neslinur
Thu 15 July 2010, 03:59 pm GMT +0200
a. Tevhîd'in İnanç Boyutu:
Allah'ı zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde tek varlık olarak kabul etmek ve böylece inanmak, Tevhidin inanç boyutunu oluşturur. Dinin temeli budur. Tevhîd inanç konusunda hiçbir boşluk kabul etmez. Onun için önce ulûhiyyete ait özellikleri Allah'tan başka varlıklardan soyutlamak, sonra söz konusu hususlann, yalnızca Allah'a ait olduklarını kabul etmek demektir. Nitekim bu, "Lâ ilahe illallah" şeklinde formüle edilen Tevhîd ifadesindede yer almıştır. Burada İlâh makamında sadece Allah'ı kabul etmek, O'ndan başka her şeyin O'nun dışında olduğuna inanmak bir esas olarak getirilmiştir. Bu inanç Allah'tan başka her varlığı düşünceden ve gönülden çıkarmayı gerektirir.
Duyulur âlemin dışında kalma özelliği sebebiyle beş duyu ile algılama imkânımız olmayan Yüce Yaratıcı'yı algıla-yabümemiz ancak O'nun bize kendini anlatması ile mümkün olmuştur. Bu anlatım insanların O'nunla ilişkisini de belirler. Bunun için Yüce Allah varlığına ait nitelemeleri değişik kelime ve kavramlarla insanların anlamasına uygun şekilde açıklamıştır. Toplu olarak Allah'ın isimleri (sıfatlan) olarak a-nılan bu nitelemeler O'nu algılamamıza yardımcı olur.
Biz burada O'nun güzel isimlerini sayacak değiliz. Bu konuda hazırlanmış güzel eserler vardır. [191] Bunlar okunarak konu ile ilgili gerekli bilgiler edinilebilir. Biz sadece işin ö-nemli gördüğümüz bir yönüne değineceğiz.
Kur'ân ve hadislerde Yüce Allah'ın kendisini tanıttığı ve âlimlerin 99 sıfatla tespit ettiği bu isimlerin çok büyük bir kısmı O'nun rahmet ve merhametini vurgular. O bize kendisini böyle tanıtır. İçlerinde azab edici yönünü haber veren sıfat beşi geçmez. Bu bakımdan şu, rahatlıkla söylenebilir ki, İlâhî irade kendisinin bir rahmet ve merhamet okyanusu olarak tanınmasını istemektedir. Halbuki geleneksel eğitim olgusu hep Allah korkusu üzerine kurulduğundan insanlar Yüce Allah'ı rahmet ve merhamet edici nitelemelerle değil, cezalandırıcı ve azab edici nitelemelerle algılamakta ve öyle tanımaktadırlar. Bu çok yanlış bir uygulamadır. Sonuçta insanın korunma, sığınma, esirgenme gibi temel ihtiyaçlarını gidermek imkânından mahrum kalmasına yol açmaktadır.
Allah'ı gönlünde hissetmek ise O'nun denetim ve kontrolünü her an üzerinde hissedebilmektir. [192]
Allah'ı zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde tek varlık olarak kabul etmek ve böylece inanmak, Tevhidin inanç boyutunu oluşturur. Dinin temeli budur. Tevhîd inanç konusunda hiçbir boşluk kabul etmez. Onun için önce ulûhiyyete ait özellikleri Allah'tan başka varlıklardan soyutlamak, sonra söz konusu hususlann, yalnızca Allah'a ait olduklarını kabul etmek demektir. Nitekim bu, "Lâ ilahe illallah" şeklinde formüle edilen Tevhîd ifadesindede yer almıştır. Burada İlâh makamında sadece Allah'ı kabul etmek, O'ndan başka her şeyin O'nun dışında olduğuna inanmak bir esas olarak getirilmiştir. Bu inanç Allah'tan başka her varlığı düşünceden ve gönülden çıkarmayı gerektirir.
Duyulur âlemin dışında kalma özelliği sebebiyle beş duyu ile algılama imkânımız olmayan Yüce Yaratıcı'yı algıla-yabümemiz ancak O'nun bize kendini anlatması ile mümkün olmuştur. Bu anlatım insanların O'nunla ilişkisini de belirler. Bunun için Yüce Allah varlığına ait nitelemeleri değişik kelime ve kavramlarla insanların anlamasına uygun şekilde açıklamıştır. Toplu olarak Allah'ın isimleri (sıfatlan) olarak a-nılan bu nitelemeler O'nu algılamamıza yardımcı olur.
Biz burada O'nun güzel isimlerini sayacak değiliz. Bu konuda hazırlanmış güzel eserler vardır. [191] Bunlar okunarak konu ile ilgili gerekli bilgiler edinilebilir. Biz sadece işin ö-nemli gördüğümüz bir yönüne değineceğiz.
Kur'ân ve hadislerde Yüce Allah'ın kendisini tanıttığı ve âlimlerin 99 sıfatla tespit ettiği bu isimlerin çok büyük bir kısmı O'nun rahmet ve merhametini vurgular. O bize kendisini böyle tanıtır. İçlerinde azab edici yönünü haber veren sıfat beşi geçmez. Bu bakımdan şu, rahatlıkla söylenebilir ki, İlâhî irade kendisinin bir rahmet ve merhamet okyanusu olarak tanınmasını istemektedir. Halbuki geleneksel eğitim olgusu hep Allah korkusu üzerine kurulduğundan insanlar Yüce Allah'ı rahmet ve merhamet edici nitelemelerle değil, cezalandırıcı ve azab edici nitelemelerle algılamakta ve öyle tanımaktadırlar. Bu çok yanlış bir uygulamadır. Sonuçta insanın korunma, sığınma, esirgenme gibi temel ihtiyaçlarını gidermek imkânından mahrum kalmasına yol açmaktadır.
Allah'ı gönlünde hissetmek ise O'nun denetim ve kontrolünü her an üzerinde hissedebilmektir. [192]