- Turan Oflazoğlu

Adsense kodları


Turan Oflazoğlu

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sun 29 July 2012, 04:00 pm GMT +0200
Türk Tiyatro Edebiyatı’nın ustası Turan Oflazoğlu
Yakup ÖZTÜRK • 81. Sayı / EDEBİYAT


Batılı anlamda ilk tiyatro örnekleri, bütün acemiliklerine rağmen bizde ilk defa Tanzimat’la birlikte ortaya çıktı. Sahnelenmesi dahi imkânsız, uzun ve yorucu repliklerden oluşan bu oyunlarda birden fazla çerçeve konu da yer alıyordu. Kendisini enikonu hissettiren bir Türk tiyatro edebiyatının varlığı için Cumhuriyet’in ilk çeyreğini beklemek gerekecekti. Bu yazının tartışma konusu doğrudan tiyatro tarihimiz olmadığı için bu bahse uzun uzadıya yer vermeyeceğiz, ancak modern ve başarılı bir tiyatromuzun varlığını ortaya çıkaran ilk sanatçılardan biri olan Turan Oflazoğlu’nun kişiliğini, hayatını ve sanatını bu yazı etrafında anlatmaya çalışacağız.

Yakın zamanlarda Turan Oflazoğlu’nun edebiyatımız için ne derece önemli bir isim olduğunu bizlere tekrar hatırlatan, emek mahsulü, muhteviyatı oldukça zengin bir kitap yayımlandı. Dr. Sezai Coşkun imzasını taşıyan, Bir Mutlak Avcısı - A. Turan Oflazoğlu isimli kitapla, Oflazoğlu’nun kıymetini bir kez daha anladık. Coşkun’un kitabı bize bu yazıda arkadaşlık edecek.

Sanatını besleyen kaynaklar
“Sanatının ilk kaynağı kendi biyografisiydi.” Çok yönlü bir çocukluk hayatı ve kültürel çevre onu besleyen ilk kaynaklardandı. Babasının hafız olması sebebiyle sürekli Kur’an-ı Kerim sesiyle muhatap olması, onun eserlerine de yansımıştı. Pek çok oyununda Kur’an’dan ayetlerin zikredildiğini görürüz. Babasını samimi bir Müslüman olarak tanımlayan Oflazoğlu, küçük yaşta evlerinde okunan Kur’an-ı Kerim’deki musikiden tiyatro yazarlığı hayatında istifade etmişti. Onun, IV. Murat oyununda isyancılara karşı Kur’an-ı Kerim’i alarak yaptığı konuşma, Rahman suresindeki ‘an’ sesinin tekrarına dayanıyordu. Babasına olan hürmeti adında saklıydı; resmî adında Ahmet olmamasına rağmen eserlerinde bu adı kullanmıştı. Oflazoğlu’nun sanatını besleyen kaynaklardan biri olan sözlü kültür, çocukluk günlerinin hatırasıydı. Sözlü kültür ürünleri, çocukluğundan miras alıp oyunlarına aksettirdiği önemli bir malzemeydi. Babasının dindar kişiliği, annesinin sözlü kültüre olan bağlılığı onun karakterini tayin eden önemli taşıyıcılardı.

Eğitim hayatında üç önemli temel taşı vardı; İngilizce, felsefe ve tiyatro. Bu üç evren, ilerleyen yıllarda ona büyük kapılar açacaktı. Lisede Nurettin Topçu’nun tesiriyle felsefeye olan ilgisi arttı. Eserlerindeki güçlü felsefe dokusunun geçmişi onun lise yıllarındaki bu tesire bağlanır. “Felsefedeki ilgimi Nurettin Topçu’ya borçluyum.” diyecek kadar da Topçu’ya bağlıydı. Askerliğini dönemin Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay’ın özel tercümanı sıfatıyla yaptı. Üniversitede felsefe ve İngilizce eğitimini bir arada alması ona geniş bir ilgi dünyası açmıştı. O yıllarda Redford’tan dersler aldı. Onun, Keziban oyunu, Redford’un verdiği bir ödev neticesinde ortaya çıkmıştı. Amerika’da eğitimine devam eden Oflazoğlu, “Amerika’yı sevmedim. Benim gönlümün ülkesi değildi.” diyerek anacaktı Amerika’yı. Dünya edebiyatından pek çok saygın eseri dilimize kazandıran Oflazoğlu’nun Amerikan edebiyatından bir ürün çevirmemiş olması da bu noktada ilgi çekicidir. Hölderlin, Rilke, Kafka, Yeats, Dibbuk gibi isimlerden çeviriler yapmıştır. Sadece çeviri değil, bir beslenme de burada karşımıza çıkar.

Turan Oflazoğlu, Deli İbrahim’in oynandığı dönemde Refik Ahmet Sevengil tarafından TRT’ye davet edilmişti. Bu davet, onun 29 yıllık memuriyet hayatının da başlangıcını teşkil ediyor. 1967’de kaleme aldığı Deli İbrahim, kendisinin Türk tiyatro edebiyatının güçlü isimlerinden biri olmasının da vesilesi oldu. Metin And tarafından bu oyun, “Hamlet’in IV. Henry karakteri düzeyinde” olarak değerlendirilir.

