hafız_32
Wed 27 October 2010, 02:30 pm GMT +0200
TOPLUM VE TAVIR
Toplumsal yapıları tetkik etmek, toplumların itikadî yapıları hakkında fikir beyan etmek... Evet, biz (bugün) bu konunun basit bir konu olmadığına inanıyoruz. Çünkü karşımızda tağuti yönetimlerin buyruğu altında yaşayan toplumlar olmasına rağmen bu tağutî yönetimlerle farklı farklı muhatab olan insanlar mevcuttur. Bizler bu düşünceleri serdederken bazılarının da şu sözlerini duyar gibi oluyoruz:
"Efendim, bir davetçi, tebliğ metodunu uygularken topluma belli bir bakış açısı getirmek zorunda değil midir? Hem Yüce Allah; "zalimlerin-mücrimlerin yollarının iyice belli olması için ayetlerini uzun uzun açıklamamış mıdır?"[20] Evet bu karşılıkları duyar gibiyiz. Yüce Rabbimizin buyruğu tartışılmaz ve doğrudur. Bir davetçi, bir mübelliğ saflarını netleştirmeli, ayırmalı, belli etmelidir. Bu "saf ayırma" işine de akideden-itikaddan başlamalıdır.[21] Bu ayırım işini de yerine göre sert, yerine göre yumuşak bir metod izleyerek yapmalıdır. Merhum şehidimiz Seyyid Kutub da eserlerinin çoğunda bunu vurgulamaktadır. Bütün bunlarla beraber bir davetçinin saflarını ayırması nasıl olacaktır? Diyelim ki her haliyle müşrik olduğu belli olan bir toplum içindesiniz. İnsanlar putlara tapıyor, putların ilkelerine uyuyor, uluhiyette, rububiyette, ububiyette şirk koşuyor. Hatta bu durum toplumla beraber ailenizde de mevcut. Hem toplum hem yakınlarınız bilerek ve inatla ve ısrarla müşriklik yapıyor ve sizi de zorluyorlar, davet çalışmalarınızı engelliyorlar (Aynen Mekke'de ki son dönem tebliğ çalışmalarında karşılaşıldığı gibi). Şüphesiz, yukarıda andığımız şekilde yapılanmış bir toplumda, bir müslüman saflarını ayırmalı, gerekirse ailesinden ayrılmalı zaman zaman açık tebliği denemeli ve o müşrik topluma ve müşrik aileye azabı müjdelemelidir. Şimdi durumu daha barizleştirelim. Eğer bir davetçi müslümanın yaşadığı toplum, tüm fertleriyle müşrik değilse, ailesi karışıksa, kendisi gibi düşünen müslümanların sayısı belli değilse, bölgelere göre durum değişiyorsa o zaman, o müslüman saflarını tanımadığı kişilerden nasıl ayıracaktır? Mesela tanıdığı bir müşrikten saflarını ayırması normal ama tanımadığı bir insandan da safını ayırır, onun İslamî özelliklerini gördüğü halde ona da müşrik muamelesi yaparsa, bu sağlıklı bir saf ayırma olur mu? Sağlıklı ise kitap ve Sünnetten delili var mı? [22]
Müminlerin Birbirini Tekfir Etmesi
Günümüzde şöyle bir durumla karşılaşıyorsunuz. Bir insan, toplumda başka bir insanı tekfir ediyor ve onu kafir-müşrik ilan ediyor. Bunu yaparken de tevile-yoruma başvuruyor. Siz de o kişinin müslüman olduğuna inanıyorsunuz. Yani karşınızdaki kişi, üçüncü bir kişiyi kendi yorumuyla kafir sayarken sizde kendi yorumunuzla o üçüncü kişiyi kafir saymıyorsunuz. Bu defa karşınızdaki kişi sizi de kafir sayıyor. Sebebi de -ona göre- "kafire, kafir" dememeniz, işte böyle zincirleme bir metotla bir kişiden hareketle bazen yüzlerce ve binlerce