sumeyye
Tue 14 June 2011, 02:13 pm GMT +0200
TIP BAHSİ
1290- Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anh)'den rivayet edilmiştir:
«Allah Teâlâ, indirdiği her hastalık için muhakkak bir şifa indirmiştir.»
Mütercim:
Tedavi görmek tevekküle engel değildir. Allah her hastalık için bir deva yarattığına göre onun aranması gerekir. Ancak şifayi ihsan eden Allah Teaîâ olduğuna inanmalıdır.
Bir de, şarab gibi haram olan şeylerle tedavi caiz değildir. Vücut dışında kullanılmalarında beis yoktur. Hayvanata bile yediri îip içirilmeleri doğru değildir:
1291- ibni Abbas (Radıyallahu Anhüma)'dan rivayet edilmiştir:
«Şifa üç şeydedir: Hacamat aletiyle kan almada, bal şerbetinde ve ateşle dağlamada. Ancak ben, (başka çare bulunursa) ateşle dağlamaktan ümmetimi menederim.»
1292- Ebû Saîd El-Hudrî (Radıyallahu Anh) der ki:
Bir adam Peygamber Saİlallahu Aleyhi ye Sellem Hazretlerine gelerek: Ya Resûlallahl Benim kardeşim karnından şikâyet ediyor, ishali vardır, ne yapalım? diye sorunca, Hazreti Peygamber şöyle buyurdular:
«Ona bal (şerbeti) içir!» Bir müddet sonra adam gelip: Ya Re-sûlallah, emriniz üzere ona bal içirdim; fakat hastalığı geçmedi, dedi. Hazreti Peygamber ikinci defa-. «Ona bal şerbeti içir!» buyurdu. Adam gidip tekrar döndü ve eski sözünü tekrarladı. Hazreti Peygamber üçüncü defa:
«Ona bal içir!» buyurdu. Adam dördüncü defa gelip, ilâcı yaptım, fakat fayda vermedi, dedi. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
«Allah sözünde doğrudur (balda şifa vardır); fakat senin kardeşinin karnı yanılıyor. Sen ona bal içir!» Adam gidip hasta olan kardeşine tekrar bal İçirince, iyileşti.
Mütercim:
Bal şerbetinin bir, iki ve üçüncü defalarda fayda vermemesinin sebebi, yetecek miktar içilmemiş olmasındandır. Yoksa Hazreti Peygamberin tedavi edişleri kesindi. Tıp kitaplarına göre, bal ateş veren bir ilaç olduğundan bütün soğukla ilgili hastalıklarda çok faydalıdır.
Müfessirler, Kuran-i kerimde bal hakkında geçen «Onda işfa vardır» ayetini tefsir ederlerken bazı hastalıklar murad edilmekte olduğunu söylemişlerdir.
1293- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha)'dan rivayet edilmiştir:
«Gerçekten şu kara tanecik (çörek otu) samdan (ölümden) başka her şeye şifadır.» Ben, sam nedir? diye sordum. Hazreti Peygamber:
«Ölümdür.» buyurdu.
Mütercim:
Çeşitli sebeplerden meydana gelen hastalıklara çörek otunun fayda ve şifa verdiğini doktorlar kabul etmektedir. Bazı ilâçlara karıştırılarak muhtelif hastalıklar için kullanılır.
Çörek otu döğüîerek bal ile macun yapıldıktan sonra sıcak su ile içilirse mesanedeki taşları eritir. Beş gram çörek otu su ile içilirse, nefes darlığına fayda verir. Çörek otundan 5-7 tane döğülüp zeytin yağı ile karıştırılıp süzüldükten sonra nezleli olanın burnuna çekilir ve içilirse nezle hastalığı gider.
1294- Ümmü Kays (Radıyallahu AnhdVdan rivayet edilmiştin
«Siz, bu Üd-i Hindiye (topalak otuna) devam ediniz; çünkü bunda yedi çeşit şifa var. Bademcik hastalığı için buruna (enfiye gibi) çekilir. Zatülcenb hastalığı için su ile karışık içilir.»
