş ve bir çoklarının namaza başlamasına vesile olmuştur.
Ankara'dan ayrılan Said, tekrar Van'a geçti. Burada "Nur" hareketini başlattı. Çevreden gençler toplayarak yeni faal eğitime başladı. Bu yeni hareketle "Yeni Said" devri de başlıyordu. Said böylesine ciddi çalışmalara girerken, kabine de, gelişen İslami hareket karşısında yeni oyunlar planlıyordu. Ali Fethi Okyar istifaya zorlanmış, yerine İnönü Başbakan seçilmişti. Bu arada Anadolu ve şarkta bir takım hadiselere karşı operasyonlara girişilmiş ve bazı başlar istenmişti. Bununla beraber bir çok insan batıya nakledilmiş, Said Nursi de Sinop üzerinden İstanbul'a getirilmişti. Said hakkında yapılan uzun tahkikat ve araştırma neticesinde Antalya'ya oradan da Burdur'a gönderilmişti. Said, burada da boş durmayarak Nur talebeleri için Risalelerini kaleme aldı. Burdur'un merkezi bir yer olması ve Said'in yaptığı faaliyetin göze batması onu Eğridir'in ıssız bir köyü olan Barla'ya şevketti. Burada yazdığı bir çok eseriyle Tevhid gerçeğinin temellerini atmış oluyordu. Öyle ki burası İslami hareketin odak noktası haline gelmişti.
Eğridir'deki günlerinden sonra yeni bir çile ve baskı devri başlamıştı. Mahkemeler, sürgünler, zehirletmeler ve kurulan idam sehpaları... Bütün bunlara rağmen Said'de en ufak bir gevşeme ve tedirginlik görülmedi. Dava ve hareketten taviz vermeyi asla düşünmemişti. Bilakis, İslam'ın mahkumiyetini sürekli düşünüyor ve hal çarelerini arıyordu. Ona göre önemli olan iman'dı. Önce imanı kurtarmak gerekiyordu, "İslam için tehlike şimdiye kadar hep dıştan gelirdi ve karşı koymak kolaydı. Ama şimdi tehlike içtendir; kurt gövdenin içine girdi mi onu yok etmek güçleşir. Korkarım ki cemiyetin bünyesi buna dayanmaz. Keşke bunun bin misli meşakkatte kalsam da iman kalesi selamette olsa... Dünya büyük bir manevi buhran geçiriyor. Manevi temelleri sarsılan Batı cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir taun felaketi gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş bulaşıcı hastalığa karsı İslam cemiyeti ne gibi çerelerle karşı koyacak? Batının çürümüş, kokuşmuş formülleriyle mi? Yoksa İslam cemiyetinin taptaze iman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içerisinde görüyorum, iman kalesini küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için ben yalnız iman üzerine mesaimi teksif ediyorum." [225]
Meşhur Üstad'ın bu ifadeleri kendilerinden sonrakiler için önemli mesajlar veriyordu. İslam için hayatını sürgün, işkence, eziyet, sıkıntı ve mihnetlerle dolduran o yiğit mücahid, 1960 yılında vücudunu tamamen müstekbirlere teslim ederken, kendisinden sonrakiler için de telifleriden oluşan büyük bir külliyat bırakıyordu. Altmış yıllık fiili mücadelesiyle tarihte büyük bir yer kaplamıştı. Özellikle sahih akideyi, iman kalesini ayakta tutmak için mücadele vermiş ve bu uğurda her türlü mihnetlere içtenlikle katlanmıştı. Onun bütün amacı iman kalesini selamette görmek ve bu iman kalesini yiğitçe koruyabilecek Nur talebelerini yetiştirmekti. Kendisi fiilen başarılı olamadı ancak, amacının çekirdeğini oluşturarak ayrıldı.
Said Nursi'nin ölümünden otuz küsur yıl gibi bir zaman geçerken, onun mirasına konmuş Nur talebeleri, maalesef mirası üzerinde ihtilafa düşerek bu zaman içerisinde bir çok hiziplere ayrıldılar. Bu hizipler tarafından külliyatı peşkeş edilmiş, kimilerine ekmek sermayesi olurken, kimilerine de şöhret payesi olmuştur. Onun eserleri ölümünden kısa bir zaman sonra tahrif edilmiş, değişik platformlara sokulmuştur. Artık şimdi, her hizip onu ayrı ayrı anlamaktadır. Kimilerine göre o bir müceddid iken, kimilerine göre de siyasi platformda takip edilecek bir liderdir. Said Nursi'den müntesipleri ayrı ayrı faydalanırken, politikacılar da Nur talebelerinin çokluğunu görünce, "oy avcılığı" için çeşitli renklere girip, nutuk meydanlarında Kur'an'ı öpmekten, dinden-imandan dem vurmaktan kendilerini alamamışlardır. Bu renkli tabloları gören nur müntesibleri bir takım siyasi ve politik çıkarlar sağlamak için, dinle, imanla alakası olmayan bir çok insanları "nurlu" yaparak etrafında pervane gibi dönebilmişlerdir. O sayfalar bir yana, diğer taraftan büyük bir refah ve konforizm içerisinde bir Hümanizm dostluk klübleri haline getirilen Nurculuk merkezleri İslam adına ne yapabilir, diye bizleri düşündürmektedir. Bir yandan ulusalcı politikacıları ayakta tutarken, diğer yandan da İslam'ın hakimiyetinden dem vuran bir mantığa her halde güler geçersiniz.
Kısaca, o büyük Said'in bıraktığı eser, müntesipleri tarafından hakkıyla korunamamış, onlara bir amblem, bir levha olmaktan fazla bir işe yaramamıştır. Çoğunlukla müntesipleri, bürokrasi ve politik oyunlar içerisinde eriyip gitmişlerdir. Ancak içlerinde gerçekten Said Nursi'yi anlamak isteyen insanlar da yok değildir. [226]
[225] Girişim, Nisan-87, M. S. Şeyhhanzade.
[226] Beşir İslamoğlu, İslami Hareketin Tarihi Seyri, Denge Yayınları, İstanbul, 1993: 286-290.