kişi kafir sayılabilmekte bugün. Şimdi konuyu İslam tarihinden bazı olaylarla, tevile-yoruma başvurmadan nakledelim. Müctehid imamlarımızdan İbn-i Teymiyye'nin de bu mevzuları anlatırken zikrettiği olaydır ki, ashabtan Hatib Bin Ebi Belta hazretleri, Mekke fethedileceği sırada, Mekke'deki müşrik akrabalarını korumak amacıyla onlara haber göndermek ister. Bu niyetini de gerçekleştirir. Ne var ki Hatib Bin Ebi Belta'nın müslümanlar aleyhine Mekke'ye gönderdiği casus kadın yakalanır ve peygamberin huzuruna getirilir. O sırada Hz. Ömer oradadır. Hz. Ömer, Hatib'e çok kızar ve onun münafık olduğuna inandığını söyler. Hz. Peygamber ise Hatib'i savunur ve onu koruyarak:
"Hayır, o münafık değildir. O, Bedir ehlindendir." der. Bu olaydan anlıyoruz ki iki müslüman üçüncü bir kişinin tekfir edilmesi konusunda ayrı görüşlere varabilirler. Bu da insanların algılayış ve tefakkuh durumuna bağlı olup normaldir. İbn-i Teymiyye bu olaydan dersler çıkararak iki müslümanın, üçüncü bir kişinin şüpheli durumundan dolayı biribirlerini tekfir etmeyebileceğini beyan ediyor. [23] Evet bu tesbiti yapan İbn-i Teymiyye gibi sert üsluplu biri. Diğer ulemada zaten daha esnek üsluplar mevcuttur. Yine merhum Seyyid Kutub çeşitli eserlerinde tasavvufi yönü meşhur olan bazı kişileri tekfir etmez, hatta onları üstad sayar. Bu "üstad" denilenlerden birisi "En-Nedvî”dir. En-Nedvî bildiğimiz kadarıyla çağımız İslamî inkılablarına da karşıdır. Bundan dolayı bazı müslümanlar onu kötü lakaplarla bile anabilirler ama Seyyid Kutub onu müslüman saymaktadır. Şimdi o müslümanların En-Nedvî yüzünden Seyyid Kutub'u tekfir etmeleri mi gerekiyor? Ayrıca dürüst düşünmeyi seven bir müslümanın S. Kutub'un tefsirinde 16. Cüzdeki İhlas Suresi tefsirini okuyup değerlendirme yapması gerekir. [24]
Tekfirde Aşırılığın Getirdiği Çelişkiler
Günümüzde birçok İslamî hizmet grubu vardır. Bu grup veya cemaatlerden bazıları -gerçekte- İslamî değildirler. Sadece adları müslüman olan bu grup veya cemaatler yeri geldiği zaman tavizsiz müslümanlardan olabilmekte ama çoğu zaman da müşriklerle beraber olarak -itikadî- çelişkilere düşmektedirler. Adını anmaya gerek görmediğimiz bu grupların sayısı hiç de az değildir. Bununla beraber, haliyle, tavrıyla, hareketiyle, hizmetiyle müslüman olan gruplar ve cemaatler de vardır. Hatta bu gruplar biribirlerinden de bağımsızdırlar. Biribirlerini eleştirip dururlar. Ama biribirlerini tekfir etmezler. İşte bu noktada, "tekfirde aşırı gidenler" şöyle bir eleştiri getiriyorlar. "Biribirinden ayrı İslamî grup olamaz. Müslümanlar ya bir gruptur ya da değildir. Bugün ayrı ayrı grupların varlığı bir tehlikedir ve o gruplar ayrı ayrı oldukları için müslüman değildirler. Müslüman olsaydılar, hepsi bir grup olurlardı." Evet bu ve benzeri sözleri çokça duymaktayız. Bu durumu değerlendirmeye geçmeden önce Hucurat Süresindeki "Sizlerden iki grup karşı karşıya gelirse..." [25] ifadeleriyle başlayan ayeti okumayı tavsiye ederiz.