1295- Hazreti Enes {Radıyallahu Anh)'den rivayet edilmiştir:
«Kullandığınız devanın en iyisi (bilhassa sıcak bölgeler için) kan aldırmak ve topalak otunu kullanmaktır. Çocuklarınızın boğa-
zmdaki bademcikleri ezip onlara eziyet vermeyiniz. Topalak otunun tozunu burunlarına çektiriniz.»
Mütercim:
Hadîs-i şerifte «Kust» olarak adı geçen ot bir k&ç nevidir. Biri Kust-i Hindidir ki siyah renkte, tatlı ve hafif olur. Bir nevi de Kust-i Sami'dir. Şimşir ağacına benzer, güzel kokusu vardır. Bir de Kust-i Bahrî'dir. Bu ak renkte olup hoş kokusu var; fakat tadı acıdır.
1296- İbni Abbas (Radıyallahu AnhümaJ'dan rivayet edilmiştir:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu:
«Bana bütün ümmetler gösterildi. Peygamberler, beraberlerinde grupları olduğu halde birer, ikişer geçtiler. Yanında hiç kimse bulunmayan peygamber vardı. Nihayet bana büyük bir kalabalık gösterildi. Kim bunlar, benim ümmetim mi? dedim. Bu kalabalık Musa kavmidir, denildi, sonra, ufka bak! denildi. Birden ufku dolduran bir kalabalık gördüm. Sonra, gök ufuklarının şurasına ve şurasına bak! denildi. Birden ufku dolduran bir kalabalık gözüme ilişti. Denildi ki: İşte senin ümmetin. Bunlardan yetmiş bin kişi hesaba çekilmeksizin cennete girecektir. Onlar muska ve afsun yapmayan, şu veya bu hadiseyi uğursuz saymayan, ateşle dağlanmayan ve Rablerine tevekkül eden (bel bağlayan) kişilerdir.»
Mihsan oğlu Ükâşe dedi: Ben onlardan biri miyim? ya Resûlal-lan! Hazreti Peygamber: «Evet (sen onlardansın)!» buyurdu. Başka birisi kalkıp: Ben de onlardan mıyım? dedi. Hazreti Peygamber ona:
«Ükâşe, bunda seni geçti.» buyurdu,
Mütercim:
İkinci olarak kalkan adamın Sa'd bin Ubade olduğu rivayet edilir. Eğer Hazreti peygamber buna da evet cevabını vermiş olsaydı, onun arkasından herkes kalkıp ayni şeyi isteyeceklerdi. Buna meydan vermemek için Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem sözü kesmiş oldu.
Tedavi için zahirî sebeplere baş vurmak gerekli ise de, aslında Allah'a tevekkül ederek şifayi Allah'dan beklemelidir. Bu inançla, tedavi usullerine baş vuranların hareketi yerindedir ve tedaviye baş vurmayanlardan da dereceleri daha düşük değildir.
1297- Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anhî'dan rivayet edilmiştir»
«Hastalıklar (Allan'in izni ve takdiri olmadan) bulaşmaz, şu veya bu hadiseyi uğursuz saymak, baykuş uğursuzluğu. Sefer ayı uğursuzluğu yoktur. Ancak cüzzam hastalığına yakalanandan, aslandan kaçtığın gibi kaç.»
Mütercim:
Her şeyde tesiri yaratan Allah'dır. Bazı hastalıklar bulaşıcı ise de bu bulaşmayı yaratan ve ona sebep bağlayan yine Aîlah'dır. Ateş yakar, kılıç keser; fakat gerçekte bunlarda o kuvveti yaratan Al-lah'dir diye inanç beslemelidir. Diğer taraftan cüzzamlıdan kaçınılması emredildiğine göre; bu hastalıkta bulaşıcılık olduğu anlaşılmaktadır. Fakat yine onun bulaşması kendi tesiri ile değil, Allah'ın takdiri iledir.
1298- Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anh) der kis
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, «Hastalık, (Allahm takdiri olmadan) bulaşmaz.» buyurunca bir bedevi söyle dedi:
— Ya Resûlallah! Benim geyikler gibi sapasağlam kırda dolaşan develerimin arasına dışardan uyuzlu bir deve girerse onları uyuz eder. Halbuki siz hastalık bulaşmaz, buyurdunuz?