IV. Murat’ın sinema filmi olmasından sonra ise, hükümdarın kabrine olan ziyaretlerde büyük bir artış görülmüştür. Yazdıklarının toplum nazarında nasıl bir teveccühe uğradığının açık bir işaretidir bu. IV. Murat, yabancıların, zihinlerindeki Osmanlı imajını yeniden sorguladıkları bir filmdi yanı zamanda.

Turan Oflazoğlu’nun sanatı iki koldan ilerliyordu. İlki, Türk-İslam sanatı düşüncesi, diğeri ise Antik Yunan’dan itibaren Avrupa sanatı ve düşüncesiydi. Buna, Uzak Doğu’yu ihtiva eden düşünce de eklenebilir. Oflazoğlu kendisini Fuzuli’nin, Yunus Emre’nin ve Karacaoğlan’ın varisi olarak görüyordu. Klasik Osmanlı şiirinin dışında, halk kültüründen de son derece istifade etmişti. Halk edebiyatının çok canlı bir biçimde varlığının hissedildiği bir coğrafyada büyümüştü. “Yeryüzünde bu Türkmen kocasından daha büyük şair geldiğini sanmıyorum.” sözüyle Yunus Emre’ye olan hayranlığını ortaya koymuştu.

Dünya tiyatro edebiyatının en güçlü isimlerinden biri olan Shakespeare’in tesirinin Oflazoğlu’nda sıkça ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Özellikle, tarihî atmosfer ve şahsiyetler Shakespeare’in oyunlarıyla bir paralellik sağlıyordu. Bu tesir, kahramanların işlenişinden, oyunların kurgusuna kadar yaygın bir biçimde karşımıza çıkar. Shakespeare’in yanında İngiliz şiiri daha dar bir çerçevede onun eserlerini yönlendirmiştir.

İnsanın sınırlarını aşmasında sanatın etkisi
Oflazoğlu, sanatın insanın sınırlarını aşmasında bir imkân olduğunu düşünüyordu. Gündelik hayat içerisinde varlığı bütün boyutlarını kavramaya muktedir olamayan insanın, sanatın sundukları vasıtasıyla, ‘tam insan’ olacağını söylemişti.

Oflazoğlu’nun beslendiği Batılı kaynaklarından biri de aydınlanma düşüncesiydi. Her ne kadar modernizmi eleştirse de aydınlanmanın akla yaptığı vurguya eserlerinde yer vermişti. İnsanın bütünlüğüne özel bir dikkat çekmişti. İnsanın evrenselliğine de ancak bu yolla ulaşılacağını düşünüyordu. Bu sebepten onun sanatının bir yanında akıl vurgusu yapılırken, diğer yanda güçlü bir metafizik vardı.

Fakat Oflazoğlu’ndaki mistik düşüncenin kaynağında divan edebiyatı ve az da olsa Hint düşüncesinin hâkim olduğu söylenebilir: “Ondaki varlık anlayışının İslam tasavvufundan ziyade, bu metafiziğin mistik bir hüviyetle Nietzsche’nin ‘üstinsan’ düşüncesi etrafında şekillendiği söylenebilir.” Diğer bir deyişle, “Ondaki mistik temayülü, bir ‘dindarlık’ olarak saymaktan öte, tabiata ve eşyaya mistik bir duyarlılıkla bakma biçiminde değerlendirmek yerinde olacaktır.”

Tiyatro: İnsanı insana göstermek için
Oflazoğlu, oyunlarının konularını tarihten alsa da maksadı tarihi anlatmak olmamıştı. İnsanı, insana göstermek için tiyatro sanatını vazgeçilmez olarak görüyordu. Tarihî oyunlar yazmasının önemli gerekçelerinden biri de bireydeki tarih bilincinin ortaya çıkarılmasına imkân sağlamak arzusuydu. Tarih bilinci olmayan bireyin ve toplumun doğru dürüst bir kimliğinin de olamayacağına vurgu yapmıştı. Oyunun bir vaaz kürsüsü gibi kullanılmasına da karşı çıktı.

Osmanlı’nın meydana getirdiği medeniyet ve kültür mirasını önemseyen Oflazoğlu, eserlerinde bunu temel bir taşıyıcı olarak kullanmayı önemli bulmuştu. Fakat kendisini gelenekçi bir yazar olarak tanımlamaktan uzak durdu. Ancak bir kimlik inşasında geleneğin ne denli büyük bir güce sahip olduğuna vurgu yaptı. İnsanın, geleneğin şekillendirdiği bir dünyada yaşadığına işaret etti. Ancak gelenek ile evrensel olan arasında dengeli kurulan bir bağın sağlıklı olduğuna inandı.

Tiyatroyu, insanın alışkanlıklarla körlenmiş içgüdülerini bileyen, insanın yaşama iştahını artıran yol olarak gördü. İnsanın bu dünyada ölümlü olmakla ölümsüzü arzulaması arasında bir dramı yaşadığını iddia etmişti. İnsanın varlık sınırından ancak sanatın telkinleriyle çıkabileceğine inandı. Onun için sanat, yaşanan hayatın dışında başka bir varoluş alanının olduğunu gösteriyordu.