İslam tarihi eserlerinde, hemen her tarih eserinde mevcut olduğu ve gerçek olduğu bilinen bir durum da ashab-ı kiram arasındaki savaşlardır dilimizin konuşmaktan, kalemlerimizin yazmaktan çekindiği bu hadiseler "takdir-i ilahî" meydana gelmiş ve tüm müslümanları üzmüş ve zor durumda bırakmıştır. Hz. Ali, Hz. Aişe'yle karşı karşıya gelmiştir. Hz. Ali, Muaviye'yle karşı karşıya gelmiştir. Hani, Hz. Peygamber "biribirine kılıç çeken müslüman değildir" buyurmamış mıydı? Ama gel gör ki müslümanlar hem de sahabeler biribirine kılıç çekmiştir. Fakat bu kılıç çekmeye rağmen hangi alim, hangi fakih, hangi yazar, bu biribirine kılıç çeken sahabileri tekfir etmiştir? Bu tekfiri ancak Hariciler yapmışlardır. Onlar da "hakem" meselesini çıkış noktası yapmışlardır. Bu meseleyi: "Efendim onlar ashabtı. Onların savaşını yorumlamayalım" diye mi geçiştireceğiz? Hem, yeri geldiği zaman peygamberi bile -peygamberlik öncesi- durumdan dolayı şirkle itham eden anlayışlar ashab-ı kiramla ilgili olayları acaba nasıl değerlendiriyorlar? Tekfirde aşırı giden kesimlerin gündeme -sürekli- getirdikleri bir başka konuda kendileri dışındaki müslümanları aynı zaman da korkaklıkla itham etmeleridir. Onlara göre "toplumu tekfir etmek bir cesaret işidir. Aileleri kafir saymak zor iştir. Bundan dolayı, kendini tevhide nispet edenler topluma ve ailelerine '"kafir" diyemiyorlar!" Şimdi bu söylemi dürüst bir yaklaşımla değerlendirelim. Bir kere tekfirde aşırı giden topluluğun birçok konuda görüş ayrılığına düştüğü ve faş oldukları artık bilinmektedir. Yine bu topluluğun fertlerinden çok sayıda kişinin tağutî kurum ve kuruluşlarda çalışmak için sıraya girdikleri de bilinmektedir. Acaba tağutî kurumlarda sessiz ve derinden hizmet etmek amacıyla çalışan! tekfirde aşırı gidenler hangi gün amirlerinin huzuruna çıkıp onları tekfir etmiş, bırakın tekfir etmeyi, tebliğ etmiştir? İş ailelere gelince, mesele kolay, tevhidi müslümanlar ise iyi niyetli ve merhametli. O halde vurun abalıya! Oysa toplumdan çok sayıda kişi de bilmektedirler ki, tevhidi müslümanlar, tekfirde aşırı gidenlerden daha fazla tağutî kurumlardan uzaklaşmakta, tekfiri de yerine göre yapmaktadırlar.