Hazreti Peygamber şu cevabı verdiler:
«tik deveye hastalığı geçiren kimdir?» Yani, ilk uyuz illetine yakalanan deveye o hastalık bulaşmakla geçmemiştir. Önce o hastalık Allah'ın takdiri ve kudreti ile olduğuna göre, her hayvanda da hastalık ayni şekilde olur. Vasıtalar asıl hastalığı yapmaz. Demek ki, senin bu develerinin uyuz hastalığına yakalanmaları yine Allah'ın kaza ve kaderi iledir.
Mütercim:
«Sakın hasta hayvanın yanma sağlam hayvanı getirme» mealindeki hadisi şerifte açıklama gelecektir.
1299- Hazreti Enes (Radiyalla.hu Anh)'dan rivayet edilmiştir:
«Taun (veba) hastalığı her müslüman için şehitlik rütbesidir.»
(Taun hastalığı, yaralanıp ölen şehidin çektiği acı ve ızdırab gibi tesir bıraktığından onların kavuştuğu mertebeye veba sebebiyle ölenler de erişir,)
1300- Ümmti Seleme (Radıyallahu Anha) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem benim evimde iken, yüzünde kara ve kızıl yahut sarı renk karışığı olan bir kızı görünce şöyle buyurdu:
«Şu kıza nazar değmiş, Onu afsunlayınız.»
(Nazar hastalığına karşı tütsü ve efsun gibi şeyler yapılmasının caiz olduğuna ve göz değmesinin hak olduğuna bu hadîs-i şerif delildir.)
1301- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir hastayı okuduğu zaman: «Bismillah, Ülkemizin toprağı kimimizin tükürüğü ile karışır ve hastamız, Babbİmizin izniyle şifa bulur.»
Mütercim:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem önce mübarek işaret parmağını ağzına koyup tükürükle ısladıktan sonra toprağa değdi-rir ve ondan sonra hastanın ağrıyan yerine sürer ve bu duayı okur-' du. İnsanın asıl mayası ve yaratılış maddesi toprak ve su olduğu için, bunlardan hayat veren Allah Teaîâ, hastalıklara da bunlarla şifa verir. Hazreti Peygamberin yaptığı gibi hareket edilerek onun duası hastaya okunursa Allah'ın izni ile hasta şifa bulur.
1302- Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anh)'dan rivayet edilmiştir: «Uğursuzluk sayma (kötüye yorma) yoktur. En iyisi fal (iyimserlik) dir.» Ashab sordular ki, fal nedir? Hazreti Peygamber şu cevabı verdi: «Sizden birinizin işittiği (ve iyimserlik uyandıran) yararlı sözdür.»
Mütercim:
Cahiliyet zamanında bir adam yolculuğa çıkınca onun sağ tarafından bir kuş.uçtu mu, onu hayıra yorardı. Sol taraftan uçarsa kötüye yorardı. İşte buna «Tıyere» denirdi. îslâmda bunun yeri olmadığını Hazreti Peygamber «Tıyere yoktur» buyurarak o adeti kaldırmıştır. Fakat işitilen güzel sözün iyiliğe yorumlanabileceğini beyan buyurmuşlardır. Meselâ, yolculuğa çıkan bir kimse, başka bir adamdan: Ey yol gösteren, ey insanların öncüsü, ey hayır sahibi gibi güzel sözler işitirse, bunlar iyiliğe yorumlanabilir. Bu da kesin bir şey değildir. Bu itibarla yolculuk maksadıyla evinden dışarı çıkanın bazı sebepleri kötüye yorumlayarak evine geri dönmesi mekruhtur.
1303- Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anh) der kij
Hüzeyi kabilesinden iki kadın kavga ettiler. Onlardan biri hamile olan diğerinin karnına taş ile vurarak karnındaki çocuğu öldürdü. Bunlar Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda muhakeme edildiler. Hazreti Peygamber onlar arasında şöyle hüküm verdi-.
«Hamile kadının karnındaki çocuğun diyeti, ğurre, bir köle veya bir cariyedir. «Sonra bu şekilde hüküm giyen kadının (kocası):
— Ya Resûlallah! Yemeyen, içmeyen, konuşmayan ve hayat belirtisi göstermeyen bir cenin için diyet ödemeye nasıl mahkûm edilirim. Onun gibisi, hükümsüz sayılır dedi. Bunun üzerine Hazreti Peygamber: «Şüphesiz bu adam, kehânet yapanlardandır.» buyurdu. Fakat yine de Hazreti Peygamber, ona bu yorumundan dolayı ceza vermedi. Ancak diyet ona ödettirildi.
1304- İbni Ömer (Radıyallahu Anhüma) der ki: Medine'nin doğusunda oturan ve Arab hatiplerinden olan iki adam, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda hitabet (nutuk) yarışmasında bulundular. Orada bulunanların hepsi, bu ıkı adamın güzel konuşmalarına hayran oldular. Bunun üzerine Hazreti Peygamber: «Anlatışın da büyüleyeni vardır veya bazı anlatışlar büyüleyicidir.» buyurdu. Böyle güzel ifadeler, sihir gibi insana tesir eder.
Mütercim:
Bu hadis-i şerifte belagat üzere söylenen kelâma sihir adı verildiğinden bazı alimler böyle tesirli sözler söylemenin iyi bir iş olmadığına hükmetmişlerdir. Ancak helâl olan sihirdir, demişlerdir. Doğrusu bu hadîs-i şerif, böyle tesirli sözlerin iyi veya kötü olduğuna delil gösterilemez. Sözün en iyisi, kısa ve faydalı olandır. Buna dair de hadîs-i şerif vardır: «Bana derli toplu (lafızları az, manaları çok) sözler verildi.»
1305- Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anhîdan rivayet edilmiştir:
-Sakın hasta deve, sağlam devenin yanına sokulmasın.» Ebû Hüreyre, hastalıklarda bulaşıcılık yoktur, mealindeki Ük rivayetini inkâr etmiştir.
Mütercîm:
Bazı hastalıkların tabiatları gereği Allah'ın izni ile başkalarına geçtiğine en büyük delil bu hadîs-i şeriftir. «Hastalıklarda bulaşma yoktur,» hadîs:i şerifi ile bu hadîsin ravisi Ebû Hüreyre olduğu halde, Ebû Hüreyre önceki hadîs-i tamamen inkâr etmiştir. Önce «Hastalıklarda bulaşma yoktur» hadisini rivayet etmişken, her nasılsa bu rivayetini tamamen unutmuş. Halbuki diğer hususlarda bu duruma düştüğü olmamıştır. Bununla beraber İlk hadisi anlattığı zaman çok kimseler onu kendisinden işittikleri için onların rivayeti ile sahih hadîs kitaplarına geçmiştir.
1306- Ebû Hüreyre (Badiyallahu An)'den rivayet edilmiştiri
«Kim kendini bir dağın tepesinden aşağı- atarak Öldürür İse o kişi cehennemliktir ve cehennemde .temelli, ebedi ve sonsuza dek yuvarlanacaktır. Kim de zehir içerek kendini öldürürse, zehiri elinde olduğu halde onu cehennemde temelli, ebedî ve sonsuza dek yu-dumlayacaktir. Kim de bir demirle (kesici bir aletle) kendini öldürürse, demiri elinde olduğu halde onu cehennemde temelli, ebedî ve sonsuza dek karnına saptayacaktır.»
Mütercim:
Bu hadîs-i şerifte varit olan tehdit ve azabla korkutma üzerinde "alimler değişik açıklamalarda bulunmuşlardır. Bazılarına göre, intihar etmeyi helal sayarak kendini öldüren kimse kâfir olacağından ebedî olarak cehennemde kalır. Bazılarına göre de, mümin olduğu halde intihar eden, uzun müddet cehennemde kalacaktır. Fakat birkaç defa tekid edilerek ebediyyen cehennemde kalacağı ifadesine bakılırsa, intihar edenin akıbetinden korkulur. İntihar, şirkten sonra gelen en büyük günahtır.
1307- Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anh)'dan rivayet edilmiştir:
«Birinizin tabağına kara sinek düşerse onu iyice batırsın ve sonra çıkarıp atsın, çünkü onun kanatlarının birinde dert ve diğerinde deva vardır.»[54]
[54] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:884-893