Yine.onlar çok iyi biliyorlar ki bugün tağut mah-kamelerinde yargılanan, işkence gören şehid olan tevhidi müslümanlarm sayısı oldukça fazladır, Tekfirde aşırı gidenlerin -ise- seslerine sadece tekfir olayında şahid olmaktayız. Şu zaman sürecinde sayıca birden kalabalıklaşmaya doğru gitmeleri de onları ayrıca şımartmış ve metodlarmm bile değişmesine yol açmıştır. Kaldı ki sayısal çoğunluk hiç önemli değildir. Nuh (A.S) yalnızdı, Lut yalnızdı, İbrahim yalnızdı. Ayrıca tekfir düşüncesinin son yıllarda Özellikle bazı bölgelerde sürekli yayılması biraz da ulusal ve uluslararası konjoktürle de ilgilidir. Mesela bu hareketin -tekfir- hareketinin büyük prova-kasyonlara alet olması hiçde akla muhalif değildir. Neden mi? Çünkü düşünün bir kere. Sizin bir grubunuz var. Teşkilatlı bir yapınız yok ama güçlü (!) bir fikir yapınız var. Bu fikirlerle kendiniz dışındaki her müslümanı kafir sayıyorsunuz, ömrünüz müslü-manlarm hatalarım araştırmakla geçiyor. Rakibiniz, düşmanınız ya bir tevhidi müslüman ya da tevhidi bir başka gruptur. Şimdi sizin bu düşünce ve hareket tarzınızdan Suudî-Amerikalar yararlanmaya çalışmaz mı? Yararlanmıyor mu?... [26]
TEVHİDİ MÜSLÜMANLARIN TUTUMU
Tevhîdî müslümanların, tekfirde aşırı gidenlere, karşı takındıkları tutum da dikkat çekicidir. Tekfirde aşırı gidenler tüm tevhîdî müslümanları kafir saymaktadırlar. Bu, "kafir sayma" işi bir yöntem haline gelmiştir. Tevhîdî müslümanlar ise onlara kimi zaman "Harici" gözüyle bakmakta çoğu zaman da onları müslüman saymaktadır. Tabi burada tüm tevhîdî müslümanlar adına görüş belirtmiyor ve sadece bildiğimiz kadarıyla konuşuyoruz. Bu arada tevhîdî müslümanlardan, tekfir grubunu "kafir" ilan edeceklerin de bulunabileceği de makuldür. Fakat şu anda tevhîdî müslüman olarak "bizler", tekfirde aşırı gidenlerin hepsinin Haricilere benzeyen kişiler olduklarına inanmıyoruz. Fakat şunu kesinlikle belirtmek istiyoruz ki tekfir ehlinde Haricilerin birçok özelliği de mevcuttur. Haricilere benzeyen yönleri belki de bambaşka bir araştırma konusu olacaktır. Fakat şu kadarını şimdilik söylemekle yetinelim: Tekfirde aşırı gidenler bazı büyük günah sahiplerini tekfir etmektedirler. İtikadı şirk ile ameli şirki ayırmamaktadırlar. Bu da Haricilerde bulunan bir özelliktir.
Biraz da şu, "araştırma" meselesi üzerinde duralım: Tekfirde aşırı gidenler kendileri bu konularda araştırma yaptıkları zaman bu araştırmanın adı "dini öğrenmek" oluyor ama kendileri dışındakiler için sadece "araştırma" oluyor. Oysa onlar da çok iyi biliyorlar ki kendileri dışındaki müslümanlardan da bu meseleleri din adına, İslam adına inceleyen şahıslar vardır ve onların niyeti de sadece araştırma yapmak değildir. "Onlar ne kadar da az düşünüyorlar?..."
Tevhidi müslümanlar, tekfirde aşırı gidenlerle tartışmaya başladıkları zaman o kadar sert üsluplarla karşılaşmaktadırlar ki bu üslupları Hz. Peygamber (A.S) Ebu Cehil'e karşı bile kullanmamıştır. Oysa tartışmanın bile yöntemini Allah bize bildirmiştir. Yüce Allah Hz. Musa'nın Firavunla tartışırken "yumuşak söz" kullanmasını emretmesi hiç mi düşündürücü gelmemektedir? Ya Ehl-i Kitapla nasıl tartışılması gerektiğini emreden ayetler? [27]
[20] En'am: 6/55.
[21] Davette Üslub için bkz. M. H. Fadlullah, Kur'anda Davet.
[22] Hüseyin Yunus, Tekfir Meselesi, Ahenk Yayınevi:34-35.
[23] İbn-i Teymiyye, Külliyat, c. 3, Tevhid Yay, s. 238-239
[24] Hüseyin Yunus, Tekfir Meselesi, Ahenk Yayınevi:35-37.
[25] Hucurat: 49/9.
[26] Hüseyin Yunus, Tekfir Meselesi, Ahenk Yayınevi: 37-40.
[27] Ankebut: 29/46; Taha: 20/43-44; Al-i İmrân: 3/159. Hüseyin Yunus, Tekfir Meselesi, Ahenk Yayınevi: 41-42.